• Sonuç bulunamadı

CUMHURİYET’İN İLANINDAN SONRA

SİMKO İSMAİL

IV-) CUMHURİYET’İN İLANINDAN SONRA

Cumhuriyetin ilanından sonra Türk-İran ilişkilerini geliştirmek için tarafların iyi niyetleri mevcut olmakla birlikte geçmişten gelen kimi alışkanlıklar ve sorunlar bu iyi niyetin daha ileri götürülmesine izin vermiyordu

İki ülke arasında iyi ilişkilerin geliştirilmesini sağlamak ve bu yönde iyi niyet gösterisinde bulunmak üzere iki tarafın kullanılmasını istemedikleri bazı terimler taraflarca kaldırılmıştır. Nitekim Aralık 1923’te Türkiye İran hükümetine bir nota vererek bundan böyle “Acem” sözcüğünün kullanılmayacağını bildirirken, İran hükümeti de bütün resmî dairelerde ve basında Osmanlı yerine Türkiye adının kullanılması talimatını vermiştir.96 Gerçekten de Türkiye’de Acem tabirinin İranlıları rencide ettiği için kullanılmaması resmî olarak 12.09.1923’te yasaklanmıştır.97

1924 yılının en önemli gelişmelerinden biri olan hilafetin kaldırılması bazı İslam ülkelerinde tepkiyle karşılanırken İran hiçbir tepki vermemiş, Şii olması hasebiyle hilafetin kaldırılmasını görmezden gelmiştir.98

TBMM Hükümeti döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin istenen seviyeye gelmediği, iki ülke arasındaki ilişkileri hukuki bir zemine oturtmaya yarayacak bir antlaşmanın imzalanamadığı görülür.

96

Meliha Anbarcıoğlu, “ Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İran’da Yapılan Reformlar”, A.Ü. DTCF Doğu Dilleri Dergisi, III/4, 1938, s. 7 – 8.

97

BCA, 5100–86518.

98

Francois Georgeon – İskender Gökalp, Kemalizm ve İslam Dünyası, Arba Yay., İstanbul 1990, s. 34.

Bu durum bir ölçüde geçmişten devralınan mirastan: Sünni-Şii çatışmasının yarattığı güvensizlikten ve Osmanlı – Safevi - Kaçar ilişkilerine hakim olan husumetten kaynaklanmakla birlikte o dönemin konjonktüründen kaynaklanan sebeplere de dayanmaktaydı.

Bu sebeplerden birincisi yukarıda ana hatlarıyla özetlenen Simko İsmail sorunuydu. Bununla bağlantılı olarak ülkenin sınırında yaşayan Kürt aşiretlerinin sınırın her iki tarafında da güvenliği ve huzuru tehdit eden davranışlar sergiledikten sonra sınırın diğer tarafına geçmek suretiyle güvenlik güçlerinin takibinden kurtulmaları Türk ve İran güvenlik güçleri arasında gerginlik yaşanmasına hatta sınırda çatışmalara neden oluyordu.99

Bir başka önemli faktör de I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylardı. Bu dönemde, İran’ın tarafsızlık ilanına rağmen Osmanlı kuvvetlerinin bu ülke topraklarına yönelik harekât yapması, bazı yerleri ele geçirmesi, İran’ın Türk kökenli halklarına yönelik milliyetçi propaganda yapmaları İran’ın tepkisini çekmiştir. Osmanlı güçleri çekildikten sonra İran Azerbaycan’ında Muhammed Hıyabani liderliğinde sosyalist nitelikli, Azadistan Cumhuriyetinin kurulması İran’ın sürekli olarak separatist hareketlere karşı tetikte olması sonucunu doğurmuş, bu tür hareketlere destek verebilecek güçlere karşı da mesafeli duruş sergilemiştir. Osmanlı milliyetçi politikalarının mimarı Enver Paşa’nın hâlâ Anadolu hareketinin başına geçme olasılığının mevcudiyeti ve Kemalistlerin milliyetçiliğinin de Turancılığa dönüşebileceği düşüncesi İran’ın Türkiye’ye bakış açısını etkilemiştir.100 Nitekim 20 Mayıs 1924’te İran’ın Türkmenlerle meskun bölgesinde Türkmenistan Cumhuriyetinin ilanı ve Osman Han’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi,101 yine bu dönemde Türkiye’nin Tebriz ve Horasan’da Başkonsolosluk, Reşd ve Meşhed’de konsolosluk açması ve buradaki görevlilerin temasları102 İran’ın separatist akımlardan duyduğu korkuyu körüklemiş, Türkiye

99

Atay Akdevelioğlu – Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, I (1919 – 1980), (2. Basım), İletişim Yay., İstanbul 2005, s. 206.

100

Akdevelioğlu – Kürkçüoğlu, Orta Doğu., s. 205.

101

Blaga, s. 319 – 320.

102

Cumhuriyeti’nin İttihat ve Terakki geleneğinin devamı olduğu ve Pantürkist yapıda olduğu düşüncesi nedeniyle ciddi şekilde çekinmiştir.103 Kemalist milliyetçiliğin Turancılığa dönüşmesi ihtimali ile İran etnik bir parçalanmadan ve bunu teşvik edebilecek bir Ankara hükümetinden endişe etmekteydi.

20 Mayıs 1924’te İran Türkmenleri Birinci kurultayı yapılır ve bağımsız Türkmen Cumhuriyeti ilan edilir. Kendi güçlerini iyi bilen Türkmenler, savaşçı Türkmen atlılarıyla bazı savaşları kazanmak mümkün olsa bile tecrübeli komutanları olmadan büyük bir savaş kazanmanın zor olduğunun da farkındadırlar. “Bu nedenle, komutanlık teşkilatını oluşturmak için askerî okul ihtiyacı hâsıl olmuştur. Türkmen yönetimi bunun için Türk subaylarını öğretmen olarak tayin eder. Hepsi Enver Paşa ile Türkistan hareketi içinde yer alan Kadir Efendi, Mehdi Efendi, Hüdayar Efendi, Cemal Bey, Murad Bey ve Sultan Paşa, Enver Paşa’nın ölümü üzerine İran’a kaçarlar. Onların eğitim verdikleri okulda dersler sürekli ve geniş bir program çerçevesinde yapılmaktaydı. Bir nevi siyasî eğitimin de verildiği okulda bunun için bir din hocası (molla) bulunmaktaydı. Her gün namazdan sonra vaazda bulunan hoca özellikle İran hükümetinin Türkmen boylarını boyunduruk altına alma girişimi sona erene kadar savaşılması gerektiğini vurgulamaktaydı. Türkmenler, Türk subayları vasıtasıyla Türkiye ile irtibat sağlamaya çalışmışlar, hatta bir kişiyi de temsilci olarak göndermişlerdi.”104 Ancak bu girişimden bir sonuç alınamadığı anlaşılmaktaydı.

Yıldızı İran’daki ayrılıkçı akımlara karşı yürüttüğü amansız mücadeleyle doğru orantılı olarak yükselen Rıza Han, Türkmen ayaklanması üzerine de şiddetle yürür. Türkmen birlikleri zaman zaman mevziî başarılar kazansalar da düzenli ordu birlikleri karşısında uzun soluklu mücadele veremezler. Önde gelen Türkmen liderler Sovyet Türkmenistan’ına kaçarken, 1925 yılı Aralık ayı başında İran’da Türkmen ayaklanması tamamen bastırırlar.105

103

Arif Keskin, “Türkiye – İran İlişkilerini Belirleyen Yapısal ve Dönemsel Faktörler”, Avrasya Dosyası, X/1, 2004 İlkbahar, s. 61.

104

Annaberdiyev, s. 49.

105

Doğu İran’da 1924 Kasım ayında başlayıp 1925 yılında da devam etmiş olan Türkmen İsyanı sırasında Türkiye’nin bundan yararlanmamış ve hiçbir şekilde müdahalede bulunmamış olmasından Rıza Şah büyük bir memnuniyet duymuştur. Sovyet Rusya’nın sınır bölgelerine yakın bir bölgede cereyan eden 1925 senesi zarfında zirveye tırmanan (Şeyh Sait isyanı ile aynı dönemde) Türkmen İsyanı karşısında izlediği tutum da, İngilizlerin, Sovyetlerin Musul meselesi konusunda bir Türk-İngiliz antlaşmasına engel teşkil etmeyeceklerinden emin olmalarına neden olmuştur. Sovyetler, İranlıları durdurup Türkmenlerin Horasan’da yarı otonom bir konuma gelmelerine yardım edebilecek durumda olmalarına rağmen ilgilenmezler.106 Eğer ilgilenseler, bu sefer de emperyalist İngiltere karşısında İran’ı güçsüz ve savunmasız duruma sokmuş olacaktı. İngiltere de Sovyetlerin böyle hareket edeceğinden ve Türkmen isyanını desteklemeyeceğinden emindi.

Dönemin dış politik gelişmeleri ve uluslar arası siyaset Türkiye-İran ilişkilerine ket vuran bir başka faktör olarak karşımıza çıkmaktadır: İngiliz ve Bolşevik nüfuzuna açık Tahran hükümetleri çareyi bu iki güç arasında denge oyunu oynamakta bulmuşlardır. İngiltere ile imzalanan 1919 tarihli anlaşmayı uygulamaya koymamak isteyen İran (nitekim bu antlaşma İran’da Meclis’e egemen olan milliyetçiler tarafından onaylanmamıştır) Moskova’ya yaklaşmış ve bu ülke ile 26 Şubat 1921 tarihli bir dostluk antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın 6. maddesi ile Moskova, “İran’ı bir başka devletin (İngiltere’nin) işgal etmesi veya Sovyetlere karşı İran topraklarında zorla askerî güç bulundurması durumunda bu ülkeye müdahale hakkı” kazanmış oldu.107 Dolayısıyla İran, her ne kadar Moskova ile iyi ilişkiler içinde olsa dahi, Ankara hükümetiyle ilişkiye girmekle bu hükümete yaklaşımı belli olan İngiltere’nin tepkisini çekmek İran’ın karşı karşıya kalmak istemeyeceği bir durumdu. Kısacası bu dönemde İran, Ankara hükümetiyle erken bir ilişkiye girerek İngiltere’nin tepkisini üzerine çekmekten kaçınmaktaydı.

106

Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge Yayınları, Ankara 1982, s. 211.

107

Yüzyıllar boyu devam ede gelen Şiî - Sünnî çatışmasının yarattığı güvensizlik, ilişkilerin çatışma biçiminde bulunmadığı zamanlarda da daima soğuk olmasına neden olurken, yukarıda görüldüğü üzere I. Dünya Savaşsı sonrası barış konferanslarında İran’ın Türkiye’den toprak talebinde bulunması da Türkiye’de İran’a karşı olumsuz bir hava doğurmuştu.

Son olarak İran’ın bu dönemde yaşadığı iç siyaset gelişmelerine değinmekte de fayda vardır. İran’da XVII. yüzyıldan beri egemen olan Kaçar Hanedanı zayıf yöneticilerinin elinde güç kaybetmiş, ülkedeki otoritesi zayıflamış ve seçimle gelen hükümetler iktidarın fiilî sahibi konumuna yükselmişti. Ülkede baş gösteren ayrılıkçı hareketlerle etkin mücadelesi ile itibarı yükselen Rıza Han’ın itibarı ise giderek yükselmekteydi. Annesi Türk olan108 Rıza Han köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, askerliğe intisap ettikten sonra ülkedeki tek disiplinli askerî birlik olan Kazak Alayının Komutanlığına yükselmişti. Ülkede yaşanan siyasî bunalımlar üzerine 4000 mevcutlu askerî birliğiyle Tahran üzerine yürümüş, bir darbeyle Başbakanı devirerek 21 Şubat 1921’de kendisini Vezir-i Ceng, yani harbiye nazırı ve başkomutan (Serdar Sipah) tayin ettirmişti.

Rıza Han’ın oğlu Muhammed Rıza anılarında bu dönemi şöyle anlatır:

“Babam iktidar için askerî kuvveti kullanırken Ziyaattin Tabatabai’yi de Tahran’a gönderdi ve 21 Şubat 1921 tarihinde Kazvin’den hareket ederek kıtaları ile Tahran’a hiç kan dökmeden girdi. Zaten zayıf olan hükümeti yıktı, Tabatabai’yi Başbakan yaptı. Babam da Harbiye Nazırı ve Ordular Başkumandanı oldu. Ziyaattin Tabatabai’yi bir yazar olduğu kadar iyi bir idareci çıkmadığından Şah onu üç ay sonra değiştirmeye kalkınca babam muhalefet etmedi. Babam yerinde kaldı. Hükümetin kuvvetli adamı durumunda mevkiini muhafaza ediyor, fakat başvekiller birbirini kovalıyordu. Nihayet 1923’te Ahmed Şah Kaçar, babamı Başbakan yaptı ve ne zaman döneceğini kendi de bilmeden Avrupa seyahatine çıktı.”109

Bu tarihten sonra görev yapan hükümetler içinde güç odağı haline gelen ve gücünü giderek arttıran Rıza Han, Ekim 1923’te yine bir darbeyle Başbakanlık görevini de üzerine almış, Meclis’i toplamasına rağmen fiili iktidarı tümüyle ele

108

Yeni Türk Ansiklopedisi, IV, Ötüken Yayınları, İstanbul 1985, s. 168.

109

Muhammed Rıza’dan aktaran; Cihad Baban, “Bugünkü İran”, İran Şehinşahlığının 2500. Kuruluş Yıldönümüne Armağan, Milli Eğitim bakanlığı Yayınları, İstanbul 1971, s. 57 – 58.

geçirmişti. Kaçar Hanedanı ile açıktan mücadeleye girişen Rıza Han’ın İran’da rejimi değiştireceği anlaşılmıştı.

Rıza Han’ı iktidara taşıyan 1921 darbesinin İngiltere’nin desteği ve cesaretlendirmesi ile yapıldığına dair birçok kanıt mevcuttur. Ekim Devrimi ve Türkiye’deki Kurtuluş Savaşı nedeniyle bölgedeki çıkarları zedelenen İngiltere’nin İran’daki yönetimlerden memnun olmadığı ve ülkenin Sovyetlerin eline düşmesine engel olacak güçlü bir iktidar arzuladığı bilinmektedir. Nitekim İran’da bulunan İngiliz askerî ve sivil personeli darbe için lojistik destek sağlamış110 darbe sonrası Başbakan olacak Seyyid Ziyaattin Tabatabai ile Rıza Han arasında koordinasyon kurmuş, Kazak alayının Tahran’a çağrılmasını organize etmiş, darbe sonrasında da yeni rejime büyük destek vermiştir.111

Sonuç olarak, başlangıçta her iki taraf da birbirlerini rencide eden tanımlamalardan uzak duracaklarını kendi iradeleriyle açıkladılar Ancak gerek İran’ın Şiî, Türkiye’nin Sünnî geçmişi gerese İran’daki iktidarın zayıflığı ilişkilerin istenen düzeyde seyrine mani olmuştur. Nitekim Rıza Han önce savunma bakanlığını sonra başbakanlığı ele geçirmiştir. Bu olurken dış ilişkilerde İngiltere’nin desteğini de alan Rıza Han, dolayısıyla İngiltere’nin çıkarlarına ters düşecek bir İran-Türkiye yakınlaşmasına fırsat vermemiştir.