• Sonuç bulunamadı

Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Yasa Dışı Göçe Neden

1.2. TARİHSEL ARKA PLAN

1.2.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Türkiye’de Göç

1.2.1.3. Soğuk Savaş Sonrası Dönem Göç Hareketleri

1.2.1.3.3. Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Yasa Dışı Göçe Neden

Uzun süren soğuk savaş tarihinde Türkiye, NATO’nun güneydoğu kanadının ileri karakol rolünü üstlenmiştir. Almanya’dan sonra ikinci cephe olarak Sovyet ve Varşova Paktı orduları Kafkaslar ve Balkanlar’da konuşlanarak güçlerinin ayrılması sağlanmıştır. Soğuk savaşın bitmesiyle sona eren Sovyet tehlikesinin yerini kısıtlı Rus etkisi almış ve bu yeni oluşum sonucu NATO’nun durumunun gözden geçirildiği, Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin yenidünya düzenindeki rolünün nasıl olacağı şekillenmiştir. Türkiye, soğuk savaş sonrası Ortadoğu’daki politikalarda belirleyici bir aktör olarak ABD ile birlikte daha çok işbirliğinde olmuştur. Artık Türkiye komünist blok tehdidine karşı NATO’nun sınır ülkesi değil, gerek Batı’nın yeni tehdit olarak gördüğü terör ve kitle imha silahları ile bunları barındıran haydut ülkelere yakın olan tek NATO ülkesi olduğundan, gerekse Batı’nın eski ve yeni çıkar bölgelerine yakın olduğundan NATO’nun cephe ülkesi olmuştur.125

Soğuk savaşın bitiminin dünyada yarattığı başlıca üç etki göze çarpmaktadır: Ulusal egemenliğin önemi azalmış, uluslararası bağımlılık artmış ve en önemlisi anarşi yönlü çatışmalar da yoğunlaşmıştır.126 Türkiye’nin stratejik konumunun, soğuk savaş dönemi ve sonrasında ortaya çıkan, Avrupa güvenliğini etkileyen Kafkaslar’daki ve Balkanlar’daki çatışmaların ayrıca dünyanın kanayan yarası olan Ortadoğu’nun arasında bulunması açısından çok önemli olduğunu kabul etmek gerekir127.

Türkiye’nin stratejik önemini hiçe sayıp ülkeyi olmayacak hedeflere yöneltmek, kaynakların tüketici zorluklarını da peşinden getirebilir. Sovyet tehdidi esnasında ikinci cephe olarak NATO tarafından belli bir yere kadar desteklenen NATO’nun güneydoğu kanadı tali cephe konumuna gerilemiş ve aslî cephe sayılarak “ileri savunma” stratejisinin geliştirildiği Alman toprakları ve çevre ülkeleri kadar değer görmemiştir. Bunun yansımalarını Türkiye’nin ve Yunanistan’ın 1990’a kadar silah teknolojilerinin diğer NATO ülkelerinin kalitesine ulaşmaları için yeterli ölçüde

125 Abdülkadir Baharçiçek, (2001), “Soğuk Savaşın Anlamı ve Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri” (ed: İdris Bal,) 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul: 1042 Dizi No:40, s.44-46.

126 Burak Olman, (2000), “Türkiye’nin Yeni Güvenlik Algılamaları ve “Bölücülük’”’ (der: Gencer Özcan ve Şule Kut,) En Uzun On Yıl, Büke Yayınları, Araştırma Dizisi 2000/2, İstanbul.

127 Hüseyin Bağcı, (1998), “Küresel ve Bölgesel Gelişmelerin Işığında Türk Dış ve Güvenlik Politikaları Üzerine Bir Değerlendirme,” Yeni Türkiye, Sayı: 19, s.314.

desteklememelerinde görmekteyiz. Buna rağmen Türkiye, Sovyet konvansiyonel gücünü bölerek önemli miktarda birlikleri Kafkasya’da tutulmasını sağlamış ve ABD’nin nükleer silahlarının Sovyetler’e en yakın yerde konuşlandırıldığı bir kanat ülkesi olmuştur. Soğuk savaşın bitimi ile NATO’nun Türkiye’ye eskisi kadar ihtiyacı kalmamış, ancak Körfez Savaşı ile birlikte ABD’nin ihtiyacının sürdüğü gözlenmiştir. Türkiye’nin stratejik önemi ile ilgili olarak zihinlerde kalan boşlukları ise NATO- BAB(Batı Avrupa Birliği) çekişmesinin kaderi doldurabilir. Her şeye rağmen, 11 Eylül olayı sonrasında olduğu gibi Türkiye’nin konumunun önemi zaman zaman belli ölçülerde artabilir.128

Türkiye’nin jeopolitik görüntüsüne göz atarsak soğuk savaş sonrası dünyanın en istikrarsız bölgeleri olan Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu üçgeninde, bölge ülkelerinin hepsiyle sıkı ilişkilerde bulunma yeteneğine sahip, laik ve Müslüman özellikleri sayesinde ilişkileri din ötesi bir boyut kazanabilen, kültürel bağlılığı sayesinde Orta Asya’ya uzanabilen, dünyanın en önemli kaynaklarının bulunduğu bu bölgelere çok yönlü ilişkiler dahilinde bağlı olan ve bunu dış politikasına yansıtabilen çok özel bir durumu olduğunu görürüz.129

Türkiye’nin yeni tehdit algılamasına girerken uluslararası güvenlikte tehdit ile tehlike terimleri arasındaki farkı belirtmek yararlı olabilir. Tehdit, bir ülkenin egemenliğine yönelik olup ülkenin yıkılması, dağılması ile sonuçlanabilecek genel bir durumdur. Tehlike ise, çeşitli durumlarda ortaya çıkıp ülkenin bütününü, gelişimini belirli ölçüde yavaşlatabilen, ancak önü alındığı takdirde ülkenin temeline zarar vermeyen bir olgudur.130 Tehdidin ortaya çıkması için kabiliyet ve niyet unsurlarının oluşması gerekir. Bunlar oluştuğu takdirde kriz safhası başlar.131 Bununla birlikte tehlike zaman içinde büyüyerek tehdit oluşturabilmektedir. Türkiye’deki PKK ile mücadelenin tarihçesi bu konuda iyi bir örnek teşkil etmektedir.132 Türkiye’nin tehdit algılaması 1989’a kadar, yarım asrı aşan bir süre boyunca Sovyetler Birliği’nden gelmekte olan tehdide yönelik oluştuğu için dış politikalara ve dış güvenlik ilişkilerine

128 Abdulkadi Baharçiçek, a.g.e., 45. 129 Hüseyin Bağcı, a.g.e., 325.

130 Mustafa Kibaroğlu(2002), Söyleşi, Ankara.

131 Halil Şimşek, (2002), Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi, IQ Kültür Sanat Yaymcılık:28 Araştırma-İnceleme: 11, s. 111.

bu durum yön vermiş, savunma planları bu çerçevede hazırlanmış ve Batı’nın savunma sistemi içinde yer almıştır.133

Batı’nın yeni tehdit algılamasının Türkiye ile ortak noktası olan terörizmi hedef alması ve terörizmin merkezlerinin Türkiye’nin yakınında kurulu olması Türkiye’nin önemini bir ölçüde arttırmıştır. Bununla birlikte Körfez Savaşı’nın Türkiye’nin politikalarına doğrudan bir etkisi, Ortadoğu’da silahlanmayı yeniden alevlendirmesi ve Türkiye’nin de buna mecburen katılması yönünde olmuştur. Ayrıca, Körfez Savaşı’nın ortaya çıkardığı en önemli gerçeklerden biri olan “silahların kontrolü sorunu”134 da Irak örneğindeki gibi ülkelerin bir sis perdesi arkasında silahlanabilecekleri sonucu ile silahlanmayı artıran bir noktayı gözler önüne sermiştir. Özellikle TSK’nin modernizasyonu için Türkiye’nin hızlı ve kapsamlı bir atılım yapma ihtiyacı Körfez Savaşı sırasında iyice belirginleşmiştir. Bu durum NATO’nun Güney Sahası’ndaki diğer ülkelerin operasyona aktif katılımda istekli olmalarına rağmen Türk Genelkurmayının son derece tedbirli davranmasına neden olmuştur. Bunu, Körfez Savaşı sırasında ortaya çıkan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin konvansiyonel savaşa hazırlıksız olduğunun ortaya çıkmasının135 bir dışavurumu olarak değerlendirebiliriz.

133 Şükrü Elekdağ, (1992), “Jeostratejiden Ekostratejiye” (ed: Sabahattin Şen,) Yeni Dünya Düzeni ve

Türkiye, Bağlam Yayıncılık, İstanbul: ss.57-58.

134 Necip Torumtay, (1996), Değişen Stratejilerin Odağında Türkiye, Milliyet Yayınları, İstanbul: s.83. 135 Fuller, Graham E., ve lan O. Lesser, (2000), Türkiye'nin Yeni Jeopolitik Konumu, Alfa Yayıncılık, İstanbul: s. 153.

İKİNCİ BÖLÜM

YASA DIŞI GÖÇ VE TÜRKİYE’NİN SINIR GÜVENLİĞİNİN HUKUKSAL VE KURUMSAL AÇILARDAN İLİŞKİSİ

Göç, insanlığın ilk gününden bu yana devam eden içtimai etkiye sahip bir olgudur. Ulusların oluşmasından şimdiye kadar süregelen göçler çok farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Bunlar çeşitli sebeplerle bazen “zorunlu göç” bazen de “isteğe bağlı göç” olarak yaşanmıştır. Göçlerin en üzücü olanı ise “zorunlu” olarak yapılan göçlerdir. Bakıldığında ekonomik refahın yükselmesi, daha iyi bir yaşamın sürdürülmesi ve daha güvenli olan yerlere göç etmek insanların “zorunlu” olduğu davranışlar arasında bulunmaktadır. Bu başlık altında yasal göç, yasa dışı göç, uluslararası ve ulusal mevzuat ile yasa dışı göçün gelişimi, hukuki boyut ile sınır ve göçten sorumlu kurumlar, Türkiye’nin sınır yönetimi ve yasa dışı göçün sınır güvenliğimize etkileri anlatılacaktır.

2.1. TÜRKİYE’DE YASA DIŞI GÖÇ HAREKETLERİ