• Sonuç bulunamadı

2. NEOLİBERALLEŞME İLE SOSYAL DEVLETİN DÖNÜŞÜMÜNÜN GENEL BİR

2.6. Sosyal Devletin Tarihsel Gelişimi Dönüşüm Süreci ve Süreçteki Dinamikler

2.6.2. Sosyal Devletin Dönüşüm Süreci ve Süreçteki Dinamikler

53 olan sosyal devlet, kapitalizmin eşitsizliklerini azaltmış, sosyal güvenlik sistemini yerleştirmiş, vatandaşlarını sosyal ve ekonomik risklere karşı koruyucu politikalar ortaya koyma görevini üstlenmiştir. Ancak 1970’li yıllarla birlikte, dünya ekonomisindeki krizler ve siyasal değişmeler, sosyal devlet politikalarının terk edilmesine değilse de önemli derecede gerilemesine neden olmuştur.

54 toplam işgücünün yüzdesi olarak işsizlik düzeylerinin ortalama %2.8 olduğu bilinenler arasındadır (Pierson, 1991, s.131-132). 1960’ların sonuna gelindiğinde, genişleyici uzun dalga olarak tabir edilen süreç, kar oranlarındaki düşüşün sonucu olarak ters dönmeye başlamış ve uluslararası ekonominin 1974-1975 Krizi’yle son bulmuştur. Nihai sınırlarına 1970’lerin ortasında ulaşan sosyal devlet sistemi, yeni muhafazakar ideolojinin iktidara taşındığı ülkelerden başlamak üzere önemli unsurlarını yitirmeye başlamıştır. Sistemin genel krizini, devletlerin mali krizi izlemiştir. Nitekim sosyal devlet uygulamaları, petrol fiyatlarındaki yükselişten kaynaklanan OPEC Krizi’nin yanı sıra, 1974-1975 Ekonomik Krizi’nin de sorumlularından biri olarak gösterilmiştir (Kara, 2013, s.288).

Dolaysıyla 1970’ler neoliberalizmin yükselmeye başladığı ve sosyal devlet anlayışının gerilemeye başladığı bir dönem olarak gösterilebilir. Bu yıllarda, bir yandan ekonomik krizlerin yaşanması bir yandan da uluslararası sermaye ve ürün piyasalarında yoğunlaşan rekabetin başlamasıyla sosyal devlet anlayışına yönelik eleştiriler artmış, sosyal devletlerin güzel günlerinin geride kaldığı sinyalleri verilmeye başlamıştır.

Devletlerin mali krizi, düşünsel faktör olarak neoliberal düşünce, 1970’ler ve sonrasında giderek önem kazanan yeni teknolojilerin gelişimi ve dolaysıyla küreselleşme sonucu etkinliği artan çok uluslu şirketler ve ulusüstü organizasyonlar gibi pek çok sebep sosyal devletin dönüşümünü etkileyen dinamikler (Kara, 2013, s.288-293) olarak gösterilebilir. Bu dinamikler arasında önde gelenler aşağıdaki ilgili alt başlıklarda irdelenmiştir.

2.6.2.1. Devletin Mali Krizi

II. Dünya savaşı sonrasında Avrupa’da sosyal demokrat, Hristiyan demokrat devletler ortaya çıkmaktaydı. ABD liberal demokratik bir devlet biçimine yönelmekteydi. Bu farklı devlet biçimlerinin ortak noktası ekonomik büyüme ve yurttaşların refahına odaklanması içindi. Devletler sanayi politikasına müdahalede bulunmuş ve her türlü refah sistemleri (sağlık, eğitim vb.) inşa ederek sosyal ücretle

55 ilgili standartlar geliştirmeye başlamışlardı (Harvey, 2015, s.18). Bu devletler, II.

Dünya savaşı ile 1970’li yallar arasında iktisadi dalgalanmaları azaltmak ve makul ölçülerde istihdam sağlamak için, Keynesçi denen mali politikalar uygulamaktaydılar. Söz konusu politika uygulamaları sayesinde, gerek gelişmiş ülkeler (Japonya vb.) gerekse gelişmekte olan ülkelerde olumlu tablolar ortaya çıkmıştır. Örneğin, GSYİH artış hızı ABD’de %3,8, AB’de %4,8, Japonya’da %1,2 yükselmiştir. Yanısıra çok düşük işsizlik oranları ve düşük enflasyon oranları görülmüş ve hatta işsizlik ve ekonomik dalgalanmaların tarihe karıştığına inanılmıştır. (Kazgan, 2002 s.92).

1970’lerin başlarında yaşanan ekonomik kriz, sosyal devleti sıkıntıya sokmuş, krizin esas sorumlusu olarak sosyal devletin kendisi gösterilerek, sosyal devletin mali krizi gibi yakıştırmalar yapılmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra iyi işlemiş olan bir düzen, dönüşüme tabi tutularak büyümenin önünde bir engel olarak görülmeye başlanmıştır.

Öyle ki daha önce problemlerin çoğunu çözecek olanın sosyal devlet olduğuna kanaat getiren bir görüşten, problemlerin çoğunu üretenin devletin kendisi olduğu bir anlayışa doğru kanaat oluşmaya başlamıştır (Şaylan, 2003, s.119-120; 203-205;

Pierson, 2001, s.151-153).

Sosyal devletlerde tam istihdamın hedeflenmesi, yaşlanan nüfus, sigorta ve maliye politikalarının artması gibi uygulamaların yerine getirilmesi ve dolaysıyla bir yandan kamu harcamalarının (sosyal harcamalar) artmaya devem etmesi diğer taraftan dönemin düşünce yapısına uygun vergi oranlarıyla karşı karşıya kalması krizi ortaya çıkaran nedenler olarak gösterilmektedir (Özdemir, 2007, s.261-265). Böyle bir süreç içinde devletlerin sosyal refah politikalarını uygulaması ve sürdürmesi mümkün olmamıştır.

Kimi kaynaklar yaşanan bu gelişmelerin nedenini, ekonominin küresel anlamda neoliberal iktisat politikalarının etkisi altına girmesinde görmektedir. Devletler, artan rekabet piyasalarında kamusal hizmetlerin istikrarlı bir şekilde yerine getirilmesinde zorluklar yaşamış, daha önce belli başlı alanlarda( temel insan hakkı olan eğitim ve sağlık hakları gibi) ana rol üstlenirken bu alanlardan çekilmeye başlamıştır (Soral, 2009, s.11).

56 Nitekim kriz, kamu harcamalarını karşılamak için vergilerin artışına sebep olmuş, söz konusu artış ise ekonomik durgunluğun artmasına ve krizin daha da derinleşmesine yol açmıştır. Bu gelişmeler neticesinde, mali kriz karşısında sosyal harcamalar konusundaki uzlaşı ortadan kalkmış, sosyal devlet uygulamalarının yeniden yapılandırılması yoluna gidilmiştir (Gümüş, 2010, s.369-384). Artık ulusal bütçeler açık verdikçe devletler borçlanmaya gittikçe neoliberalizmin etkileri de açık bir şekilde kendini hissettirmeye başlamıştır. Doğal olarak artan gelir eşitsizliği de küresel eksende ortaya çıkmakta gecikmemiştir (Alkan, 2013, s.26). Geniş toplum kesimleri aleyhine değişen bu durum, insanların sosyal ve ekonomik hayatlarında zincirleme etki yaratırken devletleri de taşınamaz yük altında bırakmıştır.

2.6.2.2. Küreselleşme

Kapitalizmin ileri bir aşaması olarak görülen küreselleşme, bazılarına göre onsuz mutlu olamayacağımız şey; bazılarına göre mutsuz olmamızın nedenidir. Fakat herkesin birleştiği ortak nokta hem geri dönüşü olmayan hem de herkesi aynı derecede etkileyen bir süreç olduğudur (Bauman, 2012, s.7) Yani kaçışı olmayan bir durum ifade etmektedir.

Birçok boyutuyla tartışılan küreselleşme ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, medyadan teknolojiye birçok alanda tartışılmaktadır. Kavramın politik, ekonomik, kültürel, toplumsal ve teknolojik boyutları olduğu için de küreselleşmenin tanımı üzerinde ortak bir kanıya varılamamıştır. Anthony Giddens’e göre küreselleşme, içinde yaşadığımız toplumların kurumlarını dönüştüren bir şeydir, ulus devlet sistemleri, liberalleşme ve özelleştirme politikaları üzerinde farklı boyutlarda etkide bulunan hem politik hem ekonomik bir dizi karmaşık süreçlerden oluşan bir süreçtir (Giddens, 2000, s.45).

Sosyal devlet anlayışının uğradığı dönüşümde köklü sayılabilecek bir olgu olarak da ele alınan küreselleşme, mal ve hizmetlerin sınırlar arasında rahatça dolaşabilmesi için, uluslararası sermeyenin ya da çok uluslu şirketlerin devreye soktuğu bir süreç olarak ifade edilmektedir (Petenkaya, 2010, s.46). Küreselleşme, coğrafi sınırların önemini ortadan kaldıran dinamik bir değişim süreci olarak akademik çalışmalarda

57 en çok kullanılan terimlerin başında gelmektedir (Albeni ve Eroğlu, 2002, s.18).

Kavramın ne olduğuna ilişkin çok farklı görüşler ileri sürülmektedir. Fakat çalışmanın kapsamı göz önünde bulundurularak sosyal devlet anlayışı uygulamaları üzerindeki etkileri hususunda genel bir değerlendirmenin yapılması uygun görülmüştür.

Vatandaşlara asgari bir yaşam düzeyi sağlayan ve onların sosyal durumları ile ilgilenen sosyal devlet, özellikle 1980’li yıllardan itibaren devletin ekonomiye gereğinden fazla müdahale ettiği gerekçesiyle, devletin sınırlanması kapsamında özelleştirmeler ve deregülasyon gibi hususlar uygulamaya konulmuş, küreselleşme süreci ile birlikte hükümetler giderek ulusal politikalarının karşılıklı bağımlılığını düzenlemiş, uluslararası piyasalara açılmıştır. Ancak, hükümetler için sosyal devletinin kurumsal politikası ve endüstri ilişkileri engelini aşmaları önemli bir sorun olmuştur (Şenkal, 2005, s.280). Uluslararası rekabette sosyal standartlardaki aşınma karşısında en önemli dayanak olan sosyal devlet, küreselleşme ile birlikte piyasa disiplini üzerine etki etmek amacıyla sosyal yapısını ve değer yargılarını büyük oranda değiştirmiştir.

Artık devletler ekonominin gerçekleri karşısında belli bir davranış biçimini almak zorunda kalmıştır (Bulut, 2003, s.174, 189). Çünkü gerek küreselleşme gerek neoliberal politikaların etkisiyle her devlet sermaye akımları ve benzeri yollarla ulusötesi piyasa güçlerine kaymaktadır. Bu da devletlerin sosyal-ekonomik yapı ilişkilerine direk yansımakta ve böylece onların ekonomi politikalarını belirleme yeteneğini sınırlamaktadır (Petenkaya, 2010, s.37; Şaylan, 2003, 181-183, 318-319).

Devletin sosyal niteliğini zorlayan ve sosyal politikalarını zayıflatan böyle bir eğilim sonuçta kapitalizmin en rasyonel biçimde işlemesini sağlayan bir şeydir (Bulut, 2003, s.193). Bunun anlamı da yurttaşların kaderinin piyasaya havale edilmesi demektir (Başkaya, 2013, xxiii).

Özdemir’e göre, “küreselleşme ile başlayan yeni dönemde, genelde sermaye vergi oranlarının azaldığı, iş gücü vergi oranlarının ise yükseldiği görülmektedir.” Bu kapsamda çoğu ülke, yüksek gelirlilere geniş vergi indirimleri sağlamış, vergi yükü ise orta ve düşük gelirli nüfus üzerine (alt tabakalara) doğru kaydırılmıştır (Özdemir, 2007, s.274-276). Vergilerin düşmesi, dolaysıyla devlet gelirlerinin azalması ise doğal olarak kamu harcamalarının azalmasını direk etkilemiştir.

58 1970’ler ve 1980’lerin başlarında gelişmiş ülkelerde bazı temel alanlarda ortaya çıkan (eğitim, sağlık, altyapı vb.) talep artışları vergi yükünü artırıcı baskılar yapmış, 1980’lerin ortalarından sonra ise bu baskılar yön değiştirmiştir. Bunun nedeni ise küreselleşme ile birlikte uluslararasılaşan ekonomik yapı ve beraberinde getirdiği katı rekabet gösterilebilir. Toplumun sermaye ile doğrudan karşı karşıya gelmesinde neoliberal düşünce ve küreselleşme sürecinin yakından ilişkisi olduğu da ortadadır.

Küreselleşmenin getirdiği ekonomi politikalarının çerçevesini çizen neoliberal iktisat teorisi, üretim kaynaklarının en etkin dağılımını gerçekleştirmek ve toplam refaha ulaşmak için tam rekabet koşulları altında piyasanın her türlü müdahaleden arındırılması, piyasalara olan devlet müdahalesinin yok edilmesini gerektirmektedir (Kazgan 2002, s.16).

Burada dikkat edilmesi gereken nokta küreselleşme olgusunun sosyal devletin dönüşümünde önemli bir dinamik olduğudur. Bu nedenledir ki sosyal devletle ilgili ortaya atılan belirli sorunların tartışılması küreselleşme olgusuyla açıklanabilmektedir (Pierson, 1998). Küreselleşmeyi harekete geçiren itici güç arandığında ise neoliberal politika ve uygulamalarının olduğu söylenebilir.

Bauman’ a göre küreselleşme ile birlikte sermaye ve finansın serbest hareketi durdurulamaz bir şekilde yayılmaktadır. Bu serbest hareket nedeniyle ekonomi, politik kontrolün dışına çıkmaktadır. Aslında ekonomi teriminin, anlam olarak politik alanı doğrudan karşılamaktan ziyade, politikadan arta kalanların “eskiden olduğu gibi yine devlet tarafından yürütülmesi beklenir.” Fakat artık devletin ekonomik yaşama dair bir girişimde bulunmasına izin verilmemektedir (Bauman, 2012, s.71).

Küreselleşme sürecinin bir sonucu olarak devletin güç paylaşımına gitmesi ve devletin egemenlik alanının daralmasının sonucunda Dünya Bankası, IMF, OECD ve GATT gibi uluslararası örgütler, egemen konuma yükselmiş ve bölgesel anlaşmalarla denetim erkine kavuşmuştur (Kazgan, 2002, s.34). Bu örgütler, temelde yoksulluğun giderilmesi, küresel istikrarın korunması ve uluslararası ticareti korumak amacıyla kurulmuştur. Fakat bu örgütlerin politikaları sonucunda dünyanın geldiği noktada krizler daha sık yaşanmakta ve yoksulluk gün be gün artmaktadır (Göngen, 2013, s.118). Örnek vermek gerekirse IMF politikaları 1977 Asya, ardından Endonezya ve Tayland’daki krizleri derinleştirmiş, Arjantin’i iki haneli işsizlik oranlarıyla karşı karşıya bırakarak 2001 yılında ülkede ekonomik çöküş yaratmıştır. Daha ismini

59 sayamadığımız gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde gerçekleşen bir dizi ekonomik krizin bu politikaların sonucu oluştuğu söylenebilir (Stiglitz, 2004b, s.37-40).

Küreselleşme süreci, devletlerin ekonomik işlevlerinin daralmasına, sosyal politikalarının zayıflamasına neden olmuştur; dolaysıyla da sosyal devletin gerektirdiği uygulamaların sürdürülebilmesi için gereken ekonomik kaynaklarda daralma meydana getirmiş, devletin sunacağı sosyal imkanlar da buna bağlı olarak değişmiştir. Devletlerin ekonomik ve sosyal işlevlerinin dönüşümü üzerinde önemli etkiye sahip olduğu düşünülen bir diğer güç de çokuluslu şirketleridir; söz konusu tartışmaları uzun uzadıya irdelemek mümkün olmasa da genel bir irdelemenin yapılması yerinde olacaktır.

2.6.2.3. Çokuluslu Şirketler

Sosyal devletin yaşadığı en önemli sorunlardan biri getireceği düzenlemelerin engellenmiş olmasıdır. 1970’lerde neoliberal anlayışın yükselmeye başlaması, yeni ekonomik politikalar ekseninde ekonomilerin hızla liberalleşmesi ile devletin ekonomideki etkinliği sınırlanmış, buna karşın serbest piyasa ekonomisi güçlenmiştir (Eser, Memişoğlu, Özdamar, 2011, s.207). Nitekim 1970’lerin sonuna doğru, neoliberal politikaların oluşturduğu etkiyle, ulus devlet eskiden sahip olduğu egemenlik gücünü tamamen olmasa da yitirmeye başlamıştır (Jessop, 1993, s.9-11).

“Keynesci ekonomi yönetiminin temelini oluşturan ve ulus devletlerin eskiden sahip oldukları bazı güçler etkinliklerini yitirmişlerdir” (Giddens, 2000, 43).

Bunların yerini farklı dinamikler almış ve 1980‘li yıllarda neoliberal politikaların uygulanma olanaklarıyla beraber şirket kapitalizmi dönemi diyebileceğimiz bir dönem başlamıştır (Bakan, 2007, 27-28). Sermaye hareketlerini olumsuz etkileyebilecek engellerin ortadan kaldırılmasıyla da giderek yayılmaya başlayan çok uluslu şirketler, önce sanayi daha sonra bankacılık sektörlerinde yerlerini almış ve böylece uluslararası ekonomik ilişkilerde ağırlıkları giderek artmıştır. Bu süreçte dünyanın birçok yerinde üretim yapma ve stratejik birleşmeler yoluyla, ulus ötesi faaliyetlerde büyük bir artış ortaya çıkmıştır. (Sönmez, 1998, 93). Ekonomik alanda

60 devletin karar ve uygulama yetkilerinin sınırlanması, devletin elindeki üretim araçları ve işletme yetkilerinin özel sektöre devretme politikası da bu yıllara denk gelmektedir.

Bu yıllarda yeni ekonomik politikalar ekseninde ekonomilerin hızla liberalleşmesi sonucu, üretim artık ulusal sınırların dışına çıkarak uluslararası bir kimlik kazanmış oldu. Rekabet edebilmek, ayakta kalabilmek için maliyetin en aza indirilmesi gerekmekteydi. Çokuluslu şirketler işgücü maliyetini en aza indirmek amacıyla üretimlerini üretim işgücü maliyetlerinin en düşük olduğu ülkelere (az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere) doğru kaydırmaya başlamış, üretim sürecinin belli aşamalarının farklı bölgelerde gerçekleşmesi için olanak sağlamış, karları güvence altına almıştır (Kaynak, 2012, s.75-76). İş piyasalarında ve çalışma ilişkilerinde yaşanan bu dönüşüm değerlendirildiğinde, esnek üretim, bunun iş gücüne yansıması, gelir dağılımında eşitsizlik ve sendikaların zayıflaması gibi sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Diğer bir deyişle neolileral ekonomik reçeteler aracılığıyla emek piyasasının deregülasyonu, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi, kamu çalışanlarının işine son verilmesi gibi uygulamaların başlatılmasıyla işsizlik, düşük ücretler ve enflasyon gibi semptomlar geniş toplumsal kesimlerde huzursuzluk yaratmış, bu durum karşısında sermaye güçlenirken emek kesimi yoksullaşarak zor koşullara maruz kalmıştır (Kaynak, 2012, s.124, 129). Sonuç olarak piyasaya egemen olan gruplar kazanırken toplumun güçsüz kesimi kaybetmiştir.

Neoliberal politikalar ve asaslarına geçmeden önce klasik liberal anlayış ve temel savunuları aşağıdaki ilgili başlıklarda kısa bir şekilde özetlenmiş, neoliberalizm kavramı ve ortaya çıkışına değinilmiş, arkasından neoliberalizmin temel esaslarına ve neoliberalizme eleştirel yaklaşımlara yer verilmiştir.