• Sonuç bulunamadı

1969 yılında toplanan UNESCO uzmanlarının kabul ettikleri kültür tarifi şudur: “Kültür, insan topluluğunun kendi tarihî tekâmülü hususunda sahip olduğu şuur demektir; o suretle ki, bu insan topluluğu bu tarihî tekâmül şuuruna atfen

varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar.” (Aktaran: Kösoğlu, 1995: 128).

Kösoğlu millî şuur muhtevalarını kültür olarak veren bu tarifi, kültürel sürekliliği ve millî olma zaruretini öne çıkarması bakımından dikkate değer bulduğunu belirtmektedir (1995: 128). Millîliğin bir millete yahut milliyete mensubiyeti ifade ettiğini belirten Kösoğlu’na göre sosyolojik bir terim olarak millîlik daha ziyade, sosyal bir olgunun belli bir milliyete özgü özellikleri ile ortaya çıkışını anlatmaktadır. Ona göre burada altı çizilen husus ise, farklılıktır; onu, başka en yakınlarından ayıran, kendine has özelliklerdir (Kösoğlu, 1995: 92).

Bir toplumun millî varlığını devam ettirmesi, millî bir kültür anlayışına sahip olması neticesinde mümkündür. Çünkü toplumlar bütünlüğünün bozulmasını istemezler. Bunun içinde devlet toplumu bir arada tutmak zorundadır. Bunu da sahip olduğu kültür değerlerinin yaşanmasıyla ve de korunmasıyla başarabilir. Bu nedenle de her devlet, kültürün millîliği hususunda gereken hassasiyeti göstermek zorundadır.

Türk sosyoloji tarihinde millî kültür kavramını ilk defa kullanan Ziya Gökalp olmuştur. Millî kültür, O’nun ifadesiyle: “Halkın geleneklerinden, yapageldiği şeylerden, örflerden, sözlü ve yazılı edebiyatından, dilinden, musikisinden, dininden, ahlakından ve estetik ürünlerinden ibarettir…” (Aktaran: Türkdoğan, 2007: 35).

Gökalp’e göre hars denilen şey, yalnız halkta mevcuttur. Yani millî kültürün kaynağı halktır. O halde, şu iki maksatla aydınların halka gitmesi gerekmektedir (Gökalp, 2003):

1. Halktan harsî bir terbiye almak için. 2. Halka medeniyet götürmek için.

“Halk, harsın canlı bir müzesidir.” diyen Gökalp, halka doğru gitmeyi harsa doğru gitmek olarak ifade etmektedir. Halkın kültürünü hars (millî kültür) olarak adlandıran Gökalp, aydınların kültürünü de tehzib olarak adlandırmaktadır. O’na göre, hars halka ait olduğu için demokratiktir, tehzib ise seçkinler sınıfına ait olduğu için aristokratiktir. Gökalp’e göre harsın kaynağı duygular, tehzibin kaynağı ise bilgilerdir. Bu nedenle de hars millî, tehzib ise beynelmileldir. Güzideler olarak adlandırdığı seçkinler medeniyete, halk ise harsa sahiptir.

Günümüz sosyolojisine göre millî kültür, bir toplumda fertlerin çoğunluğunun katıldığı ortalama (vasati) kültürdür (Türkdoğan, 2007: 35).

DPT’ye göre “Millî kültür, Türk halk kültürüdür…” “Türk halk kültürü, millî kültürümüzün özünü ve temelini teşkil etmektedir.” Millî kültür, Türk halkının büyük çoğunluğunun ortak olduğu kültürdür (Aktaran: Türkdoğan, 2007: 35).

Güngör bizde millî kültür meselesine iki açıdan yaklaşıldığına değinmektedir. Birincisi millî kültürün nasıl olması gerektiği hakkındaki düşüncelere dayanarak gerçek durum hakkında bir takım değerlendirmeler yapılması hususuna dayanan, esas itibariyle ideolojik bir bakış açısını yansıtmaktadır. Sübjektif olan bu bakış açısına göre, değerlendirmeler sonucunda, bazı şeyler ilave edilir, bazı şeyler çıkarılır. İkincisi ise herhangi bir anda toplumun bir kesitini aldığımız takdirde büyük çoğunluğun benimsemiş olduğu kültür unsurları ve komplekslerinin millî kültürü teşkil ettiği görüşüdür. Daha objektif olan bu görüşte millî olan ile millete mal olan aynı manaya gelmektedir (2007: 143, 144).

Kösoğlu millî kültürü, belli bir toplumun iman manzumesi çerçevesinde, maddesi ve üslûbu ile gerçekleştirdiği hayat olarak ele almaktadır. Ona göre bu oluşuma, kültürün maddesi ve kazandığı üslûp açısından bakılarak, aynı zamanda anlaşılma kolaylığı sağlayabilmek mümkündür. Kösoğlu’na göre, kültürün maddesi yaşanan bütün bir hayattır; güzel sanatlardan, sofra adabına, devletten, koyun ağıllarına kadar… (1995: 93).

Kösoğlu’da Gökalp gibi millî kültürün başka kültürlerde farklı olduğuna değinmektedir. Ona göre iman sistemi ve hayatın maddesinin farklı olması özgün bir yaşama biçiminin doğmasına yol açar. Dolayısıyla da bütün kültürler özgündür, başkalarından farklıdır. Hatta inanç sistemi yahut hayat şartları birbirine benzeyen kültürlerde bile bir özgünlük olduğuna değinir. Bunu ise “Bütün İslam toplulukları cami yapmışlardır ama hepsinin mimarisi farklıdır.” örneğini vererek açıklamaya çalışır. Aynı iman değerlerinin farklı gerçekleştirilmesinin millîliğe işaret ettiğini vurgular (Kösoğlu, 1995: 93).

Kongar millî kültür ya da ulusal kültür kavramının “ilerici” ve “gerici” şeklinde iki tür kullanılışı olduğuna değinmektedir (2005: 18): “Bir ulusun doğaya ek olarak ürettiği tüm maddî ve manevî değerleri, yani kültürü, o ulusu, insanlık ile (farklarını unutmadan) kaynaştırmak için kullanmak, tarihe, bilime, doğaya uygun olduğundan, “ilerici” kullanımdır. Buna karşılık, bir ulusun maddî ve manevî değerlerini, o ulusu, insanlık ailesinin dışına çıkarmak ya da insanlığı küçük görmek

için kullanmak, kültürün “gerici” kullanılışıdır.” Bu ikisi arasındaki farkın amaçlardan kaynaklandığına değinen Kongar; ilerici kullanımda amacın insanlığı bütünleştirici ve barıştırıcı nitelikte iken, gerici kullanımdaki amacın ise bölücü ve ırkçı nitelikte olduğuna dikkati çekmiştir.

Atatürk, 1 Kasım 1932 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dördüncü dönem ikinci toplanma yılını açarken: “Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyetinin temel direği olarak temin edeceğiz.” diyor, 1936’da ise aynı konuda şu cümleyi söylüyordu: “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.” Bu cümleler, Cumhuriyet Türkiye’sinin yeniden inşa edilmeye başlayan yapısında temel unsurun, “Kültür” olduğunun, bu yapının “Millî Kültür”e dayalı olarak yükselip gelişeceğinin açık bir ifadesidir. Bu sözlerin genç Türk Devletinin Büyük Kurucusu tarafından söylenmiş olması, konuya bir başka anlam kazandırmaktadır (Aktaran: Cunbur, 1973: 9).

Atatürk, bir kültür temeline dayanmayan ulusların varlıklarını uzun süre koruyamadıklarını anımsatarak kültürel kimliğin ve birliğin önemini de belirtmiştir: “Bugün yaşayan uluslar, varlıklarını kanıtlamak ve sürdürebilmek için çalışırlar. Fakat onların dayanacağı esas, kökünü kendisinden alacağı bir kültürleri bulunmazsa temel sağlam olamaz. Onun içindir ki tarihlerinde kültür izi bırakmayan ulusların en sonunda yalnız adları kalmıştır.” (Aktaran: Turan, 2005: 32).

Türkiye’de Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen Türk Devrimi de Aydınlanma denen büyük düşün akımına dayanan bir Kültür Devrimi’dir. Bilindiği gibi kurduğu Cumhuriyet’i “En büyük eserim” diye niteleyen Atatürk, “Cumhuriyet’in temeli kültürdür.” diyerek, dönüşümün salt bir rejim adı değişikliğiyle sınırlı olmadığını vurgulamıştı. Ayrıca, kültürün durağan bir değerler topluluğu olmadığı bilinciyle Onuncu Yıl Söylevinde, Yeni Türkiye’nin gözeteceği amaçlardan birinin ulusal kültürü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak olduğunu da belirtmişti (Aktaran: Turan, 2005: 31).

Millî kavramını millete ait özellikler ve değerler bütünü; kültürü ise bir milletin uzun bir tarih içerisinde ortaya koyduğu, geliştirdiği ve tecrübe ile sağlamlaştırıp kesinleştirdiği maddî ve manevî değerler bütünü olarak tanımlayan Koca’ya göre, Türk milleti, Türk millî kültürünü yaratmıştır; Türk millî kültürü de Türk millî

varlığını ve kimliğini günümüze kadar korumuştur (2003: 2). Buradan da millî kültürün milletler için daima hayatî bir önem taşıdığı sonucuna ulaşmaktayız.

Koca, bir milletin geçmişi gibi geleceğinin de millî kültüre bağlı olması gerektiğine değinmiştir. Aksi takdirde o millet yok olmaya mahkûmdur. Çünkü bir millet kültürüne sarıldıkça yükselir ve yücelir; millî kültüründen uzaklaştıkça da manevî kuvvetini kaybeder ve zayıflar, yabancı kültürlerin tesirine daha kolay kapılır ki bu da o milletin kendini kaybetmesine yol açar. Nitekim tarihte de bunun örnekleri mevcuttur. Millî kültür, millet varlığını ayakta tutan, millî bütünlüğü sağlayan en önemli unsurdur. Çünkü millî kültür değerleri, fert ile millet arasında birleştirici ve bütünleştirici sağlam bağlar kurar; toplumdaki çözülmeleri, dağılmaları ve kopmaları önler (2003: 2, 3).

Türkdoğan’a göre eğer kültür, öğrenilmiş davranış şekillerinin nesilden nesile intikali veya toplumun bir üyesi olarak ferdin kazandığı duyma, düşünme ve faaliyet tarzlarının sosyal açıdan standartlaştırılması ise o takdirde “geniş toplum” veya “millî kültür”ün, bir toplumda fertlerin ekseriyetinin katıldığı “vasati kültür” olması gerekir. Alt – kültür grupları ile karşıt – kültür grupları bu vasati kültürden inhiraf etmiş varsayılır. Buradaki alt-kültür ve karşıt-kültür kavramlarını ise Türkdoğan şöyle açıklamaktadır (2004): “Dinamik bir kültür yapısında fertlerin, ayırt edici düşünme, duyma ve faaliyet tarzlarına sahip olması ve geniş kültürden bu hususiyetleriyle ayrılması alt – kültür dediğimiz alanı verir. Bu alt kültür alanına zıt olarak bir diğer kavram da düşünme, duygu ve hareket tarzlarına karşı olan veya bazı hususlarda onunla çatışan karşıt – kültür kavramıdır.”

Türkdoğan’a göre toplumun standart değer normlarının bir ortalaması olan millî kültürünü, toplumun hoşgörü sınırları içinde kalan kültür alanı teşkil eder ve de millî kültürün kaynağı ise, nesilden nesile öğrenme yoluyla intikal eden duyma, düşünme ve faaliyet tarzları neticesinde meydana gelir. Ona göre eski Türk kültürü ile İslamiyet’in inanç ve değerler sistemi ile dünya görüşü ve de davranış kalıpları kültürümüz dokusunu teşkil eder ( 2004).

Millî kültürün kaynaklarını tespit etme hususunda ise, Gökalp sosyolojisinde şöyle bir ifade bulunmaktadır: “Bunun için millî kültürümüzün saklanmış olduğu gizli köşeleri aydınların gözleri önüne koyacak olan bir takım arama teşkilatlarına ihtiyaç vardır. Bunlar da: Millî Müzeler, Etnografya Müzesi, Millî Arşiv, Millî Tarih

Kütüphanesi, İstatistik Umum Müdürlüğü gibi kuruluşlardır. Bu saydığımız teşkilatlar millî kültürü arayıp bulmaya yarayan tesislerdir. Millî kültürün kaynakları burada yatmaktadır.” Gökalp’e göre millî kültürün kaynağını teşkil eden Türklük ile beynelmilliyetimizi meydana getiren İslamlıkla aramak gerekir (Aktaran: Türkdoğan, 2004).

Günümüz antropologları veya kültüroloji alanında çalışan ilim adamları; millî kültürü tayin etmek için millî karakter kavramından hareket etmeyi uygun bulmaktadırlar. Bunlara göre, millî karakter, millet seviyesine yükselmiş bir toplumda kültürün bariz vasıflarını veya ayırt edici bütünlüğünü ortaya koyar. Böylece her insan varlığı, içinde yaşadığı topluma göre terbiye edilir ve yetiştirilir. Bir Samoa’lı çocuk Samoa karakterine göre yetiştirilir. (Böylece bir toplumun karakteri, başka bir toplumun karakterinden farklı olacaktır.) Dolayısıyla millî kültürün tayininde millî karakterin tespitinin ne kadar önemli olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü millî karakterin tespiti bizi millî kültür hususunda aydınlatacaktır (Türkdoğan, 2004).