• Sonuç bulunamadı

1.3. Türk Milliyetçiliği

1.3.1. Türk’ün Anlamı

Türk sözcüğü; isim olarak türeyen, çoğalan, sıfat olarak güçlü, kuvvetli, olgun anlamlarına gelmektedir ve topluluk adı olarak ilk defa Göktürkler tarafından kullanılmıştır. Sözcük daha sonra Türk soyuna mensup ve Türkçe konuşan bütün toplulukların genel adı olmuştur (Şahin, 2010:1).

Niyazi (2005: 139), Millet ve Türk Milliyetçiliği kitabında Altay dağlarının güneyinde demircilikle uğraşan Göktürkler’in yaşadığı bölgede bulunan dağın miğfere (tolgaya) benzemesi yüzünden, bu bölgede yaşayanlara Tukiu ya da Tu-kuef denildiğini, Türk sözcüğünün de buradan türetilmiş olabileceğini anlatmaktadır. Gül (2007: 58-60) Türklerin Etnik Kökenleri isimli kitabında, Türk sözcüğünün izini sürerken, İran’ın milli destanı Şehname’de Türk sözcüğünün geçtiğini söyler.

Şehname’ye göre Türk sözcüğü; dünyayı üç oğlu arasında paylaştıran Feridun’un, Türkistan ve Çin gibi doğu ülkelerini Türklerin atası olarak kabul edilen Tur veya Turac’a verdiği, sözü edilen yerlere bundan ötürü ‘Turan’ adı verilmiş olduğu, bu bölge de yaşayanlara Turan ve sonrasında Türk denildiğini yazmaktadır.

Tarihte ilk Türk adı, Göktürk Hükümdarı Bilge Kağan’dan, dünya kültür tarihine

miras kalan Orhun Yazıtları’nda yer almaktadır28

(Aksan, 2000: 20; Güvenç, 1996: 90; Kışlalı, 2003: 136). Hükümdarın milletine öğütlerinden oluşan altı adet yazılı taşta, Türk adı, ‘Türük’ olarak kullanılmıştır. Yazıtlarda geçen Türk, devletine bağlı halk, tebaa, güçlü kuvvetli ulus anlamında kullanılmıştır (Güvenç, 1996: 22). Aksan (2000: 142), yazıtların Türkçe’nin dil yönünden zenginliğinin bir göstergesi olduğunu; kullanılan dilin kısıtlı bir dil olmasına karşın, yazıtların Türkçe’nin soyutlama gücünü ortaya koyduğunu söylemektedir.

Üstte mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun üzerine, atalarım Bumin Kağan, İsmet Kağan tahta çıkmış. Tahta çıkarak Türk ulusunun ülkesine ve yasasına sahip çıkıvermiş, düzenleyivermiş. Dört bucak hep düşmanmış. Ordu göndererek dört bucaktaki ulusları hep almış, hep bağımlı kılmış. Başkaldıranlara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş… (Aksan, 2000: 21).

Kışlalı (2003: 136), Orhun Yazıtları’nın ayrıca, eski Türklerde ‘ulusal bilinç’in var olduğunun en büyük kanıtı olduğunu yazmaktadır. “Sekizinci yüzyıldan kalmış olan bu anıtların üzeri arı bir Türkçe yazılmıştı ve bütün Türkleri birleştirmek gibi bir ülküyü yansıtıyordu. Oysa aynı tarihlerde Avrupa’da yaşayan toplumlarda ne böyle gelişmiş bir arı dil, ne de bu düzeyde bir ulus bilinci vardı.”

Orhun Yazıtları’nın yanında Türklerin kadim geleneklerini bu günlere aktaracak bir diğer unsur da Türk destanlarıdır. Şahin (2010: 24), destanları; ‘milletlerin din, hayat felsefesi ve milli kahramanlıklarını anlatan hikâyeler’ olarak tanımlar. Dünya tarihinde Türkler, destanlarının çeşitliliğiyle övünmektedirler. Türklerin bilinen en

28 Günümüzden 100 yıl kadar önce Finli arkeologlar tarafından bulunup okunan yazıtlar, bugünkü

Moğolistan’da, Baykal gölüne dökülen Orhun (ya da Orhon) nehri yakınlarında bulunmaktadır ki, Orhun Yazıtları adı buradan gelmektedir (Aksan, 2000: 20). Göktürklere atfedilen ilk Türk Yazıtları, Bilge Kağan (716-733) döneminde dikilmiştir. Kağan’ın kardeşi Kültegin Yazıtı 732’de, Kağan’ın kendi yazıtı ise ölümünden sonra 735’te dikilmiştir. MS 720’de ölen Bilge Vezir Tonyukuk Yazıtı’nın ise ne zaman dikildiği kesin değildir (Güvenç, 1996: 90).

önemli destanları arasında Oğuz Kağan, Türeyiş, Bozkurt ve Ergenekon Destanları gelmektedir (Şahin, 2010: 24).

Dünyanın en eski ve büyük milletlerinden biri olan Türkler, çok geniş coğrafyalarda yaşamışlardır. Kafesoğlu (2010: 41), nüfus olarak oldukça kalabalık bir toplum olan Türklerin Orta Asya’daki anayurtlarından sürekli göç hareketlerinin29, kalabalık ve faal durumda olmalarından dolayı dünya tarihinde önemli rol oynadıklarını söyler. Sürekli göç ettikleri için Türkleri, tespit ve analiz etmenin zorluğundan bahseden Kafesoğlu (2010: 41), dağınık yaşamaları sonucu Türk halkının farklı kültürleri tanıma ve kendi kültürlerini zenginleştirme fırsatı olduğunu belirtmektedir. Türkler, tarihleri boyunca ya çok uluslu imparatorluklar kurmuşlar, ya da Moğol İmparatorluğu gibi büyük imparatorlukların içine entegre olmuşlardır. Ancak bağımsızlıklarına olan düşkünlükleri nedeniyle başka devletlerin altında yaşadıkları dönemler çok kısa sürmüş, her fırsatta kendi devletlerini kurmaya çaba

göstermişlerdir (Gül, 2007: 55)30

. Ulus-devlet olarak tanımlayabileceğimiz tarihteki en eski oluşum, 6. yüzyıl ortalarında Yukarı Orhon vadisinde kurulan Turkiyu

olmuştur31

(Georgeon, 1935: 14). Buradan yola çıkarak ‘Türk’ün 6. yüzyıl ortalarında tarih sahnesine çıktığını söyleyen Baykara (2007: 43), 6. yüzyıldan önceki bir zaman için, Türk tarihinden veya Türk ile bağlantılı herhangi bir şeyden bahsetmenin spekülatif olacağını hatırlatmaktadır.

Türkler hakkında bilgi alınacak yazılı kaynaklarından belki de en önemlisi, Yusuf

Has Hacib’in (MS 1069), Kutadgu Bilig32

adlı büyük eseridir (Dilaçar, 1972: 71;

29

Kavimler Göçü.

30 Tarihte, imparatorluk, devlet, atabeylik, beylik, hanlık gibi değişik biçimlerde kurulan Türk devleti

sayısı, araştırmacıların sınıflandırmasına göre 120-160 arasında değişmektedir (Gül, 2007: 55-85). Tarihte çokça Türk devleti tespit etme arzusunun, Türk devleti sayıları konusunda evvelden beri karışıklığa yol açtığını söyleyen Bora (2007: 48); Türk Devletleri sayısının; Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti’nin 1932’deki Tarih 1 kitabında 17; 1934’te Genelkurmay Başkanlığı’nın bastırdığı Askerin

Ders Kitabı’nda 40 olduğunu ve son olarak Türk-İslam Sentezi müellifi İbrahim Kafesoğlu’nun

verdiği rakama göre ise bu sayının 110 olduğunu aktarmaktadır. Kaynaklarda sayısı 160’a kadar çıkabilen Türk devletleri aynı zamanda geniş coğrafyalarda hüküm sürmüşlerdir. Hunların iktidarı (Büyük Hun, Ak Hun ve Batı Hun) sırasında, Türk devletlerinin sınırı Doğu’da Çin seddine; Batı’da ise Büyük Britanya’ya kadar uzanmış; ayrıca Göktürkler 250, Hunlar ise yaklaşık 500 yıl tarih sahnesinde kalmışlardır (Gül, 2007: 55-85).

31

Türk kelimesini devletin resmi adı olarak ilk kullanan, Göktürk Devleti’dir (Sahin, 2010: 6).

32 İlk Türk mesnevisi olan Kutadgu Bilig MS 1069’da, Malazgirt Savaşı’ndan sadece bir-iki yıl önce,

Kaşgar’da tamamlanmış ve Karahanlı Hakanı Ebu Ali Hasan bin Süleyman Arslan Han’a sunulmuştur (Güvenç, 1996: 113).

Güvenç, 1996: 113). Kutadgu Bilig’de Musa’dan, İsa’dan, Büyük İskender’den, Lokman’dan ve Türk büyüğü Alp Er-Tunga’dan söz edilmekte ve yapıtın içinde sık sık Türk atasözlerine rastlanmaktadır (Dilaçar, 1972: 148).

Türk adının nereden geldiği hususunda araştırmacıların en önemli kaynaklarından biri de 11. yüzyılın ikinci yarısında Kaşgarlı Mahmut’un, Türkçe’yi övmek için yazdığı, Divan-ı Lügat’it Türk adlı eseridir. Kaşgarlı Mahmut eserinde, Türk sözcüğünü hem bir topluluk adı, hem de Türk dilinde bir sözcük olarak görmüş ve kelimeye üç ayrı anlam vermiştir. Kaşgarlı Mahmut 1074-1077’de yazdığı eserinin Türk maddesi şöyledir (Kaşgarlı Mahmut, 1991: 350-352).

Türk Tanrı yarlığayası (bağışlamak, affetmek) Nuh’un oğlunun adıdır. Bu Tanrı’nın, Nuh’un

oğlu Türk’ün oğullarına verdiği bir addır... Türk sözü Nuh’un oğlunun adı olduğundan bir tek kişiyi bildirir: Oğullarının adı olduğuna ‘beşer’ kelimesi gibi çokluk ve yığını bildirir. Nitekim Rum kelimesi İshak oğlu Iysu’nun oğlu Rum’un adıdır; oğulları da bu adla anılmıştır. Türk kelimesi de böyledir.

Bize ad olarak Türk adını Ulu Tanrı vermiştir dedik... Çünkü Yalavaç’a (Peygambere) dayandırılan bir hadis şöyledir: Yüce Tanrı ‘benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim, onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa (kavme) kızarsam Türkleri o ulusun üzerine musallat kılarım’ diyor. İşte bu Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara ‘Kendi Ordum’ demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, büyüklerini ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi övülmeye değer sayısız iyilikler görülmektedir…

Türk Dil Kurumu resmi internet sitesindeki Türkçe sözlükteki tanımlara bakıldığında, “Asya ve Doğu Avrupa’da yaşayan, Türkçenin lehçelerini konuşan soy ve bu soydan olan kimse” olarak tanımlandığı görülmektedir (www.tdk.gov.tr). Hobsbawn, (2006: 122) dilin bir milletin coğrafi sınırlarının göstergesi olduğunu, ülkelerin yaşayan gerçek milli sınırlarının dil ile çizildiğini söyler. Hobsbawn’ın bu tanımlaması, Türk Dil Kurumu tanımı ve açıklamalarıyla birlikte yorumlandığında; Türk’ün varlığının, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını aştığı söylenebilir. Türk’ü tanımlarken coğrafi sınırları dikkate almayan bir diğer araştırmacı da Akçura’dır. Akçura’ya (2007: 25) göre; araştırmacıların bazen ‘Türk-Tatar’, bazen ‘Türk-Tatar- Moğol’ diye bahsettikleri; adetleri, dilleri birbirine pek yakın, tarihi hayatları

birbirine karışmış olan kavim ve kabilelerin bütününü içine alan bir tanım yaparak tarif ettikleri bu topluluk, Türk topluluğudur.