• Sonuç bulunamadı

DİPLOMATİK İLİŞKİLERİN KURULMASI VE TEMASLAR

SİMKO İSMAİL

III-) DİPLOMATİK İLİŞKİLERİN KURULMASI VE TEMASLAR

Ankara hükümeti ile İran arasında Millî Mücadele’den sonra diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Ama bu hiç de kolay olmamıştır. Diplomatik ilişkilerin kurulmasında neler zorluk çıkardı? Başka bir ifade ile diplomatik ilişkilerin kurulmasında ne gibi unsurlar rol onamıştır? Diye sorduğumuzda, iki unsurun ön plana çıktığını görürüz. Bunlardan birisi Simko İsmail Ağa olayı diğeri de İran’ın Ankara hükümetini tanımasından önce tanımak istememesiyle ilgili işi yokuşa sürmesi idi. İlk olarak Simko olayını izah edecek olursak; Türkiye’nin Simko’dan desteğini çekmesinden sonra iki ülke arasında diplomatik yakınlaşma başladığı görülür. Bunun üzerine de 22 Haziran 1922’de İran, Anadolu hükümetini tanımış

62

Atatürk’ün Bütün Eserleri, XIII (1922), Kaynak Yayınları, İstanbul 2004, s. 217.

63

Ahmet Hulki Saral, Türk İstiklâl Harbi, IV, Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi, Ankara 1966, s. 276 ve Suat Akgül – Sahir Uzel, Musul – Kerkük Harekâtı, Berikan Yayınları, Ankara 2001, s. 19.

64

ve daha önceden olağanüstü elçi sıfatıyla gönderdiği ve halen Ankara’ya ulaşmamış olan elçiyi daimî elçiliğe çevirerek diplomatik ilişki tesis etmiştir. 23 Haziran 1922’de Mümtazü’d-Devle başkanlığında İran Elçilik heyeti Ankara’ya ulaşmıştır. Mümtazüddevle Heyeti daha Ankara’da beklenirken Mustafa Kemal, 1 Mart 1922’de T.B.M.M.’ni açış konuşmasında, heyete atfedilen önemi belirtir: “İran Hükümet-i İslâmiyesi ile de cargür bulunan münasebat-ı hasene-i hemcivariyi takviye nuhbe-i amalimizdir. İran devlet-i fahimesi tarafından Ankara’ya bir sefinin izam edilmiş olduğunu haber aldık. Sefirin vürûdunda tahkim-i revabıta matuf bilcümle tedabirin tarafımızdan dahi ittihaz olunacağı şüphesizdir.”65 Heyet, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Ankara’daki bütün yabancı elçilik mensuplarınca Ankara kapısında törenle karşılanmıştır.66

Parlak bir törenle karşılanan Mümtazüddevle, verdiği demeçte: “Her iki ülke arasındaki kardeşlik bağlarının son zamanlarda daha güçlü bir hale geldiğini bundan böyle her iki milletin felaket ve mutluluklarını karşılıklı olarak birlikte paylaşacakları”nı söylüyordu.67 İran heyetine elçilik olarak Ankara’nın Mukaddem Mahallesinde 5–6 odalı bir bina bulunabilir. İstasyondan Samanpazarı’na gelen yol üzerinde bulunan bina Mukaddem Camii’nin karşısında idi.68

İran, Ankara hükümetiyle ilişkilerini elçilik düzeyine yükseltirken, İstanbul hükümetiyle olan ilişkilerini de kesmemiş ve elçilik statüsünü korumuştur. Mümtazüddevle Ankara’ya gelmeden önce, 2 Nisan 1922’de, İran’ın İstanbul Elçiliğine atanmış olan Roma Elçisi Mirza İshak Han’ın kabulü ile ilgili Padişah iradesi yayınlandı ve Mirza Han, 23 Mayıs 1922 günü Padişah Vahideddin tarafından kabul ile resmen görevine başladı.69 Öte yandan Ankara hükümeti de Tahran’da TBMM hükümetinin atadığı bir kişinin bulunması noktasında çok titizdir. 1923 Ocak’ta İstanbul hükümeti tarafından Tahran Sefaretine tayin edilen

65

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, TTK Yayınları, Ankara 1997, s. 249.

66

Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, IV, AKDTYK TTK Yay., Ankara. 1996, s. 491.

67

Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, II, TTK Yay., Ankara 1991, s. 232.

68

Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK Yay., Ankara 1991, s. 192.

69

Reşit Bey ve arkadaşlarının Tahran’a gitmesi Ankara hükümetince engellenmiş ve bir süre Trabzon’da ikamet ettirildikten sonra kendisine İstanbul’a dönme konusunda serbest olduğu bildirilmiştir.70 Mustafa Kemal, 5 Temmuz’da itimatnamesini sunan Mümtazuddevle İsmail Han’ı kabulünde iki ülke ilişkilerine verdiği önemi şu sözlerle ifade etmiştir:

“İran Devletinin ve İran halkının ihsasat-ı samimesini TBMM hükümetine ve Türkiye halkına ibla etmek ve mevahib–i ilahiyeden olan uhuvvet-i İslamiye esas-ı kadiminin te’yid-i tahatturiyle dindaş ve hemcivar devlet ve milletlerimiz arasındaki vahdet ve muhaseleti tezyit ve teşyit etmek maksadıyla İran Devlet-i Aliyesi tarafından zat-ı aileleri gibi kifayet ve liyakati müsellem olan bir zatın Türkiye Devleti nezdinde fevkalade sefir olarak gönderilmiş olması, Türkiye halkı hakikî ve yegâne mümessili olan Büyük Millet Meclisinin mucib-i mahzuziyet-i azimesi olmuştur…

Memleketimize ayak bastığınız günden beri halkımız tarafından temsil buyurduğunuz İran milletine karşı gösterilen tezahürat-ı dostane ve uhuvvetkâranenin berdevam olacağına ve iki Müslüman devletin tezyit ve teşyid-i muhalesat ve vahdetine müteveccih vezaif-i sefiranenizin ifasında Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından her türlü muavenet ve teshilat ihrazına müsarerat olunacağına katiyen kanaat buyurabilirsiniz.

Sefir Hazretleri, hemen Cenab-ı Hak hemhal ve hemdest olan bilcümle akvam-ı İslamiyeyi habl-ı metin-i uhuvvete bihakkın i’tisamla nail-i fevz-i necat mazhar-ı refah ve saadet eylesin.”71

7 Temmuz 1922 gecesi Rus sefiri Aralof’un İran sefiri onuruna Ankara’da verdiği davette Mustafa Kemal, İmparatorluk döneminde Türk - İran ilişkilerinin hiçbir zaman samimî bir havaya girememiş olmasını iki ülkenin başında bulunanların tutumu ile izah eder:

“Hemdert olanlar yekdiğerini arar ve bulurlar. Aynı samimîyetle mütehassis olan arkadaşlar aynı samimîyetle mütehassıs olan milletlerin mümessili olarak epey zamandan beri burada bulunuyorlardı. İçimizde hakikaten büyük bir boşluk vardı: O da İran milletinin mümessilinden mahrumiyeti. Efendiler, İran Devlet-i Aliyesi, İran millet-i muhteremesi hakikaten şark muvazene-i umumiyesinde fevkalade haiz-i ehemmiyet bir kitledir.

Şimdiye kadar Türkiye halkı ile İran halkı, hakikî ve candan temasa mazhar olmamıştı. Çünkü başlarında öyle adamlar bulunmuştur ki, onlar buna mani idi. Fakat ben yakinen bilirim ki; İran milliyetperverleri pek mukaddes bir

70

Cin, s. 50.

71

Azmi Süslü, “Millî Mücadele Dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Türk – İran İlişkileri”, Azerbaycan Birinci Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, İmran Baba (Yay. Hazl.),AYK Atatürk Kültür Merkezi Yay.,Ankara 2002, s. 70 – 71.

arzu için asırlarca uğraşmış, fevkalade kahraman bir millettir. Eğer İranlılar bütün mânâ ve şümulü ile muvaffak olamamışlarsa, bittabi kabahat kendilerinde, mesailerinde değildir… Şimdiye kadar Devlet-i Aliye-i Osmaniye unvanı altındaki imparatorluk ile Devlet-i Aliye-i İraniye arasındaki münasebetlerin, İranlıların ve Türkiye halkının ciddi temayüllerine mutabık tecelli edememiş olduğunu itiraf etmek lazımdır. Fakat bugün İranlı kardeşlerimiz emin olabilirler ki, Türkiye’nin başında bulunanlar aynı adamlar değildirler.

Mümtazüddevle hazretlerinin temsil ettiği İran millet ve devleti, hakikî temas noktasını bulmuştur. Bunun tecellisi pek feyizli alacaktır. Bu feyizden yalnız Türkiye ve İran değil, bütün şart milletleri müstefiz olacaktır.”72

14 Temmuz 1922’de Azerbaycan Büyükelçisi Abilof tarafından yine Mümtazüddevle onuruna verilen ziyafetle Mustafa Kemal şunları söyler: “İran devlet-i aliyesi, İstanbul’da bir sefir bulundururken Ankara’ya da Mümtazüddevle Hazretlerini memur etmekle cihanda hâsıl olan intibaha iştirakini göstermiş olmaktadır. Bizim için İran hükümetinin sefir-i hakikîsi Mümtazüddevle Hazretleridir. Bu itibarla artık İstanbul’da bulunan sefirin sıfat ve salahiyetinin keenlemyekün olduğuna şüphe etmemek lazımdır. İran’a gerek şimalden, gerek cenubdan artık ecnebi tesir ve nüfuzunun gelmemekte olduğunu İran’ın muhterem mümessilinin ağzından işitmiş olmakla fevkalade bahtiyarım.”73

Büyük zaferin kazanılması üzerine İran Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Kavamüssaltana Mirza Ahmet Han, 13 Eylül 1922’de Türk Hariciyesine bir kutlama telgrafı göndererek, Türk zaferinin İran’da olağanüstü sevinç ve mutluluk yarattığını bildirir.74 Harbiye Nazırı Rıza Han’ın yaveri Amiral Salar Nizam Han başkanlığındaki bir İran heyeti de 22 Ekim’de zaferi kutlamak için Ankara’ya gelir. 2 Kasım’da Mustafa Kemal’i ziyaret eden heyet, kendisine İran Hükümetinin zaferi hediyesi olarak gönderdiği halı ve Kur’an-ı Kerim’i sunarlar.75 Salar Nizam’ın ziyaretini Mustafa Kemal şöyle yorumlar:

“Rıza Han bana yaverini göndermiştir. Rıza Han’ın yaveri vaktiyle İstanbul’da tahsil etmiş, akıllı bir adamdır. Onunla bazı mahrem muhavereler yaptık, fakat

72

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (4. Baskı), Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1989, s. 43 – 45.

73

Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997, s. 150 – 151.

74

Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, IV, s. 686.

75

görüldüğüne nazaran onlar bizden istifade te’minine matuf bir hareket takip ediyorlar. Biz onlara top verelim, cephane verelim vesair yardımlar yapalım. Buna mukabil her emrimize amade olarak ve icab ederse, Irak harekâtını yapmak için hemen hareket edeceğini söylüyor.”76

İran basınında çıkan yazılarda da Türk zaferinden duyulan sevinç ifade edilmiştir:

“Bugün İslam dini tazelenmektedir. İslam’ın bayrağı büyük devletlerin ve milletlerin burçları üzerinde dalgalanmaktadır. Biz İranlıların bugünkü mücadelesi, sevincimizi göstermektir. Sevinelim, şâd olalım. Âlimlerimiz, büyüklerimiz zafer namazı için halkı hazırlamalı, bıkkın insanlarla dolu olan İran Meclisi, Mümtazüddevle vasıtasıyla bu şevk ve sevincimizi TBMM’ne duyurmalıdır. Bugünler, İslam’ın fetih ve zafer bayramıdır.”77

Ancak İran’da geleneksel kesim bu eğilimlerden uzak kalmış ve İran’da Türk zaferi için diğer ülkeler gibi kutlamalar yapılmamıştır.78

Rıza Han’ın yaveri Salar Nizam heyeti Ankara’ya gelmeden önce 7 Ekim 1922’de Ankara hükümeti Muhittin Paşa’yı Tahran Büyükelçisi olarak atanmıştı. Muhittin [Akyüz] Paşa 7 Şubat 1923 günü Tahran’a vardığında Kemalist Komite üyeleri ve Pan-İslamistler tarafından büyük bir törenle karşılandı. Daha II. Abdülhamit döneminden beri Tahran’da faaliyet gösteren ve I. Dünya Savaşı’nda da Osmanlı ordusuyla işbirliği yapan bu grupların liderliğini ünlü müçtehitlerden Seyyid Kâşani yapmaktaydı.79

Musul meselesi bir anlamda Türkiye, Irak, İran sınırının düzenlenmesi olduğundan İran da bu konu ile yakından ilgilenmekteydi. Türkiye’nin kaderinin görüşüldüğü toplantılara katılma isteklerinden de vazgeçmemişlerdir. Aralık 1922 ortalarında İran hükümeti hem Tahran’daki İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerine, hem de kendi elçileri vasıtasıyla bu ülkelerin dış işleri

76

Mustafa Kemal, Eskişehir – İzmit Konuşmaları 1923, Kaynak Yayınları, İstanbul 1993, s. 100.

77

Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1999, s. 241.

78

Orhan Koloğlu, Türk Çağdaşlaşması 1919 – 1938 İslama Etki İslamdan Tepki, Boyut Yayıncılık, İstanbul 1995, s. 98.

79

bakanlıklarına gönderdiği notalarla İran temsilcisinin İran’ın batı sınırı ve özellikle Kürt bölgeler ile ilgili meseleler için Lozan Konferansına kabulünü ısrarla ister.80

İran, konferansa katılma taleplerini Ağustos 1919 tarihli İran-İngiltere Anlaşması çerçevesinde, İngilizlerin 1920’de verdiği sözlere dayandırıyordu. Ancak Curzon’a göre, bu sözler tamamen farklı koşullarda verilmişti; o tarihten sonra İran’ın anlaşmayı yırtıp atması İngiltere açısından verilen sözü geçersiz kılıyordu. Ayrıca, şu anda, Sevr Antlaşması’nda öngörüldüğü gibi, bir Kürt devleti ya da Türkiye sınırlarında bir Kürt otonom eyaleti kurma meselesi de Lozan Konferansı’nın gündeminde yoktu. Sonuçta İran hükümetine İran savaşan taraflardan ya da Karadeniz’e kıyısı olan devletlerden birisi olmadığı için Lozan’a bir temsilci göndermesi için herhangi bir sebep olmadığı, ayrıca Irak ve İran arasında mevcut sınırın değiştirilmesi konusunun konferansta gündeme gelmeyeceği söylenir.81

Bu arada 16 Eylül 1922’de İran hükümetinin bölge komutanı Amanullah Han, Revandüz’de bulunan Özdemir Bey’e bir yazı yazarak, daha önce değinildiği üzere, Türkiye topraklarına giren Simko’nun yakalanarak etkisiz hale getirilmesini ister. İran’a göre Simko her iki ülkenin zararına çalışmaktadır.82 Türkiye ise Simko’nun İngiltere tarafından Irak’a gönderildiğini ve Irak’taki Türk kuvvetlerine karşı mücadele ettiğini, daha sonra güneye inerek burada İran ve Türkiye aleyhine faaliyette bulunacağını düşünüyordu. Bu yüzden Simko sorununu halletmek için Doğu Cephesi Komutanlığı’nı görevlendirmiş ve bu komutanlık da 8. Fırka’yı Simko üzerine göndermiştir. Cephe Komutanı Kazım Paşa Simko’ya telgraf çekerek görüşme talebinde bulunmuş ancak Simko, Irak’a kaçma teşebbüsü sırasında 8. Fırka ile girdiği çatışmada yenilgiye uğrayarak ağır zayiat vermiştir. Kazım Karabekir 24 Eylül 1922’de Özdemir Bey’e çektiği telgrafta Simko meselesinin tamamen bittiğini bildirmiştir.83

80

Çetinsaya, Milli Mücadele, s. 793.

81

A.g.m.., s. 794.

82

Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, IV, s. 677

83

Saltanatın kaldırılmasından sonra 22 Aralık 1922 tarihli bir telgraf ile İran Hariciye Nazırı Kavamü’s-Saltana Mustafa Kemal’den, İstanbul’da görev yapmış olan İran Büyükelçisi Mutahhamü’d-Devle’nin bu sefer Ankara’da Osmanlı Hükümeti nezdinde büyükelçi olarak kabulünü ister. Ancak telgrafta Osmanlı Hükümetinden söz edilmesi ve telgrafın Başvekil Rauf Bey’e gönderilmesi gerekirken doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya gönderilmesi Ankara’yı rahatsız eder. Söz konusu telgrafa Başvekil Rauf Bey imzasıyla cevap verilerek, Büyükelçi Mufahhamüddevle’nin TBMM Hükümeti nezdinde akredite edilmesi istenir ve böylece büyükelçinin iki hükümet arasında başlatacağı ilişkilerin yüzlerce yıllık Türk-İran dostluğunu pekiştireceği umudu dile getirilir.84

Ancak İran tarafından yaklaşık altıay boyunca herhangi bir hareket gelmez. Tahran’a elçi olarak gönderilen Muhittin Paşa Şah’a güven mektubunu sunarak 22 Şubat 1923’te Tahran’da resmen göreve başlar. Şah’a itimatnamesini sunan Muhittin Paşa bu vesileyle yapılan tören sırasında şu konuşmayı yapar;

“İki Devlet-i muazzama-i İslâmiye beyninde minelkadim cayigir olan münasebat ve revabıt-ı dostanenin teyid ve teşyidi emel-i halisanesiyle TBMM Hükümet-i canibinden nezd-i şahanelerine sefir-i kebir sıfatıyla izan kılındım. Zat-ı mülükanelerinin perverde buyurdukları hissiyat-ı muazzeze-yi İslâmiye ve milliye hasebiyle hükümet-i milliyemin tevdi eylediği vazifeyi kudsiyenin ifasında taraf-ı haşmetânelerinden ve hükümet-i seniyelerinden her türlü muavenete mazhar olacağımı ümit eylemekteyim. Türkiye’nin en muazzam İslâm komşusu bulunan Devlet-i Aliye-i İraniye’nin bitevfik-i teali suret-i daimede nail-i saadet ve şevket olması temenniyat-ı kalbiyesini tekrar ile TBMM’nin Reis-i Muhteremi Başkumandan Gazi Müşir Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin hissiyat-ı ihtiramkâranelerini huzur-u Şehinşahiye arz ve takdim ile kesb-i şeref ve mefharet eylerim.” 85

Ahmed Şah’ın Muhittin Paşa’ya cevabı ise şöyledir:

“Meveddetâmiz beyanatınız nihayet derecede mucib-i memnuniyet oldu. Ümid ederim ki İran ile temsil-i âlinizi haiz bulunan devlet-i muazzama beyninde eskiden beri mevcut alan hüsn-i münasebet ve mücaveret ve diyanet alakasını hüsn-i kifayetiniz ve kâr-ı aşinalığınız hasebiyle her cihetle teyid ve tevsi eder. İki İslâm hükümeti arasında revabıtın tezyid ve teşyidine nihayet derecede müştakım. Bu cihetle memur bulunduğunuz vezaifin muvaffakiyetle neticelenmesine matuf her türlü müsadatın ibrazı için kendi hükümetime talimat-ı

84

Bilal Şimşir, Atatürk Dönemi –İncelemeler-, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2006, s. 106.

85

lazime veriyorum. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin izhar buyurdukları hissiyat-ı samimaneden dolayı minnettarım.”86

Yine Muhittin Paşa bu kabul töreninde yaşadıklarını Hariciye Vekâletine gönderdiği 22 Şubat 1923 tarihli raporunda şöyle anlatır: “Şah’ın konuşmasından sonra sefaret heyetini şaha takdim ettim. Takdim merasiminden sonra şah Türkçe olarak hatırımı ve Tahran’dan memnun olup olmadığımı sordu. Daha sonra kendisinin Türk olduğunu fakat Azerbaycan şivesi ile konuştuğunu söyledi. Pek samimî bir ortamda geçen görüşmeden sonra şahın huzurundan ayrıldım ve aynı alay ile sefarete geldim.”87

Muhittin Paşa’nın İran’a elçi olarak atanmasından sonra İran hükümeti Trabzon ve Adapazarı’nda konsolosluk açma girişiminde bulunmuştur. Ancak İran’ın bu isteği, Ankara tarafından tam olarak karşılanamamış ve İran hükümetine sadece Trabzon’da konsolos bulundurma hakkı tanınmıştır.88

Daha önce de değinildiği üzere, İstanbul’daki elçisini Ankara’da görevlendirilmek istediğini 22 Aralık’ta Ankara’ya ileten İran hükümeti aradan geçen zaman zarfında hareketsiz kalmıştı. Ahmed Şah, 25 Haziran 1923’te Tahran’daki İngiliz Büyükelçisi Percy Loraine’e akıl danışır: “Kemalist hükümetin İstanbul’daki İran Büyükelçisinin TBMM nezdine atanması ve güven mektubunu Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya sunması için çok baskı yaptığını, baskılara üç aydır dayandıklarını” söyleyen Şah; tanınmış bir şekli olmayan ve tanınmamış olan bir hükümet nezdinde büyükelçi atamaya şahsen hiç taraftar olmamakla birlikte artık daha fazla direnemeyeceklerini de sözlerine ekler.89 Bu sırada İstanbul’daki İran Büyükelçisi güven mektubunun gecikmesini Tahran’daki bazı “süfera-i ecnebiye’nin şah nezdinde icra-i tesir etmiş olduklarına” atfetmekteydi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının 23 Ağustos’ta TBMM tarafından onaylanmasından sonra Mufahhamüddevle İshak Han, güven mektubunu Mustafa Kemal’e sunmak üzere 26 Ağustos 1923 tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya gelir.

86

Şimşir, Devlet Başkanları, s. 418.

87

Gös. yer.

88

Cin, s. 52.

89

Büyükelçi itimatnamesini Hariciye Vekili İsmet Paşa’ya gösterir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine;

Ahass-ı âmâl ve eşref-ı makasid-i saminiyye-i mülükanemizden olarak İran ve Osmanlı devleteyn-i aliyyeyni beyinde minelkadim mevcut olan dostluk erkanının teşyidi ve münabebat-ı hasene-i hoşbahtanenin istihkamı için sahib-i kifâyet ve kârdan ricalimizden ve Devlet-i Aliyyemizce imtiyazat-ı aliyyeyi haiz bulunan Prens Mutahhamü’d-Devle’yi Devlet-i Aliye derbârini Sefir-i Kebir olarak memur eyledim. Makâsid-i kalbiyemize muvafık meveddet ve ittihadın teşyid mebanisinde kâfi surette bezl-i mesai eyleye. Ümitvarım ki, Devlet-i Aliye canib-ı aliyesince dahi mumaileyhin teshil-i mesai babında beyneddevleteyn revabıt-ı vidadiyi tezyid ve tekmil edecek surette ifa buyurula.”90

TBMM Hükümeti Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine hitaben yazılan itimatname metninde Devlet-i Osmaniye’den bahsedilmesi Hariciye Vekili İsmet Paşa’nın tepkisini çeker. 28 Ağustos’ta Tahran Büyükelçiliğine durumu anlatır:

“İtimatname diye verilmek istenilen bu varakadan Türkiye Devletini ve yeni şekl-i hükümetimizi tanımamak istediklerini anladık. Bâlâsında Büyük Millet Meclisi Hükümeti denilmiş idi. Elkab yok idi. Derununda Osmanlı Devletinden bahsolunuyordu. Sefirin Devlet-i Aliye nezdinde memur edildiği söyleniyor ve mesaisinin Devlet-i Aliye canibinden teshil olunması isteniyordu. Reis-i Hükümet tabiri icra vekilleri riyasetine delalet eder. Osmanlı Devleti bugün yoktur. Sefir TBMM Reisi nezdine izam olunur ve mesaisi Türkiye Devleti tarafından teshil olunabilir. Osmanlı Devletiyle mevcut dostluk ve münasebetten bahseden, Reis-i Hükümete gönderilen, Devlet-i Aliye nezdinde sefir gönderildiğinden bahseden ve bittabi Türkiye Devletinin vücudundan ve şeklinden an-kasden terafül eden bir itimatname bizim nazarımızda mevcut olamazdı.”91

Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna kabul edilmeyen büyükelçi Ankara’dan ayrılmadan önce 30 Ağustos 1923 tarihli özel mektubunda İsmet Paşaya “Nasıl bir itimatname arzu ettiğiniz bize önceden söylenseydi, mektup ona göre kaleme alınırdı ve bu can sıkıntılarıyla karşılaşmazdık” derken İsmet Paşa büyükelçiye cevabında; itimatnamenin devlet başkanına yazılması gerekirken hükümet

90

Şimşir, Atatürk Dönemi, s. 108

91

başkanına yazılmış ve kendisinin Türkiye Devleti nezdinde değil de Osmanlı Devleti nezdine atanmış olduğu görüşünü tekrarlamıştır.92

Yeni Türk Devleti ile İran arasında diplomatik ilişkiler kurulurken yaşanan bu kriz ancak 17 Kasım 1924’te İran Büyükelçisi Mirza Sadık Tabatabai’nin resmen kabulüyle aşılır. Bu münasebetle yapılan törende Mustafa Kemal Paşa; “Şah Hazretleri tarafından nezdime Büyükelçi tayin buyurulduğunu bildiren mektubu memnuniyetle teslim alıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Türk milleti hakkında gösterdiğiniz samimî hislerden ve kalbî alakadan pek ziyade mütehassis oldum. Türkiye’de büyükelçiliğe tayininize saik olan yüce maksatların hayata geçmesi hususunda sarf eyleyeceğiniz mesai ve çabaların her iki millet ve memleketin siyasî ve iktisadi münasebetleri için pek faydalı semereler vermesini samimiyetle temenni ederim. Bu hususta gerek Cumhuriyet Hükümeti tarafından ve gerekse tarafımdan tam desteğe mazhar olacağınızı da temenni eder ve zat-ı âli sefiranelerine halisâne hoş geldiniz derim.”93

Lozan Antlaşmasının imzalanması dünyanın her yerinde olduğu gibi İran’da da TBMM’nin en büyük zaferi olarak kabul edilmiş94, bu antlaşma dolayısıyla İran ile Türkiye arasında karşılıklı tebrik ve teşekkür telgrafları teati edilerek Rıza Han Mustafa Kemal’e gönderdiği 6 Eylül 1923 tarihli telgraf ile bu şerefli barıştan dolayı kendisini tebrik etmiştir.95

Sonuç olarak İran’ın diplomatik ilişki öncesi iki kaygısı vardır, bunlar bir şekilde Türkiye tarafından giderilmiştir: Birincisi, Ankara’nın Simko İsmail Ağa’yı desteklemesindeki amacının kendisine yönelik olmadığını İran anlamıştır. İkinicisi henüz batılı devletlerin tanımadığı bir devleti İran tanımakta acele etmek istememektedir. Bunun için diplomatik yazışmalarda bilerek hatalar yapmış, İngiltere’ye ne yapacakları konusunda danışmalarda bulunmuştur. Sonunda uluslar

92

Şimşir, Atatürk Dönemi, s. 109.