• Sonuç bulunamadı

4- BULGULAR VE YORUM

4.3. SONUÇ VE ÖNERİLER

4.3.1. Sonuç

Toplumda meydana gelen hızlı değişim ve gelişimler, toplumun hücresi konumundaki aileyi de beraberinde değişmeye mecbur bırakmaktadır. Her ailenin de sağlıklı ya da sağlıksız kendi iklimi toplumun değişiminde önemli bir etkendir. Bu bir döngü içinde devam eder. Çocuk ise bu döngü içinde bahçeye ekilen bir fidan gibidir. Yeşerip yeşermemesi, büyüyüp gelişmesi, iklimin elverişliliğine ve o fidana gösterilecek özene bağlıdır.

Toplumdaki değişim her kesim için kaçınılmaz olsa da merkezden kırsal alanlara doğru gidildikçe bu değişimin hızı çok yavaşlamaktadır. Öyle ki buralarda yazılı yasalar gücünü kaybetmekte, geleneksel kurallar bölgenin yapısını şekillendirmektedir. Bireyler de içinde bulunduğu kültürün özelliklerini içselleştirerek toplumla bütünleşmektedir.

Ailenin meşrulaştırılmasında gerekli görülen evlilik kurumu da her toplumdaki geleneksel değerler ve normlar çerçevesinde farklılıklar gösterebilmektedir. Evliliğin biçimi ve işleyiş şekilleri ise çevreyle bütünleşmiş olan bireyler, özelikle de çocuklar vasıtasıyla gelecek nesillere aktarılır.

Çalışmamızın konu başlıklarından biri olan polijini (çok kadınla evlilik) tipi evlilikler de Türkiye’de yıllarca varlığını sürdürmüş, toplumun değişim ve gelişimine yenik düşerek zamanla eski popülerliğini kaybetmiştir fakat yukarıda bahsettiğimiz gibi bazı yöresel bölgeler ve kırsal kesimler bu değişime kendisini kapatmış ya da çok yavaş bir şekilde geriden takip etmektedir. Bu sebepten üzülerek söylenebilir ki yasaklanmasına rağmen çok kadınlı evlenmeler geleneksel ismiyle kuma yaşantısı günümüzde hala görülmektedir. Doğu Anadolu Bölgesi özelliklede çalışmamızın yapıldığı Hakkâri ve çevresi de bu gelenekselliği en çok devam ettiren kesimlerdendir.

Kumalık, toplumda bir kadın sorunu, kadına verilmeyen değerin simgesi olarak akla gelmektedir. Kadının; duygu ve düşüncelerinin yok sayıldığı, görevinin çocuk

yapmak, tarlada ya da hayvan bakımında çalışmak, evle ve çocuk bakımıyla uğraşmak olarak görüldüğü, beklentilerinin ve isteklerinin göz ardı edildiği bir yaşam biçimidir.

Her insan doğası gereği sevmek, sevilmek, değer görmek, ilgi görmek, önemsenmek ister. İnsanın duygularının yok sayıldığı her yerde ruhsal bir problem kök salmaya başlar. Dolayısıyla çok eşli evliliklerde de tüm bu insani duyguları ihmal edilen kumaların sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip oldukları düşünülemez. Bu anlamda aile ortamını anne baba ve çocuklardan oluşan üç ayaklı bir masaya benzetirsek; ayaklardan biri olan annenin kırılması tüm dengelerin alt üst olmasına neden olmaktadır. Yani sağlıklı bir aile olması için tüm bireylerin kendi içinde sağlıklı bir yapıya sahip olmaları gerekir. Kumaların yaşadığı ailede ise kaos, çatışma, rekabet vb. bir çok problem görülür. Tüm bu olumsuz yaşantının içinde var olmaya çalışan çocuk ise; isyan etmekle razı gelmek arasında karmaşık duygular içinde kaybolmakta ya da içinde yaşadığı hayatın olumsuz taraflarını farkında olmadan normalize edip hayatın olağan hali olarak görerek yaşantısını gelecek nesillere aktaran bir taşıyıcı olmaktadır.

Yaptığımız çalışmada da görüşmeler sonucunda her iki duruma da uygun sonuçlar elde edilmiştir. Erkek çocukların çoğunlukla babalarının bu davranışına saygı duydukları görülmektedir. Bu durum ataerkil bir yapının etkisi olarak düşünülmektedir. Babanın geçerli bir sebebinin olması (annede kısırlık, erkek çocuk doğuramama, annenin sağlık sorunlarının olması, tarıma ve hayvancılığa dayalı ekonomide iş gücüne ihtiyaç duyulması) babalarının döneminde sıkça yapılan bir durum olarak görülmesi çok eşliliğin sorgulanmadan kabullenilmesine neden olmuştur. Hatta çocuğunun olmaması gibi sebeplerde kendilerinin de bu tip evliliğe başvurabileceği yönünde görüş bildirmişlerdir. Bazı erkek çocuklar ise model alınarak öğrenilen toplumsal cinsiyet rollerini evdeki modellerinden öğrenmektedir. Erkeği çalışan, para kazanan ve evdeki bireylerle duygusal ilişki içine pek girmeyen, anneyi ise aile bireylerinin karnını doyuran evin işlerini yapan çocuk bakımından sorumlu olan, temel ihtiyaçları karşılandığı sürece mutlu olması gereken biri olarak kodlamakta ve babasının yaptığı gibi kadının duygusal ihtiyaçlarını yok saymaktadır.

Aynı zamanda her ne kadar çok eşliliği önermeseler bile şartlar gerektirirse yapabilecekleri konusunda gözlemler oluşmuştur. Bu çocuklar ilerleyen dönemlerde çok eşli evlilik yapsalar da yapmasalar da bu kültürel özelliği taşıyıcı nitelikteki çocuklardır.

Kızların ise çok eşlilik konusu ve babalarına karşı düşüncelerinde erkeklerinki gibi genellemesi kolay bir şema oluşmamaktadır. Görüşülen kızlardan bir tanesi babasının yaptığı durumu çocuklarına ve karısına karşı haksızlık olarak görmekte ve bu duygusunu babasına karşı soğukluk, kızgınlık, öfke hatta diyalog kurmak istememe gibi davranışlarla açığa çıkarmaktadır.

Diğer bir katılımcı ise babasının yaptığı bu davranışı kabullenmekte zorlanmakta, babasını paylaşamama duygusuna yenik düşmektedir. Bu duygularını ise babasına karşı aşırı düşkünlük göstererek açığa çıkarmaktadır. Bu davranışında annenin örnek alındığı düşünülebilir. Katılımcı çocukların örneklerinde görüldüğü gibi anneler yaşamak zorunda kaldıkları bu istenmedik durum içinde söz geçiremedikleri otoriteye(baba) isyan etmek yerine zaman zaman evin babasının gözüne girebilmek için kuma ile bir yarış içine girmektedir. Daha fazla fedakârlık yapıp daha fazla ilgi göstererek evin son söz sahibinin gözünde en değerli olmaya çalışmaktadırlar. Öfkelerini bu duruma sebep olan asıl kişiye değil rakip gördükleri kumaya çevirmektedirler. Ailenin model olarak öğretme işlevi de burada devreye girmekte, kadınlık rollerini anneden öğrenen çocukta evi bir yarış ortamı olarak görüp gözlemlediği bu durumu babaya karşı aşırı düşkünlük olarak gösterebilmektedir.

Her çocuk içinde yaşadığı çok eşli aile hayatında, kendince farklı dinamiklerden farklı boyutlarda etkilenmektedir. Örneğin; çok eşli aile hayatında erkeklerin en çok ekonomik boyuttaki olumsuzlukları dile getirdiği görülmektedir. Çok severek bahsettikleri kalabalık aile ortamı bu kez gözlerine dezavantaj olarak görünmekte, birçok ihtiyaçlarının karşılanamadığı konusunda üzüntülü olduklarını ifade etmektedirler. Erkek katılımcılardan 2 tanesinin ise diğer katılımcılar gibi kalabalık aile ortamını mutlu edici bulurken ekonomik sıkıntılardan ziyade evdeki çatışmadan dolayı fazlaca rahatsız olduklarını dile getirmeleri noktasında ayrıştığı

görülmektedir. Çok eşlilik, evde onlar için sonu gelmeyen huzursuzluk demektir. Bu çocuklardan birinin bu durumu aşırı öfke, sinir ve evden uzaklaşma olarak açığa vurduğu görülürken, diğerinin ise yaşananlara karşı kayıtsızlık ve sadece kendini düşünme (bencillik) olarak açığa vurduğu görüşmedeki söylemlerinden çıkarılmıştır.

Çalışma kapsamında kızların ise empati kurma becerisinin erkeklere göre daha fazla olduğu gözlemlenmiştir. Kızlar çok eşlilik olayını kendi pencerelerinden değerlendirirken annelerinin de bakış açısını ihmal etmemektedir. Bazıları üvey annesini ve kardeşlerini sevmesine, kalabalık aile yaşantılarını sevgiyle ifade etmelerine rağmen annelerinin üzgün olduğunu düşünmekte ve onun adına üzülerek arada kalmaktadırlar. Bazıları da babaları tarafından annelerine yapılan haksızlığı kendilerine de yapılmış gibi görmekte hem kendi adlarına hem de annelerinin adına çifte bir kızgınlık yaşamaktadırlar.

Çocuk ve ergen psikiyatristi Veysi Çeri, çocukluk çağı olumsuz yaşantılarının “özellikle de süreğen olması durumunda çocukta kronik bir psikolojik ve biyolojik stres yanıtına yol açtığını söyleyebiliriz. Uzamış stresin çocuğun bilişsel, zihinsel ve duygusal kapasitesini olumsuz yönde etkilediğini, duygu düzenleme ve bilişsel işlevlerdeki bozulmanın da okul başarısı ile arkadaşlık ilişkileri üzerinde bozuk etkisi olduğunu biliyoruz. Karşılaştıkları olumsuz çocukluk yaşantılarının neden olduğu yoğun ve süreğen stres ile bilişsel işlevsellikleri ve duygu ile davranışsal kontrol kapasiteleri ciddi şekilde bozulmuş olan bu kişiler, sergiledikleri dürtü denetim zorlukları nedeni ile okul sisteminin dışında kalabilmekte, ayrıca iyi dostluklar kurmakta da zorlanarak kucaklayıcı, koruyucu ve kollayıcı sosyal destek kaynaklarından da yoksun kalmaktadır. Böylelikle de sağlık için zararlı olan çeşitli davranışsal alışkanlıklar edinebilmekteler.” diye açıklamaktadır. Bu ve benzeri uzman görüşlerinden yola çıkılarak yapılan bu çalışmada da tüm katılımcıların aile hayatlarından memnun olmamaları, yaşadıkları çok eşli aile hayatlarını çocukluklara karşı yapılmış bir saldırı olarak görmeleri yönünde beklentiler oluşurken, ruh sağlığının korunmasında; kişilik özelliklerinin, kültürün, kadercilik anlayışının, dinin ve psikolojik savunma mekanizmalarının koruyucu etkileri göze çarpmıştır. Anne ve çocukları rahatlatıcı etkenlerin en başında “Zaten çevremizde bir sürü böyle aile

var.” anlayışı gelmektedir. Toplumun böyle bir şeyi onaylaması ve çevrede gözlemleniyor olması kişide normal algısı oluşturmakta, beynin bu durumu problem olarak algılamasına engel oluşturmaktadır. Diğer önemli bir etken ise dinin bu konuyu yasaklamamasıdır. Dinin kültürel yapı üzerinde oldukça etkili olduğu bu bölgede, evdeki kadının ikinci eşi dinen erkeğin hakkı olarak görmesi, erkeğe karşı suçlayıcı ve kindar duyguların oluşmasının önüne geçmekte ve çatışma ortamını en aza indirmektedir.

Sonuç olarak; çalışmaya katılan çocukların tümünün gerek kendi hayatlarından gerek gözlemledikleri diğer çok eşli ailelerin hayatlarından yola çıkarak kumalık olgusuna karşı olumsuz bir görüşe sahip olduğu tespit edilmiştir. Ancak aile hayatları, çocuk ruh sağlığı açısından değerlendirildiğinde bir kısmının her ne kadar yaşadıkları olumsuzluklardan şikâyetçi olsalar bile, pragmatist bir yaklaşım sergileyerek yaşadıkları aile hayatını değerlendikleri, aile içindeki davranışları ve rolleri benimsedikleri, böylelikle ruhsal olarak olumsuz etkilenme düzeylerini en aza indirdikleri tespit edilmiştir. Bir kısım ise çok eşli aile hayatını diğer çocuklar kadar benimseyememiş, karşılaştıkları olumsuzluklar karşısında baş etme becerileri konusunda yetersiz kalmışlardır. Karakter ve kişilik yapılarının oluştuğu bu dönemde, Yaşadıkları olumsuz duygu durumlarını okul hayatlarına, sosyal yaşamlarına ve psikolojik yaşantılarına da yansıtarak sağlıksız bir yetişkinlik dönemine doğru geçiş yaptıkları gözlemlenmiştir.