• Sonuç bulunamadı

1.2. TARİHSEL ARKA PLAN

1.2.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Türkiye’de Göç

1.2.1.1. Kuruluş Dönemi Göçleri

1.2.1.1.2. Kurucu Balkan Göçleri (1923-1949)

20.yy. Balkan göçleri, çoğunlukla, Westphalia ulus-devletinin temelinin atıldığı, modern toplum projesi kapsamında siyasal ve iktisadi kimliğini dayattığı, doğal kaynak, devlet, kültürel-siyasi ve iktisadi yaşam, sınırlar ve son olarak şiddetle mutlak otoriteyi oluşturduğu dönemin sonucu olarak gerçekleşti. Bu sebeplerden dolayı 20. yy. Balkan göçleri ülkelerin iç ve dış politika aracı olarak ülkelerce başlatıldı, uygulamaya konuldu ve devlet merkezli yorumlarla tarih sayfalarında kategorize edildi.74

Balkan göçünü birbirinden farklı koşullar oluşturduğu için üç dönemde incelemek mümkündür. Bu dönemlerin birincisi, Cumhuriyetin ilk dönemi kabul ettiğimiz, Balkan göçmenlerinin de göçmenden ziyade kurucu kabul edildiği 1923-49 dönemi; ikincisi, çok partili döneme geçiş sonrası yaşanmış olan soğuk savaş dönemi ve Balkanlar’daki göçmenlerinin artık “dış Türk” olarak görüldüğü 1950-89 dönemi ve diğeri ise, 1990 sonrası yaşanmış olan post-sosyalist ve küreselleşme dönemdir.

Türkiye Cumhuriyeti ile Balkan topraklarında yaşamını sürdüren Müslümanlar arasında var olan bağlılığı yorumlayabilmek için Balkanlar’ın karmaşık olan tarihini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgeyle özel bağını anlamak gerekir. Bu konu ile ilgili yazılanlara bakıldığında, Balkanlar’da var olan karmaşık güç ilişkilerini bu topraklarda yaşamını idame ettiren insanların her birinin farklı algıladığını ve hepsinin birbirinden farklı hikâyeleri olduğunu görmekteyiz. Bu bölgede hayat sürdüren farklı etnik ve dinsel kökene sahip halkların tarihçileri de olaylara farklı bakmaktadırlar.

Balkan Müslümanları, uluslararası anlaşmalar ile resmi olarak azınlık statüsünde gösterilen ve İslami olmayan bir yönetim tarafından yönetilen ilk ve tek Müslüman topluluğu şeklinde tanımlanmaktadır. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ile Balkan Müslümanlarının ilişkisine baktığımızda özetle: “tarihte çok az örneği olan ve önemli

siyasal sonuçları bulunan, çok nadir bir ilişki” olduğu söylenmektedir. Türkiye’nin

kurucu kadrolarının Balkan göçmenlerini istekle kabul etmesinin ardında yatan sebebin, söylendiği gibi ek nüfusa olan ihtiyacın değil, kurucu yönetimlerin“…Osmanlı’nın tek

gerçek mirasçısı olarak hareket etme gerekliliği…” hissinde olmalarının etkisi vardır.75 Ayrıca “…Balkan Müslümanlarının oradaki statülerinin değişimine ve boğucu

psikolojik ortama karşı tepkileri ya Türkiye’ye göçmek ya da yeni koşullara uyum sağlamak…” olmuştu. Sonuç itibariyle, Osmanlı istatistiki verilerine bakıldığında

1878-1918 tarihleri arası 1.500.000 göçmen Balkanlar’ı terk etmiştir ve bu göç, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir.76

Bu göçlere “Balkanlaşma Göçleri” denmekte ve konu göç ve modernleşme süreci şeklinde analiz edilmektedir. Osmanlı dönemi içerisinde “iç göç” olarak kabul edilebilecek bu göç ulus-devletin kuruluş dönemi itibariyle “dış göçe” dönüşmüştür. Ulus-devletlerin kuruluş süreci içerisinde olan bu göçler, “etnik temizlik” amacını gütmektedir. Bu bağlamda, Balkan göçlerinin modern toplum yapılarında gözlemlenen göç olgularından çok farklı olduğuna dikkat çekilmektedir ve bu göçün modernite ile ilişkisini ise, bütün ulus-devletlerde aynı zamanda benzer şekilde ortaya çıkmasına bağlamaktadır. Bu göçlerde anlaşılacağı üzere “…ulusçuluk etnik temizliği istenen bir

şey haline getirmektedir…”77 Yapılan bu analizler iskân kurumunun Cumhuriyet dönemi itibariyle devam etmesinde anlamlı olduğu görülmektedir.

Özellikle Wilson’un belirtmiş olduğu milli azınlıkların kendi kaderini tayin ilkesi Balkanlar’daki nüfus politikasını belirlemiştir. I. Dünya Savaşı sonrası Sırp- Hırvat-Sloven Krallığı’nda üretimi çözmeyi hedef alan milli iskân ve tarım reformu uygulamaya konulmuştur. Halkın ikamet ve topraklarına zorla el konulup halk, ağır ceza ve vergi yükü altında bırakılmıştır. Zorla askere alma ve yargısız tutuklamalar vb.

75 Kemal Karpat,(2004), Balkanlarda Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk, İmge Yayınları, Ankara, s. 283-285. 76 Karpat, a.g.e. s. 297-298.

77 İlhan Tekeli, (2002), Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve

uygulamalar sonucu yüz binlerce Müslüman evlerini terk edip diğer Müslüman bölgelere muhacir veya mülteci olarak sığınmıştır.78

Aşağıdaki tablo incelendiğinde, Balkan göçlerinin yarısına yakını 1950 yılına kadar, yani Cumhuriyetin kuruluş döneminde, bilhassa kuruluş döneminin ilk zamanlarında olmuştur.

Tablo 1.2: Dönemlere ve Geldikleri Ülkelere Göre Göçmenler79

Bulgaristan Yugoslav Yunanistan Romanya Diğerleri Toplam Yüzde

1923-49 220.085 117.212 394.753 121.339 10.109 825.022 52,1 1950-59 154.473 138.585 14.787 5 4.222 312.072 18,9 1960-69 2.582 42.512 2.081 259 1.047 48.481 2,9 1970-79 113.562 2.940 --- 147 139 16.788 7,1 1980-89 225.892 2.550 4 686 4.457 233.589 14,2 1990-99 74.564 2.159 --- 126 773 77.622 4,7 2000-07 138 1.548 --- 2 49 1.731 0,1 Toplam 791.296 307.506 408.625 122.564 20.796 1.650.787 100,0 Yüzde 47,9 18,6 24,8 7,4 1,3 100,0

Balkanlardaki devletlerin Müslüman azınlık gruplara ilişkin politikaları ve Cumhuriyet yönetimiyle ilişkileri de, kuruluş dönemi itibariyle, toplu duruma göre şekillenmiş ve farklılıklar göstermiştir. Balkanlar’dan Türkiye’ye yönelen bu göçlerin, karşılıklı ilişkilere bağlı olarak bazen zorunlu ve kitlesel, bazen de gönüllü ve bireysel olarak gerçekleştiği görülmektedir. Bunun sonucunda, bölgedeki ülkeler arasında imzalanan “Dostluk Anlaşmaları” da dönemin koşullarına göre, bazen kitlesel ve zorunlu, bazen de gönüllü göçlerin olması için gerekli hukuksal zemin hazırlanmıştır. Bu dönemde gerçekleşen göçlerle ilgili ikili anlaşmalar şunlardır:80

78 M.Murat Erdoğan-Ayhan Kaya, a.g.e. s. 204. 79 Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları,1923-2023 80 Karpat. a.g.e. s. 283.

 1925 Türkiye Bulgaristan Dostluk Anlaşması  1925 Türkiye Arnavutluk Dostluk Anlaşması  1930 Türkiye Yunanistan Dostluk Anlaşması  1936 Türkiye Romanya Dostluk Anlaşması

Bakıldığında Balkan göçleri ile Yunanistan’dan gelen göçler aynı dönemde gerçekleşmiş olsa da Balkan göçlerine yayın organlarında fazlaca yer verilmemesi dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bölgede kurulan yeni devletlerin uluslaşma evresinde Osmanlı ile olan tarihsel bağlarının önemli olduğu ve kuruluş dönemlerindeki göçlerin de “etnikçi” ve “homojenleştirmeci” uygulamalarıyla direkt bağlantılı olduğu açıktır. Yeni kurulan Balkan devletleri, eski Osmanlı’nın yerleştirmiş olduğu halkı geri göndermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti de bu göçleri, asli unsurların geri gelişi olarak istekle kabul etmiştir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri, bürokratik ve karar verici kadroları içinde Balkan kökenli olanların önemli bir yer oluşturduğu bilinmektedir. Bu durumda, göçün seçkinlerinin yönetim kadrolarına rahatlıkla ulaşabildiğini hatta bu göçle ilgili kararların verilmesinde etkili olduklarını göstermektedir. Ayrıca, Balkan göçmenlerinin tümünün “muhacir” olarak kabul edilip edilmedikleri bilinmemektedir81. Diğer yandan, İskân Kanunu’na göre, gelen göçmenlerin önceliği, zorunlu ya da gönüllü olarak gelmeleri fark etmeksizin “Türk kültürüne bağlı olduklarını” ispatlamak zorundaydılar. İskân Kanunu’nun 4. maddesine göre “anarşist, casus ya da

Çingene” olmak da göçmen olmalarına büyük engel teşkil etmekteydi. Bu durumda,

bölgede yaşam sürdüren Çingeneler Müslüman dahi olsalar ve hatta “Türk kültürüne

bağlı” olsalar da göçmen olarak kabul edilmeleri mümkün değildi. Çingeneler de

Gagavuz Türklerinde olduğu gibi “asli unsur” olarak kabul edilmemiş ve onların da ülkeye giriş yapmaları engellenmiştir. Gelen göçmenlerle ilgili “Türk kültürüne bağlılıklarını” ve “anarşist ya da casus” olup olmadıkları durumunun nasıl soruşturulduğu ve bu sebeplerle kimlerin göçmen olarak girişine izin verilmediği ya da geri gönderildiği bilinmemektedir. Ancak gelenlerin “hassas” bir şekilde “güvenlik”

81 Ahmet İçduygu-Sema Erder-Ö.Faruk Gençkaya, (2014), Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları,

gözetiminden geçtikleri anlaşılmaktadır. Burada vurgulanmak istenen diğer nokta ise, İskân Kanunu’nun göçmenleri tanımlayış biçimidir. Bu yasada göçmenler, birey olmaktan çok, “aile”, “mahalle” ve “köy” gibi topluluklar olarak kabul edilmekte ve düzenlemeler de ona göre olmaktadır. Yine aynı yasada, göçmenler, “çiftçi”, “zanaatkâr” ve “tüccar” şeklinde sınıflandırılmakta ve ona göre yerleşim yerlerine gönderilmekteydiler. Bilindiği üzere bu tür sınıflandırmalar, henüz bireysel hakların gelişmediği geleneksel tarım toplumlarını göstermektedir.82

Şöyle ki, zaman ilerledikçe “iskân” uygulaması, nüfus artışı, kaynak ve toprak yetersizliği baş gösterdiğinden uygulanamaz hale gelmiştir. Bu kapsamda, 1939’da İskân Kanunu’nda yapılan değişiklikle göçmenlere “toprak verme, iş kurmak için kredi verme” gibi imkânların artık son bulduğu, “serbest göçmen” uygulamasına geçildiği görülmektedir. Aşağıdaki tabloya baktığımızda, zaman ilerledikçe iskânlı göçmen uygulamasının yerini serbest göçmenlik uygulaması almaya başlamıştır. Tablodan da anlaşılacağı gibi, 1960 yılı sonrası iskânlı göçmen uygulaması neredeyse tamamıyla sona ermiştir.

Tablo 1.3: Yıllara Göre İskanlı ve Serbest Göçmen Sayıları83

İskânlı Yüzde Serbest Yüzde Toplam Yüzde

1923-49 552.647 64,2 307.851 35,8 860.498 100,0 1950-59 156.707 50,2 155.365 49,8 312.072 100,0 1960-69 335 6,9 48.146 99,3 48.481 100,0 1970-79 --- --- 116.788 100,0 116.788 100,0 1980-89 4.163 1,8 229.426 98,2 223.589 100,0 1990-99 752 1,0 76.870 99,0 77.622 100,0 2000-07 --- --- 1.737 100,0 1.737 100,0 Toplam 714.604 43,3 936.183 56,7 1.650.787 100,0