• Sonuç bulunamadı

1.2. Avrupa’da ve Osmanlı’da Milliyetçilik

1.2.1. Avrupa’da Milliyetçilik

Avrupa’da milliyetçiliğin, bir ideoloji ve sosyal hareket olarak mutlâkiyetçi devletin çöktüğü, ulus-devletin yükseldiği ve kapitalist endüstrileşmenin gerçekleştiği 18. ve 19. yüzyılda ortaya çıktığı bilinmektedir (Özkırımlı, 2000: 13). Anderson (1993: 113-114) Birinci Dünya Savaşı’nın büyük imparatorluklar çağının sonunu getirdiğini, ‘Habsburglar, Hohenzollernlar, Romanovlar ve Osmanlılar’ gibi büyük devletlerin yıkıldığını; bunların dışındaki emperyal güçlerin bile ‘üniformalarını çıkararak ulusal kostümleri’ giymeye başladıklarını söylemektedir. Ulusal kimliklerin inşası meselesini ele alan çalışmalarda, Avrupa’da iki temel yönelimden bahsedilmektedir. Bunları ‘Fransız sivil’ ve ‘Alman ulus’ modeli olarak ikiye ayırmak mümkündür.

Fransız modelinde dil milli kimlikle özdeşleştiriliyor ve (Alsaslı, Beton, Bask, vd. etnik azınlıklara) Fransızca öğretilerek azınlıklar Fransız olabiliyorken, Alman modeli ancak “özü” Alman olanları, yani etnik Almanların, nerede olurlarsa olsunlar (asırlardır Transilvanya’da veya Rusya’da yaşayan Almanlar, vd.) Alman olabilmelerine izin veriliyor, buna karşın etnik Alman olmadıkları halde yüzyıllardır Almanya’da yaşayanların (Lehler, Sorblar, Yahudiler, vd.) Alman milletinin bir parçası olmalarını bu topluluklara atfedilen farklı folklorik-kültürel (“etnik”) “öz”e istinaden sorunlaştırıyor ve hatta imkânsızlaştırıyordu (Aktürk, 2006: 32).

16

Osmanlı’da ilk milliyetçi ayaklanma Sırbistan’da çıkmıştır. Yeniçerilerin ve ayanların baskılarından şikâyetle başlayan Sırp çetelerinin direnişi hükümetin yanlış politikaları yüzünden 1804’te milli bir isyana dönüşmüştür. Osmanlı Devleti, Bükreş Antlaşması’ndan (1813) sonra isyanı kontrol altına alsa da 1816’da Sırplara özerklik verilmiştir (Şahin, 2010: 147).

Birbirlerine taban tabana zıt konumlanan bu iki temel milliyetçilik türünün, Avrupa’da milliyetçiliğin serüvenini kavramak için önemli olduğu düşünülmektedir. Noi (2007: 32-33), Avrupa’da Fransız Devrimi’ni özel kılan şeyin onun etnik kökeni temel alan değil, vatandaşlığı temel alan bir felsefeyi benimsemesi olduğunun altını çizmektedir. Akman (2003: 81), Fransız milliyetçiliğinin, özellikle Alman etnik milliyetçiliği karşısında ‘sivil’ milliyetçilik veya ‘yurtseverlik’ olarak algılandığını söylemektedir17. Bu bağlamda ‘eşitlik, özgürlük, kardeşlik’ sloganlarını milliyetçi ideolojisiyle kaynaştıran Fransa, gayrı-etnik ulus-devlete bir örnek olarak

gösterilmektedir18

(Aktürk, 2006: 49).

Kedourie (1971: 84), Fransız Devrimi’nin dünya tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu ve devrimin tüm dünya milletlerine iki şey öğrettiğini söylemektedir. Bunlardan ilki vatandaşlığın milletin temel mayası olduğu düşüncesi artık benimsenmiştir. İkincisi ise; bireyler arasında birliktelik sağlandığında her şeyin mümkün olabileceğine olan inanç artık milletler nezdinde teyit edilmiştir.

1871’de kurulan Alman milli devletinden yarım yüzyıl kadar önce ortaya çıkan Alman milliyetçiliği ise, etnik ve kültürel kodlarla Batı ve Aydınlanma karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. (Akça 2003: 30). Fransız milliyetçiliğinin vatandaş/yurttaş anlayışının tersine, kültürel/folklorik yapısıyla bilinen Alman milliyetçiliği, kan bağını önemsemektedir. Özkırımlı (2000: 13), Fransız aydınlanmasının fikir ve ilkelerine karşı gerçekleştirilen entelektüel bir isyan olarak yorumladığı Alman aydınlanmasının, 1871’de Alman ulus-devletinin kurulmasına büyük katkısı

17 Milliyetçilik çalışmalarında temel alınan etnik-sivil karşıtlığı, başka birçok terimle de ifade

edilmiştir: Batı/Doğu, mülki/sosyokültürel, ilerici/gerici, akılcı/romantik, liberal/otoriter, iyi/kötü vb. (Kohn, 1944, 1962; Plamenatz, 1976; Davis, 1978). İster değer yargısı vermek, ister analitik çözümleme yapmak için olsun, bu ikiliklerin birleştiği nokta milliyetçilik olgusunun temel olarak iki ana (karşıt) kampa ayrılabileceğidir (Akman, 2003: 81).

18 Fransız Devrimi’yle birlikte Avrupa’da uzun yıllardır devam eden kast sistemi de darbe almıştı.

Kendilerini kanlarının asaletiyle meşrulaştıran monarşistler ve aristokratlar; sadece kendi aralarında evlenmek suretiyle kast sistemini muhafaza etmekteydi. Örneğin, Fransız Kralı gidip de bir Fransız burjuvasının kızıyla, kanın asil olmaması nedeniyle evlenmiyor; Alman ya da Avusturya imparatorunun kızıyla evleniyordu. Aristokratlar tarafından kendisine bir yaşam alanı tanınmayan burjuvazinin devrim yapmadan iktidara gelmesi de mümkün değildi (Belge, 2006: 117-118).

Fransız milliyetçiliği de yüzyıllarca özgürlük, kardeşlik sloganını atmaya devam etmemiştir. Ancak, milliyetçiliğin devrimin demokratik potansiyelini bastıran yeni ruhu su yüzüne çıkınca, modern dünyanın ilk milliyetçi diktatörlüğü yine Fransa’da kurulmuştur Aristokrasiden şikâyetle yola çıkanlar, kendi diktatörlüklerini zaman içinde belki de farkında olmadan kurmuşlardır (Noi, 2007: 31).

olduğunu söylemektedir. Fransızlarların tüm Avrupa’yı tehdit eden işgal politikaları sonucu, Avrupa’da ortaya çıkan nefret, Alman milliyetçiliğinin şekillenmesini sağlamıştır. Otoriter ve katı bir yorumu olan Alman milliyetçiliğinin, görece daha özgürlükçü bir anlayışı benimseyen Fransız Milliyetçiliğine karşı bir tavır sergilediği söylenebilir.

Milliyetçililik fikrinin Avrupa’nın diğer ülkelerine göre Almanya’ya daha geç tesir etmesi, Avrupa'nın diğer ülkelerine göre daha radikal milliyetçilik akımlarının gelişmesine ve kök salmasına neden olmuştur. Alman milliyetçiliği, milleti etnik köken ve doğum temelinde tanımlayan bir etnik milliyetçilik olup, kan bağını gruba katılım için önemsemektedir.

‘...dile yapılan vurguyu muhafaza etmekle beraber, daha halk merkezli, folklorik öğelere çok önem veren (volkisch), etnik ve kültürel bir milliyetçilikti. Her etnik grubun kendine has ve korunması gereken değerli bir folklorik özü olduğu iddiasındaki bu anlayış, etnik-kültürel özcülüğün etkisiyle asimilasyonu hoş görmeyen, ‘öze dönüş’çü, doğaya ve köy hayatına hayran bir mecraya girdi’ (Aktürk, 2006: 31-32).

Farklı etnik kökenden gelen bireylerin; dili öğrenerek ve millete ait değerleri

benimseyerek Alman olmasının mümkün olmayacağı prensibi, Alman

milliyetçiliğini diğer milliyetçilik türlerinden ayırmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile ortaya çıkan yeni uluslararası sistem, topluluk, kimlik, vatandaşlık ve milliyetçilik gibi kavramların tekrar gündeme taşınmasına neden olmuştur (Noi, 2007: 15).

Alman milliyetçiliğindeki katı etnik yapı, Kasım 1989’da, Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile tekrar kendini göstermiştir. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte başlayan ‘Biz tek halkız’ kampanyası, Alman milliyetçiliğinin etnik yapısını hala muhafaza ettiğini göstermektedir (Noi, 2007: 83).

Milliyetçiliğin özü aynı olmasına rağmen, milliyetçiliğin ortaya çıkışı ve kendini meşrulaştırma biçimi bir ulustan diğerine değişiklik gösterebilir. Kendi milliyetçiliklerinin çıkış noktası olarak Fransızların dili, Almanların ise ırkı temel alması buna örnek olarak gösterilebilir. Osmanlı’nın milliyetçilik anlayışında ise

Fransa ve Almanya örneklerinden farklı olarak ‘din’ olgusunun ön planda olduğu ve milliyetçi duyguların inanç temelinde şekillendiği görülmektedir.