• Sonuç bulunamadı

3. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SOSYAL SORUMLULUK VE NEOLİBERAL

3.7. Neoliberal Düşünce ve Sosyal Sorumluluk İlişkisi

118 parçası olarak görülen yeni değerlerle karşı karşıya bırakmıştır. Bunlara Kadıbeşegil,

“ elle tutulamayan, gözle görülemeyen değerler” demektedir. Kadıbeşegil’e göre, 1980’lerin “ben kaliteyi hak ediyorum” yaklaşımının yerini “müşteri değeri”

almaktadır. Şeffaflık, hesap verebilirlik ilkeleri ve ahlaki değerlerin tartışıldığı günümüz dünyasında başarı elde etmek isteyen kurumlar bu değerlere sarılmak durumundadır (Kadıbeşegil, 2009, s.70). Kısaca, kurum için olumlu bir imaj oluşturmak halkla ilişkilerin temel hedefleri arasında sayılmaktadır; kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı da bu hedefe ulaşmada önemli bir aktör olarak görülmektedir (Koçyiğit, 2018). Halkla ilişkilerin, dürüstlük, güven gibi kavramları bünyesinde barındırdığı düşünüldüğünde, kurumlar için amaçlarına ulaşmada kolaylık sağlayacağı söylenebilir.

119 Piyasa başarısızlığı ve devletin başarısızlığını gösteren bazı argümanlar aşağıdaki tabloda şu şekilde özetlenmektedir: (Aktan, 2006, s.12):

Tablo 3: Piyasa Başarısızlıkları ve Devletin Başarısızlıkları Piyasa Başarısızlıkları Devletin Başarısızlıkları 1. Piyasada tam rekabetin geçerli olmaması

-Piyasaya giriş ve çıkışı engelleyen çeşitli faktörler olmayabilir.

-Piyasada şeffaflık olmayabilir.

2. Üretim faktörlerinin coğrafi ve sektörel dağılımında dengesizlikler (kaynak dağılımında etkinsizlik)

3. Özel gelir ve servet dağılımında adaletsizlik

-Özel gelir ve servetin sonuçta topluma bir yarar sağlamayacak şekilde kullanılması:

Savurganlık ve israf

1. Politikada tam rekabetin geçerli olmaması -Politikada serbestlik şartı geçerli olmayabilir. Örneğin bazı siyasal partilerin faaliyetleri yasaklanmış olabilir.

-Politikada şeffaflık olmayabilir.

2. Rant oluşturma ve rant dağıtma faaliyetleri 3. Çıkar gruplarının rant kollama faaliyetleri 4. Bütçe kaynaklarının coğrafi ve sektörel dağılımında dengesizlikler

-Lobicilik.

-Hizmet kayırmacılığı.

5. Devlet harcamalarında israf ve savurganlık

Kaynak: Aktan, (2006).

Serbest girişim yanlısı iktisatçılar, devlet düzenlemelerinin gereğinden fazla olmasının maliyetli olduğunu düşünür, liberal iktisatçılar ise şirketlerin karlarını arttırmak amacıyla kural tanımayacağını ve faaliyetlerinin sıkı takip edilip düzen altına alınmasını savunur (Kotler, 2015, s.189). Devletin ekonomi içerisinde yer almasını piyasanın işleyişi için olumsuz bir durum olarak gören neoliberal düşünce, getirdiği çözüm önerileri doğrultusunda devletin küçültülmesini ve sınırlı sorumlu devlet anlayışını benimsemiştir. Bu çerçevede 1980’li yıllara gelindiğinde devletin ekonomi içerisindeki payını asgariye indirmeyi amaçlayan özelleştirmeler yapılmış, kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesine doğru eğilim artmış ve diğer yandan kamu deregülasyon (ulusal ve uluslararası piyasalarda kuralsızlaştırma) faaliyetleri hız kazanmıştır (Bulut, 2003, s.173).

120 Sosyal devlete muhalefet eden neoliberalizmin savunucularına göre, hükümet düzenlemelerinin son derece sınırlı olması gerekmektedir. Çünkü onlar hükümetin yaptığı sosyal transfer harcamalarında haklılık payı görmemektedir. Onlara göre göz ardı edilmeyecek ölçüde geniş bir devlet faaliyet alanı vardır ve bu faaliyetlerin vergi düzenlemesiyle finanse edilmesi kaçınılmazdır. Sosyal devlet, üst gelir gruplarından alıp düşük gelir gruplarına dağıtmakla, küçük bir azınlığın her şeyi finanse etmesini beklemektedir (Friedman, 2018, s.253; Hayek, 2013, s.446) Toplumun 2/3’sinin, kalan 1/3’nin sırtından yaşamasına neden olan bu uygulama ile aslında yatırımlara yönelmesi gereken kaynakların israfına yol açmaktadır. Yani neoliberalizmin savunucuları, sosyal devleti yeniden bölüşüm projesi olarak tarif etmektedirler. Bu yeniden bölüşüm projesinin ekonomiye ciddi boyutlarda zarar verdiğini, sosyal maliyetlerin ekonomiyi işlemez hale getirdiğini, uluslararası rekabet yeteneğini düşürdüğünü ileri sürmektedirler (Mütevellioğlu, 2006, s.3). Bu nedenle de sosyal devlet sistemi artık sürdüremez hale gelmiştir. Neoliberalizmin savunucuları, ekonominin yaşadığı depresyon koşullarının sorumlusu olarak sosyal devlet sistemini göstermekte ve birilerinden alıp birilerine vermek gibi basit bir söyleme indirgemektedir.

Neoliberal düşünceye göre, politikacılar istese de istemese de bu sistem finans krizi yüzünden yok olmaya mahkum olmak zorundadır. Devletin her müdahalesi bireyin özgürlüğünü doğrudan sınırlamaktadır. Devletin müdahalesi, yerini her bireyin kendi yaşamından sorumlu olduğu, her bireye kendi doğrularını ve yanlışlarını yapabilme özgürlüğünün tanındığı ve kendi hayatını kendi değerlerine göre yaşadığı bir anlayışa bırakmalıdır. Devlet, insani yükümlülükleri yerine getiren bir merci olmaktan öte, bireylere bu yükümlülüğü yerine getirmesi için özgür ortam sağlayan bir merci olmalıdır. Devletin sosyal amaçlarla üstlendiği yükümlülüklerden, önce aile ve kilise gibi geleneksel kuruluşlar, sonrasında da gönüllü kuruluşlar ve yarı kamusal refah örgütleri sorumlu olmalıdır (Mütevellioğlu, 2006, s.4; Sallan, 2006, s.198-199).

Dolaysıyla neoliberalizmin sözcüleri, bir toplumda ekonomik etkinlik ve verimliliğin istikrarlı bir şekilde yürütülmesi için sosyal devletin tasfiyesini istemişlerdir. Onlara göre sosyal devlet, uluslararası rekabet gücünün ve bireysel özgürlüklerin gelişmesinin önünde de bir engeldir.

121 Sosyal devletin krizine yanıt olarak geliştirilen neoliberalizmin temel kabulleri, W.

Brown tarafından şöyle özetlenmiştir: Piyasanın kayıtsız şartsız egemenliği lehine olacak şekilde, özelleştirme, çevre korunması ve iş güvenliği gibi tüm alanlarda devlet düzenlemelerinin getirilmesi, eğitim, sosyal güvenlik için yapılan kamu harcamalarının kesilmesi ve dolaysıyla bütün sahaların piyasalaştırılması neoliberal aklın temel kabulleridir (Brown, 2018 s.43,45,48,51). Bu temel kabuller doğrultusunda, bireycilik ön plana çıkmış, kamu yararı, toplumun iyiliği, ortak iyilik gibi toplumsal amaçlar göz ardı edilmiştir.

Bireyselliğin ve serbest piyasanın 20. yüzyıldaki önde gelen modern savunucuları arasında sıklıkla Friederic Hayek ve Milton Friedman gösterilmektedir (Sallan, 2006, s.60, 199; Petenkaya, 2010, s.31). Friedman, 1962’de yayımlanan Kapitalizm ve Özgürlük, 1979’da yayımlanan Seçim Özgürlüğü adlı kitaplarında bireyselliğin ve serbest piyasanın savunuculuğunu yapmıştır. Neoliberalizmin en önemli temsilcilerinden olan Amerikalı iktisatçı, 1976 yılı Nobel iktisat Ödülünün sahibidir;

ekonomik ve sosyal yaşamda devletin rolünün sınırlanması ve kamu kesiminin ağırlığının azaltılması yönünde şu savları ileriye sürmüştür (Friedman, 2018, s.289):

“Devletçe üstlenilen yeni girişimlerin büyük bölümü hedeflerine ulaşamamıştır. Birleşik devletler ilerlemeyi sürdürmektedir, yurttaşları daha iyi beslenmekte, daha iyi giyinmekte, daha iyi barınmakta ve daha iyi ulaşım hizmeti görmektedirler; sınıfsal farklar ve toplumsal farklar küçülmüştür; azınlık gruplarının dezavantajları azalmıştır; popüler kültür büyük sıçramalar yapmıştır. Tüm bunlar serbest piyasa vasıtasıyla iş birliği yapan bireylerin inisiyatifleri ve itici güçlerinin ürünleridir.

Devletçe alınan önlemler bu gelişmeye destek değil, köstek olmuştur. Bu önlemleri parasal yönden karşılayabilmemiz ve onlara baskın çıkabilmemiz ancak piyasanın doğurganlığı sayesinde gerçekleşebilmiştir. Görünmez elin gelişmedeki gücü, görünen elin gerilemedeki gücünden daha üstündür.”

Dönemin ekonomi-politiğini belirleyen diğer bir isim de Friedrich August Von Hayek olmuştur. Hayek, Friedman’a paralel düşünceler içindedir. O da devletin sosyal ekonomik rolünün sınırlandırılması ve serbest piyasa mekanizmasının işlemesini istemiştir. Serbest piyasanın bireysel özgürlük ve ekonomik etkinlik getirdiğini ve böylece bireylerin gelirinin artmasına neden olduğunu, ekonomik özgürlüğün de politik özgürlüğün ön koşullarını yaratacağını savunmuştur. Hayek, neoliberalizme ekonomi ile birlikte felsefi, hukuki alanlarda da bir çerçeve çizdiği için bu düşünce içinde önemli bir yer edinmektedir.

122 Hayek’e göre; sosyal bilimler pozitif bilimlerden farklı bir pozisyondadır. Sosyal bilimlerde nesnel bir değer yargısı tespiti mevcut değildir (Hayek, 2000, s.125).

Özgür bir toplumda ortak refah veya kamunun iyiliği olarak zikredilen kavramlar, bilinen veya tahmin edilen mahiyette belirli sonuçların toplamı olarak tanımlanamazlar. Piyasa sistemine herhangi bir doğrudan müdahalenin dolaysız sonuçları her zaman olmasa da çoğu zaman açık bir şekilde görülebilmesi mümkün iken, daha dolaylı mahiyetteki etkileri her zaman bilinmeyecektir. Bu nedenle ihmal edileceği ağırlık taşıyacaktır (Hayek, 1994, s.87). Hayek, sosyal devlet anlayışına, üretken toplumdan transfer toplumuna doğru bir eğilim ortaya çıkardığı düşüncesiyle karşı çıkar. Eğer devlet bireylerin yerine getirmesi gereken bazı standartları bizatihi onlar adına kolaylaştırırsa ve ulaşmasını sağlama bağlamak isterse, onları herhangi bir tercihte bulunmaktan mahrum edecektir. Böyle olunca da bireyler kendi yaşamlarıyla ilgili kararları vermeyecek, girişimde bulunmayacak, rekabet edemeyecektir. Ona göre özgür bir toplumda sosyal adalet kavramı da anlamsızdır;

çünkü böylesi bir toplum içinde zaten bireyin kendi amaçlarına ulaşma imkanı vardır. İnsanlar arasındaki farklılıkları “adil” ve “adil olmayan” şeklinde ayırmak anlamlı değildir. (Hayek, 2013, s.384-385). Özetle, Hayek, özgür bir toplumda adaletin, mevcut iktisadi değerlerin tekrar dağıtılması ile değil, toplumsal kuralların adil olması ile sağlanabileceğini salık vermektedir. Bu yüzden devletin piyasa ekonomisine müdahalesini, mümkün olduğu ölçüde sınırlanmasını istemektedir.

Devlet piyasaya müdahale etmek yerine hukukun uygulanmasını sağlamalıdır. Yani devlet, yasa ve düzenin muhafazasıyla meşgul olmalıdır.

Kısacası neoliberal politikaların uygulamaya konulması ile devletin sosyal ve ekonomik alandaki merkezi konumu zayıflamış, kamu hizmeti, kamu yararı sağlayıcı organlarının ağırlığında göreli bir şekilde kaymalar meydana gelmiş, devletlerden daha etkin bir konuma gelen uluslararası sermayenin güç kazanmasına ve geniş yetkilere sahip olmasına neden olmuştur (Jessop, 2005, 318). Bu durum, şirketleri sosyal devlet kapsamında yer alan sağlık, eğitim, çevre gibi alanlarda verilen hizmetleri yerine getime işine yöneltmiştir (Akyıldız, 2007, s.154). Aynı zamanda kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik faaliyetlerinin önemi de gün geçtikçe artmış ve KSS faaliyetleri sürdürülebilirlik açısından önemli bir güç faktörü olarak şirketlerin öncelikli amaçları arasına girmiştir. Dolaysıyla da sosyal sorumluluk sistematik bir çalışma alanı olarak iş dünyasının gündemine oturmuştur.

123