• Sonuç bulunamadı

1.2. TARİHSEL ARKA PLAN

1.2.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Türkiye’de Göç

1.2.1.2. Soğuk Savaş Dönemi Göçleri

1.2.1.2.1 II. Balkan Göçleri (1950-1989)

Bilindiği gibi, 1946 sonrası Türkiye çok partili dönemi hayata geçirdi. Çok partili döneme geçmesi ile hem ulusal hem de uluslararası ilişkiler bakımından önemli etkileri olan bir süreci başlatmıştır. Kore Savaşı’na asker gönderilmesi, NATO üyesi olarak Batı Bloku içinde açıkça yer alınması ve Marshall yardımından faydalanılması

82 Ahmet İçduygu-Sema Erder-Ö.Faruk Gençkaya, a.g.e. s,143. 83Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları,1923-2023

gibi kararların alınması çoğu değişimi de beraberinde getirmiştir. Göç ve göç politikaları konusuna baktığımızda, tarımsal düzende değişme, nüfus artışının hız kazanması ve kentleşme oranının giderek artması da Türkiye açısından önemlidir.

Bu dönemin göçe bakan icraatları arasında, 1947’de İskân Kanunu değişikliği, Doğu’da isyan başlatan Kürt gruplara uygulanan sürgünlerin kaldırılması ve Tunceli Yasası’nda olan değişiklikler vb. yer almaktadır. 1950 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıkarılmış ve Toprak İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Dönemin en önemli özelliği ise, nüfusun artması ve tarımın yapısını ilgilendiren değişiklikler sonucunda, tarımda emek fazlasının oluşması ve kırdan göçün başlamasıdır. Kuruluştan sonra geçen otuz yıla yakın süre içerisine baktığımızda, artık Türkiye şartlarında zaman ilerledikçe değişmelerin olduğu ve kuruluş dönemi önceliklerinin yerini yeni önceliklerin aldığını görmekteyiz. Zaman içerisinde, Anadolu’da bulunan yerli halkla birlikte buralara göç eden muhacir ve mübadiller de düzenlerini oturtarak yaşamlarını idame ettirebilmişlerdir. Diğer yandan, 1939-49 dönemine gelindiğinde Balkanlar’dan gelen göçlerin azalması ile ilgili olarak orada kalan Müslümanların kendilerine yeni yaşam kurduğu ve oranın kurallarına uyarak hayatlarını idame ettirdiği kanısı hâkim olmaya başlamıştır. Bu bakımdan, “iskân” ve iskânla ilgili konular zamanla gündemin öncelikli yerini kaybetmiştir.84

Bulgaristan’dan gelen göçler akraba birleşmeleri yoluyla 1951-52 yıllarından sonra daha çok devam etmiştir. Özellikle 1968 yılında imzalanmış olan anlaşma akraba göçünü artırmıştır. Bu dönem içerisinde kentleşme Türkiye’de de hızlanmış, kentlerdeki yaşam olanakları fazlalaşmış ve iş yapısı dinamik bir boyut kazanmıştır. Bulgaristan’da devam eden ekonomik bunalıma karşılık, Türkiye’de olan tarımsal ve sanayi üretimindeki canlılık göçmenlere “…daha iyi bir yaşam, daha iyi bir kazanç ve hatta

daha sonra Batı Avrupa’ya göç etme olanağının…”85 bulunması gibi etkenler etkili olmuştur.

Türkiye ve Bulgaristan’ın soğuk savaş döneminde farklı taraflarda olması nedeniyle Türk azınlıkların o bölgedeki varlığı giderek güvenlik sorunu halini almıştır. Türklere olan güvenin azalmasının ardından Türkçe eğitimin olduğu okulların

84 Ahmet İçduygu-Sema Erder-Ö.Faruk Gençkaya, a.g.e. s. 145.

kapatılması, camilerin yasaklanması ve yerlerinin değiştirilmesi gibi zulümler hızlanmış ve bu durum 1985 başlarına dek devam etmiştir. Bu tarihe kadar Bulgaristan’da yaşam sürdüren etnik Türkler “ulusal azınlık” olarak kabul edilmekteydi. 1984-85’te Türkleri asimile etmeyi amaçlayan çalışmalar başlatılmış ve Türklerin isimlerini Slav isimleri ile değiştirmeye çalışmışlardır. Bu durum konu ile ilgili bardağı taşıran son damla olmuştur ve Bulgarların Türklere uygulamaya çalıştığı Bulgarlaştırma politikası ters teperek tüm bu baskılara karşılık gösteri ve protestoların düzenlenmesine neden olmuştur. Bu direnişe karşı kuvvet kullanan Bulgarlar aynı zamanda Türkleri Belene Kampı’na hapsederek direnci kırmaya çalışmıştır. Olayda direnen 500 Türkün öldürüldüğü ile ilgili kaynakların olduğu söylenmektedir. Komünist lider Thodor Zhirkov 1989 yazında yapmış olduğu “Sayıları 200-300 bini bulan Türklerin ülkeyi terk etmesini

sağlayamadığımız durumda 15 yıl içerisinde Bulgaristan’ın yok olacağını ve ikinci Kıbrıs’a dönüşeceğini bilmeliyiz.” şeklindeki ifadesi sonucu göç, kaçınılmaz hale

gelmiş ve etnik Türkler ile Pomaklar yaya olarak, trenlerle ve özel araçlar kullanılarak sınırımıza doğru yol almaya başlamışlardır.86

Bu dönemde yaşanan birinci önemli olay, artan gösteriler sonucu, Zhivkov yönetiminin Bulgaristan Türklerine “seyahat özgürlüğü” söylemini kullanarak üç aylık turist vizesi ile göç etmelerine “imkân” sağlamasıdır. Ardından yaşanan ikinci önemli olay ise, gittikçe artış gösteren rejim muhalifi protestolar sonucu Bulgaristan’da rejim değişikliğinin yaşanması ve sonuç itibariyle üç yüz bini aşan sayıları ile göç etmek zorunda kalan muhacirlerin yüz bininin tekrar dönmesidir.87

“Geri dönüş”ün sebepleri ise Bulgaristan tarafından ifade edilenlerden farklı olarak Türk siyasalların resmi söylemlerindeki nedenlere bağlanmıştır. Bu dönemde gelen göçmenlerin sosyo-ekonomik tespitleri ve hukuksal halleri ve göçmenlere sağlanacak, konut, kira, iş imkânı, gümrük ve ulaşım kolaylıkları gibi konular hakkında bilgi içeren rapor Devlet Planlama Teşkilatı’nca hazırlanmıştır. Rapora göre “geri dönüşün” sebebi, göçmenlerin göç esnası ve sonrasında Bulgaristan’da kalan mal varlıkları ve diğer haklarına dair çıkan sorunlardır. Raporun devamında ise muhacirler, turist vizesiyle göç ettiklerinden “iskânlı ya da serbest göçmen” olarak

86 M.Murat Erdoğan-Ayhan Kaya, a.g.e. s. 302. 87 Karpat. a.g.e. s. 304.

yerleştirilememiş ve bu durumun büyük mağduriyetlere yol açtığı, akabinde geri dönüşlerin başladığı söylenmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi resmi görüşe göre sorun, geri dönüşlerin Bulgarlar tarafından yasal statüye oturtulmamasıdır. Raporlarda, Bulgaristan’da yaşanan siyasal reform, demokratik hareketler, göçmenlerin yönelimleri, göçün psikolojik ve yaşamsal etkileri ile göçmenlerin Türkiye’de karşılaştıkları sorunlar gibi konulara değinilmemiştir. Sonuç itibariyle Bulgaristan’daki demokratikleşme ve “geri dönüş” ün yaşanan koşullar nedeniyle Türkiye’de hiç önemsenmediği söylenebilir88. 12 Eylül’ün izlerinin atlatılamadığı, Kürt sorununun silahlı boyut aldığı bu dönemde etnik sorunlar ve demokratikleşme gibi konuların tartışılmasının ilgi çekmemesi ve geri dönüşlerin farklı sebeplere bağlanması çok da şaşırtıcı değildir.

Bütün bu gelişmelere bakacak olursak, geleneksel hale gelen iskân yapısının iç göçü denetlemede yetersiz kaldığını söylemek mümkündür. Türkiye’de 1960’lar sonrası hız kazanan kapitalistleşmeye bağlı olarak iç göç diğer kapitalist devletlerde olduğu gibi denetimsiz ve gönüllü bir sürece dönüşmüştür. Sonuçta, iskân kurumu da yıllar içerisinde değişen nüfus ve tarımsal yapıya bağlı olarak iç göçü denetleyen bir kurum olmaktan çıkmıştır. Nüfus hareketlerine devletin denetimi artık sadece dolaylı mekanizmalarla yapılabilmektedir. Bu geleneksel zorunlu göç kurumunun etkili olduğu alanlar iç güvenlik ve kamulaştırma gibi durumlarla kısıtlı olarak kalmıştır.89