• Sonuç bulunamadı

Atagök müzelerin oluştuğu yıllardan bu yana, kültürel değerleri toplum yararına korumayı ve değerlendirmeyi hedeflerken, sonraları bu amaçlarının, toplumun öğrenim ve eğitiminin arttırılması, güzelduyu görgüsünün yerleşmesi, bulunduğumuz anın, geçmişin ve giderek geleceğin açıklanması, yorumlanması, toplumsal değişimlerin desteklenmesi ve halkın eğlenerek zamanını değerlendirmesine ve eğitimine dönüştürdüğüne değinmektedir (1999a: 131).

Müzenin işlevleri oldukça geniş olan bir kurum olduğuna değinen Buyurgan ve Mercin, müzelerin hemen hemen hepsinin ortak amacının; toplama, koruma (bakım–onarım), belgeleme, sergileme ve eğitim olarak sıralanabileceğini belirtmektedirler. Bunlara ilave olarak da diğerleri kadar manidar olmasa bile “eğlendirme” amacının da eklenebileceğini belirtmektedirler (2005: 55).

Bu konudaki benzer sınıflandırmalardan birini de Shabbar yapmıştır. Çeşitliliğine rağmen müzelerin hedeflerinin aynı olduğuna değinen Shabbar, hedefleri şöyle sıralamaktadır (2001: 68): İlk hedef, müzenin uzmanlık alanına göre nesneleri ve malzemeleri toplayarak sergilemektir. İkinci önemli hedef ise belgelemedir: Yani bir nesnenin tarihini, kullanımını ve içeriğini saptamaktır. Üçüncüsü, nesneleri özenli şartlarda korumak, onarmak ve depolamaktır. Dördüncü olarak araştırmacıların işini kolaylaştırmaktır. Shabbar beşinci olarak da eğitimi saymaktadır.

Çağdaş müzecilik anlayışı doğrultusunda, müze tanımında bahsedilen işlevleri Uralman üç ana başlık altında toplamaktadır (2006: 254):

1. Koruma

• Koleksiyon yönetimi • Belgeleme

• Saklama – koruma ve onarım • Mekan ve mimari tasarım 2. Araştırma

3. İletişim • Sergileme • Eğitim

Merriman ise önceden müzelerin başlıca işlevinin yerel, bölgesel ya da ulusal kültürü derlemek, bunu gelecek kuşaklar için korumaya almak, araştırmak ve toplumu bu konuda eğitmek olduğuna değinmekte; günümüzde ise bu konudaki ilginin büyük ölçüde yön değiştirmiş ve günümüzdeki toplumların müzeler ve koleksiyonlara ulaşmaları, katılımlarının sağlanmasının daha büyük önem kazanmış olduğunu belirtmektedir. Bu değişikliklerin sonucunda da müzelerin genelde edilgen bir topluma tek parça, katı bir geçmişi dayatan otoriter kuruluşlar olmaktan sıyrılıp farklı kesimlerin ihtiyaçlarına duyarlı, toplumlarla mümkün olduğunca ilişki kuran, bazen de zor ve tartışmalı konuları gün yüzüne çıkaran kurumlar haline dönüştüklerini gördüğümüzü dile getirmektedir (2000: 69-70).

Müzelerin işlevlerini nesnelere yönelik işlevler ve insanlara yönelik işlevler olarak incelemekte mümkündür. Nitekim Atagök’de bunu şu şekilde ifade etmektedir: “Müzelerin toplama, araştırma ve belgeleme ile koruma işlevleri kültür nesnelerine yönelik; sergileme ve eğitim işlevleri ise insanlara yöneliktir.” (1999a: 141)

Genel olarak ise müzelerin işlevleri aşağıdaki beş başlık altında ele alınmaktadır:

• Toplama

• Belgeleme (Arşivleme) • Koruma (Bakım – onarım) • Sergileme

• Eğitim

2. 1. 2. 1. Müzelerin Toplama İşlevi

Müzelerin eserleri bir çatı altında toplama isteğinin, onların zaman ve mekânda dağınık bir takım objelerin kolaylıkla izlenmesini sağlama amacından kaynaklandığını belirten Buyurgan ve Mercin müzelerin, eskiden olduğu gibi günümüzde de işlevsel amaçlarından biri olan toplama görevini farklı biçimlerde yerine getirdiğini belirtmekte ve de müzelerin toplama işlevini; satın alma, kazılar sonucu elde etme, bağış yapma (hibe) ve değiş – tokuş yoluyla yerine getirmekte olduğunu söylemektedirler (2005: 56).

Müzeler toplama işlevini gerçekleştirirken bazı unsurlara dikkat etmek durumundadırlar. Bunlardan en önemlilerinden birisi müzeye konulacak nesnenin, müzenin koleksiyonuna uygun olması olarak söylenebilir. Bir diğer önemli unsur olarak nesnenin nicelik ve nitelik gibi özellikleri sayılabilir. Bu nedenle, bu işlevi yerine getiren müze görevlilerinin bu konuda dikkatli olmaları büyük önem taşımaktadır.

2. 1. 2. 2. Müzelerin Belgeleme (Arşivleme) İşlevi

Müzelerin önemli görevlerinden birisi de belgelemedir. Belgeleme, müze koleksiyonunda yer alan eserlerin hem kolayca bulunabilmelerini hem de kayıt altına alınması yoluyla da kaybolmamalarını sağlar.

Müzelerin belgeleme işlevini Rona şöyle ifade etmiştir (1999: 123’ten aktaran: Buyurgan ve Mercin, 2005: 58): “Belgelemeyi hem tespit etme hem de kolay ulaşabilme aracı olarak düşünürsek, kişisel ya da kuramsal bağlamda belli süreçlerin yazılı, görsel ve işitsel olarak kaydedilmesi; arşivlenmesi, bu belgelerin sistematik bir biçimde sınıflandırılması; envanter çıkartma işlemi ise, belgelenmiş ve sınıflandırılmış malzemenin dökümü anlamındadır. Bu anlamda düşünüldüğünde belgeleme, eseri kaydetme; arşivleme, araştırma ve diğer amaçlar için sistemli sıralama; envanter ise tamamının dökümünü çıkartarak kayıplara karşı önlem almak amaçlıdır, denebilir.”

Uralman günümüzde belgelemenin, temel olarak, müzeye ait nesnelerin envanter kaydı sırasında, nesne hakkında gerekli tanımlamaların yapılması anlamına geldiğini ve sadece nesne odaklı olmaktan çıktığını belirtmekte ve de belgelemenin nesneyi etiket bilgisi gibi bir yönüyle tanımlamanın ötesinde, nesneye ait saklama – koruma ve onarım bilgisinden sergilenmesine, görüşme metinlerine, etkinliklere ve yayınlara kadar çok çeşitli bilgileri içerebileceğine değinmektedir (2006: 256-257). Uralman’a göre müzede kapsamlı belgelemenin yapılması, müzenin tüm çalışmalarının işleyişinde kolaylıklar sağlayacaktır.

2. 1. 2. 3. Müzelerin Koruma İşlevi

Müzelerin her boyutta, yani kentli bilinci oluşturmada, aidiyet duygusu yaratmada, eğitimde, turizm ve tanıtımda işe yaradığına değinen Yılmaz, müzelerin

derleme ve koruma işlevlerinin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır (2008: 129). Çünkü Yılmaz’a göre müze, bir taraftan tutamadığımız, elimizden kaçan giden ne varsa, bunları bir şekilde derleyecek, toplayacak, tasnif edecek, onun ne olduğunu bir şekilde aktaracak sistemlerin üzerinde yükselmesi kaçınılmaz olan bir kurumdur.

Buyurgan ve Mercin müzelerin koleksiyonlarındaki eserleri koruma işlevinin, müzelerin işlevleri içerisinde belki de en zoru olduğunu belirterek; müzelerin sahip oldukları eserleri korumaları, en azından eserlerin yok olmasını geciktirmeleri için, müzelerin bilinçli bir konservasyon yapmaları gerektiğine değinmektedirler (2005: 58, 59). Bunun için de öncelikle ön araştırma, daha sonra ise sırayla belgelendirme, tedavi, sağlamlaştırma, restorasyon gibi uygulamaların yapılması gerektiğini belirtmektedirler. Buyurgan ve Mercin genel olarak koruma amacıyla dikkat edilmesi gereken etkenleri ise şöyle sıralamaktadırlar (2005: 59): Nem, sıcaklık, kirlilik (gaz, partikülat), ışık, canlılar (insan, küf, böcek, hayvan-kuş yuvaları vb.). Bu belirtilenlerin yapılması için gerekli teknik beceri, bilgi ve donanıma sahip uzmanların yetiştirilmesi ve müzelere gerekli malî desteğin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Müzelerde bilinçli bir konservasyon yapılmadığı taktirde, geçmişe ait izler taşıyan eserlerin, gelecek nesillere intikali mümkün olmayacaktır.

2. 1. 2. 4. Müzelerin Sergileme İşlevi

Pek çok müze türü bulunduğuna değinen Shabbar, müze türlerindeki çeşitliliğe rağmen, müzelerin hedeflerinin aynı olduğunu belirtmekte ve de müzelerin ilk hedefinin, müzenin uzmanlık alanına göre, nesneleri ve malzemeleri toplayarak sergilemek olduğunu belirtmektedir (2001: 68).

Bir müzenin temelde koleksiyonu ile var olduğunu; koleksiyonu ile müze özelliğini kazandığını belirten Atagök, müzenin toplumla bütünleşebilmesinin müzenin kendi koleksiyonunun sunulduğu sürekli sergisi ya da geçici sergisi ile mümkün olacağını söylemektedir. Sergi tasarımında müze uzmanının sırasıyla ‘neyi’, ‘kime’, ‘nasıl’ sorgulaması içinde projelerini gerçekleştirirken kültür varlıkları ile toplumu birleştirecek yöntemler üzerinde de durduğunu belirten Atagök, toplumla ana ilişkiyi kuracak olanın müzenin kendi koleksiyonu olduğunu söylemektedir (1999b: 144).

Sergileme, müzedeki eserlerin insanlarla buluştuğu bölümü oluşturur. Müzeler bünyelerinde çok ve eşsiz eserler barındırabilirler, ancak iyi bir şekilde sunamazlarsa amaçlarına ulaşamazlar. Müzenin sergileme işlevinin, bir bireyin kendisini tanıtmasıyla eş anlamlı olduğunu söyleyen Buyurgan ve Mercin müzelerin, içlerindeki eserler ne kadar nitelikli olurlarsa olsunlar, iyi sunuş yapamazlarsa, halka ulaşamayacaklarına ve planlı hareket edemezlerse amaçlarına ulaşamayacaklarına değinmektedirler. Bunun için de müze yöneticilerinin bu konuda iyi eğitimli olmaları, uzmanlarla işbirliği yapmaları ve çevreyi iyi tanımaları gerektiğini belirtmektedirler. Buyurgan ve Mercin sergilemekteki asıl amacın halkı aydınlatmak olduğunun bilinmesi gerektiğini ve her türlü materyal kullanılarak adımların ona göre atılması gerektiğini vurgulamaktadırlar (2005: 60-61).

“Sergileme esnasında kullanılacak mekân, mekân rengi, ses düzeni, hangi sıraya göre gezileceği, vitrin veya platformlar, dil, bilgi panoları, görsel - işitsel ön tanıtım, dinlenme mekânları, ışık vb. çok önemlidir.” (Buyurgan ve Mercin, 2005: 60). Sergilenecek malzemenin seçilmesinin, nesnelerin tek tek ve bir bütünlük içinde sergilemede yerlerini almalarının, müze uzmanlarının belli amaç ve ilkeler doğrultusunda ortak görüşleri ile gerçekleşecebileceğini belirten Atagök; seçilen malzemenin sergilenmesinin yine vurgulanmak istenen amaç doğrultusunda önce bilgilendirici, sonra yorumlayıcı bir ortamı gerektirdiğini bu nedenle de sergilemenin hem nesnelerin kendileri hem de onları izleyen farklı izleyicinin ortak sayılabilecek özelliklerinin dikkate alınarak yapılması gerektiğini belirtmektedir (1999b: 145).

Bizdeki müzelerin çoğunun yabancı turistlerin beğenilerine ve onların standartlarına, kültürel seviyelerine göre düzenlendiğine değinen Neyişçi, bizdeki çocukların kapıdan girip hemen çıkmalarının, “taştan başka bir şey yok” demelerinin kökeninde de bu durumun bulunduğunu belirtmektedir (2008: 124). Neyişçi, müzelerimizi, yerel halkın beklenti ve durumunu da dikkate alarak yeniden tasarlamak, yeniden planlamak gibi bir zorunluluğumuz ve sorumluluğumuz olduğunu ifade etmektedir.

Yavuzoğlu – Atasoy ise eğitsel açıdan sergi/sergilemenin aşağıda belirtilen özellikleri taşıması gerektiğine değinmektedir (1999: 148):

• Ziyaretçi, sergide/sergilemede sunulan nesneden hareketle fikre ulaşmalıdır.

• Nesne/konu bağlamında hazırlanacak yardımcı eğitsel materyalin düzeyi, akademik olmamalıdır.

• Müze bağlamında hazırlanan sergi/sergilemelerde içerik gözden kaçırılmamalı; içerik, sergi adı ile örtüşmelidir.

• Kültür uygun bir şekilde sunulmalıdır. Bunun için de iyi bir hazırlık devresi ve paylaşılacak kültür hakkında doğru bilgi edinmek gerekmektedir.

2. 1. 2. 5. Müzelerin Eğitim İşlevi

Müze kavramının tarihsel bir fenomen, pedagojik bir disiplin olduğu kadar müzecilik servisini, öğrenme ve sosyalleşme gibi bir çok öğeyi de içinde taşıdığına değinen Adıgüzel, her müzenin temel işlevinden olan toplamak, depolamak, bakımını sağlamak gibi amaçların yanında sahip olduğu objeler çerçevesinde eğitime doğrudan katkıda bulunabilecek yapıya sahip olduğuna da değinmekte ve de eğitim bilimlerindeki ve müzecilik anlayışındaki değişimlerin müzelere temel işlevlerinin yanında farklı görevler de yüklemekte olduğunu belirtmekte, son yıllardaki görüşlerin de müzelerin ve sergilerin okul dışı etkinliklerde yaygın olarak kullanılabilecek öğrenme ortamı oldukları yönünde olduğunu ifade etmektedir (2000b: 131).

Müzelerin en önemli eğitim kurumlarından biri olduğunu söyleyen Shabbar ise müzelerin hem yerel topluma hizmet, hem de diğer eğitim kurumlarına destek verici nitelikte kurumlar olduğunu belirtmektedir (2001: 68). Shabbar, müzelerin eğitim görevini giderek artan bir yoğunlukta üstlenen kurumlar olduğuna da değinerek bunu da müzelerin doğrudan kültürel mirası tanıtabiliyor ve sergi galerilerinin izleyenlerin ilgisini toplayacak çekicilikte hazırlanıyor olmalarına bağlamaktadır.

İlhan da müzeleri yalnızca oradaki nesnelere bakılıp dönülen yerler olarak görmediğini; müzeleri birer eğitim kurumu, eğitim ortamı olarak gördüğünü belirtmektedir (Köroğlu, 2007). Bir çocuğun, bilgi dağarcığının yalnızca belli bir okul ortamında artırılamayacağını söyleyen İlhan çocuğun çevreye açılması, farklı şeyler görmesi, geçmişe ilişkin nesneleri görmesi ve o nesneler hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini belirterek; bu açıdan müzelerin öğretmenlere ve anne babalara çok yardımcı olabilecek kurumlar olduğunu söylemektedir. Ayrıca İlhan müzeleri hem

piknik alanı, gezi yeri, hem de birçok kavramın verilebileceği yerler olarak düşündüğünü de belirtmektedir (Köroğlu, 2007).

Müzelerin değişik tanımlarını inceleyen Atagök ise yapılan müze tanımlarından hareketle müzelerin eğitim kurumu kimliğinin son yıllarda ön plana çıktığına değinmektedir (1999b: 144). Türk Eğitim Tarihi incelendiğinde de müzelerin eğitim kurumu olarak görülmesi düşüncesinin sadece son yıllarda gündeme gelmediğini görürüz. II. Meşrutiyet’ten itibaren bu düşüncenin eğitim camiasında yer aldığını, önemli eğitimcilerin bu husus üzerinde özellikle yoğunlaştığını görürüz. Bu eğitimcilere Satı Beyi ve İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nu örnek olarak verebiliriz.

Satı Bey 1909 yılında Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) Emrullah Efendi’ye sunduğu raporunun “Müzelerin Ehemmiyeti” başlıklı bölümünde Avrupa eğitim anlayışında müzelerin ne kadar önemli olduğunu ve uygarlık ve ilerleme için ne kadar gerekli olduğunu belirttikten sonra “(…) bu müzeleri gezen erbab-ı merak ve ihtisas masrafsızca, kolaylıkla tetkikat icrasına muvafık olur. Muallimler ve talebeler bütün dersleri suhulet (kolaylık) ve vuzuh (açıklık) ile tefhim (anlama) ve telkina medar (neden) olacak vesaiti bulurlar” der ve daha da ileri giderek çocukların, daha okula başlamalarından önce, müzelerde gezdirilmesini önerir: Çünkü “müzeler, mekteplerin vezaif-i talimiyesini fevkalade teshil eder (kolaylaştırır). Müzeleri ziyaret etmiş olan bir çocuk için dersler büsbütün meçhul ve yeni değildir” (1326, 32-33’ten aktaran: Öztürk, 2000: 192).

Baltacıoğlu’nun ise müze kavramına, kültür pedagojisi açısından baktığını belirten Öztürk; Baltacıoğlu’nun müzeyi Türk kültür ve sanatının kökenlerini ve uygarlık tarihinde gelinen noktayı anlamada hizmet etmesi gereken kültürel bir kurum olarak gördüğünü belirtir (2000: 194). Baltacıoğlu “müze” kurumuna eğitim ve kültür alanında “ulusal harsı (kültür) yaratma çabası” ve “ulusların bilimsel ve medeni seviyelerini gösteren nesnelerin korunması” ve “güzel sanatların bir dalı” olarak; “halkın bedii (estetik) ve sınai (sanatsal) seviyesini yükseltme” aracı olarak yaklaşmaktadır (1932’den aktaran: Öztürk, 2000: 195).

Müzeyi ulusal kültürün bir yansıması olarak gören Baltacıoğlu, müzeyi aynı zamanda bir “ilim evi” olarak da tanımlamaktadır. Çünkü ona göre Türkiye’nin kültürel ve eğitsel yönden kalkınması için üç ana kuruma ihtiyaç vardır:

Konservatuar ve güzel sanatlar okulu, kitap yazma ve çeviri için “Türkiyat” kurumu ve de kültüre ait örneklerin toplandığı müzeler ki bunlardan da hars teşkilatının en önemli bölümünü müzelerin oluşturduğunu söylemektedir (Aktaran: Öztürk, 2000: 195).

“Sınıfta başarmanın çok zor olduğu nitelikleri müzenin verebileceği oldukça açıktır” diye belirten Seidel ve Hudson ise müzenin sağlayabileceği bazı nitelikleri şöyle sıralamaktadırlar (1999: 16, 22): Empati, yaratıcılık, merak ve bilgiye susama, eleştirel düşünme. Seidel ve Hudson okulun, öncelikli ve birinci olarak çocukların zihinsel kavrayışını sağlarken, müzenin içgörü gücünü artıran duyguları ve atmosferi de sağlayabileceğine değinmektedirler. Aynı zamanda müzelerin, tarih alanına da ilgiyi ve merakı da uyandırabileceğini belirten Seidel ve Hudson, pek çok müzenin, öğrencinin tarihi etkin olarak çalışabileceği okul öğretimi sağlamakta olduğunu açıklamaktadırlar. Öğrencilerin yalnızca sergileri inceleyerek çok şey öğrenebileceğini, fakat bir müzenin gücünün, tarihi daha dokunabilir ve canlı yapması olduğunu söyleyen Seidel ve Hudson; okul kitaplarının birincil olarak, tarihin entelektüel kavrayışını sağlarken, müzenin ise geçmişin kültürlerine ve insanlarına daha duygusal bağlar yaratabileceğini belirtmektedirler (1999: 22).

Seidel ve Hudson müzecilik tarihinin incelenmesi durumunda, geçmişte müzelerin bir yandan koruma, araştırma ve bilgi üretme işlevini sürdürürken, bir yandan da yaygın eğitim kurumu olarak işlev gördüklerinin saptanmakta olduğunu belirtmektedirler (1999: 5). Çünkü ziyaretçiler, müze gezerken bilgi de aldıkları doğal bir eğitim sürecinden geçmekteydiler. Günümüzde ise müzeler bu rolü kendi akışına bırakmamakta, eğitim işlevini örgün ve programlı bir biçimde yerine getirmeyi amaçlamaktadırlar. Müzelerdeki eğitim programlarının amacının sadece bilgi verme olmadığına değinen Seidel ve Hudson, müzelerdeki eğitim ortamının yaratıcılığı, düşgücünü, soru sormayı, ipuçlarından yeni bilgiler üretmeyi, sentez yapmayı özendiren, geliştiren bir etkiye sahip olduğunu belirtmektedirler (1999: 5).

İrfan Erdoğan’da Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı iken “Eğitime Yeni Bir Soluk: Müzeler” başlıklı yazısında müzelerin, eğitim - öğretim sürecini etkinleştiren ve zenginleştiren kurumlar olarak görülüp değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek; müzelerin, eğitim - öğretim amacıyla kullanılmasının bir çok açıdan yarar sağlayacağını belirtmiştir (2007). Müzelerin, eğitim - öğretimde yaşayarak öğrenme

ilkesinin gerçekleşmesine müsait bir ortam sunduğunu belirten Erdoğan, bu sayede öğrenilenlerin daha kalıcı olacağına ve de öğrencilerin motivasyonunun da canlı tutulmuş olacağına değinmektedir. Sosyal bilimler alanında müzelerin bir uygulama laboratuvarı işlevine sahip olduğunu söyleyen Erdoğan müzelerde farklı etkinliklerde bir araya gelen öğrencilerin birbirlerini ve kültürel değerlerini daha iyi tanıma imkanı ve kaynaşma fırsatı bulduklarına değinerek, bu sayede müzelerin bireylerin toplumsallaşmasına ve daha kültürlü ve birikimli hale gelmesine de katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca müzelerin öğrencilerde tarihsel empati kurma ve kanıt kullanma becerilerini geliştireceğini belirten Erdoğan, bu sayede öğrencilerin zamanı ve mekanı daha iyi algılama becerisi geliştireceğini söylemektedir. Erdoğan’ın yazısında değindiği diğer bir önemli noktada müze eğitiminin öğrencilerin geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurabilmelerine; kültürel varlıkları, tarihî eserleri anlama ve korumalarına, daha hoşgörülü olmalarına katkı sağlayacağı yönündedir.

Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı müze ile eğitimin vizyonunu “kültürel varlıkları, tarihî eserleri anlama, koruma, değerlendirme ve yorumlama becerisi ile zaman ve mekan algılama becerisi gelişmiş, kültürel ve kültürler arası hoşgörü becerisi kazanmış, kendilerini çevreleyen dünyaya karşı görsel farkındalıkları olan, geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kurabilen, arşivleme bilincine sahip, toplumsallaşmış bireyler yetiştirmek” olarak açıklamaktadır (MEB, 2008).

“Müzeler, koleksiyonlarına gösterdikleri ilgi ve özeni, geleceklerinin güvencesi olan ziyaretçilerine de göstermelidirler.” diyen Atagök ise müzelerin ziyaretçilerinin kimliğinde, onları yönlendirecek, belli yaşam deneyimleri kazandıracak etkinliklerle, bilgi kazandırmanın yanı sıra, sosyal yaşamlarında da etkili olması gerektiğini belirterek böylece, bir kültür köprüsü oluşturan müzelerin çağdaş eğitim kurumu olarak işlevlerini yerini getirmiş olacağına değinmektedir (1999: 153).