• Sonuç bulunamadı

Sinema Sanatı Bir Taklittir: Lumière Kardeşler ve Sinema Estetiği

2.2. Sinemada Estetik

2.2.1. Sinema Sanatı Bir Taklittir: Lumière Kardeşler ve Sinema Estetiği

Günümüzün en etkili anlatım araçlarından biri olarak kabul edilen sinema, teknolojinin olanaklarıyla bu gücünü günden güne artırmaktadır. Sinemayı diğer sanat dalları arasında ayrıcalıklı kılan hikâye anlatmadaki gücü ve estetik temelinin Platon’a kadar uzanmasıdır (Süzen, 2012: 21).

Aristoteles Poetika adlı eserinde Antik Yunan’da dramatik eserleri estetik açıdan çözümlemeye çalışırken, sanatları sınıflandırarak incelemiş ve Mimesis kavramını ortaya atmıştır. Aristoteles Mimesis kavramını, sanat kuramının merkezine koyarak, sanatın hareket ve eylem halindeki insanın bir taklidi olduğunu ifade etmektedir (Aristoteles, 1963: 1-2).

Fotoğraf teknolojisinin gelişmesi ile birlikte, yüzlerce bilim adamı ve mucit gibi Edison ve Mayer de fotoğrafa hareket kazandırmak için deneyler yapmaktaydılar (Usai, 2003: 22). Bunların arasında belki de en şanslıları, cinematographe’in

patentini alarak 1895’te Paris’te ilk sinema gösterimini gerçekleştiren76

Lumière kardeşlerdir. Teknik anlamda diğer araştırmacıların çalışmalarının her ne kadar gerisinde olsa da; Lumière kardeşlerin en önemli avantajı insanı merkeze alarak yola çıkmış olmalarıdır. İnsanları ve onların gündelik/sıradan hayatlarını perdeye taşıyan

76 Auguste ve Louis Lumière kardeşler fotoğraf teknolojisine ve dolayısıyla sinemaya sonradan ilgi

duyan kişiler değillerdi. Lumière kardeşler, babalarının fotoğraf malzemeleri fabrikasında, boş zamanlarında Cinematographe adını verdikleri bir kamerayı tasarlamak üzere deneyler yapıyorlardı (Pearson, 2003a: 31).

Lumière kardeşler, konusu her daim insan olan sinemanın ilk örneklerini vermişlerdir (Sezen, 2003: 607-608).

Kameranın çekim yapabilmesi için gerekli yapay aydınlatma kaynakları henüz kullanılmadığı bu yıllarda sinemanın ilk filmleri açık havada, doğal ışıkta çekilmektedir. İlkel anlamda dahi senaryosu olmayan filmlerin, bu anlamda bir yönetmeni olduğundan da bahsetmek güçtür. Bunlar daha çok durum tespiti yapan, konu olarak birbirinden bağımsız, sıradan günlük konuların ele alındığı filmlerdir.

Lumière Fabrikasından Çıkan İşçiler, Trenin Ciotat İstasyonu’na Girişi, Bahçesini Sulayan Bahçıvan, Deniz Kıyısında Bir Banyo Sahnesi gibi belgesel yanı ağır basan

filmlerle, günlük hayattan bazı kesitlerin doğrudan filme alındığı Bebeğin Öğle

Yemeği, Piguet Partisi vb. (Uysal, 2007: 19-20) aktüalite filmleri, sinemanın aslında

ilk yıllarda taklitten öteye geçemediğinin kanıtı gibidir.

Lumière’lerin Aralık 1895’te gösterdikleri filmlerin belki de en bilineni, yaklaşık 50 saniye süren Trenin İstasyonuna Girişi (1895) filmidir. Bacasından dumanlar çıkan bir lokomotifin, istasyona girişini, yavaşlayarak durmasını ve tren durduktan sonra yolcuların vagonlardan inmesini gösteren film; Lumière’lerin en başarılı filmlerinden birisi olarak görülmektedir. Kameranın sabit olduğu bu filmde, çerçeveleme, seçilen açı, lokomotifin kameranın solundan geçip, yolcuların ise kameranın sağından inmeleri, yolcuların çerçevenin dışına çıkana kadar kameranın kayıtta kalması gibi ayrıntılar düşünüldüğünde, modern sinema seyircisinin rahatlıkla izleyebileceği filmin estetik yönü de güçlüdür (Pearson, 2003a: 35).

Sinema tarihinin ilk filmi olarak kabul edilen La sortie des usines Lumière (Lumière

Üretiminden Çıkış) (1895)77, Lyon’daki fabrikadan işçilerin dağılışını göstermektedir (Özön, 1985: 157). Bir fotoğraf makinası kullanır gibi kamerasını (sinematograf) konumlandıran yönetmenler, fabrikadan çıkan işçilerin boy çekimleriyle yetinmemişler, kameralarını daha geriye konumlandırarak fabrikanın çıkış kapısını da çerçevenin içine dâhil etmişlerdir. 45 saniye uzunluğundaki bu filmde kamera göz

77 Sinema tarihinin ilk gösterilen filmi Trenin İstasyonuna Girişi (1895) olsa da, Özön’e göre ilk

hizasında konumlandırarak çerçevenin her iki tarafına dağılan işçilerin fabrika kapısından çıkışları kaydedilmiştir (Pearson, 2003a: 35).

Sinema tarihinin ilk filmleri arasında sayılan ve bir hikâyesi ve mizanseni olması açısından Lumière’lerin önceki filmlerinden ayrı bir yerde duran L’Arroseur Arros (Kendini Sulayan Sulayıcı) (1895); bir bahçıvanın bahçeyi suladığı esnada bir çocuğun hortuma basarak suyu kesmesini ve bahçıvanın komik hallerini konu alır. Film ayrıca, sinema tarihinin ilk gülütü (gülünç durum, komedi) olma özelliğine de sahiptir.

28 Aralık 1895 tarihinde Paris'te ‘Grand Cafe’ bodrumunda sinemanın ilk

gösterisini78, ücreti karşılığında izlemek üzere Paris sosyetesine mensup 25 kişi davet

edildiğini söyleyen Uysal (2007: 19-20), durağan fotoğrafa hareket kazandırma üzerine çalışmalar olmasına karşın, daha önce olan bir olayı sanki o esnada oluyormuş gibi büyük bir perdede izlenmenin oldukça yeni bir şey olduğundan bahsetmektedir. Modern sinema izleyicinin ilgisini çekmeyen bu görüntüler, 1895’te

izleyicisinin gönlünü fethetmeyi başarmıştır79. Gerçekte bu başarının sırrı, nesnelerin

hareketlerinin kaydedilip yeniden üretilmesinde gizlidir (Pearson, 2003a: 35).

Lumière’lerin bile geleceğinden emin olmadıkları sinema, kısa sürede tüm dünyaya yayılmıştır. Dünyanın dört bir yanına dağılarak görüntü toplayan kameramanlar, doğayı olduğu gibi kaydetmeye başlarlar. Lumière’lerin kamera operatörleri Venedik’te gondoldan, İstanbul’da kayıktan yaptıkları çekimlerde, kameranın kaydırma hareketini ilk kullanan kişiler olurlar. Bu operatörler, sadece gördükleri ilginç olayları kamerayla kaydederler (Özön, 1985: 157).

78 İlk hareketli resimler gösteriminin kesin tarihi belirlemek gösterimin özel olması, ücret ödeyen bir

izleyici topluluğuna açık olması, bir Kinetoscope’tan izlenmesi ya da bir perdeye yansıtılması gibi temel etmenlere bağlıdır. Bu parametreler dikkate alındığında ilk gösterim tarih olarak, Edison’un Kinestoscope’u kusursuz hale getirdiği 1893 ile Lumière kardeşlerin Grand Cafe’de Aralık 1895’te gerçekleştirdikleri gösteri arasındaki zaman dilimi gösterilebilir (Pearson, 2003a: 31)

“Lumière kardeşler ücret ödeyen bir izleyici topluluğuna perde üzerine hareketli resimler gösteren “ilk” kişi bile olmayabilirler; bu onur büyük olasılıkla, Cinematographe’ın halka açık ünlü gösterisinden iki ay önce Berlin’de aynı şeyi yapmış olan Alman Max Skladanowsky’ye aittir. Fakat bir rakip tarafından geride bırakılmalarına karşı, Lumière kardeşlerin ticari zekâları ve pazarlama becerileri neredeyse bütün Avrupa ve Birleşik Devletler’de aniden tanınmalarını ve sinema tarihinde önemli bir yer edinmelerini sağladı” (Pearson, 2003a: 31).

79 Trenin insanların üzerine gelirken gerçek sanmaları kaçışmaları, sandalyelerini arkasına

Gerek Lumière kardeşler, gerekse onların kameramanları, kameralarını bir noktaya yerleştirerek sadece kaydetmekten başka bir şey yapmazlar. En azından Lumière kardeşlerin 1895’te Grand Cafe’de gösterimini yaptıkları ilk filmler için bunu söylemek yanlış olmayacaktır (Uysal, 2007: 41). Sinemanın doğayı olduğu gibi kaydetmek olmadığını, kamera aracılığıyla doğaya ve nesnelere çeşitli anlamların da yüklenebileceğine inananlar da vardır ve bunların başında Georges Méliès gelmektedir (Özön, 1985: 157).