• Sonuç bulunamadı

Atatürk’ün Sanata, Sanatçıya ve Eğitime Bakışı

İKİNCİ BÖLÜM 1914 ÇALLI KUŞAĞI SOSYAL ORTAMI VE OLUŞUM SÜRECİ

2. Türkiye Cumhuriyet

2.1. Devlet Kurulurken Sosyal Yaşam, Siyasi Durum ve Genel Görünüm 20 yüzyılın ilk on yılında gelişen olayları hızlandıran faktörlerin, 19 yüzyılın

2.1.3. Atatürk’ün Sanata, Sanatçıya ve Eğitime Bakışı

Atatürk’ün yeni Türkiye devletine biçim verirken sanatla yakından ilgile

anatı ne denli sevdiği yurdun her bir yanında yükselen eserleri gözlemlemekle mümkündür. Atatürk kendi m

anlar çıkmaktadır ve onların fikirleri doğrultusunda bazı fikirler geliştirilmiştir. Bu fikir adam

ın hantal yapısı ı hafifletecek alt kurumların mutlak surette oluşturulmasıdır. Böylece diğer sosyal alanlarda benzer gelişmeler, bir daha geliştirilmeyecek yapısal ve örgütsel

nmesinde, siyasal etkenlerin de payı vardır. Bilindiği gibi I. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletler, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak istemişlerdir. Bunun gerekçelerinden biri de çok ilginç bir şekilde, Türklerin uygar olmadığını, tarihte uygarlığa ilişkin eser yaratmadıklarını öne sürmüşlerdir. Oysa Türk ulusunun uygarlık niteliklerinden yoksun bulunduğu görüşü kesinlikle yanlıştır. Türklerin s

illetine yapılan bu tür haksız aşağılamalar karşısında kayıtsız kalamamıştır. İşte biraz da bu yüzden, Türk tarihi, dil, ulusal kültür ve sanat, Türklerin uygarlığa katkıları gibi köklü sorunlara gerçekçi bir yaklaşımla ve kurumsal anlayışla el atmıştır. Böylesine önemli konularla uğraşmayı devletin en önde gelen görevleri arasında saymış, sanata ilgiyi devlet politikası haline getirmiştir. Çünkü ondan önce kültür ve sanat konuları devlet politikasının dışında düşünülmüştür (Kavcar, 1983: 506).

Atatürk, yeni ulusun şeklini belirlerken kurumlar ve mevcut yapısıyla bir bakıma alt yapısını da oluşturma gayreti içinde olmuştur. Onun devrimlerinde bu gayretin somut adımları belirgin biçimde gözükmektedir. Kılık kıyafet kanunu, medeni kanunu, bir taraftan da toplumu bir arada tutan kimlik ve yurttaşlık bilinciyle, ulusal bir alt yapı ve içerik oluşturmaya çalışmıştır. Aslında tam da bu geleneksel yapıdan, modernliğe geçiş süreci yaşayan toplumların tipik bir aşaması olarak gözükmektedir. Bilim adamları benzer dönemleri farklı ülkelerin de değişik biçimlerde yaşadığını örneklemektedirler. Bu durumda ortaya strateji üreten uzm

ları iki önemli varsayım geliştirdiler. Birincisi modernleşme sürecidir. Bir millet ne olursa olsun modern dünyanın gerisinde kalmamalı, üretme ve tüketimi doğru oranda dengelemelidir. İkincisi ise ekonomik, politik ve diğer kurumsal alanlarda modern sistem gereği olan çekirdek kurumlar oluşturmaktır. Çünkü kurumlar

134

gelişm sürdürür (Eisentadt,

1999: 56). İşte böyle bir ulusal evrimleşme modern devletin gerekliliği olan tüm kurum

e bu konuda şunları söylemiştir:

eler oluşur ve bunlar artık bir evrim yönünde büyümeyi

larda, örgütsel ağ kurulmaya başlarken, bir yandan da bu yeni modelin kurumları milli karakter kazandırılacak ulusal bilincin halka kazandırılmasıdır.

Daha 1923 yılında Atatürk, “İnsanlar için bazı şeyler gereklidir” dedikten sonra, bunların başında sanatın geldiğini belirterek şunları söylüyor: “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, açık söyleyelim ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” O, Türk ulusunun yüksek bir insan topluluğu olduğuna inanıyordu. Bunu ulusun tarihsel niteliklerinden çıkarmaktadır (Kavcar, 1983: 507).

Atatürk’ün daha Cumhuriyet ilân edilmeden, önemine değindiği resim ve heykel sanatlarının somut olarak halka sunulması bir hükümet politikası olarak da benimsenmiştir. Zamanın Milli Eğitim Bakanı 3 Şubat 1927’de İstanbul gazetecilerin

Heykel ve resim işi de başlıca uğraşacağımız bir konu olmalıdır. Heykelin ve resmin batı dünyasında oynadığı rol gerçekten ve özenle herkesin dikkatini çekecek kadar belirgindir. Herhangi bir okula gittiğiniz zaman, o okulu kuranların, içinde heykellerini görürsünüz. Anılara saygı duygusu Batı’nın eşsiz dayanağıdır.

Salonlarda okullarda o okulla ilgili anılar görmek mümkündür. Onun için güzel sanatlarımızın heykeltıraşlık bölümünü en kısa bir süre içinde en yüksek etkinliğe kavuşturmak için önlem alacağız. Bu konuda yabancı uzmanlardan yararlanmak zorunda olduğumuzu söylemeliyim (Cezar, 1981: 18).

Atatürk, çağdaş uygarlığa ulaşmanın en temel aracı olarak insanı görmektedir. Bu sebeple yeni insanı, daha doğrusu çağdaş insanı yaratacak koşullara öncelik vermiştir. Böylece tarihteki ilk kültür devrimini gerçekleştiren önder olmuştur. Çağdaş Türk toplumu, onun devriminin ürünü olan devrime çok şey borçludur. Toplumun alt yapısındaki değişmeyi hızlandıran temel öğe, o “yeni insan”dır. Atatürk

135

geleneksel kültürün karşısına, ulusal, demokratik ve halkçı yönleri ağır basan bir çağdaş kültür anlayışıyla çıkmıştır. Dilde, tarihte, alfabede, sanatta hatta dinde yaptığı reformlar onun bu anlayış içinde gerçekleştirdiği kültür devriminin parçalarıdır. Atatürk, geçmişle gelecek arasındaki çağdaş kültür sentezine ancak bu yoldan ulaşılabileceğine inanmıştır (Kışlalı, 1998: 36-37). Bu inancı sadece kendisi taşım

Büyük bir istekle her yandan büyük kurtarıcımızın adını yüceltmek için heyke

receğiz.” Demiştir (Cezar, 1981: 16). Ülkenin her köşesinin Atatürk’ü yaşaması ve yaşatması için girişilen bu sanat harek

Anıtı 29 Ekim 7’de, ardından Ankara Zafer Anıtı 24 Kasım 1927’de olmak üzere peş peşe tören

ıştır. Yurdun her yanı büyük önder konulu, kültür ve sanat eserleriyle donatılmıştır.

amış, beraberinde devlet yönetimini emanet ettiği her mevkideki memuruna görev ve sorumluluk bilincini kazandırmıştır.

Bu görev ve sorumluluğu iyi özümseyen devlet bakanı, 12 Mayıs 1927’de Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken,

ller dikmek girişimi karşısında kalan Bakanlık, Türkiye için çok değerli olan bu girişimleri birleştirmiş ve zamanımızın en büyük heykeltıraşlarından birine ihale etmiştir. Yakında on, onbeş kentimizde birden, ulusal olduğu ölçüde sanat değeri de yüksek olan anıtların yükselmiş olduğunu gö

etlerinin maddi yokluklar içinde ne denli önemsendiği görülmektedir.

Gerçekten de, sanatın toplum tarafından da kabul görmesi için yurda davet edilen Avusturyalı heykeltıraş Krippel’in heykelleri önce Konya Atatürk

192

lerle açılmıştır. Kasım ayı heykel açılışları açısından yoğun bir ay olmuş, 4 Kasım günü Pietro Canonica tarafından yapılan ve Etnografya Müzesi’nin önüne yerleştirilen atlı Atatürk heykeli ile yine aynı sanatçının yaptığı ve Orduevi önüne yerleştirilen Atatürk’ün ayakta duran heykelleri açılm

Bu arada İstiklâl Savaşı ve Büyük Zafer’i tuvale dökmek üzere Ankara’ya davet edilen Arthur Kampt, Kasım başında çalışmalarına başlayarak birisi at üzerinde olmak üzere üç adet Atatürk resmi yapmıştır. Kendisine ayrıca, “Büyük Taarruz”, “30 Ağustos Zaferi” ve “İzmir’in Alınışı” konulu üç tablo sipariş edilmiştir. Ancak 30

136

Ağustos Zaferi’ni kazanan askerleri kalın kaputlar içinde çizdiği için resim beğenilmemiş, bu nedenle de siparişler gerçekleştirilememiştir (Toros, 2000: 89). Bu dönemde yabancı sanatçıların eser üretmeleri yadırganabilir. Ülkede çok yetenekli sanatçılar varken, neden dışarıdan yabancı ressamlar getirtilerek milli ruhu taşımayan resimler yaptırılmıştır buda ayrı bir merak konusu ve farklı bir araştırmanın başlangıcı olabilir. Ancak örnekler göstermiştir ki bu resimlerin hiçbiri gerekli itibarı görmemiş ve tekrar yerli ressamlara dönüş gerçekleşmiştir.

n Onuncu Yılının coşkuyla kutlandığı 1933 yılında Atatürk, “Onuncu Yıl Nutku”nu okurken güzel sanatlara değinmeden edem

ek milli ülkümüzdür” (Sevim, vd., 2006: 272). Bir konuşmasında da “İnsanların hayatına, faaliy

kökeninde büyük olasılıkla, Atatürk’ün 20 Şubat 1931’de Konya’dan Başbakan İsmet İnönü’ye çektiği telgrafla, 22 M

Bütün bu gelişmelerden sonra, Atatürk’ün on yıllık süreci değerlendirme konuşması çok önemlidir. Cumhuriyet’i

emiştir:

“Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeyelim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milleti’nin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle başlayarak inkişaf ettirm

etine hâkim olan kuvvet, yaratıcılık ve icat kabiliyetidir. Bu her iki vasfa sahip insanların ise kültürlü bilgili olmaları şarttır.” diyerek her zaman dile getirdiği görüşlerini bir kez daha yinelemiştir.

1933’de artık yabancı sanatçılar yerine, aralarında Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun da yer aldığı Türk sanatçıları tarafından yapılan Atatürk Heykellerinin açılışları sürmüş, aynı yıl Bakanlar Kurulu kararıyla “Anıtları Koruma Heyeti” kurulmuştur. 28 Haziran tarihli bu kararnamenin

art 1933’de yine İsmet İnönü’ye gönderdiği yazı yer almaktadır. 1931 tarihli telgrafında, Konya’da harabe haline gelmiş Türk medeniyetinin “hakiki mimari şaheserlerinin mütehassıs zevat nedeniyle tamirini buyurmanızı rica ederim” diyen Atatürk, 1933 yılında yolladığı yazıda,

137

“Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri ve sanat eserlerini gözden geçirdim. İstanbul’dan başka Bursa, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm… Memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin “ilerde tarafımızdan” meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasniflerini ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan abidelerin muhafazaları için müze müdürleri ve hafriyat işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehassıslarına kati lüzum vardır.”

nak ve Josef Thorak tarafından yapılan Ankara Güven Anıtı’nın ve Menemen’de Kubilay Anıtı’nın açılışları ile Ayasofya Camii’nin anıt müze olarak kabul

ı son derece hareketli günler yaşamıştır. 23 Nisan’da İstanbul Yedek Subay Okulu’ndaki Atatürk Anıtı açılmış, 9 Haziran’da “Gala

yapıtlarla 17 salonluk müze oluşturulmuştur. Dedikten sonra, sözlerini, “yurt dışına giden talebenin bir kısmı bu işe ayrılsın” buyruğu ile noktalamıştır (Aslanapa, 1986: 745).

Anton Ha

edilmesi de 1934 yılına rastlamaktadır. Görüldüğü üzere, ilk başlarda heykel eşittir Atatürk olarak başlayan Türk heykeli, çeşitlenmeye başlamış, Atatürk de 1935 yılında kendi el yazısı ile ilgililere “Sinan’ın heykelini yapınız” diyerek talimat vermiştir. Atatürk’ün dileği, Türk tarihine, Türk kültürüne eserleriyle katkıda bulunanların gelecek nesillere tanıtılabilmesidir. İşte bunun için de Atatürk hayattayken, Gençlik Parkı’ndaki yolların iki tarafına Türk büyüklerinin heykellerinin konulması düşünülmüştür (Afetinan, 1984: 185).

1937 yılında Türk sanat hayat

tasaray Birliği”, “Müstakiller” ve “d” Grubu’nun bir araya gelerek hazırladıkları geniş katılımlı sergi “1. Birleşik Resim ve Heykel Sergisi”, 17 Ağustos’ta da ilk karma heykel sergisi “Türk Heykeltıraşlar Sergisi” adıyla gerçekleşmiştir. Bu son serginin Türk sanat tarihinde önemli bir yeri vardır. Bunun nedeni de, serginin ileri görüşlü ve geniş ufuklu devlet adamı Atatürk’e bir resim ve heykel müzesi kurma fikrini vermiş olmasıdır. Atatürk’ün emriyle Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak bir Resim ve Heykel Müzesi kurulmuş, evlerden, kişilerden, müesseselerden toplanan, Türk resminin başlangıcından o güne kadar geçirdiği evreleri örnekleyen eserlerle ve çağdaş

138

Müze

airesi’nde bir resim ve heykel sergisi düzenletmiş, böylece de 20 Eylül 1937’de Türkiye’nin ilk resim

iddi kararların alındığı, özellikle Atatürk’ün bu yaklaşımda başı çektiği rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Ancak ulus, bir p

nin ilk müdürlüğünü yapan ressam Halil Dikmen, “Ancak bu müze iledir ki, yıllardan bu yana karanlıkta kalmış birçok değerlerimiz ulusça tanındı, bize kendi kendimizi anlamak için elverişli durum sağlandı.” demiştir (Elibal, 1973: 158).

“Müstakiller Grubu”nun sergileri Ankara ve İstanbul dışında Anadolu’da da, örneğin Samsun, Zonguldak, Bursa, Balıkesir Halkevlerinde açılırken Atatürk, Uluslararası II. Tarih Kongresi nedeniyle Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht D

galerisini hizmete sokmuştur. Bu olayı 21 Eylül tarihli Cumhuriyet Gazetesi şu sözlerle duyurmuştur:

“Türk Sanatkârı! Senin eserlerinle dolduracağın bu saray gibi daha ne büyük yerlerin vardır ve olacaktır! Türk’ün eli işler, cihan kültürüne de örnekler ve şaheserler verecek kudretler gösterecektir” (Afetinan, 1984: 174).

1937 yılında sanat yapıtlarının yozlaşmasını önlemek amacıyla önlemler alınmasına da özen gösterilmiştir. Bunun en güzel örneği de, anıtların ve büyük binalara konulacak yağlıboya tabloların estetik ve teknik açıdan denetimlerini sağlamak amacıyla, Bakanlar Kurulu’nca çıkarılan Anıtlar Jürisi Kararnamesi’dir (Gezer, 1984: 32). Sanat alanında da çok c

adişahlık yönetimi olmadığı için alınan kararlar, büyük önderin himayelerinde fakat geniş bir yönetim kadrosunun, hükümetin ve meclisin onayından geçtikten sonra alınıyordu. Dolayısıyla Cumhuriyetin bütün gerekleri yerine getirilerek, halkın beğenisine ve onayına sunuluyordu. Sanatçılarında bu tarz bir yönetim anlayışından rahatsız olmadıkları eserlerinden rahatlıkla anlaşılmaktadır. Aslında ileriki konularda görülecek olan eğitim reformlarının alınacağı sürece artık girilmiştir. Ülkeyi yönetenlerin sanat politikalarından kısaca bahsedilmişti. Ancak sanatın inşası ve eğitimi üzerine izlenen yolun, detaylı bir şekilde ele alınması gereklidir. Çünkü 1933 yılında gerçekleştirilen üniversite reformuna giden, bilimsel ve sanatsal yolun kader anı bu süreçtir.

139