• Sonuç bulunamadı

SINIR SORUNLARI VE ÇÖZÜMÜ

II-) III AĞRI İSYAN

1930 yılında bölge, büyük bir hareketliliğe sahne olur. 16 Nisan 1930’da İran Saray Nazırı Timurtaş, İngiliz Büyükelçisine, İran hükümetinin Türkiye’deki Kürt

269

Orhangazi Ertekin, “Şah Rıza Pehlevi’nin Türkiye Ziyareti”, Toplumsal Tarih, S. 150, İstanbul 2006, s. 57.

270

Akdevelioğlu - Kürkçüoğlu, Orta Doğu, s. 360.

271

BCA: 03010–24767326.

272

hareketinden kaygı duyduğunu, Irak’taki bazı İngiliz memurlarının bağımsız Kürdistan fikrine sempati beslemelerinden ülkesinin şikâyetçi olduğunu bildirir ve Türk basınında yer alan Albay Lawrence’ın Kürtler arasında bulunduğu söylentisini aktarır. Büyükelçi, cevaben, Lawrence hakkında Batı ve Orta Asya’da şüyu bulan benzer söylentileri dinlemekten bıktığını, Irak’taki İngiliz memurlarının bir Pan-Kürtçü harekete sempatiyle baktıklarına inanmadığını söyler.273 İran, aynı dönemde, İngilizlerin Irak’ta Kürtlere özerklik tanımak veya Irak’ı Kürt hareketinin merkezi haline getirip komşu ülkelere zarar vermek istediğinden, bu yolda Kürt milliyetçilerine pasaport verdiğinden kuşkulanmaktadır.274 Mayıs 1930’da Albay Lawrence’ın Ağrı civarında görüldüğü rivayeti, özellikle, bölgedeki Türk yöneticiler tarafından neredeyse kesinlik kazanmış olarak kabul edilir.275 Basın, Lawrence hakkındaki dedikoduların şüpheli olarak kabul edilmemesi gerektiğini yazar.276 III. Ağrı isyanı sırasında, İngiltere’nin Tebriz’deki Başkonsolosu Stanhope Palmer’dan Londra’ya Dışişleri Bakanlığında Sir Clive’a gönderilen 11 Ağustos 1930 gün ve 145 sayılı gizli raporda, ünlü İngiliz casusu Albay Lawrence’ın Kürtlere yardım ettiği bildiriliyordu.277 Sovyet basınında çıkan haber ve yorumlarda ise, Sovyetlerin Türkiye-İran ilişkilerini bozmak istedikleri yolundaki iddiaların asılsız olduğu, mahut Lawrence’ın da Irak’ta ve İran’da dolaştığı, Kürt ayaklanmasının İngiliz emperyalizminin çıkarlarına uygun olduğu, Türkiye’yi zayıflatmak ve Türkiye- İran ilişkilerini bozmak amacı güdüldüğü iddia edilir.278 Bu arada Rusya’daki Ermeniler de İran’a göç etmeye başlarlar.

1929 yılında başta Ağrı olmak üzere Doğu ve Güneydoğuda isyan hareketlerinin devam etmesi, İran ile ilişkilerin normalleşmesine izin vermemekte, Türk tarafının sınır değişikliği talepleri hala gündemde tutulmaktaydı.

273

Şimşir, İngiliz Belgeleriyle, s. 151.

274 A.g.e., s. 152. 275 A.g.e., s. 178. 276 BCA: 03010–835495 (EK–4). 277 Sarınay, s. 226. 278 A.g.m., s. 215 – 216.

22 Mayıs 1929 tarihinde patlak veren, Silyan aşireti reisi Ali Resul’ün çıkardığı ayaklanma 3 Ağustos 1929’da bastırılmıştır. Siirt’in Eruh ilçesi Lido nahiyesinde isyan eden Zilan ve Bekiran aşiretlerine karşı yürütülen harekât sonrası isyancılar yenilirken 3 Ağustos 1929’da isyanın liderleri İran’a kaçarlar. Yine Ağrı Dağı çevresinde yaşayan aslen İranlı olan ve yaz aylarında sınırı geçerek Türk Devletinin kendisine yaylalarından faydalanma imkânı verdiği, Aladağ bölgesinde şekavet olayları çıkaran Şeyh Abdülkadir, diğer yandan Kotanlı ve Sakanlı aşiretleri arasındaki düşmanlığı körüklemeye başlar.279 Abdülkadir’i etkisiz hale getirmek isteyen güvenlik kuvvetleri, ondan aşiretinin silahlarını teslim etmesini ister. Ret cevabı üzerine, 20 Eylül’de başlayan Tendürük Harekâtı Şeyh Abdülkadir ve yakınlarının İran’a kaçması üzerine 27 Eylül 1929’da sona erer.280 20 Mayıs 1930’da Midyat-Savur bölgesindeki olaylar, 9 Haziran 1930’da Kemoslu Halit, Seyit Han ve Alican çetelerinin yakalanması ile sona ermiştir.281 Hemen arkasından 20 Haziran 1930’da yüz kadar Kürt atlısı, İran sınırını geçip Hayderan aşiretiyle birleşerek Zilan yöresindeki köylere yayılıp ayaklanma başlatırlar.282 Kör Hüseyin ve Emin Paşa oğullarının çıkardıkları bu isyan ise aynı yılın Eylül ayanda bastırılmıştır.283 Ayrıca Irak’taki Şeyh Barzani’nin Molla Hüseyin Şerif idaresinde beş yüz kişilik bir grubu, Irak sınırını aşarak Oramar (Bugünkü Dağlıca)’ın on beş kilometre doğusundaki Şat Dağı’na sevk etmesi284 devletin Oramar bölgesine kuvvet sevk etmesine sebep olmuş ve 16 Temmuz’da başlayan harekât, 10 Ekim 1930’da sona ermiştir. Bunun üzerine Molla Hüseyin Şerif çetesi tekrar Irak’a sığınmak zorunda kalmıştır.285 Aynı zamanda Hoybun - Taşnak ittifakında önem verildiği vurgulanan Dersim bölgesinde de Koçgirili Alişir, Hoybun bildirilerini aşiretler arasında yayarak, bu bölgelerin de Ağrı İsyanına destek sağlamasına zemin hazırlamıştır. “Sonuçta, Dersim aşiretleri üzerinde dini bir otoriteye sahip olan Seyyid Rıza, devlet yetkililerine karşı

279

Çay, s. 341.

280

Rafet Ballı, Kürt Dosyası, Cem Yayınevi, İstanbul 1991, s. 64.

281

Hallı, s. 271.

282

Kemal Süphandağ, Ağrı Direnişi ve Haydaranlılar, Fırat Yayınları, İstanbul 2001, s. 191.

283

Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, II, s. 47 – 68.

284

BCA: 03010–8354919 (EK–6).

285

direnişe geçmiş, Ağrı bölgesinden oraya da kuvvet kaydırılmak zorunda kılınmıştır.”286

Aslında yukarıda anlatıan çeşitli Kürt ayaklanma girişimleri ileride çıkarılacak III. Ağrı isyanını desteklemek amacındaydı. Böylece devletin dikkati başka yörelere çekilecek ve Ağrı’daki isyana devletin daha az asker sevkedilmesine yol açacaktı. Süphanlı, Haydaranlı, Milanlı, Hasenanlı, Zirkanlı, Cibranlı ve Makurlu aşiretlerinin katıldıkları Ağrı isyanının lider kadrosunu İbrahim Huske Telli, İhsan Nuri ve Ermeni Zilan oluşturmakta idi. Aşiret mensubu asilerin yanında Ermeni ve Nasturi çeteleri de yer alırken, asilerin silah ihtiyaçları Rusya ve İran tarafından karşılanmıştır. Bunların yanısıra; İngilizler, cephane imali ve silah onarımı için asilere teçhizat yardımı yapmış, Ermeniler de haberleşme araçları yanında sıhhî araç-gereç sağlamışlardır.287 28 Haziran 1930 günü Tahran’dan İngiliz Askerî Ataşesi R. Dodd, Londra’ya Ermeni Ruben Paşa’nın İngiliz Büyükelçiliğine başvurarak Kürtler için silah istediği haberini verir.288 Ruben, Rıza Şah’tan da destek görmüştür.289 Bir diğer görüşe göre, İngilizlerin Ağrı isyanlarına açık desteğiyle birlikte, İtalya, Suriye ve Yunanistan da asilerin silah ve para ihtiyaçlarını karşılamıştır.290

Ağrı İsyanı’nın doruk noktasına ulaştığı 1930 Ağustosunda, Hoybun Cemiyeti Kahire’de yayınlana El-Ahrar gazetesinde bir beyanname yayınlamıştır. Bu beyannamede, Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra birçok Kürt liderinin Türkiye’den kaçarak Irak, İran ve Suriye’ye sığındıkları ve buralardaki bölgesel yönetimlerce siyasî mülteci olarak kabul edildikleri vurgulanmış ve geri kalanların da Celali aşiretinin yaşadığı Ağrı Dağı civarına çekilerek orada toplandıkları belirtilmiştir. Daha sonra, Türkiye’deki siyasî Kürtçülerle Suriye, Irak ve İran’dakilerin anlaşarak bir Pan-Kürt Genel Kongresi toplayarak Hoybun Cemiyeti’ni kurdukları

286 Sarınay, s. 229. 287 Çay, s. 342. 288

Şimşir, İngiliz Belgeleriyle, s. 183.

289

Hayri Başbuğ, s. 60.

290

Esra Değerli Sarıkoyuncu, “Ağrı İsyanlarında Yabancı Parmağı (1926–1930)”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 22, Aralık 2008, s. 15.

ve Cemiyet’in amacının mümkün olabilecek her yolun denenmesiyle Kürdistan’ın bağımsızlığını sağlamak olduğu ifade edilmiştir.291

Hoybun Cemiyeti ve Ermenilerin Suriye’nin kuzeyindeki faaliyetleri Türkiye’nin dikkatini çekmiş ve Fransızlar tarafından sınır bölgesine yerleştirilen yaklaşık yetmiş bin civarındaki Ermeni’nin sınırdan uzaklaştırılmasını Türkiye1930 yılında Fransa’dan resmen talep etmiştir. Fransa bu talebe olumlu cevap vermediği gibi Hatay meselesine paralel olarak bu tür faaliyetleri desteklemeye devam etmiştir. Türk resmî makamlarınca; Fransızların Ağrı, Barzan, Mutki ve Cizre bölgelerindeki iyanlarda kullanılacak silah ve cephanenin alınması için Taşnakların Hoybun Cemiyeti içindeki temsilcisi Vahan Papazyan’a on milyon Frank verdikleri; ayrıca Fransızların bundaki amaçlarının Hoybun Cemiyeti etrafındaki Ermeni, Süryani ve Kürtleri kendilerine bağlayarak Cezire bölgesinde bir Hristiyan çoğunluk yaratmak olduğu; böylece burayı kendihakimiyeti altına alarak Türkiye ile Suriye arasında tampon bir devlet oluturmak ve kendisine bağladığı bu unsurlarıgerektiğinde Suriye’ye ya da Türkiye’ye karşı kullanmak olduğu değerlendirilmiştir.292

Bölgenin tamamen kontrol altına alınamaması sonucunda, diğer bölgelerdeki devlet karşıtı gruplar da kısa süre sonra toparlanmış ve faaliyetlerine tekrar başlamıştır. Özellikle İran’da eğitim gören grupların 1930 yılında tekrar geri dönmesi ile bu faaliyetler hız kazanmıştır. “Aynı dönemde, Ağrı’nın bağımsız Kürdistanın bir vilayeti olarak ilan edilmesi ve Celali aşireti reisi İbrahim Huske’nin Hoybun Cemiyeti tarafından ‘Ağrı Valisi’ olarak atanması, isyan teşebbüslerini hızlandırmıştır.”293 291 Sarınay, s. 227 – 228. 292 A.g.m., s. 225. 293 Köçer, s. 385.

1930 yazında şiddetlenen III. Ağrı İsyanı294, İran ile Türkiye arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirir. Çünkü görüldüğü üzere Ağrı Dağı’nda üslenen ayrılıkçı hareketler dört yıldır bastırılamadığı gibi, çevrede küçük çaplı ve eşgüdümlü benzeri ayaklanmaları ve hareketlenmeleri tetiklemekte, devleti sürekli meşgul etmekte ve bir çıbanbaşı gibi devlet yönetiminde ve kamuoyunda sürekli rahatsızlık uyandırmaktaydı. Haziran ayında yeniden başlayan isyan, gün geçtikçe büyürken, İran’ın başlangıçta takındığı yumuşak tavır nedeniyle asiler İran sınırını istedikleri gibi kullanmaktadırlar.295 12 Temmuz’da Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey, İngiltere Büyükelçisi Sir G. Clive ile görüşmesinde, silahlı çetelerin İran’dan geldiklerini, yerel İran makamlarının bunlara yardım ettiklerini söyler. Ayrıca kısır protestolarla yetinmeyerek İran’dan ya sınırlarını ciddi olarak kontrol altına almasını ya da sınırda düzeltme yapmaya razı olmasını istediklerini de ekler.296

Ağrı isyanı sırasında Kürtlerin İran topraklarından yararlanmaları, Türk basınında İran hükümetine karşı bir takım kuşkuların dile getirilmesine yol açar.297 Temmuz ayından itibaren basında İran aleyhine bir kampanya başlar. Basın, sınırdaki olaylardan İran hükümetini sorumlu tutarken, asilerin sınırı rahatça kullandıklarını; İran tarafından her türlü silah ve mühimmat desteği gördüklerini iddia ediyordu.298 İran’a karşı muntazaman gelişen bu düşmanlık ve iftira kampanyası sırasında basın, İran hükümetinin isyancılara sınırı geçmek için izin

294

16 Mayıs 1926’da görünürde basit bir eşkıyalık hadisesi üzerine I. Ağrı İsyanı başlamıştır. İsyanın bastırılması için aynı yıl yapılan iki askeri harekât istenilen sonucu vermemiş, kalıcı başarı sağlananmıştır (Genelkurmay Başkanlığı, Doğu Bölgesindeki Geçmiş İsyanlar ve Alınan Dersler, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1946, s.20.). Hoybun örgütünün 1927 yılında isyana destek vermeye başlaması ile isyan siyasî karaktere bürünür ve etki alanını genişletir. Bunun üzerine 13- 29 Eylül 1927 tarihleri arasında bölgeye yönelik yeni bir askeri harerkât gerçekleştirilmişse de isyancıların İran’a geçerek bölgeyi terk etmeleri üzerine ancak kısmî bir başarı sağlanabilmiştir. (Çağlayan Polat, 1926–1930 Ağrı İsyanları, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyon 2007, s. 59.). İsyancıların tekrar bölgede konuşlanmaya başlamaları üzerine hükümet tarafından çıkarılan Nakil ve Af Kanunları, isyancılara gönderilen nasihat mektup ve heyetleri de istenen neticeyi sağlayamamıştır. Olaylar bu şekilde gelişirken 1930 yılına gelinmiştir. Bu durumda birbirinden bağımsız üç ayrı Ağrı isyanından değil, aynı isyanın devamından bahsetmek (ve belki dönemlere ayırmak) daha doğru olacaktır. Ancak bu şekilde bir numaralandırma aslında bölgede gerçekleştirilen askerî harekâtlara ilişkin olmakla birlikte genel kabul görmüş ve kullanılagelmiştir.

295

Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, II, s. 47 – 68.

296

Şimşir, Diplomatlar, s. 99.

297

Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, , Yurt Yayınları, İstanbul 1981, s. 243.

298

verdiği suçlamasıyla kalmayarak, açıkça isyancıların İran tarafından silahlandırılıp desteklendiğini söyler.299

2 Temmuz 1930’da Cumhuriyet:

“Filhakika hükümetimiz, eşkıya yuvası haline gelen Ağrı’yı bir şehr-i sükun ve asayişi içine olacak ve son irtica unsurlarını yuvalarında nihayete erdirecektir. İran’ın hudutlara asker yığdığı da söylenmiştir. Bunu katiyetle bilmiyoruz. Yalnız az çok şayanı dikkat olan, şimdiye kadar memleketimize melanetlerini yapmaya gelen aşiretlerin hep İran’da toplanıp silahlanarak bize geçtikleri hakikatidir. Buna, komşumuz tarafından imkân verilmiş olduğunu düşünmek istememekle beraber ülkesine sahip bir devletin böyle şüpheli harekâta göz yummasına ve bilhassa müşterek hududun emniyetini suiistimale müsait ahvalde lakayt kalmasına az çok hayret ve dikkat etmek isteriz”300 derken ertesi günkü nüshasında:

“Komşumuz İran’ın; müşterek hudut emniyetini ortadan kaldırmak tehlikesini hazırlamasından, korkulan bu silahlandırma ve buna imkân vermek meselelerinde bir mesuliyet hissi alacağı hatıra gelmektedir. Nihayet İran’ın bu şakîler için her zaman kapıları açık bir teçhizat deposu mahiyetinde olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı İran resmî mehafili hükümetlerinin bu şakîleri tedip yolunda harekete geçtiğini henüz bilmemekle beraber Ağrı sırtlarında oturan ve Celali aşireti namını alan çapulcuların reislerine tenbihat ve nasihat vererek tecavüzden vazgeçtireceklerini tahmin ediyorlarmış.

Şeytana nefes etmek kabilinden olarak bu nasihatle eşkıya tenkiline aklımız ermedi. İran,i belki bundan medet umabilir, bize gelince irtica akrebinin bu son kuyruk kaldırışı karşısında ruhaniyet ve natıkadan ziyade silaha silahla mukabele ederek memleketin huzur ve asayişini iade etmek mecburiyetindeyiz”301

Diye yazmaktaydı.

4 Temmuz 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde İran’ın şakîlere açıktan açığa yardım ederek silah ve erzak verdiği iddia edilirken ,302 aynı gazetenin 5 Temmuz

299 Mesut, s. 233. 300 Cumhuriyet, 2 Temmuz 1930. 301 Cumhuriyet, 3 Temmuz 1930. 302 Cumhuriyet, 4 Temmuz 1930.

tarihli nüshasında yardım keyfiyetinin layıkıyla tespit edilmesi üzerine Büyükelçi Memduh Şevket Bey vasıtasıyla Tahran’a bir nota verildiği yazılır.303

“Ağrı Dağı’ndaki eşkıyanın İran toprağından silahlanarak memleketimize girdikleri ve İran hükümetinden her türlü yardımı gördükleri resmî bilgiyle de doğrulanmıştı. İran hükümetinin bunları tenkil ederek hududumuza saldırılarına mani olmaması, hükümet haysiyetini tehlikeye düşüreceği gibi komşuluk niyetini de bütünüyle ortadan kaldıracağı şüphesizdir. Hükümetimiz, İran nezdinde icap eden teşebbüste bulunmuştur.

Ankara’da bulunan İran Maslahatgüzarı Mehmet Sait Han, sorularımıza şu cevabı vermiştir:

<Bu mesele hakkında henüz hükümetimizden hiçbir cevap almadım. Bildiklerim gazetelerdeki neşriyattan ibarettir. Bu iş hakkında Hariciye Nazırımız ile Türkiye sefiri arasında görüşme cereyan etmektedir. Biz, Türkiye’nin dâhili asayişini ihlal edecek bu tür hareketleri müdafaa ve teşvik değil, kınarız. Tahran’da, asilerin İran’dan geldikleri hakkındaki malumat tetkik edilmektedir. Ancak, tetkikat neticesinde hüküm kabil olabilecektir. Yalnız şunu söyleyeyim ki, ben şahsen Türkiye aleyhindeki herhangi bir hareketin İran’da yer bulacağına katiyen ihtimal veremem. Bizim iyi komşuluk ilişkilerimiz hiçbir şeye benzemez.>”304

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi: “Şimdi harekâtın belirgin yönü şudur ki bu

hareket, yerli unsurlarca değil, sınırlarımız dışından silahlı eşkıya çetelerince başlatılmıştır. Türk kamuoyu, bizim topraklarımıza akınlar düzenlemek amacıyla komşu bir devletin topraklarında kalabalık çetelerin nasıl örgütlendiğini bu çetelerin, sınırı geçtikten sonra, kendi merkez örgütüyle ilişkilerini nasıl koruduğunu anlayamıyor.”305 Diye yazar. 8 Temmuz tarihli gazeteler, Ağrı’daki harekâtın askerî hazirlıklara uygun şekilde düzenlenip idare edildiğini ve gelişmekte olduğunu306 okuyucularına duyururken, Cumhuriyet Gazetesi: “Eğer İran, topraklarında silahlanan eşkıyaya kendi başına ders vermek durumunda değilse, bu durumda onun, söz konusu dersi başkalarının vermesine itiraz etmeye hakkı yoktur.”307 Diyordu.

Basın kampanyası, bu minvalde üslubunu sertleştirerek, tehdit ve tahkir dolu ifadelerle devam eder:

303 Cumhuriyet, 5 Temmuz 1930. 304 Cumhuriyet, 7 Temmuz 1930. 305

Hâkimiyet-i Milliye, 8 Temmuz 1930.

306

BCA: 03010–835492 (EK–3).

307

“Hadisede maalesef çok ağır mesuliyeti olan İran’ın vaziyetine gelince: komşuluk hukukuna fazla yer veren bir millet olmak itibariyle Tahran hükümeti bu hadiselerin mürettibidir demeyelim fakat müşevviği ve hele koruyanı olduğunu biliyoruz. Vakaların tezahüründe artık açıklığa kavuşma veya teşhis emareleri aramaya hacet yoktur. 10 – 11 Haziran’da başlayan ilk çete tecavüzlerinden sonra hakikat tamamen açıklığa kavuşmuştur. Belki her gün İran içinden kalkıp gelen aşiretler hududumuza dört-beş kilometre yakınlarda toplanıyorlar. Eğer İran, tam bir acz içinde olduğunu iddia edecekse bunu kabul etmek safdillik olur. ... Bahtiyarilerin isyanının bastırılmasının henüz bir sene olduğunu da ilave edersek, İran’ın toprağında sözü geçen bir hükümet olduğu anlaşılır. Bunları gördükten sonra Acem hükümetinin mes’uliyetten ayrı tutulması hiçbir sebep tasavvur bile edemez.

Binaenaleyh, aşiretleri kast-ı mahsusla donatarak hudutlarımıza saldırtmakta olduğu muhakkaktır. (İran) hareketi açıkça himaye ve idare ediyor.”308 “Artık İran hükümetinin eşkıyayı himayeyi tevil edecek halde bulunmadığı aşikârdır. Herhalde bu müzmin şekavet meselesi kesin biçimde halledilirken İran’la aramızda aynı derecede müzmin bir maziye sahip olan sınır düzeltme meselesinin de, hudutlarımızın emniyet ve selametini temin edecek bir neticeye bağlanabileceğini bekleyebiliriz.”309

Dâhiliye Vekâleti, Şark hadisesiyle ilgili çıkan haberler hakkında 25 Temmuz 1930’da Başvekâlete bir rapor gönderir. Gönderilen bu rapora göre, bölgedeki asilerin Irak hükümetinden yardım gördükleri ve asilere İran yoluyla Irak’tan cephane nakliyatı yapıldığı bildirilmektedir. Bu konudaki iddia basına da akseder.310 Konuyla ilgili olarak basında çıkan haberlere İran’ın Moskova elçiliği tepki göstererek, Türkiye ile İran arasında Kürdistan hadisesi dolayısıyla herhangi bir ihtilaf söz konusu olmadığı gibi Türk hükümetinin İran hükümeti’nden talep ettiği işbirliği çağrısına İran Hükümetinin olumlu yaklaştığı, iki taraf arasındaki dostane münasebatın devam ettiğini de bildirmiştir.311

Temmuz ayı sonlarıyla Ağustos ayı başlarında İran’ın işbirliğine hazır olduğu zannedilirken yine bir pürüz çıkar ve Türkiye isyanı bastırmak için İran’a ortak hareket teklifi götürür.312 28 Temmuz’da İran, isyancıları kovalayan Türk askerlerinin İran topraklarına girmesini engellemek için sınıra asker sevk ederken, Başvekil İsmet Paşa bir konuşma yaparak, Türkiye’nin meşru haklarını savunmaya

308 Cumhuriyet, 10 Temmuz 1930. 309 Cumhuriyet, 11 Temmuz 1930. 310 BCA: 03010–8354916 (EK–5). 311 BCA: 03010–24867517 (EK–8). 312

kararlı olduğunu, sınır güvenliği sağlanmadan Türkiye ile İran arasında normal bir ilişki olamayacağını söyler.313

Yunus Nadi, 31 Temmuz’daki yazısında şöyle der:

“1- Eşkıya, İran topraklarında kendilerine melce buluyorlar.

2- Bizim vatandaşlarımız olan eşkıyaya İran tabiiyetinde bulunan şakîler de iltihak etmiştir.

3- Bu defa da başları sıkışınca eşkıyanın gittikleri ve gidecekleri yer gene İran topraklarıdır. … Fakat eğer İran, eşkıyanın kendi topraklarında takip ve tedibinden aciz olduğu takdirde onların tenkil ve istihsallerinde bizimle teşrik-i mesaiyi kabulden dahi imtina ederse onun suiniyetine o zaman hükmolunabilir. Biz, İran’ın, eğer icap ediyorsa, bu kadar zaruri bir teşrik-i mesaiden imtina etmesine ihtimal vermiyoruz. Bu nokta, bütün vuzuh ve sarahati ile sabit olmadıkça İran’ı aleyhimizde yapılan şekavetlerde el altından alana kadar farz etmeye lüzum ve mahal görmeyiz. Değil yalnız İran’ı, herhangi bir hükümeti ciddiyetle kabulü takdirinde sebep-i harp olacak bu türlü maksat ve faaliyetlerle itham etmekle çok ağır davranmak lüzumunu hakkı ile takdir ederiz.”314

İsyanın genişlemesi ve İran bağlantısı nedeniyle iki ülke ilişkileri Temmuz sonu ve Ağustos başında yeniden krize girer. 1 Ağustos 1930 tarihinde Türkiye, İran’a bir nota vererek ya sınır hattının acilen değiştirilerek Ağrı Dağı’nın tamamının Türkiye’ye verilmesini ya da Türk birliklerine İran topraklarında sıcak takip hakkının verilmesini ister. Bu taleplere, İran hükümetinden cevap gelene kadar da Ağrı’da askerî harekâtlar durdurulur.315

İsyan bölgesi Küçük ve Büyük Ağrı’nın tepesiyle ve kollarıyla 960 kilometrekare genişliğinde sarp ve engebeli arazisinden oluşuyordu. Aralarında kuş uçuşu 12 km mesafe bulunan Küçük ve Büyük Ağrı’nın denizden yüksekliği sırasıyla 3396 ve 5517 metredir ve 2245 metre yükseklikteki Serdar Bulak tepesine eklenirler. O dönemde, Türkiye - İran sınırı Ağrı Dağı’ndan geçmekte ve Küçük Ağrı’nın yamaçları İran sınırı içinde kalmaktaydı ki, bu durum Türkiye’nin isyancıları kuşatmasını engellemekteydi.

313

Şimşir, İngiliz Belgeleriyle, s. 205 – 206.

314

Cumhuriyet, 31 Temmuz 1930.

315

Küçük Ağrı barınmaya elverişli olmayan, çölümsü bir kraterdir ve Serdar Bulak geçidine 45 derecelik bir yamaç oluşturur. Büyük Ağrı ise çok daha düzensiz bir yüzeye sahip olmakla taşla, cürufla örtülü girintiler, çıkıntılar ve mağaralarla delinmiştir. Bölgedeki mağaralardan en önemlisi Sovyetlere bakan yamaçta, aileleri ve hayvanlarıyla binlerce kişiyi barındırabilecek konumdadır.316

Türkiye, isyancıların kendisine karşı giriştikleri harekâtlar için İran topraklarını üs olarak kullanmasına izin veren İranlıları isyancılara açık destek vermekle suçlarken, İranlılar bu suçlamayı reddederek esas suçlunun İran topraklarını girerek sınırlarını ihlal eden Türkler olduğunu ileri sürmekteydi. “Öyle bir an geldi ki, bu karşılıklı suçlamaların silahlı bir çatışmaya dönüşmesi tehlikesi dahi belirdi. Sorun, isyancıların Ağrı Dağı’nda karargâh olarak kullandıkları bölgenin İran toprağı olmasından kaynaklanıyordu. İsyancılar Ağrı Dağı’nı kullanarak güvenlik güçlerinden çok rahat kurtulabiliyor; İran tarafı da bu konuda yeterince tedbir almıyordu. İran topraklarına geçip tekrar örgütlenmeleri ve gerekli malzeme desteğini almaları kolay oluyordu.”317

Türk resmî çevrelerinde ve basında dile getirilen İran desteği konusunda ortada kesin kanıtlar bulunmamakla birlikte ikincil tanıklıklar mevcuttur. Örneğin