• Sonuç bulunamadı

TÜRK-İRAN SINIRINDA OLAYLARIN BAŞLAMASI VE 1928 PROTOKOLÜ

SINIR SORUNLARI VE ÇÖZÜMÜ

I-) TÜRK-İRAN SINIRINDA OLAYLARIN BAŞLAMASI VE 1928 PROTOKOLÜ

Celali aşiretinin küçük bir kolu, daha, 1925 yılının sonbaharından itibaren, İbrahim Huske Telli234 önderliğinde Ağrı’da şekavet hadiseleri başlatı. O sıralarda

234

Birçok kaynakta Bro Heski Tello olarak adı geçmektedir. Ancak bu ad daha ziyade yöre ağzının kullanılarak söylenmesinden ileri gelmektedir. Metnin ilerleyen bölümlerinde yöre ağzı ile hitap daha fazla olmakla beraber her iki söyleniş sekli de kullanılmıştır. Bazı kaynaklarda “Broya Heski Tello” ya da benzeri isimlerle anılmaktadır. Ağrı bölgesindeki Celalli aşiretinin Hesse Sori ailesindendir. Anne adı Telli, baba adı ise Hasan’dır. Adındaki kısaltmalar da bu

İran’da bulunan İhsan Nuri235, buradaki Ermeni ve Kürt dostlarından belirli yardımlar elde ettikten sonra 1926’da Ağrı’ya geçer ve Huske Telli ile birleşir.236

Şeyh Sait isyanı bastırılıp sükûnetin sağlandığı dönemden hemen sonra 16 Mayıs 1926’da Ağrı’da patlak veren ve dört yıl boyunca devam eden isyan, bölgedeki huzuru tamamen bozduğu gibi Cumhuriyet devrinin en uzun süreli isyanlarından biri olmuştur.237

Türkiye’de görülen I. Ağrı İsyanı (16 Mayıs – 17 Haziran 1926) iki ülke arasında ilişkilerin gerilmesine neden olur. Söz konusu olay Yusuf Taşo ve avenesinden müteşekkil Kürt eşkıyasının Beyazıt’ın bir köyünden bir miktar hayvan çalarak Ağrı Dağı’na götürmesiyle başlar. Çapulculuk olarak nitelendirilen bu hareketin cezalandırılması için görevlendirilen 28. Alay Beyazıt’a giderek 16 Mayısta asilerin üzerine hareket eder. Harekât devam ederken İran’ın Sakanlı ve Kızılbaşlı aşiretlerine mensup bir diğer grubun yan ve geriden ateş açması sonucu 28. Alay ağır ateş arasında kalır. Çekilmeye başlayan Alay gece yarısına doğru birçok malzemeyi asilerin eline bırakarak Beyazıt’a döner. Meydana gelen bu

isimlerden gelir. Gerçek adı İbrahim Ağa olup halk arasında Bro Heski Tello olarak tanılıyordu. “Doğu İsyanlarında Bir Türk Subayı” Dünya Gazetesi, 20 Mart 1953; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2003, s. 191. Telli Ağrı isyanları sırasında İhsan Nuri ile birlikte lider olarak görev alır.

235

1893'te Bitlis vilayetinde doğan İhsan Nuri, ilköğrenimini Bitlis'te tamamlandıktan sonra Erzincan Askeri Rüştiye Mektebi'ne kaydolmuştur. Rüştiyeden mezun olduktan sonra İstanbul'daki Harbiye Mektebi'ne girmiş ve 1910'da Harbiye'yi bitirerek teğmen rütbesiyle Osmanlı ordusuna katılmıştır. Arnavutluk ve Yemen’deki isyanların bastırılmasında görev aldıktan sonra I. Dünya Savaşı’nda Kafkas cephesinde Ruslara karşı savaşırken yaralanmıştır. I. Dünya Savaşı bittikten sonra Kürdistan Teali Cemiyeti'yle temasa geçmiştir. Kurtuluş Savaşı başlayınca İstanbul'dan Trabzon'a geçmiş ve Rüştü Paşa'nın emriyle Müsavat Partisi iktidarındaki Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin başkenti Bakü'ye yollanmış bir heyette yer almıştır. Heyet Bolşeviklerin iktidara geçmesinden sonra Anadolu'ya dönmek istemiştir. Ancak izin verilmeyince bazı Azeriler ile birlikte İran Azerbaycanı'na kaçmıştır. Erzurum Hasankale (Pasinler)'ye giderek Kazım Karabekir'in emrine girmiş ve Eylül 1920'de patlak veren Ermenistan Seferi'ne katılmıştır. Bu dönemde ayrılıkçı bir örgüt kurmaya karar vererek Kürt kökenli subaylar ve askerler ile temasa geçen İhsan Nuri, bundan dolayı Divan-ı Harb'e verilmişse de aleyhinde herhangi bir delil çıkmadığı için tekrar görevlendirilmiştir. Daha sonra kendisinin Cibranlı Halit'in önderliğindeki Azadî örgütüne katıldığı düşünülmektedir. 1924’te katıldığı ayrılıkçı isyan girişiminin bastırılması üzerine Fransız mandası altındaki Suriye’ye sığınmıştır. 1927’de Hoybun örgütü tarafından Ağrı bölgesindeki isyanı yönetmekle görevlendirilmiştir. Mehmet Kemal Işık , 'İhsan Nuri Paşa', Ünlü Kürt Bilgin ve Birinci Kuşak Aydınlar, Sorun Yayınları, İstanbul 2000, s. 169–173.

236

Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yy’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Med Yayınları, İstanbul 1992, s. 197.

237

yenilgi sonrasında olayın nezaketini dikkate alarak 3. Ordu Müfettişliği Ağrı bölgesindeki ayaklanma hareketlerine son vermek üzere yeni bir tedip harekâtı hazırlar. Görevlendirilen 9. Tümen, 15 Haziran’da harekâta başlar. Türk birliklerinin gizlice ve süratle yaptığı manevralar sonucunda isyancıların İranlı Kürt aşiretlerle birleşerek karşı koyması engellenir. Harekât 17 Haziran’da biter. Böylece isyancılar yenilerek İran’a kaçmak zorunda kalırlar.17 Mayıs harekâtında asilerin eline geçen silah, teçhizat ve malzemelerin de geri alındığı harekât sonrasında bölgedeki asayiş bir süre için sağlanmış olur. İsyancıların İran tarafından destek gördüğü düşüncesi ve yenilgiten sonra İran’a kaçmaları Türkiye’yi kızdırır. İran ise, bu gelişmeleri sadece izlemekle yetinir.238 I. Ağrı İsyanında İngilizlerin isyancılara silah ve mühimmat desteği sağladığı iddiası da vardır.239 1927 yılına gelindiğinde sınırdaki hadiseler dolayısıyla İran’la olan sınır meselesi alevlenir. Mart 1927’de İran askerî ataşesi, Ankara’da İngiliz meslektaşına devam eden sorunla ilgili şunları söyler:

“Kürtlere nasıl ulaşacaklar; çünkü halen orada hareket edemez durumdadırlar ve yaklaşık otuz bin kişilik kuvvetleri, Van Gölü’nün güney ve batısı arasındaki kesimde düzen sağlamak için zor yeter. Beyazıt ve Iğdır havalisini de temizlemeye çalışmıyorlar. Bölgede koşullar zor olduğundan bunu da yazın yapmaya muktedir olacaklardır. Hayır, mesele şu ki, Kürtlere karşı operasyonlarda bizim de sınırın öteki tarafından kendileriyle işbirliği yapmamızı istemektedirler. Bu yolla İran Kürtlerinin Türkiye Kürtlerine yardım sağlamalarını engelleyeceklerini düşünmektedirler. Bizim Kürtler bize bir sıkıntı vermedikleri ve biz de bir mesele aramadığımız için bunu yapmaya hazır değiliz. Bundan dolayı bize kızgındırlar ve bizi isyankâr Türkiye Kürtlerine yardım etmekle suçlamaktadırlar. Türkler ne kadar bağırıp çağırsalar da İngiltere arkasında oldukça Irak’a saldırmaya cüret edemezler, fakat İran için durum farklıdır.”240

Şeyh Sait isyanının bastırılması üzerine Suriye’ye kaçan Kürt gruplar 1927 yılında Lübnan’da Hoybun örgütünü kurarlar. Bu örgüt Kürt Teali Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası ve Kürt Ulusal Birliği adlı dört Kürt örgütünün birleştirilmesiyle oluşturulur. Suriye’de bulunan Ermeniler de örgütün oluşumunu yardımcı olurlar.241 Hoybun242, ilk toplantısını Şubat 1927’de

238

Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, II, Kaynak Yayınları, İstanbul 1992, s. 229 – 236.

239

Mahmut Rışvanoğlu, Saklanan Gerçek, II, Ankara 1994, s. 749–750.

240

Mesut, s. 213.

241

C. Aladağ, Kürdistan’ın Sömürgeleştirilmesi ve Kürt Ulusal Hareketleri, Özgürlük Yolu Yayınları, İstanbul 1978, s. 107.

İngilizlerin denetimi altındaki Irak’ın Revandüz şehrinde İngiliz komutanının nezareti altında yapmıştır.243 “İngiltere, 1926 yılında Musul’u almasına rağmen bölgedeki hâkimiyetini pekiştirmek ve Türkiye’nin tekrar Irak ile ilgilenmesini önlemek için başta Irak olmak üzere bölgedeki Kürt aşiretleri ile yakından ilgilenmeye devam etmiş, Hoybun’un kuruluşunda yardımcı olmuştur. Hoybun Cemiyeti’nin yönetim kadrosunun ağırlıklı olarak Mütareke döneminden itibaren İngiltere ile işbirliği yapan Bedirhanlardan oluşması, cemiyetin faal üyesi ve Ağrı İsyanlarının lideri İhsan Nuri’nin 1924’te Türkiye’den kaçarak Irak’a, dolayısıyla İngilizlere sığınması, daha sonra çıkan Ağrı isyanları sırasında İngiltere’nin kontrolündeki Barzani Kürtlerinin Irak sınırını geçerek Türkiye’ye saldırmaları da dikkate alındığında bu ülkenin bölge gelişmeleriyle yakından ilgilendiği ve en azından Türkiye’ye karşı yönlendirmeler yaptığı anlaşılmaktadır. Türkiye’ye göre İngiltere’nin bölgedeki aşiretler ve gelişmelerle yakından ilgilenmesindeki amaç Hakkâri vilayeti ile Cizre de dâhil olmak üzere Irak Kürtlerinin hâkimiyeti altında Irak ile Türkiye arasında bir Kürt hükümeti teşkil etmektir.”244

İran Devletine, Irak ve Suriye’deki Arap halkına ve onların himayecilerine (İngiliz ve Fransız) karşı dostane bir tutum takınmayı amaçlayan Hoybun, 1927 sonbaharında yaptığı kurultayın sonunda yayınladığı bildiride de “İngiltere, Fransa, Suriye, İran ve Irak hükümetlerine Türkiye’de baskıya uğrayarak göçe

242

Hoybun 5 Ekim 1927'de Lübnan'ın Bihandun kentinde Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Millet Fırkası, Comite de Independence Kurde başta olmak üzere Kürt milliyetçi örgütler ve Irak, İran ve Suriye'ye sığınmış Kürt aydınları ve Taşnak kökenli Ermeniler tarafından gizlice düzenlenen ve 45 gün süren bir kongrede meydana gelmiştir. Hoybun üyeleri Bağımsız Kürdistan'ın yaratılması adına bütün Kürtlerin birleştirilmesi uğruna mücadele yürütülmesini and içmişlerdir. Kürt silahlı birliğini kurup tek bir komutanlığın emirinde hareket edeceği kararlaştırılmıştır. Suriye, Lübnan, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletlerinde kolları oluşturulmuş ve Hoybun merkez komitesi "Kürdistan Millî Hükümeti" ilan etmiştir. Hoybun, Celadet Ali Bedirhan, Kâmuran Ali Bedirhan, Ekrem Cemilpaşa, Memduh Selim gibi isimler tarafından yürütülmüş ve Ağrı isyanları meydana geldiğinde örgütün kararıyla İhsan Nuri bölgeye yollanmıştır. Fakat Ağrı isyanları bastırıldıktan sonra gücünü yitirerek dağılmıştır. Bkz.: Süreyya Bedirhan, Kürt Davası ve Hoybun, Med Yayıncık, İstanbul 1994; Rohat Alakom, Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, Avesta yay., İstanbul 1998; M.Kalman, Belge, Tanık ve Yaşayanlarıyla Ağrı Direnişi 1926–1930, Peri Yayınları, İstanbul 1997.

243

Mehmet Köçer, “Ağrı İsyanı (1926–1930)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, XIV/2, s. 382.

244

Yusuf Sarınay, “Hoybun Cemiyeti ve Türkiye’ye Karşı Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XIV/40, s. 226.

mecbur bırakılan Kürt mültecilerini sevgiyle kabul etmiş olduklarından dolayı minnettarlığını” sunmuştur.245

Türkiye, bölgedeki isyan hareketlerine son vermek için 1927 yılına gelindiğinde, genel af kanunu çıkardığını ilan eder. Hükümet, bir yandan af kanunuyla isyanı söndürmeye çalışırken, bir yandan da tehlikeli gördüğü bölgelere askerî sığınak yapmayı sürdürür. Özellikle Ağrı bölgesine yönelik yoğun askerî önlemler alınır. 3. Ordu Müfettişliği, 1927 Haziranında yapılan tedip harekâtında asilerin çoğunlukla İran’a kaçmış olmaları nedeniyle istenilen sonuç elde edilemediğinden bu bölgede Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunan asilere karşı yeni bir tedip harekâtını gerekli görerek konu hakkındaki düşüncelerini Genelkurmaya bildirir. 3.Ordu Müfettişliği, askerî operasyonla ilgili görüşlerini bildirirken bir sene önceki Ağrı İsyanında asilerin İran’a kaçtığını hatırlatarak bu konuda İran nezdinde siyasî girişimlerde bulunmasını da talep etmekteydi. 25 Ağustos 1927’de 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, Genelkurmay başkanlığına başvurarak hükümetin İran hükümeti ile görüşerek gereken önlemlerin alınmasını ister.246

Bölgede askerî operasyonlar yapılırken Türkiye, İran’ı sınırda isyancılara karşı daha etkin önlemler almaya zorlamaktadır. Türkiye, sınırın kapatılarak asilerin Türk birliklerinden kaçıp İran’a sığınmalarının önlenmesini istiyordu. İran, Türkiye’nin bu talebine karşılıkl bir takım jestlerde bulunur. Rıza Şah Tebriz’i ziyareti esnasında, İsviçre’de bulunan Furuqi Han’a acil mesaj göndererek hemen Ankara’ya gitmesini ve meseleyi görüşerek ilişkileri düzeltmesi için emir verir. Türkiye bu dönemde, Batı İran’daki Kürtler arasında, İngiliz konsolosluk görevlilerinin Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunduğundan kuşkuludur.247 28 Ocak 1927’de Türkiye’nin Londra Büyükelçisi, İngiltere Dışişlerini Bakanı’nı ziyaret ederek İran’daki İngiliz Konsoloslarının Kürtler arasında Türkiye aleyhinde propaganda yaptıklarından şikâyet eder. İngiltere Dışişleri Bakanı ise cevaben, bu konuda Türkiye’nin hassasiyetini bildiklerini, Musul sorunu

245

Sasuni, s. 200 – 201.

246

Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, Tekin Yayınevi, İstanbul 1993, s. 39.

247

çözüldükten sonra Türkiye ile kurulan iyi ilişkileri bozmak istemeyeceklerini, dolayısıyla bu iddianın gerçeği yansıtmadığını söyler.248

I. Ağrı İsyanı sonrası sınır boyunda devam eden askerî hareketler ve Türk uçaklarının bombalanmaları, İran tarafından dikkatle izlenmekteydi. Haziran - Temmuz 1927’ye gelindiğinde, Türkiye’nin bazı sınır karakollarını daha ileriye taşımasıyla başlayan gerilim, basın savaşlarıyla devam eder.

İran basınında yürütülen Türkiye karşıtı ağır kampanya sırasında, Türkiye tarafındaki silahlı ufak çetelerin İran topraklarına saldırırken Türkiye’nin buna seyirci kaldığı, Türkiye’nin İran topraklarında emperyalist emelleri olduğu iddia ediliyordu. Ayrıca Türk Kurtuluş Savaşı’nı küçümseyen yazılar da yayınlanmaktaydı. Buna, karşı bir kampanya ile cevap veren Türk basınında, bu tarz problemlerin böyle belirsiz sınırı olan ülkeler arasında normal ve kolayca önlenebilir olduğu belirtilirken, bu gerginliğin yaratılmasında asıl suçlunun bu işleri tezgâhlayan İngiltere olduğu ima edilmekteydi. Türkiye’yi asıl kızdıran nokta, İran’ın Türkiye’yi emperyalistlikle suçlaması ve Kurtuluş Savaşı’nı küçük düşürücü yayınlar yapılmasıydı.249 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi “Türkiye ve İran” başlığıyla yer verdiği bir makalede, İran basınını şiddetle eleştirerek asırlardan beri bir türlü tespit edilmemiş olan hudut meselesinin bir an önce halledilmemesi için hiçbir maninin olmadığını belirtirken;250 Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi “Komşumuz İran” başlıklı yazısında, İran basınına çattıktan sonra İran’ın Türkiye’ye karşı siyasetini yabancıların yani İngiltere ve Rusya’nın etkilerine bağlar.251 1927 Haziranının ikinci yarısında başlayan bu gerilimin kısa vadedeki sonucu, iki ülke arasında yapılması planlanan, ticaret ve ikâmet antlaşmalarına yönelik görüşmelerin ertelenmesi olur.252

Bu jestlerden sonra ilişkilerin düzelmesi beklenirken Beyazıt olayı patlak verir: İran’dan gelen bazı Kürt aşiret mensupları Doğu Beyazıt’ta bir Türk askerî

248

Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu (1924–1938), Dışişleri Bakanlığı Basımevi, Ankara 1975, s. 101 – 102.

249

Çetinsaya, Atatürk Dönemi, s. 155.

250

Hâkimiyet-i Milliye, 14 Ağustos 1927.

251

Cumhuriyet, 10 Ağustos 1927.

252

birliğine saldırır; subay ve erlerden bir grup Türk askerini tutsak alarak İran’a götürürler. Türkiye, Kürtler tarafından tutsak alınan askerlerinin İran’dan mahkûm olarak tutulduğuna inanıyordu. Bu olay üzerine, İran’a bir nota veren Türkiye253, on gün içerisinde esir edilen subay ve erlerin Türkiye’ye iade edilmesini ve İran’a geçmek isteyen Türkiye Kürtlerine sığınma hakkı verilmemesini, aksi takdirde diplomatik ilişkilerin kesileceğini bildirir. Türkiye’nin notasına İran hariciyesi gazetelerde bir bildiri yayınlayarak cevap verdi. Bildiride; İran hükümeti Türkiye’nin bu saldırıdan İran’ı sorumlu tutmasını reddederken, saldırganların İran Kürdü değil, Türkiye’nin cezalandırma operasyonlarına maruz kalan Türkiye’de yerleşik kişiler/gruplar olduğu belirtilmekteydi. Öte yandan, İran’ın sınırda, Türkiye’nin istediği bazı tedbirleri almaya başlaması üzerine Türk basınında İran aleyhine başlayan kampanya kesilir. Esir düşen asker ve subaylardan büyük bir grubun İran makamlarının çabası sonucu serbest bırakılması, havayı daha da yumuşatır. Bütün bunlara rağmen Türk basını, bununla yetinilmemesini ve bundan sonra da İran’dan aynı destek ve önlemlere devam etmesini isterken, basında ve kamuoyunda bu isyanların Bağdat üzerinden İngiltere tarafından çıkarıldığına inanma eğilimi söz konusudur.254

Notada yer alan ilk talep İran tarafından yerine kısmen de olsa yerine getirilse de ikinci talebi karşılamak oldukça zordu. Sınırın sarp ve engebeli yapısı İran’ın sınırın kendi tarafında kalan yerleri kontrol etmesini zorlaştırmaktaydı. Nitekim İran, Türkiye’nin isteğini yerine getiremeyince Ankara, büyükelçisini Tahran’dan geri çeker. Bunun üzerine İran Furuqi Han’ı, ilişkilerin gerginleşmesine sebep olan bu ihtilafı çözmesi için özel olarak Ankara’ya gönderir. Furuqi, Han Ankara’da çok soğuk karşılanır. Bu tavrıyla Türkiye, İran’a hata yaptığını ve politikasını değiştirmesi gerektiğini göstermeye çalışmaktaydı.255

21 Ekim 1927 tarihli bir İngiliz belgesinde, İran yönünden Türkiye’ye karşı bir Kürt saldırısının başlatılmasının düşünüldüğü, bunun için Kerküklü Ali İlmi,

253

Sykes, s. 552.

254

Çetinsaya, Atatürk Dönemi, s. 157.

255

Ahmet Özgiray, “İngiliz Belgeleri Işığında Türk-İran Siyasi İlişkileri (1920–1938)”, Berna Türkdoğan (Haz.), Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000: 298–299.

Şeyh Mahmud, Ahmet Barzani, Seyyid Taha, Simko, Cafer Sultan ve iki İngiliz subayının Irak ve İran’da görüşmeler yaptıkları anlatılmaktadır. Ayrıca belgede Rıza Şah’ın Azerbaycan Türklerinden duyduğu rahatsızlık sebebiyle Türkiye’ye karşı Kürtleri yanına bir müttefik olarak kazanmaya çaba sarf ettiği vurgulanmaktadır.256

Türkiye, 25 Ekim 1927’de, İran sınırında asayişin temini ve mevcut hududun belirlenmesi için İran temsilcisi Furuqi Han’la görüşmeler yapmak üzere Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey ile Tahran Elçisi Memduh Şevket Bey’i görevlendirir. Türk hükümeti görüşmelerde, İran tarafından Türk birliklerine saldıran Kürt grupların İran sınırına geçerek kaçmaları için önlem alınmasını ve sınır çizgisinin hukuki bir temele oturtulmasını ister. Türkiye, Osmanlı Devleti tarafından yapılmış her antlaşmayı ilga ettiğinden hukukî bir temel olarak kabul etmediği 1913 Protokolü yerine yeni bir anlaşmayla yeni bir temel oluşturarak mevcut sınır çizgisinde ufak ama gerekli bir takım değişiklikler yapmak amacındadır. Sınır belirlenmelidir ki kim nerenin sahibi olduğunu bilsin ve ona göre önlem alsın; bu nedenden dolayı iki ülke arasında yaşanan gerilimler de sona ersin. Furuqi Han ise, sınırı geçip İran’a sığınan Kürtlere Türkiye’nin sert karşılık vermek istemesine rağmen, buna, hem İran hükümetinin gücünün yetmeyeceği hem de İran’ın Kürt politikalarına aykırı olduğu gerekçesiyle itiraz etmekteydi.257

Bu arada bölgede asayiş olaylarının gösterdiği artış ve isyanlar nedeniyle Ağrı/Beyazıt Bölgesi 1. Umumi Müfettişlik Mıntıkasına dâhil edilir.258

Kasım ayı sonlarında hâlâ devam eden görüşmeler tıkanma noktasına gelir. Türkiye görüşmelerde, İran tarafından Türk birliklerine saldıran Kürt gruplarının kolayca İran’a kaçmalarının engellenmesini ve sınır çizgisinin net olarak tespitini talep etmekteydi. Ancak İran, Türkiye’nin sınırı geçip İran’a sığınan Kürtlere sert müdahalesini itiraz ederken, yine Türkiye’nin, sınırda nasıl bir düzenleme yapmak istediği konusunda ortada net bir görüşünün olmadığını savunuyordu. İran tarafına

256

Abdulhaluk Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, (4. Basım), Turan Kültür Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s. 333 – 337.

257

Çetinsaya, Atatürk Dönemi, s. 159.

258

göre, Türkiye, üstelik mevcut sınırı belirli noktalardan açıkça ihlal etmişti ve sınır konusundaki bu son istekler Türkiye’nin Azerbaycan bölgesiyle ilgili tarihi emellerinin tekrar canlandığını göstermekteydi.

Furuqi Han 1927 Aralık ayında Tahran’a gönderdiği raporda konuyla ilgili olarak şunları söyler;

“Türklerin hiçbir zaman İran topraklarına veya hiç olmazsa Azerbaycan’a ilgi duymayacaklarını garanti edemem. Yalnız şimdilik Türkler, kendi iç ve dış sorunlarıyla birlikte, zayıf olan ekonomik durumlarıyla uğraşmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa, eski Türklerin Pan-İslamizm ve Pan–Türkizm gibi ihtiraslı emellerinden uzak, akıllıca bir siyaset izlemektedir. O, bütün gücüyle millet ve devleti sağlam temellere dayandırmak istiyor. Bu durum, gelecekte bizim için tehlikeli olabilir. Yani demek istiyorum ki, Mustafa Kemal Paşa uzun bir hükümdarlık devrinde Türkiye’yi iç ve dış çıkmazlardan kurtarırsa, kendisi veya halefleri genişletmek hevesine kapılabilirler.”259

İki taraf da sorunun çözümü için ortak nokta bulamayınca görüşmeler bir süre sonra kesilir. Furuqi, varılan son noktayı Tahran’a bildirdikten sonra Ankara’dan ayrılarak İstanbul’a geçer. Türkiye - İran sınır anlaşmazlığının çözümü için müzakereler 1928 yılı boyunca aralıklı olarak sürdürüldü. 1926 yılında imzalanan antlaşmanın 5. ve 6. maddelerine kuvvet kazandırmak için yapılan görüşmelerde Türk hükümeti bu konudaki isteklerini çok üst seviyede tuttuğu için uzlaşma mümkün olmamaktaydı.260

Sınır ihtilafı konusunda belli bir anlaşmaya varamayan iki ülke, siyasî, ekonomik bağlarını sıklaştırmak ve güçlendirmek için 22 Nisan 1926’da yapılan Türk - İran Dostluk Antlaşmasına ek niteliğinde bir protokol yapmaya karar verir. Bu protokol 22 Nisan 1926 Tarihli Türkiye - İran Muhadenet ve Emniyet Muahedesine Merbut Protokol adıyla, Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Memduh Şevket Bey ve Moskova Büyükelçisi Mehmet Tevfik Bey ile İran Hariciye Nazır Vekili Fethullah Han Pakrevan arasında 15 Haziran 1928 tarihinde Tahran’da imzalanır. İki maddeden oluşan protokolün birinci maddesinde, taraflardan birinin bir saldırıya uğraması durumunda öteki tarafın bu savaşı önlemeye çalışması, önleyemezse iki tarafın ortak çıkarlarına uygun şekilde durumunu yeniden

259

Anbarcıoğlu, s. 16.

260

incelemesi belirtiliyordu. Böylece 1926 Antlaşmasında geçen dayanışma kavramı bir adım daha ileriye götürülüyordu ve Türkiye, İran’a, 1926’da kabul ettiremediği aktif tarafsızlık hükmünü şimdi kabul ettirmiş oluyordu. İkinci madde ise, iki ülke arasında ekonomik işbirliğini geliştirmeye yönelikti. Taraflar ekonomi alanında aralarında sıkı işbirliği koşullarını en kısa zamanda düzenleme konusunda anlaşmaya varmışlardır. Ayrıca ekonomik işbirliğinin gerçekleşmesinde araçların seçimi ve iki taraf arasında her türlü ulaşım araçlarının kurulması gibi konuların