• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

C. Bilişsel Destek B Antrenörlük

2.1.10. Sosyal-Yapılandırmacı Yaklaşım Bağlamında Yabancı Dil Öğretim

Sosyal-yapılandırmacı yaklaşımda, bireyin çevresiyle etkileşime girerek bilgiyi yapılandırdığı hususu vurgulanmaktadır. Bireyler, çevresindeki kişilerden ve onların sosyal dünyalarından öğrenmeye başlamaktadırlar. Sosyal-yapılandırmacı anlayışa göre gerçek nesne tek bir yolla değil, farklı yollarla açıklanabilir. Bilginin doğruluğuna ise sosyal grubun ortak fikriyle karar verilmektedir (Fer ve Cırık, 2007). Sosyal-yapılandırmacılık zihinsel gelişimin sosyal yönünü vurgulamaktadır. Dolayısıyla, öğrenmeyi sosyal yapılarla açıklamaya çalışmaktadır. Birey, sosyal etkileşimler yoluyla dil ve zihin becerilerini geliştirmekte ve bu şekilde yeni bilgileri öğrenmektedir (Güneş, 2007). Aynı zamanda, sosyal çevre bireyin kazandığı kavram, fikir, olgu ve becerilerin de kaynağını oluşturmaktadır. Buna göre öğrenmeler, insanlar arasında paylaşılan sosyal süreçlerle başlamaktadır (Akınoğlu, 2011). Esasında, sosyal-yapılandırmacı yaklaşımda öğrenmenin bireyin içinde bulunduğu sosyal ve kültürel bağlamdan bağımsız olarak anlaşılamayacağı vurgusunun temelinde de bu düşünce yatmaktadır. Bu bağlamda sosyal-yapılandırmacı perspektiften bakıldığında, öğrenme yalnızca öğrenenin zihninde gerçekleşen

115 bireysel bir süreç değil; insanlar, nesneler, olaylar ve çevredeki diğer öğeler arasında dağılmış olan bir süreçtir. Bu sebeple, öğrenme sürecini anlamak için yalnızca bireyin zihinsel işlemlerine odaklanmak yeterli değildir. Aynı zamanda, öğrenenler, materyaller ve kolektif düşünceler arasındaki etkileşimler de dikkate alınmalıdır (Köseoğlu ve Tümay, 2013). Bireyler arası etkileşimi önemseyen sosyal- yapılandırmacı yaklaşım, öğrenmede işbirliğinin önemini vurgulamaktadır. Çünkü öğrenme, doğası gereği sosyal bir eylemdir ve öğrenenler bu eylemi belirli akademik çevredeki uygulama grupları içerisinde bilgi paylaşımı sayesinde gerçekleştirmektedirler (Özdemir ve Yalın, 2007). Zira, işbirlikli öğrenmede problem çözmek için öğrenenler, küçük gruplar halinde çalışmaktadırlar. Her grup üyesinin bilgisini diğer grup üyeleri ile paylaşmasıyla problemler de daha kolay bir şekilde çözümlenebilmektedir (Henson, 2003).

Öğrenenlerin nasıl öğrendiğini açıklamaya çalışan geleneksel yaklaşımlar, öğretmenlerin derslerini nasıl ele alacağı konusunda yıllarca büyük ölçüde etkili olmuştur. Bu bakış açısının bir sonucu olarak bugün, öğretmenlerin yabancı dil ile ilgili bilgilerini, hedef dilde herhangi bir etkileşim olmadan, öğrenenlere aktarmaya çabaladıkları, bunun sonucunda da öğretmen merkezli sınıf ortamlarının ortaya çıktığı görülmektedir (Özkan, 2011). Uzun yıllar uygulanan bu yöntemde dilbilgisi öğretimi için önce bir dilbilgisi kuralı verilmekte, kural açıklanmakta veya tanımlanmaktadır. Ardından, dil olayı gözlenmektedir. Daha sonra ise hedef dile ilişkin çeşitli uygulama örnekleri verilmektedir. Bu yöntemde tümdengelim yöntemi, soyuttan somuta, kuraldan uygulamaya ve genelden özele doğru ilerleme uygulanmaktadır (Güneş, 2013a). Geleneksel yabancı dil öğretim yöntemlerinin uygulanmış olduğu sınıf ortamlarında yabancı dil öğrenimi genel olarak bireysel temelde gerçekleştirilmekte; sosyal etkileşimin çoğu zaman ihmal edildiği görülmektedir. Bir diğer ifadeyle, geleneksel sınıf ortamlarında yabancı dil öğrenimi öğretmenden öğrenenlere geçen bir aktarım olarak görülmekte olup, bu öğretme- öğrenme sürecinde öğrenenler arasında oluşturulacak sosyal etkileşim ve işbirliği görmezden gelinmektedir. Bir diğer ifadeyle, geleneksel olarak nitelendirilebilecek olan sınıf ortamlarında yabancı dil öğrenimi bireysel bir etkinlik olarak görülmekte olup, yabancı dil öğretmenden öğrenene aktarılan bir süreç olarak tasavvur

116 edilmektedir. Zira, bugün ülkemizdeki yabancı dil öğretiminin daha çok öğretmen merkezli bir şekilde yabancı dilbilgisi (gramer) kurallarının aktarılması ve bu kuralların da anlamsız parçalar halinde öğrenenler tarafından ezberlenmesi şeklinde gerçekleştiği gözlemlenmektedir. Richards ve Rogers’a (1990) göre, dilbilgisi-çeviri (grammar-translation) yöntemi olarak bilinen bu geleneksel yöntem, günümüze kadar ortaya çıkan hemen hemen tüm yöntemler ve yabancı dil öğretimi üzerinde ciddi bir etki bırakmıştır. Işık da (2008), günümüzde de ders içi uygulamaları ve kitapları incelendiğinde, hala bu yöntemin etkilerinin görülmesinin mümkün olduğunu ifade etmektedir. Yıllardır eğitim sistemimizde baskın bir biçimde varlığını korumakta olan böylesi bir yöntemde, öğrenenler dili iletişimsel anlamda değil, adeta bir çevirmen yaklaşımı içerisinde öğrenmeye çalışmaktadırlar. Ancak, yabancı dilin bir iletişim, etkileşim ve öğrenme aracı olduğu düşünüldüğünde, geleneksel olarak nitelendirilen yabancı dil öğretim yöntemlerinin yarar sağlayamayacağı açıktır (Ellis, 1997; Harmer, 2001; Krashen, 2000). Nitekim, yapılan bazı çalışmalarda da (örn., Madensoy, 2014), İngilizce öğretmenlerinin İngilizce öğretiminde dilbilgisinin (gramerin) bir role sahip olduğu görüşlerine rağmen, dilbilgisi öğretiminin eğitimde temel bir vasfa sahip olmadığına inandıkları görülmüştür. Yapılan çalışmalarda, ülkemizdeki İngilizce öğretmenleri yabancı dil öğreniminin dilbilgisi temelli bir biçimde yapılmasından sürekli olarak yakınmakla birlikte, ancak bir türlü böylesi bir yaklaşımı uygulamaktan da kesinlikle geri kalmamaktadırlar. Bu bilgiye benzer bir biçimde, yapılan bazı başka araştırmalarda da (örn., Özbay, 2009), İngilizce dersine giren öğretmenlerin yapılandırmacılık kuramını oldukça benimsedikleri ve derslerinde kullanmaya çalıştıkları, fakat bazen geleneksel yaklaşımdan da tamamen uzaklaşamadıkları ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, özellikle ülkemiz açısından bakıldığında, yabancı dil öğretiminin dilbilgisi odaklı veya dilbilgisi kurallarını aktarma odaklı bir durum görünümü ortaya koymakta olduğu ifade edilebilir. Bununla birlikte, ülkemizdeki yabancı dil öğretiminin daha çok bireysel temelde gerçekleştirilmekte olduğu görülmekle birlikte, okullarda öğrenenler arası etkileşim, işbirliği ve diyalog süreçleri oldukça sınırlı düzeyde olup, bunlar daha çok öğrenenin yanındaki arkadaşı ile kurduğu basit ve ezbere diyaloglara dayanmaktadır. Bu bakımdan, etkili bir yabancı dil öğreniminin birbirinden kopuk dilbilgisi kuralarının ezberlenmesi biçiminde gerçekleşemeyeceği söylenebilir. Aynı zamanda, bir yabancı

117 dili öğrenmek demek yalnızca onun dilbilgisi kurallarını bilmek anlamına da kesinlikle gelmemektedir. Bir yabancı dilin dilbilgisi kurallarını bilmek elbette dilbilimsel açıdan doğru ve kurallarına uygun cümle kurmaya yardımcı olabilir (Batstone, 2003), ancak bu, dilin iletişimsel anlamda kullanılabileceği hususunu asla göstermemektedir. Bir diğer anlatımla, bir yabancı dilin dilbilgisi kurallarına hâkim olmak, onun etkili bir biçimde kullanılabileceğinin bir göstergesi değildir. Çünkü dil, dört temel beceri olarak kabul edilen dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerilerinin işlevsel bütünlüğünden oluşmaktadır (Demirel, 1999; Harmer, 2001; Richards ve Rogers, 1990; Sarıçoban, 2001). Yabancı dil öğretiminde uyulması gereken genel ve temel ilkeler, yapılandırmacı yaklaşıma göre düzenlenmiş bir öğrenme ortamında dört temel dil becerisi gelişimi açısından önem taşımaktadır (Özbay, 2009). Bu bağlamda, yapılandırmacılık kuramlarından biri olan sosyal- yapılandırmacı yaklaşımın yabancı dil öğretiminde sınıf içi uygulamaları dilbilgisi odaklı olmaktan kurtaracak uygulamalara sahip olduğuna inanılmaktadır. Zira, bugün ülkemizde yabancı dil öğretimi noktasında en çok şikayet edilen hususların başında öğretme-öğrenme sürecinin dilbilgisi öğretimi üzerine kurgulanmış olması gelmektedir.

Sosyal-yapılandırmacı bakış açısı, öğrenmenin sosyal süreçlerinin bilişsel süreçlerinin esası olduğunu vurgulamakla birlikte, öğrenmenin sosyal ve kültürel dil akışı yolu ile meydana geldiğini dile getirmektedir (Reyes ve Vallone, 2008). Dil becerileri bilişsel gelişim ve sosyal ilişkilere bağlı olarak gelişmektedir. Dil tek başına değil, sosyal etkileşimlerle öğrenilmektedir (Güneş, 2011). Nitekim, sosyal- yapılandırmacı yaklaşım, dile bütüncül bir açıdan yaklaşarak, onun sosyal bağlamdan bağımsız ve bireysel çabalarla öğrenilemeyeceğini ve(ya) kazanılamayacağını savunmaktadır (Yang ve Wilson, 2006). Aksine, sosyal-yapılandırmacı yaklaşım, dil öğrenmenin sosyal bağlamdan bağımsız olmadığını ve onun sosyal etkileşim ve çabalarla öğrenilebileceğini savunmaktadır (Bodrova ve Leong, 2007; Mitchell ve Myles, 1988). Öğrenenler arasındaki sosyal etkileşimi önemsemekle birlikte, sosyal- yapılandırmacı yaklaşım aynı zamanda öğrenmede işbirliğinin de önemini vurgulamaktadır. Güneş’e (2011) göre, dil öğrenme sürecinde işbirlikli öğrenme etkinliklerine ağırlık verilmelidir. Zira, bu etkinlikler öğrenenlerin dil ve bilişsel

118 becerileri ile gelişmeye açık alanını doğrudan etkilemektedir. Bireyler arası etkileşimi önemseyen sosyal-yapılandırmacı yaklaşım öğrenmede işbirliğinin oldukça büyük bir öneme sahip olduğunu vurgulamaktadır (Özdemir ve Yalın, 2007). Özellikle, öğrenenler arasında kurulacak dili kullanmaya yönelik diyaloglarla dili öğrenme hem daha kolay, hem de daha etkili olabilir. Aynı zamanda bu süreç içerisinde öğrenen, akranlarının çalışmalarına yardımcı olabilir, problem çözmelerine destek olabilir, onlara model olabilir, onları cesaretlendirebilir veya bazı gerekli açıklamalarla akranlarına özel öğretmenlik yapabilir (Forman ve McPhail, 1996). Çünkü öğretme-öğrenme süreci içerisinde anlamın yapılandırılması, sosyal bağlamda bireylerin bilgiyi birbirleriyle paylaşmalarıyla gerçekleşmektedir. Bu süreçte öğrenen, oluşturduğu anlamı paylaşarak diğer öğrenenlerin fikirlerini etkilemekte ve onların fikirlerinden de etkilenmektedir (Fer ve Cırık, 2007). Bu anlamda, öğrenme ortamının da öğrenme ve etkileşim bağlamında bir sosyal topluluk haline getirilmesi oldukça önemli görülmektedir (Powell ve Kalina, 2009). Yabancı dil öğrenme ortamlarının sosyal bir topluluk olarak tasavvur edilmesi, onun öğrenenlerin akranları ve öğretmen(ler)i ile yoğun etkileşimlere, paylaşımlara, yardımlaşmalara ve işbirliğine de açık bir ortam olduğunu göstermektedir. Böylesi bir ortam, aynı zamanda, hem daha fazla sosyal etkileşim ve işbirliği anlamına gelirken, hem de bir yandan daha fazla öğrenmeye ilişkin bakış açılarının ve fikirlerin paylaşılması anlamına da gelmektedir (Nie ve Lau, 2010). Bunun yanı sıra, sosyal-yapılandırmacı öğrenme yaklaşımının öngörmüş olduğu dil öğrenme ortamı otantik öğrenme fikrini de beraberinde getirmektedir (Homel ve Simina, 2005). Özellikle, sosyal- yapılandırmacı öğrenme ortamları gerçek yaşama yakın uygulamaları hayata geçirmekte ve öğrenenlerin bu gerçek yaşama yakın ortamlarda dış dünya ile sosyal etkileşimler kurmalarına imkân sağlamaktadır. Sosyal-yapılandırmacı öğrenme ortamında öğrenenler, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, çevresindeki kişilerle sosyal etkileşimlere girmekte, onlarla konuşmakta, tartışmakta, paylaşmakta, işbirliği yapmakta ve diyaloglar kurmaktadırlar. Öğrenenler, bu şekilde hem bir yandan bir yabancı dili etkileşerek öğrenmekte, hem de çevresindeki kişilerle olayları konuşup tartışırken, sosyalleşme süreci içerisine de girmektedirler. Böylesi bir ortamda öğrenenler, Vygotsky’nin (1978) yakınsal gelişim alanı olarak adlandırdığı, kendilerinden hem daha yetenekli hem de daha az yetenekli öğrenenler arasında

119 bulunmaktadırlar. Bu şekilde öğrenenler hem bir yandan kendilerinden daha yetenekleri öğrenenlerden öğrenirken öğrenmelerini geliştirmekte ve fikirlerinin doğruluğunu ve(ya) geçerliğini sınamaktalar, hem de bir yandan kendilerinden daha az yetenekli öğrenenlere öğreterek sahip oldukları bilgileri pekiştirmekte ve zaman zaman da bunların doğruluğunu sınamaktadırlar.

Sonuç olarak, sosyal-yapılandırmacı yaklaşımın, yabancı dil eğitimine sınıf içi uygulamaları dilbilgisi odaklı olmaktan kurtaracak uygulamalarla destek olabileceğine inanılmaktadır. Özellikle, yabancı dilde söylem ve bağlam farkındalığı kazanmak önemlidir. Anlatı öğretimi, sözcük, dilbilgisi, okuma, dinleme ve konuşma becerilerine dönük bütüncül bir bakış açısı geliştirmek, bu becerilerde önemli olanın strateji geliştirmek olduğu anlayışını yerleştirmek, sonuç odaklılıktan sıyrılıp süreç odaklılık fikrini benimsemek gibi uygulamalarla yabancı dil öğretme ve öğrenme sürecini zenginleştirilebilir (Erkan, 2009). Bununla birlikte, sosyal-yapılandırmacı öğrenme yaklaşımına dayalı öğrenme ortamlarında, kullanılabilecek yabancı dilin öğretilmesi, amaç dilin kültürünün de dille beraber öğretilmesi, öğrenenlerin güdülenmesi, öğrenenlere sorumluluk vererek, bireysel, ikili ve grup çalışmalarının desteklenmesi, ders etkinliklerinin canlı olması gibi maddeler yabancı dil öğretiminde oldukça büyük önem taşımaktadır (Can, 2004). Yabancı dil derslerinde, sosyal-yapılandırmacı öğrenmenin ön planda olduğu bir yaklaşım, öğreneler için dil öğrenimini daha eğlenceli bir hale getirmektedir. Bu yaklaşıma göre dil alışkanlık ürünü değil, yaratıcı bir süreçtir. Öğretmen sık sık alıştırmaları tekrarlatan kişi değil, dil öğrenmeyi kolaylaştıran bir rehber olarak görülmektedir (Özbay, 2009). Sosyal- yapılandırmacı öğrenme yaklaşımının işe koşulmuş olduğu bir yabancı dil öğrenme ortamında öğrenenler daha gerçekçi ve dilin bağlam içerisinde öğrenilmiş olduğu gerçek hayattaki duruma yakın bir ortamda öğrenim görme olanağına sahip olmaktadırlar. Öğrenenler, tıpkı anadillerini nasıl çevresindeki insanlarla etkileşerek öğrendilerse, sosyal-yapılandırmacı öğrenme ortamında da benzer bir şekilde çevresindeki insanlarla etkileşerek bir yabancı dili öğrenmektedirler. Bir diğer ifadeyle, sosyal-yapılandırmacı yaklaşım bağlamındaki yabancı dil öğretimi öğrenenlere gerçek yaşam durumlarına benzer bir ortam içerisinde yabancı dili kazanma (edinme) ve pratik etme imkânı vermektedir. Nasıl ki bireyler bir dili diğer

120 insanlarla karşılıklı etkileşim ile öğreniyorlarsa, sosyal-yapılandırmacı yaklaşım da sunmuş olduğu otantik öğrenme ortamı içerisinde öğrenenlere bu deneyimi yaşama fırsatını sunmaktadır. Böylesi bir bakış açısından hareketle, yabancı dilin sosyal bağlamdan ve karşılıklı diyaloglardan soyutlanarak öğrenilmesinin veya kazanılmasının mümkün olmadığı belirtilebilir. Öğrenenler arasındaki karşılıklı sosyal etkileşimin ve diyalogların oldukça sınırlı olduğu ve geleneksel yapıya sahip olan sınıflarda yabancı dilin öğrenilmesinin mümkün olmadığı düşünülmektedir. Bir öğrenen, yabancı dildeki bir dilbilgisini yapısını veya bir kelimeyi bireysel olarak öğrense bile, bunu sosyal ortam içerisinde pratik edemediğinde bilginin harekete geçirilmesi veya transferi söz konusu olmamakla birlikte, öğrenen dili nasıl ve nerede kullanabileceğini de bilememektedir. Bir yabancı dilin herhangi bir dilbilgisi yapısını bir formülasyon içerisinde bilmek ve sorulduğunda kurallarını ifade etmek, o dilbilgisi yapısının iletişimsel anlamda da bu şekilde kullanılıyor oluşunun bir garantisini vermez. O bakımdan, bir yabancı dilin iletişimsel anlamda kullanılmasının oldukça büyük bir önem arz etmekte olduğu belirtilebilir. Okullarımızda bir yabancı dilin iletişimsel anlamda kullanılabilmesi için de onun mutlaka öğrenenler arasındaki sosyal etkileşimi, işbirliği sürecini ve karşılıklı diyaloglarını destekleyici bir sosyal bağlam içerisinde öğrenilmesi sağlanmalıdır. Sosyal bağlamı göz ardı eden, öğrenenler arasındaki sosyal etkileşim ve işbirliği süreçlerini görmezden gelen geleneksel olarak nitelendirilen sınıf ortamlarında yabancı dilin öğrenilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu bakış açısından hareketle, yabancı dil öğretme-öğrenme sürecinin sosyal bağlam içerisinde yapılandırılması ve öğrenenler arasındaki sosyal etkileşim ve işbirliği süreçlerinin maksimum düzeye çıkarılması oldukça anlamlı görülmektedir. Böylesi bir sosyal ortamda öğrenenler mümkün olduğunda akranları ve öğretmeni ile en üst düzeyde yüz yüze karşılıklı diyaloglar kurmalı, işbirliği yapmalı, tartışmalı, dolayısıyla hedef yabancı dili mümkün oldukça sık bir biçimde pratik etmelidir. Böylesi özellikleri barındırmayan bir yabancı dil öğrenme ortamının yalnızca dilbilgisini kurallarının ezberlendiği geleneksel sınıfların dışına çıkarak, öğrenenlere dili iletişimsel anlamda kullanmalarını ve pratik etmelerini sağlaması mümkün gözükmemektedir. Bu bakımdan, günümüz yabancı dil öğrenme ortamlarının sosyal-yapılandırmacı yaklaşım bağlamında tasarlanarak, öğretme-öğrenme sürecinin öğrenenler arasındaki

121 sosyal etkileşim ve işbirliği süreçlerini ön plana çıkarır bir biçimde kurgulanması oldukça önemli görülmektedir.

Şimdiye kadar, genelde yapılandırmacı yaklaşım, özelde ise sosyal- yapılandırmacılık ele alınarak açıklanmaya çalışılmıştır. Şu ana kadar gerek ülkemizde gerekse de yurt dışında yapılandırmacı yaklaşım temelinde pek çok araştırmanın yapıldığı görülmüş olmakla birlikte, bu araştırmaların bazılarının burada ele alınarak kısaca tanıtılması oldukça önemli görülmektedir. Böylesi bir tanıtımın, araştırma bulgularını yorumlama ve anlama ve yapılandırmacılık temelli öğretme- öğrenme uygulamalarının sonuçlarını anlama noktasında açısından okuyuculara farklı bir bakış açısı getireceğine inanılmaktadır. Bu yorumdan hareketle, yapılan çalışmada yapılandırmacı öğrenme yaklaşımı temelinde gerek ülkemizde gerekse de yurt dışında gerçekleştirilmiş olan önemli olduğu düşünülen bazı araştırmaların kısaca ele alınarak kısa ve öz bir biçimde tanıtılmasına kadar verilmiştir.