• Sonuç bulunamadı

Selçuklu–Abbasi Modeli/Tarihsel Model

2.4. Ortak Sorunların Bulunması

3.2.1. Selçuklu–Abbasi Modeli/Tarihsel Model

Tarihsel olarak Türklerin İslam dinini kabul etmelerinde ve daha sonra ifa ede- cekleri büyük hizmetlerde İran’ın ve İran coğrafyasının rolü inkâr edilememektedir. Kuruldukları dönemlerde ve kendilerinden sonra bölgelerindeki bütün halkları birleş- tirebilen Selçuklular, coğrafyalarında barış, adalet ve hoşgörü iklimini sağlayabilmiş- lerdir. Dünya, medeniyet ve insanlık tarihi açısından ve Türkiye ve İran coğrafyası için hayati önemde bulunan İslâmiyete ve Müslümanlara büyük hizmetlerde bulun- muşlardır. Köle, esir veya paralı asker olarak İslam devletine katılan ve İslamiyeti kabul eden Selçuklular, kendilerine daha sonradan büyük misyon yükleyen gaza ve cihad fikirlerine sahip çıkarak kendilerine özgü bir modelde İslamiyeti bir medeniyet projesi haline getirmeye muvaffak olmuşlardır. Bu noktada Selçuklu/Abbasi modeli bir devlet, toplum ve medeniyet projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda önemli bir husus da bu modelin, çalışmanın tarihi çerçeve kısmında ele alınan Os- manlı–Safevî rekabetini dikkate almaksızın anlaşılamayacağıdır.

Konumuzla ilgili olan boyutu itibariyle söz konusu modelin yönetim alanında neyi ifade ettiğine kısaca bakıldığında, Selçuklular’da devlet teşkilatının, devletin başında olan Sultan ve hanedan üyelerinden müteşekkil saray teşkilatından oluşan yürütme, fermanlar yoluyla icra edilen yasama ve mahkemelerin oluşturduğu yargı erklerinden ihdas edildiği görülmektedir. Köymen’e göre, Selçuklularda Saray ve

Ordu’da Türkçe dili konuşulmakla birlikte, devletin resmi dili Farsçadır. İmparator- luk’un sivil teşkilat kadrolarını İranlılar ve Araplar oluşturmasına rağmen, askeri teşkilat tamamıyla Türker’den oluşmuştur. Selçuklu Sultan’ına tabi devletler, başla- rında bulunan hanedanların Selçuklu hanedanıyla akrabalık derecelerine göre; başla- rında Selçuklu soyundan hükümdarların bulunduğu devletler, başlarında Türk soyun- dan hükümdarların bulunduğu devletler ve Türk soyundan olmayan hükümdarların bulunduğu devletler olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Merkez İmparatorluk’un (Büyük Selçuklular) bağlı devletlerle ilişkilerinde ise bağlı devletlerin hükümdarları- nın Selçuklu hanedanıyla bağları oldukça belirleyicidir (Köymen, 1972: 109–111).

Selçuklu İmparatorluğu’na yönetimsel açıdan bakıldığında; Büyük Selçuklu- larda Sultan, Devletin tam ve mutlak egemeni ve hâkimidir. Sınırsız olan yetkileri, dini kurallarla, İslam Şeriatı hükümleriyle ve bazı töreler ve örfi hukuk kurallarıyla sınırlanır ve yönlendirilir. Sultan’ın yönetimindeki hanedan teşkilatının büyük payı, etkisi ve yönlendirmesi vardır. Divan–ı Saltanat/Divân–ı Âlâ/Hükümet Büyük Sel- çuklu Veziri Nizamül Mülk8 zamanında en muazzam şeklini alan divan, saray teşki- latından sonra başkentin ikinci büyük organıdır. Devletin bütün işleri, günümüzde hükümet ve meclisin gördüğü vazifeler Selçuklularda divan tarafından görülmekte- dir. Selçuklu Devleti’nin adalet sistemi İslam Şeriatı ahkâmı üzerine dayanan, dini kuralların temel ve geçerli olduğu, ayrıca geleneksel örf, töre ve adetlerden müteşek- kil bir yapıdır. Adli Teşkilat/Yargı, Kadılar/Fakihler eliyle yürütülen bir yapıdır ve bütün kadıların/fakihlerin başı, Kadı-ul-Kuzat’tır (Osmanlılarda Şeyhülislam). Kadı- lık sistemi, mahkemeler marifetiyle bağımsız karar veren, vatandaşların tüm adli ve yargısal işlerine bakan bir devlet kurumudur. Son olarak Selçuklularda devletin en kritik organlarından birisi de ordudur. Güçlü ve düzenli bir yapı ve görünüm sunar. Selçuklular, kurmuş oldukları düzenli ordular sayesinde Orta Çağ’ın en büyük impa- ratorluklarından birisini meydana getirmişlerdir. İlk zamanlarda Türkmenlerden meydana gelen Ordu’ya sınırların genişlemesiyle düzen ve organizasyon yönünden yeni askeri görevliler ve birlikler katılmıştır (Uluçay, 1976: 284-292).

8

Selçuklu döneminin önemli devlet ve düşünce adamlarından olan Nizam–ül Mülk, Alparslan ve Melikşah dönemlerinde vezirlik yapan, eserleri Siyasetname’si ve Nizamiye Medreseleri’yle (Rektörü, Büyük İslam Mutasavvıfı ve Merhum Üstat İmam Muhammed Gazali’ydi) Selçuklu bilim ve düşünce hayatını imar eden bir bilge şahsiyetti. Kurduğu medreselerle/üniversitelerle Şafii fıkhının gelişimine öncülük eden Merhum ve Saygıdeğer Nizam–ül Mülk, Ehl–i sünnetin çok önemli temsilcilerinden (Yüksel, 2011) ve büyük Müslüman devlet ve siyaset adamlarından birisiydi.

Büyük Selçuklular, dönemlerinde ekonomik kalkınmayı ve refahı sağlamayı başarmışlar, medeni ve kültürel anlayışlarıyla kendilerine özgü bir medeniyet ve sa- deliği ve gösterişten uzak olmayı esas aldıkları, bununla birlikte sadeliğin ihtişamını taşıyan bir mimari anlayışa sahip olmuşlardır. Hayatın her alanında, insani değerlere, ilme, bilgeliğe ve dürüstlüğe son derece önem vermişlerdir. Selçuklu modelinin tam olarak neyi ifade ettiğine dair Osmanlı üzerinden bir anlatıma giden Özgüdenli, Bü- yük Selçukluların, Türklerin İslamiyet ile buluşmasından sonra kurdukları en güçlü devletlerden birisi olarak pek çok açıdan Osmanlı kurumlarını ve medeniyetini bes- lediğini ve Osmanlı’ya kaynak oluşturduğunu ifade eder. Ona göre, Türk tarihinde Selçuklu dönemi çok özel bir yere sahiptir, fakat Osmanlı kadar iyi bilinmemekte ve o derece bir popülerliğe sahip olmamaktadır (Bulut, 2013).

Nizam–ül Mülk gibi önemli devlet adamı ve siyasetçilerin öldürülmesi, terör eylemleri ve bu eylemlere devletin gerekli cevabı verememesi, kardeş kavgaları, dini ve mezhebi sorunlar ve çatışmalar, medreselerde yaşanan ideolojik ve mezhebi tar- tışmalar, siyasi sorunlar nedeniyle ticaret yollarının güvenliğinin riske girmesi sonu- cu ticari başarıların gerilemesi, ilişkilerde yaşanan sorunlar ve devletin diplomasi ve dış politikanın belirlenmesinde yaşadığı sıkıntılar ve kötüye gidiş, yönetimde üçlü ve ikili idare sistemlerinin ortaya çıkması, Şehzade isyanları, devlet bürokrasisinin ağır işleyişi, rüşvet, yolsuzluk gibi devlet yönetiminde bozulmaların ortaya çıkması ve zayıf, ehliyetsiz, niteliksiz, liyakatsiz sultanların ve yöneticilerin işbaşına gelmeleri ve gölge hükümdarların ortaya çıkışı, hanedanın profesyonel yönetici yetiştirememe- ye başlaması gibi Selçukluların yaşadığı sorunlar (Turan, 1998: 423–665; Uluçay, 1976: 241–267; Turan, 1999: 225–269; Özdemir, 2008), çalışmada ifade edilen, böl- gede Selçuklu mirası olan topraklar üzerine tesisi önerilen işbirliği çabasının alması gereken dersler arasında yer almaktadır. Türkiye ve İran başta olmak üzere işbirliği- ne katılacak ülkelerin Selçukluların düştüğü hatalara düşmeyerek tarihsel olarak tec- rübe edilmiş yanlışlardan gereğince ibret almaları işbirliği için hayati bir konumda- dır.

Selçuklu/Abbasi modeli, günümüzün koşulları yönünden kısmi farklılıklara sa- hip olmakla birlikte Selçuklu’nun temel kurucu idealleri, ilkeleri ve hedefleri örnek alınarak yeni bir işbirliğine model ve örnek oluşturabilir. Gerek ardından bıraktığı mirası yönünden gerekse de kurucu temellerinin tekrardan işbirliğine katılacak ülke-

lerce esas alınmasıyla Selçuklu/Abbasi modeli temelinde Türkiye ve İran’ın öncülü- ğünde bir işbirliğine imza atılması olanaksız değildir. Selçuklu’yu şimdilerde ayıran olumlu veya olumsuz farklılıklar mevcut olmakla birlikte söz konusu model, günü- müze taşınabilir ve uygulanabilir. Tarihsel olarak her insan veya devlet gibi Selçuk- lular’ın da hataları olmuştur. Sonuç olarak tarihte yaşanmış Selçuklu deneyimi ve bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye ve diğer bölge devletlerinin üzerine temellendiği Selçuklu mirası, Türk, Acem, Arap, Kürt ve diğer etnisitelerden müteşekkil, ilmi, siyasi, sosyal ve kültürel açıdan çok zengin bir kültür ve medeniyet iklimine sahip bir yapıdır. Bu yapı, Türkleri, Arapları, Acemleri ve diğer milletlerle beraber, Türkçe, Farsça, Arapça ve Kürtçeyi bir potada buluşturma özelliğine sahip olmuştur. Kültür- lerin, dillerin ve milletlerin bir harmonisini sunan Selçuklu/Abbasi deneyimi, bir medeniyet ve kültür projesi olarak tarihte yaklaşık üç asır süren bir barış ve huzur iklimini dünyaya armağan etmiştir.