• Sonuç bulunamadı

Son Türk Devletinde Eğitim, Sanat Politikası ve İnşası

İKİNCİ BÖLÜM 1914 ÇALLI KUŞAĞI SOSYAL ORTAMI VE OLUŞUM SÜRECİ

2. Türkiye Cumhuriyet

2.2. Son Türk Devletinde Eğitim, Sanat Politikası ve İnşası

Başlangıçtan itibaren, uygulamaya konulan tüm eğitim modelleri ve eğitim kurum ı, çok önemli toplumsal görevler üstlenmiştir. Örneğin 1848 yılında kurulan Darülm

ce, hem eğitimde tabana yayılma başlamış ve hem de üst yetenek grubu öğrencileri, öğretmen okullarına yönlendirmek mümkün olmuştur. Böylece sis

diğer yollardan çokta farklı değildir. Birlik ve beraberliğin temelleri eğitimle sağlam atılmalı, halkın ortak kültürel de

lar

uallimin-i Rüşdi ile başlayan zaman diliminde, öğretmenliğin meslekleşmesi ve öğretmen yetiştiren kurumların medresenin etkisinden kurtarılması hedeflenmiş, Cumhuriyet döneminde ise, toplumun dönüştürülmesi öğretmen okullarının temel görevi olmuştur. Atatürk, bu görevi “Muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözleriyle çok açık bir şekilde ifade etmiştir. Sistem parasız yatılı düzen ve kırsal kesim kontenjanıyla desteklenin

tem, devletin halkla bütünleşmesini, halkın devletine olan güven ve bağlılığının pekişmesini besleyerek kendisine biçilen görevi hızla gerçekleştirmeye başlamıştır (Toprak, 1998a: 612). Eğitim alanında da izlenen yol

ğerlere sahip çıkarak, tarihini iyi öğrenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ancak bütün temel konularda olduğu gibi yine I. Dünya Savaşı’nın

Türk toplumu üzerinde yaptığı etkiden başlamak konuyu daha anlaşılabilir kılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 13 yıl süren savaşlardan sonra kurulmasıyla, Türkiye

uzun bir barış dönemine girmiştir. İstiklâl Savaşı’nı kazanan güçler, 1908’de başlayan devrimi tamamlamayı amaçlamıştır. Bu devrimin tamamlanması konusunda eğitim alanında atılan ilk adım, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması olmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda medreseler önemlerini büyük ölçüde yitirmiş olmakla birlikte eğitim sistemi içinde mektep-medrese ikiliği hâlâ varlığını korumuştur. 1924 yılında ülkede 479 medrese ve 1800 medrese öğrencisi öğrenim görmektedir. Bunlar 600 kadarının gerçekten öğrenci olduğu tahmin edilmektedir. Medreseler Şer-iye ve Evkaf Nezareti’nce yönetilmektedir. 3 Mart 1924 tarihinde hilafetin kaldırılmasına ilişkin 431 sayılı yasa kabul edildi: 430 sayılı yasa ile mektep-medrese ikiliği kaldırılarak “Tevhid-i Tedrisat” (Öğretim Birliği) esası getirilmiştir (Tekeli, 1983: 660).

140

Bütün bu köklü değişimlerin, yaratılmak istenen değişim rüzgârlarının maddi bir yükümlülük getireceği de dikkatlerden kaçmamıştır. Devlet yeni kurulmanın verdiğ

kaldır lmış; bu vergi kazanç, yol ve arazi vergilerine yapılan ilavelerle karşılanmaya çalışı

ştirmeler yaparak öğretmenliği cazip bir meslek haline getirmiştir. Ayrıca öğretmenlerin mesleki gelişmelerini sağlamak için Terbiye Dergisi ile Maarif

i sıkıntılarla birlikte yeni kaynak arayışlarına gitmiştir.

Ancak 1913 tarihli Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-u Muvakkati yasasıyla birlikte ilköğretim kurumlarının bütün finansmanı il özel idaresinin tekelinde bulunmaktadır. Bir başka deyişle il özel idareleri ilköğretimin niteliğini önemli ölçüde belirlemektedir. Tüm yetkilerin bu kurulların elinde olması öğretmen maaşlarının düzenli yatmamasına, eğitime harcanan paranın zamanında kullanılmamasına ya da keyfi olarak kullanılmasına neden olmaktadır. Bu dönem eğitim açısından yararlı yatırımların yapılamadığı bir dönem olarak kayıtlara geçmiştir.

Cumhuriyet yönetiminin atadığı idareciler, 1913 tarihli yasayı kaldırmadan değişik zamanlarda yaptıkları düzenlemelerle aşama aşama il özel idarelerinin yetkilerini kısıtlama eğilimi içinde bulunmuşlardır. 1923 yılında çıkarılan bir yasa ile öğretmen maaşlarının tabanı belirlenmiş; 1926 yılında bölgesel eğitim “eminlikleri” kurularak valilerin bazı yetkileri bunlara verilmiş; 1927 yılında çıkarılan Eğitim Vergisi Yasası’yla okul masraflarının toplanmasında il idare kurullarının yetkisi

ı

lmıştır. 1935 yılında çıkarılan Eğitim Müdürleri Yasası ile de il idare kurullarının pratikte bir etkinliği kalmamış, yönetim tamamen bakanlık denetimine alınmıştır (Tekeli, 1983: 662).

1926 yılına kadar Maarif Vekâleti örgütünde önemli bir değişiklik yapılmamıştır. İlk değişiklikler, Cumhuriyet’in bu alandaki atılımı, Maarif Vekili Mustafa Necati tarafından yapılmıştır. Mustafa Necati, yönetimin kilit noktalarına 1950’lere kadar Türk eğitim sistemini yönlendirecek Rüstü Uzel, Nafi Atıf Kansu, Cevat Dursunoğlu, İsmail Hakkı Tonguç gibi yöneticileri getirmiştir. Bakanlık, örgütüne Talim-Terbiye Dairesi’yle İnşaat ve Sağlık Dairelerini eklemiş, Eğitim Eminleri örgütünü kurmuştur. Mustafa Necati, öğretmenlerin gelirlerinde ve personel statülerinde iyile

141

Vekil

ımlar atılınca, eğitim sistem ız ve erkek öğrencilerin birlikte okuduğu karma eğitime geçilmiştir. 1927 yılınd

anya’dan eğitimci G.Kerschensteiner çağrılmıştır. Fakat bazı sebepler nedeniyle Kerschensteiner gelem

mek amacıyla, özellikle Atatürk’ün isteği üzerine davet edilen ünlü Amerikalı eğitimbilimci John Dewey, bu alanda ilk ciddi anlamdaki rapor

liği Dergisi yayınlanmış, Milli Eğitim Bakanlığı da ders kitaplarının yayınını yalnızca piyasaya bırakmayarak kendisi de kitap yayınlamaya başlamıştır. 1926 yılında Medeni Kanun’la kadın hakları konusunda ileri ad

inde k

a bazı okullarda denenen karma eğitim, bir yıl sonra tüm sisteme yaygınlaştırılmıştır (Tekeli, 1983: 662).

Eğitim örgütlenmesinde bazı değişiklikler yapılırken, Cumhuriyet yönetimi sürekli bir arayış içindedir. Dönemim ünlü eğitimcileri çağrılarak onlara raporlar hazırlattırılmıştır. 1924 yılında Columbia Üniversitesi’nden eğitim profesörü, okulun ünlü felsefecilerinden John Dewey, 1925 yılında Alm

emiş, yerine Profesör Kühne gönderilmiştir. Alman Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın eğitim danışmanı olan Kühne, eğitimin kalkınmaya etkisi üzerindeki çalışmalarıyla tanınmaktadır. Teknik Öğretim konusunda incelemeler yapmak içinde 1927 yılında Belçika’dan Omar Buyse getirtilmiştir. Mustafa Necati döneminde yapılan düzenlemelerde bu çalışmaların etkisi görülmektedir. Ama Türkiye’nin eğitim sistemine özgü çözümlerin, Türk eğitimcilerince ortaya konulması için 1940’lı yılları beklemek gerekecektir (Tekeli, 1983: 662).

Ayrıca Cumhuriyetin ilk yıllarında eksikliği duyulan iş eğitimi ve resim pedagojisi alanındaki boşluğu gider

unu hazırlamıştır. Dewey, hazırladığı bu raporda, bir ülkenin ilerlemesinde resim ve iş eğitiminin önemini belirterek, bu konuda yetiştirilmek üzere Avrupa’ya öğrenci gönderilmesinin yararlı olabileceğini belirtmiştir (Köksal, 1988: 8). Sanatsal anlamda da önemli icraatlar yine bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet’in kararlı inkılâpçı tavrı, yeniliğe açık bir şekilde program üretmesi getirilen yabancı hocalardan anlaşılmaktadır.

Tarihte her inkılâptan sonra o inkılâbı yaşatan ve canlandıran bir sanat meydana gelmiştir. Fransa büyük ihtilâli, tarihinden ziyade resimlerle yaşamıştır. Keza Rus

142

inkılâbı da yeni Rus sanatının en büyük ilham kaynağıdır. Türk resminin bu cereyanlardan ayrı kalması orijinal bir resim anlayışı olmadığı olarak değerlendirilebilir. Dönemin aydınları eğitim politikasında izlenen yabancı hoca geleneğine Türk sanatında karşı çıkarak, Türk sanatçısının gözünü Türkiye’ye çevirmesi gerektiği üzerinde durarak, geleneksel sanatta milli bir karakter ortaya çıkmasının tek yolunun bu olduğu üzerinde görüş belirtmektedirler (Vicdani, 1933: 28).

ları belirtilerek hükümetten bu iş için Sultanahmet Camii istenmekte, ancak camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu resim

sanat ve edebiyat alanında da oldukça verimli geçmiştir. Cumhuriyet’in yetiştirdiği bu ateşli ve gürbüz nesil, öncekilerin elinden aldıkları sanat

Aslında Cumhuriyet döneminde resim ve heykel alanında yapılabilecek fazla bir şey olamamasına rağmen, Türk resmi uzun yıllar Primitiflerle başlayan macerasını yaşamaya devam etmiştir. Fakat bazı kararlar alınarak, milli sanat politikasının geliştirilmesi yolunda yeniliğe açık bir tavır sergilenmiştir. Ancak bazı yapılan değişikliklerin de görmezden gelinmemesi gerekmektedir. Bunlardan önemlileri arasında konservatuarlardan Türk musikisinin ayrılması ve Akademi’nin de tedrici bir şekilde klâsik sanatlardan arındırılmasıdır (Ayvazoğlu, 1998: 2954). Burada yeni devrin yaklaşımını göstermesi bakımından, 1926 yılında teşkil edilen Sanayi-i Nefise Encümeni’nde, Namık İsmail ile İbrahim Çallı’nin Maarif Vekili Mustafa Necati’ye bir dilekçeyle sundukları teklif üzerinde kısaca durulmalıdır. Dilekçede ressamların eserlerini teşhir edecek bir galeriden mahrum olduk

lerin sağlıklı teşhirini engellediği için kubbede delik açılması gerektiği ifade edilmektedir. Maarif Vekili’nin kabul etmek niyetinde olduğu teklif, encümen üyelerinden Mimar Kemaleddin Bey’in öfkeyle yerinden kalkıp itiraz etmesi üzerine reddedilmiştir (Rey, 1963: 5).

Muzaffer Reşit Varlık dergisinde çıkan bir yazısında Cumhuriyet’in ilk on yılında sanat alanında gerçekleşen olumlu örnekleri değerlendirirken şu ifadelere yer vermektedir; “Cumhuriyet’in ilk on yılı, Türkiye’nin sınai, iktisadi, zirai ve içtimai bütün sahalarda olduğu gibi

143

henüz daha hazırlık devresindedir. Böyle olmakla beraber bu imzaların ilk on yılda verdiği eserler ümit vericidir.” (Reşit, 1933: 123-124).

Muzaffer Reşit böylesine bir değerlendirme yaparken, şüphesiz ki yaşadığı ortamı gözlemleyerek, kültür ve sanat ortamını çeşitli açılardan ele almıştır. Aynı yazının devamında, Cumhuriyet devrinin özellikle resim ve heykel alanında edebiyata göre daha belirgin atılımlar yaptığını özellikle vurgulamaktadır.

ıştır. Örik, yazısında Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğü’nün belli başlı yapacağı iş ve görevler olarak şu dokuz maddeyi tespit etmiş

“Avrupa’da eğitim görmüş garp tekniğini tamamıyla kavramış olgun bir nesil yetişmiş ve üstatlar da yine eserlerinin sayısını artırmışlardır. Yeni ressamlar içinde cidden büyük bir varlık olarak mesela; Nurullah Cemal, Hale Asaf, Muhittin Sebati, Elif Naci, Fikret Mualla, Saip Mualla, Hadi ve arkadaşları gibi kuvvetli elemanlar yetişmiştir. İlk defa olarak bu on yıl zarfında modern resim cereyanları memlekete girmiş, modern tarzda tablolar vücuda getirilmiş, kitap kapaklarına ve dekorasyonlarına bile bu yeni zevk hâkim olmuştur.”

Heykeltıraşlık da on yıl önce tamamıyla yoksulken, bugün memleket dâhilinde heykeller ve abideler yapmaya muvaffak olan kudretli sanatkârlarımız vardır. Daha ilk eserlerini veren bu genç nesil yarın Türk abideciliği sahasında da şaheserler yaratmaya namzettir (Reşit, 1933: 123-124).

Nahit Sırrı Örik, Varlık dergisinin kırk sekizinci sayısında yayınlanan “Bir Teşkilât Hakkında Temenniler” adlı yazısında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü hakkında değerlendirmeler yapm

tir:

1.Ankara’daki Musiki Muallim Mektebini murakabe ve ıslah. 2.Ankara’daki orkestrayı ıslah.

144

3.İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin murakabesi ve noksanların ikmali.

4.Her yıl açılan resim sergilerinden devletçe alınan tablolar şuraya buraya konmaktadır. Halkta resim kültürünü yaratmak üzere iyi seçilecek resimleri onun daimi istifadesine arz eden resim galerileri vücuda getirilmesi.

5.Ankara’da İstanbul’daki tiyatrodan ayrı bir devlet tiyatrosunun kurulması ve bunun

ı ve mükâfatlandırılması suretiyle sanatkârları himaye (Örik, 1935a: 369).

006: 337).

ırrı, hükümetten beklentilerini ve Türk sanatının gelişim sürecinde karşılaşabileceği sorunlara yönelik

duyd devam etmektedir.

muntazam turnelere memleket dâhilinde de dolaşması ve bu suretle Türkiye’de bugünkü tiyatro vaziyetinin bir derece olsun ıslahı.

6.Bütün memleketteki halk musiki eserlerinin derlenmesi.

7.Eski ve milli güzel sanatların ortadan kaybolmaması için lazım gelen tedbirler ve çalışmalar.

8.Memlekette güzel sanat eserlerinin hüsnü muhafazası hususunda alâkadarlık gösterilmesi.

9.Bir takım değerli sanat eserlerinin alınmas

Nahit Sırrı, yapılması gereken bu işlerin inkılâbın köklenmesi için mutlaka gerekli olduğuna inanmaktadır. Ona göre ayrıca bu işleri yapacak yetişmiş, işinin uzmanı elemanlara ihtiyaç vardır. Bu konuda ise Maarif Vekâletine iş düşmektedir (İnalkaç, 2

Bu dönemin önemli yazarlarından biri olan yine Nahit S uğu endişeyi yazılarına taşımaya

145

“Güzel sanatların medeniyet ve inkılâp davasındaki büyük rolünü kabul ettikten ve Türklerin resim sahasındaki çalışmalarını toplu ve şuurlu bir halde halkın daimi tetkikine arz etmek lüzumunu da tasdik ettikten sonra, bu işte kıymetli bir zamanın kaybe

men seçilmeli ve bu komisyon Ankara resim galerisine eserleri alınacak ressamların isimlerini ve alına

saray sanatının bir uzant ı gibi görünen Türk resminin Ankara’ya yönelmesi Cumhuriyet’le birlikte ve Anka

t.y.b: 36).

kente dönüşürken, sosyo-kültürel, ekonomik ve politik boyutlarıyla kuşkusuz her yönden çağdaş Türk toplumunun yaşamına tüm yenilikleriyle girmiştir. Devle

liklerini katma çabalarıyla giderek Türk sanat da İstanbul’dan sonra ikinci bir sanat merkezini oluşturmuştur. Hızla değişen doğas

923 öncesi Osmanlı dönemi sanat hayatı günün koşulları elverdiği ölçüde tiyatr

i’nin oluşturduğu “Güzel Sanatlar Birliği”, 1916 yılından başlayarak İstanbul’da Galatasaray Lisesi salonlarında her yıl yaz aylarında sergi açmışlardır. Bu sergilerden 1923 yılında

dilmiş olduğunu itiraf etmemeye imkân yoktur. Bizde komisyon kelimesinin etrafındaki korkutucu havadan çekinmek lazımsa da, başka bir çaresi olmadığı için diyelim ki, mütehassıs kimselerden mürekkep bir komisyon he

cak eserlerini tespit etmeli ve bu tablolardan hükümetin elinde bulunmayanları da satın almak için lazım gelen mesaiye ise idari makamlar girişmelidir” (Örik, 1935b: 144).

İstanbul’da yirminci yüzyılın ilk çeyreği sonuna kadar ıs

ra’nın başkent olmasıyla uyanan yeni bir ilgi, yeni bir duyarlılıktır (Büyükişleyen,

1923 Atatürk devriminden sonra Ankara, kırk binlik küçük bir kasabadan bugün milyonluk büyük

tin başkenti Ankara, birçok sanatçının ekmek teknelerini devlet memuru olarak burada aramaları, yanına sanatsal etkin

ın

ı, çevresel ve toplumsal özelliği, sanatsal alanda doldurulması gerekli boşluğuyla Türk resminde, Batının Pont-Aven okulu örneği bir “Ankara okulu”nu yaratmıştır (Çakaloz, 1982: 146-147).

1

o ve resim alanında sürmüş, Güzel Sanatlar Okulu’nun Resim ve çok sınırlı olmakla birlikte Heykel Bölümleri’nden yetişen sanatçılar, sanat yaşamını canlı tutmuşlardır. Kökenini “Osmanlı Ressamlar Cemiyet

146

açılan

lam ve hürmetlerimle cemiyet azalarına tebliğ etmenizi rica ederim” (Naci,1933a: 34). Böylece Çallı Kuşağı’ndan sonra gelecek ressam kuşaklarının, sanat

nç nesil 1923 yılında eğitimlerini tamamlayan Elif Naci,

Mahm emi ve arkadaşlarından oluşmaktadır. Onları

yetişt

olitik yola göz attıktan sonra dönemin önem taşıyan yasal düzenlemelerinden birine bakmakta yarar vardır. Yeni düzenlemeye göre

ı, Atatürk’ün sanata verdiği önemi gösterme açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Çallı İbrahim, Hikmet Onat, Avni Lifij, gibi 1914 kuşağı izlenimci sanatçılarının eserlerinden oluşan sergiye Gazi Mustafa Kemal’i temsilen edebiyatçı ve devlet adamı Hamdullah Suphi katılmıştır. Suphi, o güne kadar Türk konusunun yabancıların fırçasından çıktığını, fakat artık bu konuyu Türk ressamlarının ele almalarından ne denli mutlu olduğunu söyledikten sonra, Atatürk’ün mektubunu okumuştur:

“Sanatkârlarımızın mütemadi ve feyyaz mesaisinin daima takdirkârı bulunduğumu se

anlamında önleri bir bakıma açılmıştır. Çallı Kuşağı’nın çektiği sıkıntıları bu yeni yetişen nesil onlar kadar yaşamayacaktır.

İşte yeni yetişen bu ge

ut Cuda, Ali Çelebi, Zeki Kocam

iren 1914 kuşağı ustalarının izinden ayrılıp, bir atılım içine girmek istediklerini kanıtlamak üzere amacı, hedefi belirlenmemiş “Yeni Resim Cemiyeti”ni kurmuşlardır. “Cumhuriyet’le beraber doğan” bu Cemiyet’in 15 Mayıs 1924 tarihinde açtığı sergiyi Elif Naci, “resim hayatımızın inkılâp günü” olarak tanımlamıştır. Ayrıca “Genç nesil Cumhuriyet’ten hız ve alev alarak büyük bir bomba gibi patladı” demişse de, üyelerin bir bölümü yurtdışı sınavını kazanarak eğitim için Paris’e gidince dağılan grup, başka bir etkinlik gösterememiştir (Elibal, 1973: 60).

Sanatsal anlamda izlenimlere ve p

güzel sanatlar dallarında yabancı ülkelere eğitim yapmak üzere sınavla öğrenci gönderilmesine imkân tanıyacak bir yasanın çıkarılmasıdır. Cumhuriyet’in kuruluşunun henüz ilk yıllarına büyük bir ileri görüşlülükle, yeni kurulan ve her alanda hızla gelişmesi hedeflenen ülkelerin sanat hayatına katkı sağlamak amacıyla çıkarılan bu yasadan ne yazık ki Türk tiyatrosu faydalanamamıştır. Yasa, daha çok resim ve müzik dallarında yetenekli Türk gençlerinin yurt dışında eğitim görmelerini

147

sağlamıştır. Böylece de genç Türkiye’nin plâstik sanatlar alanında yalnızca yurt çapında değil, dünya çapında isim yapmış, Mahmut Cuda, Cevat Dereli, Refik Epikman, Hale Asaf, Ratip Aşir’le başlayıp Turan Erol’a dek uzanan bir dizi sanatçıya kavuşmasını hızlandırmıştır (Canlı, t.y.: 43). Süreç incelenirken, sanat açısından bir diğer önemli tarihte 1924 yılıdır.

Bu anlamda 1924 yılının Türk kültür hayatında özel bir yeri vardır. Nedeni de, müzecilik ve araştırmacılık alanında önemli adımların bu yıl atılmış olmasıdır. Milli sanat

alışmaları yakından izlemiş, çalışma sonuçlarını yayınlatmıştır. Atatürk’ün konuya verdiği önem sonucunda da Topkapı Saray

uluslararası bir yarışma açılmış, birinciliği Viyanalı sanatçı Heinrich Krippel kazan

tarihinin gelişmesine ön ayak olan Atatürk, başkanlık ettiği toplantılarda cami, medrese, türbe gibi eski kültür varlıklarının onarım ve yenilenmesi için gerekli girişimleri başlatmış, söz konusu eserlerin monografilerinin hazırlanarak yayınlanmasını istemiştir. Ayrıca arkeolojik kazıları, sanat tarihi ve arkeoloji ile ilgili araştırmaları, incelemeleri, müzecilikle ilgil ç

ı onarılmış, içinde yer alan eserler düzenlenmiş ve müze olarak hazırlanan ilk bölümü 16 Ekim 1924’de halka açılmıştır. Bu çalışmaların bir parçası olarak Ankara’da Etnografya Müzesi yine bu yıl kurulmuştur. Görüldüğü üzere, 1924 ve onu izleyen birkaç yıl, Türk sanat yaşamının gelişip, olgunlaşabilmesini sağlamak için gerekli olan alt yapı hazırlıklarıyla geçmiştir (Canlı, t.y.: 43).

Plâstik sanatlar alanına gelince, 1925 yılı anıt ve heykel yaptırma hareketinin başlangıcıdır. Yeni Gün ve Cumhuriyet Gazetelerinin girişimi ve Belediye’nin de parasal desteği ile Ankara Ulus Meydanı’nda bir zafer anıtı yaptırmak üzere

mıştır. Heykel yaptırma girişimlerinin bir uzantısı olarak, bir başka yabancı heykeltıraş, Pietro Canonica da Türkiye’ye davet edilmiş, Ankara’da Atatürk tarafından kabul edilmiş, kendisine Atatürk heykelleri sipariş edilmiştir. Heykel ve anıt yaptırma girişimleri Ankara ile sınırlı kalmamış, İstanbul ve Konya da aynı çabanın içine girmiştir. 3 Ekim 1926 tarihinde H. Krippel’in yaptığı Atatürk anıtı Sarayburnu’nda, 29 Ekim 1927 de, Konya İçin hazırladığı Atatürk heykeli törenle açılmıştır (Canlı, t.y.: 43).

148

Türk resim sanatı tarihinde önemli bir yeri olan Atatürk resimleri ise heykel çalışmalarından çok önce, daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlamış, Cumhuriyet’in ilanını izleyen aylarda ilk Atatürk portresini de Çallı İbrahim gerçekleştirmişti. W.V.Krausz’dan sonra doğrudan Atatürk portreleri yapan, sanatçıların ilki olan Çallı’yı İnkılâp ve Atatürk resimleriyle Feyhaman Duran, Hikmet Onat, Eşref Üren, Şeref Akdik gibi ustalar izlemiştir (Canlı, t.y.: 43).

sanata ne denli önem verdi çık bir belirtisi olarak değerlendirilebilir (Cezar, 1981: 15).

sanat akımlarına belirleyici bir yön veren ilkelerin, özündeki içeriğin benimsenmediği yollarda kullanılması.

Atatürk’ün ilk inkılâpları, resim, heykel gibi görsel sanatlar, kıyafet, takvim, ölçü, tartı gibi alanlarda yoğunlaşmış, yani daha çok görsel ağırlıklı olmuştur. Demokratikleşme, lâiklik, hukukun batılılaşması gibi düşünsel inkılâplar ise daha sonra gerçekleştirilmiştir. Bunun temel nedeni, görsel olanın, eğitim düzeyi çok düşük gruplarda dahi yaygın eğitim aracı olarak çok etkin olmasından kaynaklanmış olabilir. Atatürk’ün sanata verdiği önem yazı inkılâbından iki, üniversite inkılâbından yedi yıl önce güzel sanatlar reformuna yönelmiş olmasında gözlenebilir. Güzel sanatlara verilen önemin somut bir göstergesi de, Fındıklı’daki Osmanlı Devleti Meclis-i Mebusan binasının Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kullanımına verilmesi, eğitimci olarak yurt dışından uzman sanatçıların getirtilmesidir. Ayrıca dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, “Ulusumuzun güzellik eğitimi üzerinde etki yapacak kurumları geliştireceğiz” sözünü vermiş olması Devletin

ğinin a

1923’den sonra Türk resim sanatındaki bazı gelişim ve değişimleri Sezer Tansuğ şu sözlerle ifade etmektedir;

1-Resim sanatında son Osmanlı dönemi programlarının yeni temalara yönelerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür ve sanat politikasına ayak uydurması.

2-Sanatçı kesimleriyle resmi ve yarı-resmi kurumlar arasındaki ilişkilerin sürmesi.

149

4-Sanatçıların bireysel iç dünyalarını resim diline aktaracak bir duyarlılık atmosferine sahip olmayışları.

5-Sanat yaşantısının sosyo-ekonomik yapıdaki belirti ve yönlendirmeler gereği sınırlı bir özgürlük içinde bulunuşu.

6-Resimsel üslup etkinliğinin kesinlikle sanat eğitimi kurumunun tekelinde bulun

n, dönemin sanat anlayışına da açıklık getirmektedir;

daha ilk yılında Avrupa’ya gönderdiği yüzlerce talebe arasında resim ve heykeli de ön sıraya koymuş, bir defada sekiz genci birden