• Sonuç bulunamadı

1 2 8 BİLİM Bilim, bilgi temeline, yani bilmek istek ve yeteneğine dayanan bir sistem, bir

gerçekler ve değerler topluluğudur. Kültür de öncelikle onu bilmekle edinilen ve sürdürülebilen bir bütün olduğuna göre, bilgi / bilim, kültürün ayrılmaz bir parçası demektir. Kültürü oluşturan öğelerden biri olan bilgi / bilim, aynı zamanda onun yapılmasını öngördüğü ya da yasakladığı etkinlikleri, eylemleri yönlendirmeye yarayan düşünsel bir davranıştır. Bu nedenledir ki, bilim – kültür ilişkilerini inceleyen B. Malinowski gibi düşünürler, bilimsel davranışlardan ve bunu

değerlendirme yeteneğinden yoksun kalan toplumların, kültürlerini, dolayısıyla da kendi varlıklarını devam ettiremeyeceklerini öne sürmüşlerdir (Turan, 2005: 177).

Kültürü oluşturan öğeler ve onunla ilgili diğer kavramlarda olduğu gibi, biliminde herkes tarafından kabul edilmiş ortak bir tanımı bulunmamaktadır. Bilimle ilgili yapılan tanımlardan bir kaçı aşağıda verilmiştir (Turan, 2005: 178):

“Bilim, gözlem yoluyla ve bu gözlem üzerine kurulmuş akıl yürütme ile önce dünyayla ilgili belirli olguları, sonra da bu olguları birbirine bağlayan yasaları bulma ve geleceğin önceden kestirilmesini olanaklı kılma girişimidir.” (Bertrand Russel)

“Bilim, gerçeklikler arasındaki bağıntının tümüdür.” (Adnan Adıvar)

“Bilim, evrenin, olayların ve olguların tümünü ya da bir kısmını konu edinip, gözlem ve deney yolları ile olaylar ve olgular arasındaki ilişkileri bulma çabasıdır.” (Şerafettin Turan)

Turan, bütün bu tanımlardan, bilimin evrende olup biteni öğrenme ihtiyaç ve isteğinden doğduğu sonucuna varmaktadır. Ayrıca bilimin, olup bitenlerin iç yüzünü, yani gerçeği bulmak, ortaya çıkarmak ve geleceğe ilişkin kimi varsayımlarda bulunmak amacı taşıdığı sonucuna da ulaşmıştır.

Her kültür, ilimde ve onun ürünlerinde (teknoloji) ileri olmayı amaçlamalıdır. İlmi teşvik etmeli ve gerçekleştirmelidir. Ancak bu sayede, yeraltı, yerüstü ve uzay insanların hizmetine girer ve varlıklı, mutlu bir hayat yaşanabilir. Kültür eserleri varlığın, zenginliğin yardımı ile yapılabilir. İnsanlar en iyi şekilde yaşama imkânı bulur. Dünya ancak ilim ve çalışmakla güzel olur. Kültürler ilmi teşvik ederek bu çıkmaz sokağı aştığı gün, ülkelerinde ve dünyada söz sahibi olurlar. Bu şartı yerine getirip milletleşen bir toplumun kuracağı devlette o derece dünya siyasetinde söz sahibi olur diyen Yamakoğlu, ilimsiz kültürün ise yarı canlı bir vücut gibi olduğunu belirtir. Çünkü hayat fonksiyonları zayıflamıştır (1999: 130, 131). Ona göre, yarı canlı kültürle, yarı canlı devlet olur. Orada ise ne kültürün ne de devletin bağımsızlığı istenildiği gibi gerçekleşemez. Bu nedenle kendi kültürünü dünya piyasasına çıkarmak, ancak kültür ile ilim araştırmayı, hayat ile ilmi birleştirmeye bağlı olarak gerçekleşebilir.

Güvenç ise sosyal / kültürel sistemlerin üzerinde yaşadığı doğal çevre, çevre üzerinde yer alan inorganik ve organik varlıklarla, insanoğullarının kendileri ve bunların oluşturduğu süper organik (kültürel) varlıkların, çeşitli bilim ve sanatlara

konu teşkil ettiğini belirtmekte ve de eğitim ile bilimler arasında işlevsel ilişkiler bulunduğunu söyleyerek; bunların çoğu zaman, aynı ya da benzer kurumlarda yer alan faaliyetler olduğunu ifade etmektedir (Güvenç, 1994: 107, 108).

1. 2. 9. SANAT

Kültürü oluşturan ana öğelerden biri de sanattır. Kimi değerlendirmelerde, kültürün biri sanat, öteki töreler ve gelenekler olmak üzere iki temele dayandığı da öne sürülmektedir. Kimilerine göre de, kültürde ağırlık sanattadır. Tüm bunlar, bize, sanatı içermeyen bir kültürün olamayacağını göstermektedir.

“Sanat, bir duygunun, tasarımın ya da niteliğin belli yöntemlerle belirtilmesi ya da yaratılması demektir.” diyen Turan sanatın başlıca amacının, insanda heyecan yaratmak olduğunu söyler (2005: 261, 262). Çünkü sanat düşünceden de öte, içe, duygulara kadar iner, ruhu harekete geçirir. Bilimde olduğu gibi, gerçeği ya da olaylar, olgular arasındaki ilişkileri, yasaları bulmaya da yönelik değildir. Turan hatta “bilim, kişinin ve doğanın gizemini açıklamaya çalışır; sanat ise yeni gizemler getirir.” diyen ozan ve yazar Tahsin Saraç’ın yaklaşımına göre, sanatın bilimle çelişebileceğine de değinmektedir (2005: 262).

Bilindiği üzere Atatürk, Cumhuriyetin temelini kültürün oluşturması ve onun işlenerek çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkartılması gerektiğine inanıyordu. Atatürk ile başlayan ilerlemeler, günümüzde de devam etmektedir. Atatürk güzel sanatların önemini şöyle dile getirmektedir: “İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, hakikî özellikleriyle medenî ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır.” (Bolayır, 1990: 26).

Toplumlarda kültür yaşamının gelişmesini sağlayan ya da onu engelleyen koşulları Turan şöyle sınıflandırmaktadır (2005: 262):

1. Toplumda geçerli olan değer yargıları: Din, hoşgörü, müstehcen anlayışı; 2. Yönetimden kaynaklanan etkenler: Yasal düzenlemeler, sansür, yönetsel

buyruklar;

3. Bilgi ve kültür düzeyi, sanat eğitimi; 4. Maddi olanaklar.

Şerafettin Turan, “ Türk Kültür Tarihi” adlı eserinde sanat dallarını altı başlık altında ele almaktadır. Aşağıda bu kültür öğeleri tek tek ele alınacaktır:

1. Resim, 2. Heykel, 3. Müzik, 4. Mimarlık,

5. Süsleme Sanatları,

6. Sahne Sanatları ve Seyirlik Oyunlar. 1. 2. 9. 1. Resim

Arapça olan resim sözcüğü, “bir şeyin eser ve nişanı” anlamında olup zamanla “şekil, taslak” karşılığında kullanılmıştır. Türkçe’de güzel sanatların bir dalı anlamında kullanılan resim ve ressam deyimleri ancak Tanzimat döneminde ortaya çıkmıştır. O yıllara gelinceye kadar resim terimi mimarlıkta plan, proje demektir. Uygurlar döneminde bu sanata bezeklik deniliyordu. İslam’ın kabulünden sonra bezekliğin yerini Arapça olan tasvir aldı. Bununla birlikte Osmanlı Dönemi’nde daha çok nakış ve nakkaş deyimleri kullanılıyordu. Boya ile yapılan resimlere nakş (nakış) bunu yapana da nakkaş deniyordu. İnsan resimleri yapan nakkaşlar içinde musavvir (tasvir eden) deyimi kullanılmaktaydı. Ayrıca İslamiyet’in kabulü sonrasında resim sanatından uzaklaşan Türk milleti resim yerine Türk Minyatür sanatını geliştirmişti (Turan, 2005: 267, 268).

1. 2. 9. 2. Heykel

Türk tarihinin İslamiyet’ten önceki döneminde kültür etkinlikleri içerisinde heykelin de önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Ancak İslamiyet’in kabulünden sonra durum değişmiş, heykelcilik dine aykırı sayıldığı için dışlanmış ve unutulmuştur. Selçuklular zamanında mimaride gerek iş gerekse dış süsleme olarak insan ve hayvan figürlerini içeren heykel ve kabartma etkinliklerinin, Osmanlı Devleti döneminde yerini geometrik ve bitkisel motiflere bıraktığını bilmekteyiz. Tekke resmi ve minyatür sarayın desteğiyle belli bir düzeyde sürdürülürken, heykel sanatı ise tümden unutulmuştur. Cumhuriyet döneminde hız kazanan çalışmalar gittikçe gelişip günümüzde anıtsal ürünler vermeye başlamıştır (Turan, 2005: 283 - 288).

1. 2. 9. 3. Müzik

Güzel sanatların önemli dallarından biri olan müzik “duyguların, düşüncelerin ve imgelerin sesle anlatılması” olarak tanımlanabilir. Bir sanat dalı olarak müziği öteki sanatlardan ayıran başlıca özellikler şöyle özetlenebilir (Turan, 2005: 288):

1. Müzik bireyin yalnız başına da yapabileceği, hiçbir araç kullanmadan da sergileyebileceği bir sanattır.

2. Müzikte duygu ve düşünceler plastik sanatlara oranla daha çarpıcı bir biçimde dile getirilebilir.

3. Kişiyi ve kitleleri harekete geçirebilen bir gücü vardır.

4. Dil, din ve etnik farklılıklar tanımayan evrensel bir anlatımdır.

Hangi toplumda olursa olsun yeryüzünde görülen müzik, değişik açılardan bazı türlere ayrılmaktadır. Bu ayrımda da aynı anda çıkartılan ses sayısına ya da insan sesinin kullanılıp kullanılmadığına bakılmaktadır (Turan, 2005: 289).

Ses sayısına göre; teksesli (modal) ve çoksesli (polifonik),

İnsan sesinin kullanılıp kullanılmadığına göre; enstrümantal ve sözlü olarak ikiye ayrılmaktadır.

Bunun dışında bu müzik türleri de kendi içlerinde birçok kısma ayrılmaktadır. Bu ayrımlar müzik ekollerine göre değiştiği gibi ülkelere göre de farklılık göstermektedir.

1. 2. 9. 4. Mimarlık

Mimarlık ve mimar sözcükleri Arapça olup, “bir yeri tamamıyla oturulur bir hale getirmek” yani bayındırlık anlamına gelen ümran kökünden türetilmişlerdir. Genelde bir sanat olarak değerlendirilen mimarlığı tanımlamak gerekirse, “Belirli ölçü ve kurallara göre yapılar yapma sanatı” denilebilir. Bu yapımda başlıca iki amaç vardır ve bunların birlikte gözetilmesi gerekir. Bunlar (Turan, 2005: 305):

1. Öncelikle, maddî gereksinimlerin karşılanması, 2. Yapıya belirgin bir güzellik kazandırmak.

Yukarıdaki ikinci amacın gerçekleştirilmesi mimarlığın sanat yönünün göstergesidir. Mimarlık ürünü olan yapılar kullanılan tekniğe ve taşıdığı sanat özellikleri yönlerinden değişik türlere ayrıldığı gibi gözetilen amaç açısından da başlıca dört bölümde incelenebilir (Turan, 2005: 305):

1. Konut mimarlığı, 2. Dinî mimarlık, 3. Sivil mimarlık, 4. Şehir mimarlığı. 1. 2. 9. 5. Süsleme Sanatları

Batı dillerinden alınma bir sözcükle dekoratif sanatlar da denilen süsleme ya da bezeme sanatları genelde iki bölüme ayrılmaktadır (Turan, 2005: 319):

1. Mimarlıkla ilgili olanlar: • Oymacılık (taş ve ağaç), • Kakmacılık,

• Vitray (cam süsleme), • Çinicilik, seramik, • Hat (yazı).

2. Bağımsız, mimarlık dışı olanlar: • Hat,

• Ciltçilik,

• Tezhip (altın tozu ile yaldızlama), • Dokumacılık (halı - kilim, kumaş), • El örgüleri,

• Dövmecilik.

1. 2. 9. 6. Sahne Sanatları ve Seyirlik Oyunları

Başlangıcından beri XIX. yüzyıl sonlarına dek Türk tiyatrosunu, sergilendikleri alanlar ve seslendirdikleri topluluklar yönünden 3’e ayırmak mümkündür (Turan, 2005: 324):

1. Köy Oyunları:

Bu oyunlarda animizm inanç ve törelerinden kaynaklanan izler ve yöresel özellikler göze çarpar. Oyunlardaki ana temalar genelde tarımsal sahneler, hayvan benzetmeleri, kötülüklerden arınma ve kutsamalardır.

2. Halk Tiyatrosu:

Belli merkezlerde, başkentte doğmakla birlikte kentlere yayılan halk oyunlarının tümünü içerir. Başlıca özellikleri sahnesiz olmaları ve bir metne

dayanmamalarıdır. Bu oyunların en belirgin türleri kukla, karagöz ve orta oyunudur. XIX. yüzyılda batı tiyatrosunun etkisiyle doğan tuluat da bu bölümün son türünü oluşturmaktadır.

3. Saray Tiyatrosu:

Osmanlı Sarayında XIX. yüzyılda başlayıp İkinci Meşrutiyet dönemine kadar süren bu etkinlikleri iki döneme ayırmak gerekmektedir:

a) Başlangıçtan XIX. yüzyıla gelinceye kadar geçen sürede, şenlik diye nitelendirilebilecek oyunlar ve törenler söz konusudur. Bu şenlikler saray dışına taşınarak başkent halkına da sergilenmekteydi.

b) XIX. yüzyıldan başlayarak, saray içerisinde tam anlamıyla tiyatro eserleri seyredilir olmuştur. Saraylarda kurulan bu özel tiyatro sahneleri ise, halka kapalı tutulmuştur.

Bir kültür etkinliğinin gelenekselleşmesinin, onun toplumun birçok kesimini ilgilendiren ve etkileyen bir değer halini alması demek anlamına geldiğini belirten Turan, geleneksel seyirlik oyunların toplumun hemen her kesiminde etken ve yaygın olduğunu söylemekte ve bu durumunda geleneksel Türk tiyatrosuna ulusallık içeren bazı özellikler kazandırdığını belirterek, onları şöyle sıralamaktadır (2005: 324, 325):

1. Sahnesizdir.

2. Yazılı bir metne bağlı değildir.

3. Güncel değişmelere ve doğaçlamalara elverişlidir. 4. Oyunlarda esas öğe “güldürü”dür.

5. Oyunlarda taklidin büyük yeri vardır.

6. Şarkı ve danslar (raks) anlatımı hem destekler, hem de süsler. 7. Gerçek olma, gerçeği yansıtma gibi bir amaçları yoktur.

8. Dramatik nitelikteki oyunlarda karşıtlıklardan, çelişkilerden yararlanılır.

9. Her türdeki oyunlarda 2 belirgin tip ön plandadır. Bunlardan biri konuşturan ve bu arada kimi nükteler yapan tip, ötekisi de konuşan ve bilgi verendir. Türlere göre bu tipler değişik adlar alırlar:

a) Karagöz’de Hacivat – Karagöz b) Kuklada İhtiyar – İbiş

d) Orta oyununda : Pişekâr – Kavuklu

e) Tuluatta : İhtiyar (Efendi) – İbiş (Komik) Ayrıca, geleneksel Türk oyunları, oyuncu kadrosu açısından ele alındığında ise 2’ye ayrılabilirler (325): Tek kişi ile sergilenenler (kukla, karagöz, meddahlık, hokkabazlık) ve çok kişi ile sergilenenler (orta oyunu, tuluat).

Günümüzde ise çağdaş anlamda tiyatro, yurt çapında yaygınlaşmış ve kültürel etkinliklerin başlıca programlarından biri haline gelmiştir. Giderek sayıları artan resmî ve özel konservatuarlar ve tiyatrolar sayesinde, bu alanda yetişen sanatçıların ve oyun yazarlarının başarıları, Türk kültürünün tanıtılmasında büyük bir rol oynamaktadır.

1. 2. 10. GİYİNME

İnsanların giydikleri ve takındıkları şeyler renkleri ve biçimleri ile toplumsal ya da ulusal kültürü dışa yansıtan en belirgin ölçülerden biridir (Turan, 2005: 231). Farklı toplumlardan olan insanları bir araya geldiklerinde ayıran en belirgin özellik, fiziksel görünümleri dışındaki farklar ile millî giysilerini giyindiklerinde daha da belirginleşir. Günümüzde yaşanan kültür alışverişi nedeniyle giyimde benzerlik söz konusu ise de yine de yerel ve de ulusal giysiler de önemlerini korumaktadır. Turan kültürün her alanında olduğu gibi giyimde de toplumsallığı veya ulusallığı belirleyen ve değişmeleri sağlayan bazı temel etkenler bulunduğunu belirtmektedir. Turan bunları 7 madde de toplamıştır (2005: 231):

1. Korunma içgüdüsü, 2. Doğa koşullarına uyma, 3. Dinsel ya da felsefî inançlar, 4. Yapılan işe uygunluk sağlama, 5. Yönetimsel düzenlemeler, 6. Ekonomik koşullar,

7. Psikolojik eğilimler / moda.

Yemek içmek gibi giyinme de yaradılış gereği doğal bir ihtiyaçtır. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Yamakoğlu bu sebepleri; inanç, iş, toplumdaki mevki ve görev olarak belirtir (1999: 124). Sebebi ne olursa olsun giyinme aynı zaman da insanın güzel görünme, saygın görünme gibi isteklerini de karşılamaya yöneliktir.

1. 2. 11. BESLENME

Milletlerin yedikleri ve içtiklerinin de farklılıklar gösterdiğine rastlamaktayız. Her millet farklı sebeplerle farklı besinler tüketmektedir. Milletlerin farklı besinler tüketmesine yol açan bu sebeplere iklimi, toplumun inançlarını (haram, helal), faydalı–zararlı oluşu görüşünü örnek olarak sayabiliriz. Ayrıca yemek yeme kuralları, misafirlere yemek ikramı gibi nitelikler kültürümüzde önemli bir yere sahiptir. Bu hususta Yamakoğlu, milletlerin sahip olduğu bu farklı niteliklerin ve de kendine has perhizlerin, insanları bir millet bendinde (barajında) tutan kurallar olduğuna değinmektedir (1999: 125).

BÖLÜM II

2. MÜZE VE MÜZE GEZİLERİ

2. 1. MÜZENİN TANIMI, İŞLEVLERİ, ÇEŞİTLERİ VE TÜRKİYE’DE