• Sonuç bulunamadı

Milliyetçilik, modern toplumlardaki bireyler üzerinde güçlü etkileri olan, son iki yüz yıldır sosyalizm, komünizm, marksizm, demokrasi ve küreselleşme gibi birçok

10Halliday (2008: 68), Evrensellik ve Haklar: Milliyetçiliğin Karşısındaki Tehditler” adlı makalesinde,

‘kendi kaderini tayin hakkı’nda, sürekli olarak başka halkların millet olup olmadığının tartışıldığını söyler ve Kuzey İrlanda, eski Yugoslavya ve Filistin-İsrail örneklerini verir. Halliday, bu örneklerde tartışılan meselenin kendi başına topraklar ya da kendi kaderini tayin ilkesinin uygulanabilirliği değil, ‘ötekilerin’ gerçekten bir millet olup olmadığıdır diyerek asıl soruna dikkati çekmektedir.

düşünce sistemlerini (az ya da çok) etkileyen, hatta bu düşünce sistemlerine kimi zaman baskın gelen (Baradat, 2012: 62) bir olgu olarak ele alınmaktadır. Sosyal ve siyasal alanda etkisi bu denli güçlü olan milliyetçilik, tek bir perspektifle açıklanamayacak kadar çok derin bir retoriği içinde barındırmaktadır (Calhoun, 2007: 11).

Milliyetçilik üzerine çalışan sosyal bilimcilerin muhtemelen en fazla zorlandıkları yer, kavramların tanımlanmasıdır. Özellikle farklı milliyetçi geleneklerin millet (ulus) kavramına değişik anlamlar yüklemesi, milliyetçiliğin tanımını da zorlaştırmaktadır. Calhoun (2007: 171), milliyetçiliğin tek bir kuramla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunun altını ısrarla çizmektedir. Söz konusu zorluğun en büyük sebebinin kültür ve siyasetin milliyetçilikle olan ilişkisinden kaynaklandığını söyleyen Özkırımlı (2008: 17), milliyetçiliği iki karşıt bakış açısıyla ele almanın daha doğru olacağından bahseder. Bunlardan biri milleti, salt kültürel bir topluluk olarak gören kültürel bakış; diğeri ise; kavramı bağımsızlık ya da özerklik temelinde ele alan, vatandaşlığın daha öne çıktığı siyasal bakıştır. Calhoun (2007: 7- 11) milliyetçiliği ele alırken bakış açılarından kaynaklanan küçük farklılıklar bir kenara bırakıldığında, milliyetçiliğin iki başat kategori etrafında toplanabileceğini söylemektedir. Bunlardan ilki, ‘etnik ve kültürel benzerlik’ temeli üzerine bina edilirken; diğeri daha çok siyasi ve toplumsal hali bir veri olarak kabul eden ve bireye vatandaşlık temelinde yaklaşan bir milliyetçilik anlayışıdır.

Calhoun’un ortaya koyduğu etnik benzerlik ve vatandaşlık ile Özkırımlı’nın kültürel ve tarihsel bakışı birbirine denk düşmektedir. Bu bölümde milliyetçiliğe; kültürel ve

siyasal/tarihsel bakışın yanında, onun bir tür mitoloji olduğunu öne süren

düşüncelere de yer verilecektir.

Yeryüzünde yüzlerce ulusun olmasının, insanlığın uluslara bölünmesinin; bireyin kendine benzer bir kültürü, geçmişi ve yaşam biçimini paylaşan insanlarla bir araya gelmesinin, doğal yakınlaşma eğiliminden başka bir şeyi ifade etmediğini söyleyen Heywood (2006: 154), milliyetçiliğe kültürel bir olgu olarak bakılması gerektiğini vurgulamaktadır. Türk tarihçisi Kaplan (1977: 11), milliyetçiliğin kültür aracılığıyla aktarılan ‘benlik şuuru’ndan başka bir şey olmadığını söylerken, aslında kavramın

kültürel yönüne işaret etmektedir11. Millet denildiğinde, akla otantik kültürel gelenekler gelmektedir. Herder’e göre her milletin kendine has özellikleri; yaşam biçimi, çalışma şartları, coğrafya ve bu coğrafyanın dayattığı bir takım özellikler tarafından belirlenmektedir. Herder, kültürün aktaranı olarak dili ön plana çıkarır ve her ulusun kendini şarkılarda, mitlerde ve efsanelerde yeniden yarattığını söyler (Herder, 2002). Bu anlamda ulusların doğuşunu, ilk çağlara kadar götürmek olasıdır. Milleti, salt kültürel birliktelik üzerinden tanımlamanın sakıncalarından bahseden Balibar (2000a: 31-32), özellikle savaş sonrası ırkçılık karşıtı hümanist tezlerin büyük bölümünün, kültürlerin çeşitliliğini, eşitliğini aynı zamanda da bunların tarih boyu sürekliliklerini tanımaya yönelen antropolojik kültürcülüğe ait olduğunu; kültürün de bireyleri ve grupları a priori olarak bir soy kütüğüne, dokunulmaz ve

değişmez bir soy belirlenimine hapsetme yolu olarak iş gördüğünü söylemektedir12

. Kontrolsüz bir kültürel milliyetçilik, bireyi kültürel ırkçılık tehdidiyle karşı karşıya getirmektedir.

Milliyetçiliği, siyasal bir program çerçevesinde ele alarak daha çok vatandaşlık bağlarına vurgu yapan bakış; tarihselci ve siyasal bir bakıştır. Heywood (2006: 156) milletin; ‘kültürel, etnik ve diğer bağlılıklardan bağımsız olarak vatandaşlık bağıyla bağlı bir insan grubu’ olduğunu söyler. Milliyetçiliğin günün koşullarıyla şekillenen siyasal bir olgu olduğunu hatırlatan Smith (2002: 30), milliyetçi doktrinlerin bir ulustan diğerine farklılık göstermesini, milliyetçiliğin siyasal alanla kurduğu bu yakın ilişkiyle açıklamaktadır. Milliyetçiliği tekdüze, değişmez bir ideoloji olarak değil, devingen bir akım olarak görmenin daha doğru olacağını söyleyen Ergil (1983: 73-95), toplum ihtiyaçlarına göre milliyetçiliğin de zaman içinde geliştiğini ve biçim değiştirdiğini söylemektedir.

11 ‘Kültürel milliyetçilik, ulusun soyut bir siyasal topluluktan ziyade ayrı bir medeniyet olarak yeniden

yaratılmasına birincil vurgu yapan bir milliyetçilik türüdür. Kültürel milliyetçiler, devleti, genellikle, yabancı değilse bile çevresel bir varlık olarak görürler. Siyasal milliyetçilik ‘rasyonel’ ve genellikle ilkeli iken, kültürel milliyetçilik kendi ‘ruhu’ ile harekete geçirilen eşsiz, tarihsel ve organik bir bütün olarak gördüğü ulusa romantik bir inanç beslemesi anlamında ‘mistik’tir. Karakter olarak sıklıkla modern karşıtı olmakla birlikte kültürel milliyetçilik aynı zamanda halkın kendisini ‘yeniden yaratmasını’ mümkün kılarak bir modernleşme aracı da olabilir’ (Heywood, 2006: 155).

12

Balibar (2000b: 73), ırk ve millet söylemlerinin hiçbir zaman birbirinden çok uzak olmadığını belirterek milliyetçilikle ırkçılığın benzer bir ilişki tarzına sahip olduğunu söylemektedir. Ona göre; ‘Irkçılık, milliyetçiliğin bir ‘dışa vurumu’ değil, milliyetçiliğe bir ektir; daha doğrusu, milliyetçiliğe bir iç ektir; ona oranla her zaman aşırıdır, ama onun inşası için her zaman gereklidir.’

Kuramsal çalışmalar milliyetçiliğin ortaya çıkışını daha çok siyasal ve tarihsel temellere dayandırmaktadır. Milliyetçilik, mutlâkiyetçi devletin çöktüğü, ulus- devletin yükseldiği ve kapitalist endüstrileşmenin gerçekleştiği 18. ve 19. yüzyıl Avrupa’sında ortaya çıkmıştır (Özkırımlı, 2000: 13-52). Milliyetçiliğin gelişimi ve ulus-devlet inşa süreci arasında paralellik bulunduğunu söyleyen Noi (2007: 26), bu dönemde etnik grupların çok uluslu imparatorluklardan ayrılarak yeni bir ulus-devlet yaratma hayalinde olduklarını, milliyetçiliğin de bu hayali beslediğini söylemektedir. Milliyetçiliğin yaptığı tek şey ya da şeylerden biri; insanları, dâhil oldukları ulusal grubun çıkarlarıyla özdeşleşmeye ve bu çıkarların devamının sağlanması için de bir devlet oluşturmaya çağırmaktadır (Baradat, 2012: 62). Bostancı (1999: 50), milliyetçi ideolojilerde, kullanılan dilden milli tarihe kadar geniş bir sahayı denetim altında tutan şeyin devlet olduğunu; böylelikle (devlet sayesinde) milliyetçi ideolojinin önemli ölçüde realize edildiğinden bahseder. Bu anlamda Fransız Devrimi’nin, milliyetçilik fikriyatı için büyük bir önem arz ettiği söylenebilir.

Llobera (2007: 163), milliyetçiliğin Fransız Devrimi13

ile doğmadığını, fakat devrim gibi önemli bir tarihsel olayın, milliyetçiliğe büyük bir hız kazandırdığını söylemektedir. Fransız Devrimi’yle birlikte milli devletlerin zeminini hazırlayan düşünceler Fransa’yla sınırlı kalmamıştır (Bostancı, 1999: 43). Fransız Devrimi’nden doğan milliyetçilik biçimi kendi kendini yöneten bir halk meydana getirmekte; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganlarıyla Avrupa’da alışılmışın dışında bir söylemi temsil etmektedir (Baradat, 2012: 75; Heywood, 2006: 157)14. Bir yanıyla Fransız Devrimi’nin, diğer Avrupa ülkelerindeki milliyetçi ateşi körüklediği söylenebilir. Llobera (2007: 195), devrimin bu özelliğine vurgu yapmaktadır.

13

Fransız Devrimi ile ilgili daha detaylı bilgi için bkz: Llobera, R., Joseph (2007). Tarihsel Olayların Kuvveti: Fransız Devrimi ve Etkileri (Çeviren: Emek Akman ve Ebru Akman). Modernliğin Tanrısı

Batı Avrupa’da Modern Milliyetçiliğin Gelişimi. Ankara: Phoenix Yayınevi, 195-210.

14

Fransız Devrimi’nden önce, siyasi bağlanımlar (ve sadakatler) kişiliklere yönelik olduğu için, soyut kavramlara dönük bir yönelime sahip değillerdi. İnsanlar kendilerini bir ulusun üyeleri ya da hatta bir devletin yurttaşları olarak değil, monarkın tebaası olarak düşünüyorlardı. Fakat Jean Jacques Rousseau’nun radikal fikirlerinden esinlenmiş olan Fransız devrimcileri, krala başkaldırıp, kendilerini, devletin onlara karşıt olmadığı, aksine onlara hizmet etmesi gerektiği Fransız erkekleri ve kadınları olarak konumlandırmaya çağırdılar. Bu devrimcilerin solcu milliyetçilikleri, onları, toplumsal kademeleri ve unvanları iptal etmeye götürdü. Monarşik baskıdan özgür olmanın, devlet içindeki her bireyin eşitliğinin ve Fransız ulusuna ait olmaları açısından herkesin kardeşliğinin bir sembolü olarak herkes yurttaş unvanının ortaklığında buluşacaktı (Baradat, 2012: 75).

Milliyetçilik meselesinde alternatif bakışı (kültürel ve siyasal/tarihsel bakışın dışında) benimsemeyen bir üçüncü görüşün varlığından da bahsedilebilir. Hobsbawn ve Anderson’un öncülük ettiği bu alternatif görüş; ulusların gerçekte bir ‘mit’ ve ‘hayali’ olduğu düşüncesinden hareketle, milliyetçiliğin bir mitoloji ve hayal ürettiği tezini ileri sürmektedir.

Hobsbawn (2006) ulusların ne derece ‘icat edilmiş gelenekler’ olduklarını, Mitler ve

Milliyetçilik: 1780’den Günümüze Program, Mit, Gerçeklik adlı kitabında

anlatmaktadır. Hobsbawn (2006, 115-119), ulusların tarihsel derinliği olan etnik topluluklardan gelmediğini, gerçekte ulusların tarihsel devamlılık ve kültürel saflığı da kullanan modern bir mit olduğunu söylemektedir. Buna göre, milliyetçi ideoloji, toplumun kültür kodlarına sirayet ederek kendine yaşam alanı açmaya çalışmakta; tarihi, milli ve dini sembolleri, destanları, kahramanları ve mitolojileri kendisini yeniden var etmek için kullanmaktadır. Smith (1986: 258), ideolojiyi oluşturan milliyetçi entelektüellerin bunu yaparken (her seferinde kendini var ederken), yeniden tarih yazımına kadar, millete ait olan her şeyi baştan kurgulayabileceklerini söylemektedir. Milliyetçiliğin modern bir mit olduğunun altını çizen Hobsbawn (2006: 93), amacın hayali olan cemaati, gerçeklik örtüsüne büründürmek olduğunu söylemektedir. Anderson’a (1993: 23) göre, milliyetçi ideolojinin kullandığı hiçbir sembol, Meçhul Asker mezarları kadar güçlü değildir. Tam da kasten boş bırakılmış olmaları ya da içinde kimin yattığını hiç kimsenin bilmemesi nedeniyle bu anıtlar milliyetçi entelektüellere, mitolojilerin ve hikâyelerin sürekli yenilenmesi ve tazelenmesi için büyük bir alan açmaktadır.

Calhoun (2008: 115), geçmişinin uydurma destanlarının kurgu olduğu gün yüzüne çıksa da millet için, milliyetçilikten vazgeçmenin o kadar kolay olmayacağını söyler. Sonuçta birey kendini güvence altında hissetmek için milliyetçi ideolojinin ürettiği argümanlara sarılma ihtiyacı hissetmektedir. Milliyetçilik çemberinde kalan birey, her geçen gün gerçeklikten biraz daha uzaklaştırılmaktadır.

Milliyetçilik gerek devletin ideolojik araçlarıyla kamusal alanda, gerekse popüler kültür aracılığıyla gündelik hayatta sürekli yeniden üretilmektedir. Çünkü bir milletin varlığını sürdürebilmesi, bireylerin kendilerini milletin bir parçası olarak görmeye

devam etmelerine bağlıdır (Özkırımlı, 2008: 12). Kerestecioğlu (2007: 309-310), milliyetçiliğin içi boş bir ideoloji olduğunu, bu ideolojinin günün koşullarına göre şekillendiğini; bu anlamda milliyetçiliğin sabit, evrensel bir yol haritasının da olmadığını söylemektedir. Özkırımlı ve Kerestecioğlu’nun yorumlarından yola çıkarak, dünyada her bir milletin kendine has milliyetçilik anlayışı olduğu, her milliyetçiliğin kendi içinde anlamlı ve bütünlük arz ettiği söylenebilir.