• Sonuç bulunamadı

1.2. Modern Dönem

1.2.5. Soğuk Savaş Sonrası Dönem

Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye ile İran arasında işbirliği adımlarını ta- rihsel temellerde aramak adına önemli olduğu düşünülen önemli bir gelişme, ihtilal sonrasında Turgut Özal ile başlayan dönemde Türkiye’nin yeni bir aşamaya girme- siyle yaşanmıştır. Bu döneme hâkim özellik, siyasette demokratik değerlerin üstün- lüğü, ekonomide ise liberal ideallerin belirleyiciliğidir. Özal, dış politikada mevcut geleneksel kalıpların Türkiye için artık yetersiz olduğunu düşünmüş ve dış politikada daha hareketli, risk ve inisiyatif alabilen bir politika takip edilmesi gerektiğine olan inancını her zaman tekrarlamıştır (Çalış, 2001: 147–148). Özal’a göre bu aktif dış politikanın amacı Bosna’dan Azerbaycan’a ve Orta Asya’ya kadar Türkiye’yi bir şekilde alakadar eden devletlerle daha yakından ilişkiler tesis etmek, onlara her şe- kilde yardımda bulunmak ve liderlik yapmaktır.

İkinci olarak Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk–İran ilişkilerinde yaşanan bir diğer gelişme İran–Irak savaşıdır. Türkiye bu savaşın başından sonuna kadar “aktif tarafsızlık” politikası izlemiştir. Türkiye’nin bu politikası bir ara Türkiye’nin aracılı- ğını gündeme getirmiş olsa da, savaşan tarafların tutumları buna izin vermemiştir. 1987 Temmuz’unda İran ile Irak arasında kesilen ilişkiler, Türkiye’nin Tahran ve

Bağdat büyükelçilikleri üzerinden sürdürülmeye çalışılmıştır (Armaoğlu, 2005: 875). Soğuk Savaş sonrası evrede Özal ve Hatemi dönemi, her iki ülkenin dışa açıl- ması, uluslararası ilişkiler sisteminin bir parçası haline gelmesi ve ilişkilerde normal- leşme sürecine girilerek, gerginlikleri bir kenara bırakması sürecine işaret etmektedir. Özal ve Hatemi, birbirine yakın kişilik ve karakteristik özelliklere sahip olmakla bir- likte, aynı çizgideki fikirler ve dünya görüşleriyle iktidarlarında ülkeleri için büyük dönüşümlere imza atmış devlet adamlarıdır. Her iki lider de ülkelerinin büyük buh- ran dönemlerinden sonra rahat bir nefes almalarını sağlarken, gerek ikili gerekse üçüncü taraflarla ilişkileri geliştirmeyi ve canlandırmayı hedeflemişlerdir. Hatemi ile İran dış politikasına ve Türk–İran ilişkilerine yeni bir soluk gelmiştir. Hatemi döne- mine kadar “Büyük Şeytan” olarak nitelenen Amerikan halkı “Büyük Halk” olarak görülmeye başlanmıştır. Hatemi döneminde İran’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı üzerine kurulu dış politika anlayışı yaşamsal olarak kabul edilmiş, karşılıklı saygı ve güven içinde devletlerarası ilişkilerin geliştirilmesi amaç edinilmiştir. Bu dönemde dünyadaki bütün Müslüman halklara sahip çıkılmaya çalışılmış ve İran Hatemi dö- neminde yeniden uluslararası sistemin bir parçası haline getirilerek ilişkiler normal- leştirilmeye çalışılmıştır (Durmuş, 2005).

Soğuk–Savaş sonrası dönemde Türkiye–İran ilişkilerinde belirleyici olan ge- lişmeler belli başlı başlıklar altında değerlendirildiğinde; Sovyetlerin dağılışından sonra yeni kurulan ülkelerle (Ermenistan, Azerbaycan) Türkiye ve İran sınırdaş ülke- ler haline gelmiştir. Bu dönemde, Ermeni–Azeri sorunu vuku bulmuş ve Ermenistan, Dağlık Karabağ özerk bölgesi ile Azerbaycan’ın bir bölümünü işgal etmiştir. Bu du- rum Türkiye ve İran’ı dış politikada zorlu süreçlere sokmuştur. Saddam yönetimin- deki Irak’ın izlediği sertlik yanlısı politikalara bir de Kuveyt’in işgali eklenince, İran ve Türkiye dâhil olmak üzere tüm bölge ülkelerinin stratejileri derinden sarsılmıştır. 1992–2001 dönemlerinde Balkanlar’da meydana gelen olaylar ve savaşlarda (Bosna– Hersek gibi) iki ülkenin zaman zaman müdahalesi gözlenmiştir. Yine bu dönemde İsrail–Filistin arasındaki Orta Doğu Barış Süreci, bu ülkelerin politikalarında belirle- yici etmen olmuştur. 11 Eylül saldırılarını takiben meydana gelen Afganistan ve Irak savaşları, İsrail’in Lübnan’a müdahalesi, İran’a uygulanan uluslararası ambargolar, nükleer kriz, uluslararası terörizm, Kürt sorunu, enerji ve enerji güvenliği gibi mese- leler, Soğuk Savaş sonrası Türk–İran ilişkilerinde hâkim ögeler olmuştur (Gündoğan,

2010: 395–399).

Soğuk Savaş sonrasında Türk–İran ilişkilerinin genellikle “ideoloji” ve “güven- lik kaygıları çerçevesinde seyrettiği görülmüştür. 1980’ler ve 90’lar boyunca görülen bölgesel ve küresel gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkilerin olumsuz seyrine katkıda bulunmuştur. 90’ların sonuna gelindiğinde Türkiye ile İran arasında diplomatik iliş- kiler kopma noktasına gelirken, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkiler de durma noktasına gelmiştir. Bununla birlikte Hatemi’nin ve İsmail Cem’in gayretleri sonucunda iki ülke arasındaki ilişkiler büyük ölçüde onarılmıştır. Cumhurbaşkanı Sezer’in 2002’de İran’a yaptığı ziyaret ise Türk–İran ilişkileri açısından bir dönüm noktası olmuş; Türkiye ile İran arasında pragmatik ilişki tarzının başlangıç noktasını oluşturmuştur. Sezer’in İran ziyareti ile birlikte her iki taraf da diğerini olduğu gibi kabullenmeye başlamış, “ideolojik” farklılıklar ikili ilişkiler üzerindeki belirleyici etkisini kaybetmiştir. Bu dönemde Türkiye ve İran ideolojik farklılıklarını bir kenara bırakılarak ikili ilişkilerin, özellikle de ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine çalışılmıştır (Sinkaya, 2011: 22). Bu dönem, her iki ülkenin de ideoloji–devlet ilişkisi ve gerilimini yoğun bir şekilde yaşadığı bir zaman dilimi olmuştur. İç siyasi durumu belirleyen ideoloji–devlet ilişkisi, iki ülkenin dış politika yapımını da doğrudan etki- lemiş; bu ülkelerin bölgesel politika ve ikili ilişkilerine yansımıştır. İkili ilişkilerde dönemsel iniş–çıkışlar yaşanmasına sebep olan bu yansıma, yine iki ülkenin karşılıklı ilişkisinde tarihi tecrübe birikimine dayalı rasyonel/pragmatik boyutun zamanla dev- reye girmesini önleyememiştir. Bundan dolayı, Türkiye–İran sınırı, Soğuk Savaş sonrası dönemin geçiş sürecinde bölgenin en istikrarlı sınırı olma niteliğini sürdür- müştür (Davutoğlu, 2001: 430).

Sonuç olarak, Türk–İran ilişkilerinde devrim ihracı, laiklik, İslami yönetim sis- temi inşa etme, Batı, Rusya Federasyonu ve Orta Doğu ile ilişkiler, Kürt meselesi, terörist grupların desteklenmesi, sınır sorunları, uluslararası ambargo ve yaptırımla- rın uygulanması, Filistin Sorunu, kapitalizm, emperyalizm, ABD ile ilişkiler, İsrail, Türkî Cumhuriyetler, enerji, halk hareketleri gibi konular genelde gündemde yer almıştır (Görçün, 2008). Bugün Türkiye ve İran’da bazı konularda dünyadaki yakla- şımların tersine pragmatik bir işbirliği sergilerken, bu işbirliği ilkesel olmaktan daha çok dönemsel çıkar ilişkilerine göre belirlenmektedir. Taraflar, Kasr–ı Şirin Anlaş- ması’ndan bu yana aralarında çekişme ve kıyasıya bir rekabet yaşasalar da, genel

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE–İRAN İŞBİRLİĞİNİN DİNAMİKLERİ

Türkiye ve İran, sahip oldukları tarihsel, sosyal, kültürel, coğrafik ve ekonomik dinamiklerle, Asya ve Avrupa kıtalarını içine alan Avrasya bölgesinde etkin ve lider konumda bulunan iki ülkedir. Bu iki ülkenin taşıdığı coğrafik dinamikler, sahip ol- dukları ekonomik ve ticari potansiyeller, her iki ülkenin de yapısal olarak benzer özelliklere sahip bulunmaları, buna ilave olarak bölgesel ve küresel bazı sorunların karşısında müştereken muhatap durumda olmaları, Türkiye–İran işbirliği imkânlarını artırıcı özelliktedir. Türkiye ve İran, kendi coğrafyalarında kurulmuş ve bölgede egemen olmuş devletlerin hem coğrafik hem de tarihi olarak mirasçısı konumunda- dır. Bu bölümde, Türkiye–İran işbirliği fikrinin coğrafik, ekonomik ve yapısal gerek- çeleri sunulmaya çalışılmıştır.