• Sonuç bulunamadı

RIZA HAN’IN YÜKSELİŞİ

SİMKO İSMAİL

V-) RIZA HAN’IN YÜKSELİŞİ

I. Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletlerinin, savaş sonrası için kendi aralarında yaptıkları anlaşmalardan biri de 1915 Martında Rusya ve İngiltere arasında imzalanan gizli İstanbul Anlaşması olup, buna göre savaş sonu da 1907 Rus – İngiliz Antlaşmasına göre İngiliz ve Rus nüfuz alanlarının ortasında yer alan

110

Ali M. Ansari, Modern Iran Since 1921, Pearson Education Ltd, London 2003, s. 27.

111

Michael P. Zirinsky, “Imperial Power and Dictatorship: Britain and the Rise of Reza Shah 1921 – 1926”, International Journal of Middle East Studies, XXIV/4, November 1992, Cambridge University Press, s. 205 – 206.

ve Tahran hükümetine bırakılan tampon bölge ortadan kaldırılacak, burası, Rusya’nın başka yerlerde elde edeceği çıkarlar karşılığında, İngiltere’ye bırakılacaktı. Ancak savaş içinde meydana gelen gelişmeler paylaşımın öne alınmasına yol açmışsa da 1917 Bolşevik İhtilali’nin patlak vermesi ve Bolşeviklerin gizli anlaşmaları açığa çıkarması belirsiz bir durum yaratmış; Rusların İran’da tamamen çekilmesiyle İngilizler İran’da tek emperyalist güç olmuştur. Ancak “savaş sonrası İngiliz politikalarının başka siyasal alanlara odaklanması (1918 İrlanda Ayaklanması, Bolşevik tehdidi, Anadolu’da Milli Mücadele, Ortadoğu’nun paylaşılması) ve çıkar önceliklerinin değişmesi İran’ın siyasal varlığını sürdürmesi için yeni imkânlar oluşturmuştu. Rıza Han hem emperyalist çatışmaların yaşandığı bu durumdan hem de 1906 Meşrutiyet sonrası siyasî kültürün birikiminden yararlanarak en önemli ve tek figür olmayı başarmıştır.”112

İşletme imtiyazını elinde bulundurduğu ve 1912 yılında kömürden petrole dönen ordusu için hayati önemi olan Güney İran petrolünü ve çeşitli üs imkânları ile stratejik öneminden dolayı elinden tutmak isteyen ama buna hazırlıksız yakalanan İngiltere’nin zaman kazanma çabası ve özelde ise Rus Kazak Tugayının, İngilizlerin isteği ve Tahran hükümetinin çabalarıyla, İran ordusuna dönüşme süreciyle doğrudan ilişkili ve açıklayıcıdır. Metin’e göre “iç içe geçmiş ilişkiler yumağı içinden İngiliz – Rıza Han ortak yaşamını üreten iki olgu, İran’ın içinde bulunduğu çok yönlü anarşik ortamda Rıza Han’ın İngiliz politikalarını da anlamlı kılan hızlı tarih sahnesine çıkışı ve dış güçlerin kendi aralarındaki rekabetin bir nesnesi olarak iç siyasal yapıda tam bir kaos yaşayan İran’ın bağımsızlaşarak millî devletleşme sürecine girmesidir. Rıza Han’ı ortaya çıkaran İngiliz tercihi ve Rus Kazak Tugayının dönüşümü olmasına rağmen Rıza Han’ın siyasî yönelimi ve İran politik ikliminin ona sunduğu imkânlar 1906 sonrası siyasal, toplumsal, kültürel ve entelektüel gelişimin boyutlarıyla bağlantılıdır.”113

Tahran’daki siyasî entrikalardan ve siyasî istikrarsızlıktan bıkan (1906 – 1921 arasında otuz beş civarında hükümet kurulmuştur) İngilizlerin telkin ve

112

Metin, s. 244.

113

tavsiyeleri ile Rıza Han, tecrübeli olduğu askerî bir darbe planlamasına girişir. Zaten bu dönemde İran, siyasî ve askerî liderleri arasında bir askerî darbe fikri filizlendiği (ki bunda ülke içindeki sosyalist akımların hareketliliği ve Bolşevik ordularının İran sınırındaki varlığı da etkili olmuştur) göz önüne alınırsa İngilizlerin çabuk davranma istemlerini, Rıza Han’ın eğilimini ve yandaş arayışını anlayabilmek mümkün olur.114

1920 sonbaharında İran’daki İngiliz kuvvetleri komutanlığına getirilen Edmund Ironside, İran’da İngiliz askerî gücü bulundurmak yerine, İngiliz desteğiyle kurulacak güçlü bir merkezî hükümetin İngiliz çıkarlarını daha iyi koruyacağı kanısında idi. Bu noktada işe yarayabilecek tek İranlı güç ise 1879’da Ruslar tarafından İran Şahı için muhafız birliği olarak kurulan İran Kazak Tugayı idi. Ironside, Tugayın Rus Komutanının görevden alınmasını sağladıktan sonra onun yerine Albay Rıza Han’ı getirir.115

1921 yılı Şubat ayı başında İran’daki İngiliz kuvvetleri komutanı General Ironside, ülkedeki İngiliz Büyükelçisi Norman ile görüşerek İran’daki siyasî sorunları çözmek için bizzat İranlı subayların elleriyle askerî darbeyi gerçekleştirmeye karar vermişlerdir. General Ironside’a göre: “İran’ın ihtiyacı olan şey, lider idi. Ben bu ülkede milleti peşinden sürükleyebilecek bir kişiye rastladım. Bu Rıza Han idi… Gerçekte bu ülkede bizim sorunları aşmamız için askerî diktatörlük en iyi yöntemdi, olayların ancak bu şekilde gelişmesi İngiliz silahlı kuvvetlerinin İran topraklarını terk etmesini sağlayacaktır, aksi durumda zararlı sonuçlar doğabilir.”116

İngiltere, Rıza Şah’ın yükselişini iki aşamada destekler; 1921 darbesinde yerel İngiliz ajanları kendisine açıkça yardım ederken sonrasında İngiliz Bakan Sir Percy Loraine yardım etmiştir. Loraine’e göre İngiltere’nin çıkarları, Rusya’nın dışarıda tutulması, Irak, Hindistan ve Körfezdeki petrol alanları ile diğer emperyal

114

Metin, s. 265.

115

David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Sabah Kitapları, İstanbul 1997, s. 458.

116

menfaatlerin korunmasında yatıyordu. Rıza Han ise İran’daki en kuvvetli aktördü ve İngiltere’nin o olmadan bir çözüm dayatacak kaynakları bulunmamaktaydı.117

Askerî darbenin iki önemli faktörü Rıza Han ve liberal eğilimli bir gazete ve İngiliz yanlısı Seyyid Ziyaeddin Tabatabai, darbenin son günlerine kadar hiç karşılaşmamalarına rağmen aralarındaki fikir alışverişi İngilizler tarafından sağlanmıştı. 1921 Şubat ayı ortasında yürüyüşe geçen Rıza Han 20 Şubat’ta Tahran varoşlarında, 21 Şubat’ta ise tüm Tahran’da kontrolü ele geçirir. Tabatabai, Ahmed Şah tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilirken Rıza Han Serdar-ı Sipah olarak atanır ve bütün orduyu kontrol etmeye başlar. Ne var ki reform programından hoşnutsuz grupların gösterileri sonucu Tabatabai Mayıs ayında görevden alınarak sürgüne gönderilir.

1921 Darbesi özellikle başına buyruk aşiretlerden muzdarip kırsal kesimde yaşayanlar arasında memnuniyetle karşılanmıştır: Rıza Han’ın önderliğinde yapılacak askerî harekâtlarla aşiret unsurları pasifize edilerek ülkeye iç düzen ve barış getirilebilecekti.118 Zira 1921’den önce merkezî hükümet yalnızca Tahran ve civarını denetliyor, ülkenin büyük bir bölümü Tahran’a vergi ödemeyen ve kendi iyi donanımlı ordularını yönelen aşiret beyleri, sosyalist veya tutucu önderlerin hâkimiyetinde bulunuyordu. Toplam nüfusun üçte birine yakın oranını oluşturan göçebe veya yarı göçebe aşiretler tümüyle hükümet denetiminin dışında yaşıyorlardı. Aşiret gruplarının çoğunun başında güçlü beyler vardı.119 “Tahta çıkışını izleyen beş yıl zarfında Rıza Şah etkin bir ordu kurarak yeniden yapılanma programı için gerekli olan birliği kurmuştur. Savaş Bakanı olarak ülkede düzeni kurmak için ilk yaptığı iş, küçük bölgesel hanedanlar ve asi şiretlerle ciddi bir

117

Zirinsky, “Imperial Power and Dictatorship, Britain and the Rise of Reza Shah 1921–1926”, International Journal of Middle East Studies, XXIV/4, November 1992, s. 658.

118

Birol Başkan, “Why Exclude: Religious Groups

Reformed”,http://www.allacademic.com//meta/p_mla_apa_research_citation/1/3/7/4/0/pages1374 09/p137409–1.php, s.21

119

Metin, s. 265.

119

biçimde mücadele etmek oldu. Çoğunu uzlaşmaya razı etti, silahsızlandırdı ve doğrudan hükümet denetimine girmelerini sağladı.”120

Tabatabai Hükümetinin ardından hükümeti kurmakla görevlendirilen Kavamüssaltana kabinesine Vezir-i Ceng (Harbiye Nazırı) olarak giren Rıza Han elde ettiği meclis desteği sayesinde gücünü pekiştirmiş, kısa süre içinde birlikte yola çıktığı tüm arkadaşlarını tasfiye ederek veya tasfiye edilmesine ses çıkarmayarak hem askerî hem de siyasî duruma hâkim olmuştur. Öte yandan tüm gücünü Kazak Tugayından aldığından başlangıçtan itibaren bu birliği nitelik ve nicelik olarak güçlendirmeye ağırlık vermiştir.121

4 Haziran 1921’de kurulan Kavamü’s-Saltana kabinesi 1921 başında Horasan’da Albay Tagi Han önderliğinde geniş çaplı başlayan isyanı Ekim 1921’de bastırmış, Tagi Han’ın kendisi ise öldürülmüştür. Tagi Han Ayaklanmasının yanı sıra Kuçek Han önderliğindeki Gilan ayaklanması da Eylül 1921’de kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Kavamüssaltana’dan sonra kısa ömürlü Müşürüddevle ve Mustafi el- Memalik hükümetlerinden sonra 1923’ten itibaren hem başbakan hem de başkomutan olarak Rıza Han hükümet kontrolünü ve buna bağlı olarak devlet gelirlerini yeni bir ordu kurmak için harcamaya yönelmiştir. 1921–1925 arası dönemde önce ordu gücünü ele alan Rıza Han hükümet içinde savaş bakanı, başkomutan ve 1923’ten sonra başbakan olarak gücünü rakipsiz hale getirmiştir. Ancak siyasî bir şahsiyet olarak güçlenmesine yardımcı olan ve tartışmasız hale gelmesini sağlayan gelişmeler daha çok askerî alanda gerçekleşmiştir. Onun askerî başarıları, yabancı veya işgal güçlerine karşı olmasa da çok etnikli, çok kültürlü ve tarihsel olarak özerkliğe eğimli bir coğrafyada siyasî sınırlar içinde ordu gücüne dayanarak, birlik ve bütünlüğü sağlayabilmiş olmasının ve ülke içindeki yabancı güçlerin varlığına karşı kararlı tutumu hem halk hem aydın kesiminde siyasî

120

Richard Tapper, İran Sınır Boylarında Göçebeler, İmge Kitabevi, Ankara 2004, s. 459.

121

itibarını arttırdığı gibi ülkeyi yıkımdan ve parçalanmadan kurtaran kahraman olmasına da yol açmıştır.122

14 Şubat 1925 tarihinde İran Meclisi önemli bir karar alarak Rıza Han’ı Genelkurmay başkanlığına getirmiştir. Onu bu görevden ancak meclis kararıyla azletmek mümkündü. Hemen ardından Haziran 1925’te ise mecburi askerlik mükellefiyeti getirilmiştir.123

Rıza Han’ın askerî darbesi ne İngiliz karşıtıdır ne de Bolşevik desteklidir; bilakis darbeci kuvvetler İngilizlerin sağladığı silah ve cephane ile donanımlıdır. Ayrıca İngiliz çıkarlarının en önemli kalemi olan güney İran petrolünün işletimi konusunda Rıza Han’ın şimdilik ihtirası yoktur. Bütün bu İngiliz - Rıza Han denkleminin tamamlanmasında en önemli İngiliz kabulü, Rıza Han’ın kullanabilecekleri bir askerî diktatör olarak kalacağı, siyasî bağımsızlık konusunda muktedir olamayacağı ve İran’ın tekrar kendilerinin devreye gireceği siyasî istikrarsızlığa dönüşeceği umudu üzerine inşa edilmiştir.124 “Daha çok Osmanlı - Alman ittifakına sempati duyan İranlıların oluşturduğu homojen olmayan bir grubun, milliyetçi tutumu ve bağımsız devlet olma idealleri İran modernleşme tarihine ciddi katkıları olmuştur. Daha çok liberal, ılımlı, muhafazakâr ve sosyal demokrat geçmişleri olan Tagizade, Tebrizli, İskenderi, Furuqi, Daver, Pirmiya, Timurtaş, Tedavun, İsfendiyari, Kesrevi, Afşar gibi birçok sayıda devlet adamı ve aydın, millî devlet ve batılılaşma hedefini siyasal ülküye dönüştürmüşlerdir. 1921’den itibaren İran iç siyasetinin önemli bir figürü olan ve hızla siyasî gücü ele geçiren Rıza Han kendi liderliğinde İran’ı modern bir devlet ve topluma dönüştürme çabasında İran aydınlarının önemli bir kısmının desteğini de elde etmiştir. Rıza Han, milliyetçi devlet adamlarına ve aydınların modernleşme beklentilerine cevap verdiği müddetçe bu destek sürmüştür.”125

123 Annaberdiyev, s. 51. 124 Metin, s. 268. 125 A.g.e., 246.

İran’da adım adım tam iktidarı ele almaya yürüyen Rıza Han, Türkiye’ye de yaklaşmaya çalışır. Lozan Antlaşması üzerine Mustafa Kemal Paşa’ya hararetli bir kutlama telgrafı göndererek; “Zat-ı Devletlerinin kahramanca gayretleri sayesinde büyük Türkiye’nin elde ettiği şerefli barıştan dolayı en içten tebriklerimi sunarım” derken kendisinin ve büyük Türk milletinin tam başarısı için en iyi dileklerini bildirmiştir.126 Mustafa Kemal Paşa da kendisine teşekkür ederek; “İran’ın teali ve refahı ve zat-ı Devletleri gibi mümtaz bir reisin kumandası altında ordusunun ve şevketinin inkişafı hakkında en samimî temenniyatımın kabulünü rica ederim” diye karşılık vermiştir. 6 Eylül’de söz konusu telgrafı gönderen Rıza Han, 7 Eylül 1923’te Tahran’daki Türkiye Büyükelçiliğine yemeğe gelmiş ve zamanın Tahran Büyükelçisi Muhittin Paşa ile baş başa uzun bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmeyi Ankara’ya aynı gün çok gizli kaydıyla bildiren Muhittin Paşa, Rıza Han’ı Ankara’ya tanıtır ve İran’ın siyasî durumunu özetler:

“Vezir-i cengle şahın arası… zahiren açıktır. Açıktan açığa Ruslara istinad ederek veziri düşürmek istiyorlar. Bu mürtekib, adi Şah Rusların himayesinde saltanata razı. Vezir-i ceng aleyhinde, dört suikast tertibatına ıttıla hâsıl etti. Vezir ise müstakilen harekete devam ediyor… Vezirin kuvvet ve ikbaline haset eden hükümeti ve yıkılmasını isteyen Şah’ın ve taraftarının arzularına rağmen, Vezir-i Ceng tamamen İran’ı elinde tutan bir adamdır. Bu adam da bize dosttur. İran’da vücuda getireceği esaslı bir İnkılâptan sonra bize müzaheret edecektir.”127

Ankara’da, büyükelçinin verdiği bilgiler ışığında gerekli değerlendirmelerin yapıldığı ve İran’da da tıpkı Türkiye’de olduğu gibi saltanatın yıkılacağı ve Rıza Han’ın kuvvetli bir siyasî aktör olarak daha da ön plana çıkacağı yönünde yorumlandığı anlaşılmaktadır. Zira 15 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Paşa Rıza Han’a sözü edilen telgrafı gönderirken aynı gün Muhittin Paşa’ya da İsmet Paşa imzasıyla; “Vezir-i cenge suret-i mahsusada teşekkür edilmesi ve kendisinin her surette takviye edilmesi”128 talimatı verilir. İran’da bağımsız bir devletin kuruluşu Ankara’yı rahatlatmaktaydı: O dönemde Ankara’da bir yetkilinin bir Fransız gözlemciye yaptığı değerlendirmeler Türkiye’nin İran ve Rıza Han’a bakışını ortaya koymaktadır:

126

Bilal Şimşir, Bizim Diplomatlar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1996, s. 85.

127

Şimşir, Diplomatlar, s. 86.

128

“Bildiğiniz gibi İran hadiselerini gün gün, saat saat takip ediyoruz. Her ne pahasına olursa olsun İran’ın yeni bir Irak olmasını önlemek istedik. Eğer İngiltere Lord Curzon’un planını uygulasaydı bu bütün Asya’nın İngiliz hâkimiyeti altına girmesi anlamına gelecekti. Dünya barışı için ne büyük bir tehdit! İşte bu yüzden Rıza Han’ı destekledik. Yüz bin insanı İran sınırında topladığımızda bu bir tehdit değil korumaydı ki Rıza Han bunu çok iyi bilmekteydi. Onun her şeyden önce güçlü bir orduya ihtiyacı vardı. Nihayetinde de güvenilir dış desteğe ihtiyaç duymaktadır. (Rıza Han) bize güvenebilir. İran’daki milliyetçi hareketi bütün gücümüzle destekledik. Zafere ulaşıncaya kadar da desteği kesmeyeceğiz.”129

Tahran’da Türkiye ile ilişkiler söz konusu olduğunda Türkiye’ye karşı lehte ve aleyhte olanlar olmak üzere iki farklı politikacı grubu ortaya çıkmakta, bunların hükümetteki ağırlıklarına göre ilişkiler değişiklik arz etmekteydi. Aleyhte olan grubu 1914 öncesi ve sonrasında İttihatçıların İran’daki politikasını hatırlarında tutanlar, Türk milliyetçiliğinin I. Dünya Savaşı’ndaki İran macerasını unutmayanlar oluştururken; lehtekileri ise bağımsızlıkçı ve İngiltere karşıtı bir politikaya taraftar olanlar teşkil ediyordu. Rıza Han’ın konumu bu iki grup politikacılar arasında ve bölgesel politikalar çerçevesinde değişiklik göstermiştir.

Muhittin Paşa’nın Tahran’a gelişi sırasında İngilizler İran ordusunu organize etmek üzere bir Türk askerî ve teknik heyetinin de İran’a geleceği istihbaratını edinerek endişeye düşmüşlerdi. Sonuçta bu yanlış bir istihbarat olmasına rağmen, bu konu hakkında kendilerine sorulduğunda gerek Rıza Han’ın gerekse Genelkurmay Başkanı General Amanullah Mirza’nın söyledikleri İran milliyetçilerinin zihniyetini göstermesi açısından ilginçtir. Rıza Han’a göre Türkler İran’ın en müzmin ve amansız düşmanıydılar. Türklerin İran’ın zararına genişleme planlarına karşı durmaya kararlıydı. Genelkurmay Başkanı da İran ordusunda hiçbir yabancı milletten danışman çalıştırmayı da asla düşünmediklerini, Türklere güvenmediklerini, onlardan nefret ettiklerini, böyle bir şey olsa bile Türklerin en son insanlar olabileceklerini söyler. Bu ibarelerin gerçek düşüncelerini mi yansıttığı yoksa İngilizleri aldatmak için mi sarf ettiği bilinmese

129

Richard Yann, “Kemalizm ve İran”, (Ed.) Francois Georgeon – İskender Gökalp, Kemalizm ve İslam Dünyası, İstanbul Arba Yay., 1990, s. 84 – 85.

de kesin olan şey İran devlet adamlarının Türkiye kamuoyunda İran Azerbaycan’ına duyulan ilgiden fevkalade rahatsız olduklarıdır.130

Örneğin yine 1923 yazında İstanbul Türk Ocağı’nda ünlü Turancılardan Ruşeni Bey’in İran Azerbaycan’ı üzerinde verdiği konferans, Türk Ocakları’nın yayın organı Yeni Mecmua’da yayınlandığı zaman İran’da tepkiye yol açmıştı. Ruşeni Bey konuşmasında İran hükümetini, İran’da yaşayan Azerilere uyguladığı kırım, baskı ve tiranik politikaları için kınarken Türk uygarlığından bağımsız bir Fars uygarlığından söz edilemeyeceğini belirtmekte ve “Azerbaycan kendisini kurtaracak. Azerbaycan’dan ümitvar olabiliriz. Bunlar bizden medet bekliyorlar. Irkdaşlarımızı kurtaralım. Dört milyon Türk bizi bekliyor”131 diyordu.

Bölgede sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çok olan Azeri milliyetçileri Tahran için her zaman ciddi bir endişe kaynağı olmuştur. İran’ın bu konuda endişe duymasının en önemli nedeni Azeri milliyetçilerinin ileri gelenlerinin bu dönemde Türkiye’de bulunmalarıdır.132

Bu bağlamda Rıza Han’ın Tahran Askerî Ataşesi Hüsamettin ( Tuğaç ) Bey’e söyledikleri anlamlıdır: “Öyle zannediyorum ki Türkiye’nin İran Azerbaycan’ında gözü vardır. Burasını almak ister. Azerbaycan halkı Türk’tür. Türkiye bunu ihmal edemez. Vakıa şimdiki Türkiye böyle bir politika gütmüyor. Mustafa Kemal Paşa çok akıllı bir zattır. Fakat kendisinden sonra Türkiye yine eski İttihat ve Terakki hükümetinin siyasetini benimseyebilir.”133

Ankara’nın Rıza Han’a bakışının iktidara el koyduğu 1921 Şubatı ile şah ilan edildiği 1925 arasındaki dönemde değişkenlik arz ettiği görülmektedir. 16/17 Ocak 1923’te Mustafa Kemal’in ünlü İzmit Mülakatında gazetecilere Rıza Han ile ilgili değerlendirmeleri ilginçtir: “İran’la resmî münasebatımız tebellür etmiş değildir. Çünkü görüldüğüne göre İran’da hâkim ve makul bir hükümet yoktur.

130

Çetinsaya, Milli Mücadele, s. 782.

131

Füsun Üstel, İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları 1912 – 1931, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, s. 131 – 132.

132

Gökhan Çetinsaya, “Türk – İran İlişkileri 1923 – 1998”, Yeni Türkiye Cumhuriyet Özel Sayısı, Eylül – Aralık 1998, S. 23 – 24, s. 1442.

133

İsmail Arar, “Atatürk’ün Günümüz Olaylarına Işık Tutan Bazı Konuşmaları”, Belleten, XLV/177, s. 16.

Şahları zannederim, Avrupa’da firarî bir haldedir. Ve İran dâhilinde vaktiyle İngilizlerin tesiriyle intihab olunmuş mebuslardan mürekkep bir meclis vardır. Ve onlara istinat eden ve fakat birbirini anlamayan insanlardan mürekkep bir heyet-i hükümet var, Harbiye nazırı olan bir Rıza Han var. Bu Rıza Han oranın adeta bir diktatörüdür. Meclise karşı, diğer rüfekasına ve memlekete karşı bütün mânâsıyla bir diktatördür. Bu adamın bir takım gayeleri mevcuttur. İyi bir meclis yapabilmek için, iyi bir hükümet vücuda getirmek ve İngilizleri memleketten teb’id etmek istiyor fakat görüldüğüne göre, o da şahsi olarak, yani ben ve ben idame edeceğim diyen bir dimağdır. Ne dereceye kadar muvaffak olacağı da belli değildir. İran’ın bizim ile sıkı ve samimî münasebeti diyebilirim ki, bu Rıza Han vasıtasıyladır.”134

1923 yılında her ne kadar İran’da Kaçar hanedanı iktidarda ise de fiilî kuvvetin Rıza Han’da bulunduğunu ve onun da koyu bir İran milliyetçisi olduğunu Türk makamları bilmekteydi. Bu, İsmet Paşa’nın 31 Aralık 1923 tarihli bir talimatında da görülmektedir: “Hudut haricinde bir politika hiçbir yerde ve bittabi Kafkasya ve İran’da takip etmekte değiliz. İran şimdilik bize mütemayil olan vezirin (Rıza Han) elindedir. Bu adam koyu nasyonalist ve askerî kuvvetlerini bir an evvel düzenlemeye istekli ve başarılı olduğundan aleyhimize bir siyasete vasıta olmasını düşünmüyorum. İran’ın hareketi bu nokta-i nazardan takip edilmelidir.”135

Ankara’nın politikası, dönemin askerî belgelerinde, “İran’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü sağlamak için manevî yardımda bulunmak” olarak tanımlanıyordu. Ancak, İran’ın o günlerde Türkiye’ye eğilimli görünmesine rağmen Harbiye Nazırı Rıza Han’ın koyu milliyetçi oluşu, askerî kuvvetlerini tensike hevesli görünüşü ve başarılı bir adam oluşu dolayısıyla, aleyhte bir siyasete vasıta olur ihtimaline karşı İran’ın harekâtını yakından izlemek zorunda kalınırken136, sonuç itibariyle Türkiye İran’ın parçalanmasından duyduğu endişe ile Rıza Han’a olumlu yaklaşmayı tercih etmiştir:

134

Mustafa Kemal, Eskişehir – İzmit, s. 100.

135

Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1997, s. 163.

136

“Gelecekte beklenen daha büyük tehlikeye meydan vermemek için İran ile dostluk ilişkileri arayıp kurmakta fayda vardı. Zira İran Devletinde ırk birliği yoktu. Buna karşılık kuzey ve güneyden gelen tazyiklerin ve Türkiye’de meydana gelen olayların bıraktığı etkilerle çeşitli ırkların milliyet hisleri, İran hükümetinin bütün ters yönde gayretine rağmen kuvvetleniyordu. Bu itibarla bir gün bu devletin parçalanacağını düşünmek mümkündü. Böyle bir durum hâsıl olduğu takdirde ise Türkler, Ruslar, İngilizler olacaktı ki, bunun doğuracağı