• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE, BÖLGESELLEŞME-KÜRESELLEŞME

Alaeddin YALÇINKAYA 1

TÜRKİYE, BÖLGESELLEŞME-KÜRESELLEŞME

TÜRKİYE, BÖLGESELLEŞME-KÜRESELLEŞME

Dünyanın hemen her bölgesinde bölgeselleşme yönündeki gelişmeler sözkonusu olduğu gibi Türkiye de jeopolitik konumundan da kaynaklanan fırsatlarla bu alanda önemli girişimlerde bulunmuştur.

1987’de AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve 1996’da Türkiye-AB Gümrük Birliği kurulmuştur. Bu şartlar altında, özellikle de Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında gerek Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) teşebbüsünün gerekse Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT: ECO), İSEDAK ve D-8 ile ilgili kazanımlarının, Türkiye-AB ilişkileri açısından önemli bir boyutu sözkonusudur. 2005’te AB ile tam üyelik müzakereleri başladığı halde 2017 itibariyle bu istikamette yerinde bir deyimle bir arpa boyu mesafe alınabilmiştir.

KEİ sözleşmelerinin birçok yerinde belirtildiği üzere, KEİ’nin AB’nin bir alternatifi olmayıp, bilakis Avrupa’nın ekonomik entegrasyonunun bir parçası olduğu düşünülmektedir. Üçüncü taraflarla ilgili örgütlenmeler konusunda EİT, İSEDAK ve D-8 oldukça esnektir. Bu durum dikkate alınınca, İSEDAK, KEİ, EİT, D-8 benzeri örgütlerle Türkiye’nin AB kapılarını başka kanallardan zorladığı izlenimi de verilmektedir. Bununla beraber, küreselleşen ilişkiler açısından bakıldığında, imzalanan belgeler ve gerçekleşen faaliyetler ışığında bu örgütler, taraf olmayan ülkeler aleyhine bir amaç taşımayan ve bu yönde bir delili olmayan bölgesel örgütleşmelerdendir (Yalçınkaya, 2008).

EİT’nın kuruluş aşamasındaki kurucu ülkelerden biri İran’dır. Türkiye’nin en eski komşularından olan İran’ın, Humeyni öncesinde ABD ile iyi ilişkileri dikkate alındığında dış politikada Türkiye ile ortak yönleri daha fazla idi. Ancak İran bu dönemde de enerji zengini olduğu halde Türkiye ile yakın ticari ilişkiler kurmaktan kaçınmış, doğalgazını Türkiye’ye satmaya yanaşmamış ve Türk ihraç ürünlerine ilgi göstermemiştir. 1980’ler ve 1990’larda olduğu gibi 2017 itibariyle de gerek nükleer teknoloji ve Ortadoğu politikaları gerekse iç ve dış politik tutumları sebebiyle Türkiye’nin müttefiki ABD’nin en önemli hasmı durumuna gelmiştir. Bununla beraber her iki ülkenin gerçekleri ve jeopolitik konumu, bu komşular arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinin iki ülke için de son derece yararlı ve zorunlu olduğunu göstermektedir. Diğer kurucu üye Pakistan genellikle dış politikada ABD ile işbirliğini tercih ettiği halde coğrafi uzaklık ve siyasi tercihler, ekonomik ilişkilerin yeterli düzeyde gelişmesini engellemiştir. Bağımsızlık sonrasında Türk cumhuriyetlerinin EİT’na tam üyeliği konusunda Türkiye’nin belirleyici rolü sözkonusu olmuştur. Bununla beraber İran’ın Türk dünyasının ortasında, Türk olmayan bir devlet olarak yer alması diğer nedenlerle birlikte, EİT’nın etkin bir uluslararası örgüt haline gelmesini engellemiştir. Benzer gerekçeler, KEİ için Yunanistan ve Ermenistan açısından sözkonusudur.

EİT’nın üye sayısının genişlediği 1992’de, üye ülkeler arasında yüzde 10 oranında bir tarife indirimi gerçekleşmiştir. Ancak bu indirim yasal vergi oranları üzerinden yapıldığından biçimsel kalmış ve sisteme reel bir katkısı olmamıştır. Özellikle Türkiye, İran ve Pakistan arasında planlanan gümrük vergisi indirimi hazırlıkları sürerken Türkiye-AB arasındaki ilişkiler, öngörülen sistemin oturmasını engellemiştir. Halbuki AB ile yapılan anlaşmalarda Türkiye-EİT ilişkilerinin korunacağına ilişkin hükümler vardır. Hemen belirtelim ki benzer düzenlemeler, İngiltere-İngiliz Milletler Topluluğu için olduğu gibi AB’nin diğer üyelerinin üçüncü taraflarla ilişkilerinde de sözkonusudur. Bu bağlamda Brexit sürecinde İngiltere’nin AB pazarını kaybetmesine karşın Commonwealth üyeleri ile ilişkilerini daha da geliştireceğinden avantajlı çıkacağı görüşü yaygınlık kazanmaktadır (Scotland, 2017).

Üç kıtanın bağlantı bölgeleri olan Kafkasya, Orta Doğu ve Balkanlar arasında bulunan Türkiye’nin komşularıyla ekonomik ve kültürel ilişkilerini ilerletmesi, sadece bir politik tercih değil aynı zamanda jeoekonomik bir zorunluluktur. Çünkü öncelikle komşularıyla ticari ilişkileri geliştirmek, coğrafi

9

yakınlıktan dolayı her iki taraf için refahı artırmak demektir. Küreselleşen dünyada yerini almak zorunda kalan Türkiye’nin öncelikle komşu ve bölge ülkeleriyle ekonomik entegrasyonun ilk aşamalarından Serbest Ticaret Bölgesini gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu açıdan KEİ’nin başlıca niteliği ekonomik ve bölgesel bir örgüt olmasıdır. EİT, bölgesel olmakla birlikte Türk cumhuriyetlerinin de katıldığı hepsi Müslüman komşu ülkelerden oluşmaktadır. D-8 evrensel özelliğe sahip, nispeten gelişmiş Müslüman devletlerden oluşmuştur. İSEDAK da evrensel özelliğe sahip olup, aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi Müslüman ülkelerden oluşmaktadır.

Türkiye, dört örgüt bünyesinde de ilgili ülkelerle ilişkilerini ekonomik, bilimsel, kültürel, teknolojik, çevre, tarım, ulaşım, iletişim gibi alanlarda geliştirmek istemektedir. 1980’ler ile 1990’larda şekillenen bu örgütler açısından kuruluş yılları, bir bakıma en canlı dönemleri olmuş, kurucu iktidarlardan sonraki ilişkiler, daha çok şekilsel veya törensel kalmış, beklenen düzeyde işlevsel aşamaya gelememiştir. Bu zeminlerde zaman zaman güvenlik konusunda ifadeler yer aldığı halde askeri ve siyasi işbirliği pek sözkonusu olmamıştır.

Klasik ittifak gerekçelerinden hareketle, Türkiye’nin komşuları ve bölge ülkeleriyle ekonomik, kültürel, sosyal bakımdan kendisine yakın gördüğü ülkelerle her türlü işbirliğini geliştirmesi için birçok neden vardır. Öncelikle tek başına ekonomik kalkınmayı sağlayamamak, bir “ekonomik ittifak”ı gerektirmektedir. Bunun yanında, daha hızlı ve daha az maliyetle bu hedefe ulaşmak veya belirli bir sürede refah düzeyini yükseltmek için işbirliği zorunludur. Komşu veya dost ülkelerin hasım ittifaklara katılmalarını önlemek veya onları aynı zamanda kendi grubuna almak, kendi çıkarlarına aykırı muhtemel gelişmeleri önleyeceği hesaba katılır. Ancak, AB üyeliği yolundaki engellemelere karşı, özellikle 1990’larda verilen izlenim ile sadece “blöf” kabilinden bu örgütleri kenarda bulundurmak, bu yolda sonuç almaya yetmeyeceği gibi, Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklanan ekonomik avantajlarını kullanamaması sonucunu doğurur. Belirtmek gerekir ki bu gerçekler 2017 itibariyle Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerde de geçerlidir. İmzalanan sözleşmelerin hayata geçirilmesi yolundaki siyasi ve bürokratik engellerin öncelikle ortadan kaldırılması, ekonomik yetersizliklerin ise siyasi irade ile telafi edilmesi gerekmektedir.

SONUÇ

Küreselleşme, Uluslararası Politik Ekonomi açısından 21. Yüzyıl ilk çeyreğini tanımlayan en önemli kavramlardandır. Bu süreçte ulusal sınırların etkinliği azalarak mal, hizmet ve diğer ticari ürünler sınır engeline takılmadan başka ülkelere ulaşabilmiştir. Uluslararası ticaretin artması, refah düzeyinin yükselmesi demek olan bu gelişme ne yazık ki ancak üretebilen, pazarlayacak ürünü olan, dolayısıyla sanayi devrimini gerçekleştirmiş, önemli ölçüde geçen yüzyılların sömürgeci ülkeleri açısından avantajlı olmuştur. Yerel veya geleneksel üretim tarzı ile sanayileşme arasında bocalayan, uluslararası piyasalarda rekabet edecek düzeye ulaşamayan ülkeler açısından mevcut yetersiz üretim sisteminin de yok olması sonucunun doğurmuş, dolayısıyla daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk anlamına gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler küreselleşen uluslararası ekonominin gereklerine adapte olmaya çalışırken aynı zamanda küreselleşmenin ilk aşaması olan bölgesel örgütleri geliştirmeyi, komşu ve bölge ülkeleri arasında daha ileri ekonomik entegrasyonu sağlamayı hedeflemektedir. Küreselleşen dünyanın en büyük ekonomisi, dolayısıyla küreselleşmeden en fazla yarar sağlayan ülke olarak ABD’nin 2017 itibarıyla başkanı olan Trump’ın bu sürece karşı söylem ve politikaları, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından tereddütlere yol açmıştır. Bu bağlamda ABD, başta NAFTA olmak üzere bölgesel ve küresel ilişkilerini sorgularken Türkiye’nin bu alanda daha ileri adımlar atmasının ne derece yararlı olacağı bu tebliğin temel sorunu durumundadır.

Hemen her sektörde dünyanın en büyük ekonomisi, aynı zamanda askeri ve siyasal gücü durumundaki ABD, 20. Yüzyılda evrilen uluslararası sistemin ve kendi jeopolitik imkânlarının da fırsata çevrilmesi ile aynı zamanda refah devleti olma özelliğini sürdürmektedir. Yükselen ekonomiler veya diğer küresel güçler olarak Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkelerin aksine insan hakları, sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık politikaları aynı zamanda yatırım, üretim maliyetini artırmıştır. Yeni yatırımlar, bu bakımdan daha

10

avantajlı olduğu ülkelere gittiği gibi birçok alanda mevcut sektörler üretimi durdurmuştur. Yıllarca kaliteli üretim ve avantajlı pazarlama ile gelişen ve büyüyen ekonomi, küreselleşen dünyada ürünlerine yeni pazarlar bulmada zorlanmamıştı. Ancak diğer ülkelerin de küreselleşme avantajlarını kullanmaları ile örneğin istihdam sorunu gündeme gelmiş, bu sorunun suçlusu olarak küresel ilişkiler gösterilmiş, son başkanlık seçimlerinde de kamuoyu buna önemli ölçüde ikna edilmiştir.

Belirtmek gerekir ki eski sömürgeci ülkeler bugünkü zenginliklerini önemli ölçüde diğer ülkeleri sömürerek elde etmişlerdir. Bu zenginliği korumak dahi sömürü düzenini sürekli kılmak, bu bağlamda böl-yönet ilkesi gereği hedef ülke ve bölgelerde çatışmaları destekleyerek yükselen güçlerin ve gelişen bölgelerin önünü kapamak gereği duyulmuştur. ABD açısından sorulması gereken soru, mevcut zenginliğin nasıl korunup ilerletileceğinden çok bunun diğer ülke halklarına maliyetinin ne olduğu, kısaca sömürü düzeninin sonsuza kadar sürdürülüp sürdürülemeyeceğidir. Küreselleşme ile birlikte ilerleyen iletişim çağında sömürü düzenini sürdürmenin mümkün olmadığı, ezilen toplumların bir şekilde ezenlerin başına “bela” olduğu, hedef ülkeleri karıştırmak üzere kurulan terör örgütlerinin bir bakıma bumerang etkisyle kendi hâmileri ve destekçilerini vurduğu gittikçe daha belirginleşmektedir.

Başkalarının ezilmesi pahasına zenginleşen ülkelerin bir şekilde bunun muhasebesini yaparak uluslararası sosyal adaletin kurulmasının, aynı zamanda kendi güvenlik ve refahlarını belirli bir seviyede tutmanın gereği olduğu yaygın bir şekilde dillendirilmektedir. Bu anlamda, eski sömürgecilere kaynak aktarmanın bir an önce durdurularak uluslararası sistemin barışçıl vasfını korumak üzere bir şekilde eski sömürgelere borcunu ödeme dönemine geçilmesi, çare olarak görülmektedir.

Başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan veya yükselen güçler ise dış ticaretlerini geliştirme aracı olarak küresel ve bölgesel örgütleri kurma, mevcutlara katılma, ilişkileri ilerletme politikalarını sürdürmelidir. Bu süreçte gelişmekte olan ülkeler, özellikle eski sömürgeci ülkelerin sömürü aracı olarak küresel ilişkileri kullanma hatasına düşmemelidir. Bu bağlamda, sözkonusu örgütlerle ilişkiler ilerletilirken kendi ekonomik sektörlerinin bundan belirli bir avantaj sağlaması veya en az zararla bu sürece adapte olması yönünde tedbirler alınmalıdır. Türkiye, AB ile ilişkilerin egemen eşitlik, karşılıklı çıkar ve güven temelli olarak yürütürken bir kısmının kuruluşunda öncü olduğu EİT, KEİ, D-8 ve İİT bünyesindeki kuruluşlar üzerinden daha ileri entegrasyonların, bütün tarafların çıkarına olacak şekilde gelişmesini sağlamalıdır. Sonuç olarak, Trump’ın küreselleşme karşıtı söylem ve politikaları, Türkiye’nin öncelikle bölgesel örgütler üzerinden komşularıyla ilişkilerini geliştirmesinde tereddüde yol açmamalıdır.

KAYNAKLAR

ARI, Tayyar (1997). Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika, 2. Baskı, İstanbul, Alfa.

ASCHWANDEN, Christie (2015). “A Lesson from Kyoto’s Failure: Don’t Let Congress Touch A Climate Deal, https://fivethirtyeight.com/features/a-lesson-from-kyotos-failure-dont-let-congress-touch-a-climate-deal/ 01.08.2017

CANAN SOKULLU, Ebru Ş. (2015). “Siyasal Kültür”, Karşılaştırmalı Siyaset, Der.: Sabri Sayarı, Hasret Dikici Bilgin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss.101-121.

CANBOLAT, İbrahim S. (2004). Gelişmekte Olan Ülkeler: Küresel Politik ve Ekonomik Çıkar İlişkilerindeki Konumları, İstanbul, Aktüel.

DOĞAN, İlyas (2016). Devletler Hukuku, 3. Baskı, Ankara, Astana.

GALSTON, William A. vd. (2017). “Trump’s Paris Agreement Withdrawal: What It Means and What Comes Next”, 1 June 1017, https://www.brookings.edu/blog/planetpolicy/2017/06/01/trumps-paris-agreement-withdrawal-what-it-means-and-what-comes-next/ 04.08.2017

GÜNDÜZ, Aslan (2013). Milletlerarası Hukuk, 6. Baskı, İstanbul, Beta.

KARLUK, Rıdvan (2014). Küreselleşen Dünyada Uluslararası Kuruluşlar, Yedinci Baskı, İstanbul, Beta.

11

MCNABB, Tedd, (2017) https://www.quora.com/How-will-Trumps-new-tax-on-Canadian-timber-help-or-hurt-USA-citizens, 01.08.2017

O’GRADY, Sean (2017). “By Scrapping TPP and TTIP, Trump has Boosted American Jobs in the Short Term and Destroyed Them in the Long Term”, Independent, 24 January 2017,

http://www.independent.co.uk/voices/donald-trump-trade-deals-tpp-ttip-american-business-workers-boost-short-term-destroy-long-term-a7543706.html 04.08.2017

REÇBER, Kamuran (2102). Avrupa Birliği Hukuku ve Temel Metinleri, Bursa, Dora.

SCOTLAND, Patricia, (2017), “Drive to Replace UK-EU Trade Links with Closer Ties to

Commonwealth, 10.03.2017, https://www.theguardian.com/global-development/2017/mar/10/drive-to-replace-eu-trade-links-with-closer-ties-to-commonwealth-economies 02.08.2017

YALÇINKAYA, Alaeddin (2017). “Trump’ın Zor Günleri ve Çevre Konusu”,

http://www.turkishnews.com/tr/content/2017/06/28/trumpin-zor-gunleri-ve-cevre-konusu/ 26.07.2017 YALÇINKAYA, Alaeddin (2008). “Bölgesel Örgütlerle İlişkiler: KEİ, ECO, D-8, İKÖ-İSEDAK”, Türk Dış Politikası, ed.: Haydar Çakmak, Ankara, Barış Platin.

12