• Sonuç bulunamadı

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) İşlevsellik Sorunu

2.4. Ortak Sorunların Bulunması

2.4.3. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) İşlevsellik Sorunu

Bölgede işbirliğini sağlamak üzere kurulan birçok kurum ve kuruluş olmasına rağmen gerek ulusal gerekse de uluslararası baskılar ve sorunlar nedeniyle kendile- rinden beklenen şekilde aktif duruma gelememektedir. Bu kuruluşlardan birisi de, yeni ismiyle İslam İşbirliği Teşkilatı’dır (İİT). Eski adıyla İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)/İİT hükümetlerarası bir uluslararası örgüttür. Örgütün Kurucu Antlaşması, Cidde’de yapılan Dışişleri Bakanları İslam Konferansında 1972 yılında kabul edil- miştir. Antlaşmada ortak inançların İslam halkları arasında yakınlaşma ve dayanışma için güçlü bir öğe oluşturduğuna ve İslam’ın manevî, ahlaki, sosyal ve ekonomik değerlerinin korunması ilkelerine kararlılık vurgulanmış, Örgütün amaçları arasında üye devletler arasında İslam dayanışmasını geliştirmek sayılmıştır. 2008 tarihinde kabul edilen İKÖ Şartı, 1972 tarihli Kurucu Antlaşmanın yerini almıştır (Aktaş, 2009: 1–2). Yeni adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), BM’den sonra 4 kıtada üze- rinde 57 üyesiyle dünyadaki ikinci büyük ve en hacimli hükümetlerarası kuruluştur. Müslüman dünyanın ortak bir sesi olarak görülen İİT, dünyanın farklı halkları ara- sında barışı ve uyumu sağlamak için Müslümanların çıkarlarını korumayı ve sürdür- meyi hedeflemektedir. 1969’da Rabat’ta, Kudüs El Aksa Camii’nin İsrail tarafından işgal edilmesi üzerine kurulan İİT, Üye Devletler arasında kardeşlik ve barış bağları- nı korumayı ve sağlamlaştırmayı, Üye Devletlerin meşru ve ortak amaç ve çıkarlarını muhafaza etmeyi, self–determinasyon hakkına saygılı olmayı, Üye Devletlerin ortak

çıkarlarını gerçekleştirmek için küresel siyasi, politik ve ekonomik karar–alma süreç- lerine aktif katılımlarını desteklemeyi (www.oic–oci.org) amaçlamaktadır.

Büyük bir potansiyele sahip bir örgüt olmasına rağmen İİT, gerçekte kendisin- den beklenen işlevleri yerine getirememektedir. Bunda uluslararası politik sistemin yapısı etkili olmakla birlikte temelde İİT’nin kurumsal yapısından kaynaklı sorunlar İİT’nin güçsüzlüğüne neden olmaktadır. Bu noktada İİT gibi çok önemli bir kurulu- şun işlevsizleş(tiril)miş olması, çalışmada öne sürüldüğü şekilde bölgesel yeni bir işbirliği ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. İİT’nin içinde bulunduğu sorunlara kısaca bakıldığında; İİT’ye üye devletlerin arasında güçlü bir çıkar ve amaç birliği bulun- mamakta, sıklıkla çıkar çatışması ve anlaşmazlıklar yaşanmaktadır. Üye ülkeler, or- tak bir strateji etrafında birleşememekte ve ortak planlar tasarlayamamaktadır. Üye ülkelerin arasında bir konsensüs de bulunmamakta; büyük anlaşmazlıklar yaşanmak- tadır. Uluslararası toplumun ve Batı’nın, Doğu özelinde İİT’ye bakış açısının sorun- lu6 olması, İİT’nin uluslararası ilişkilerde gerekli desteği görememesi ve uluslararası politikada yeterince etkin olamamasıyla sonuçlanmaktadır. İslam dünyasının ortak aklını ve vicdanını temsil etmede başarısızlıklar; ulus–devlet kimliğiyle ulus–devlet– ötesi bir kimliğe ait olmak arasında gerilimler ve krizler yaşamaktadır. Yapısal, siya- sal, finansal ve uluslararası sistemin yapısından kaynaklı sorunlar yaşamaktadır. (Ka- ralioğlu, 2004; Akgün, 2005; Atlıoğlu, 2005; Colakoglu, 2013).

İİT’nin en önemli açmazlarından birisi de bir yandan İslam ülkelerinin ortak meselelerine çözüm bulmak için düzenli olarak işleyen işbirliği platformları oluştur- maya çalışırken diğer taraftan da örgüte önemli ölçüde mali destek sağlayan bazı ülkelerin demokrasi ve insan hakları konusundaki çekinceleri sebebiyle temelde tartı- şılması gereken konuların İİT gündemine gelememesidir. Finansal açıdan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi üyelere bağımlı olan Teşkilatın, İslam ülkelerinde demokratik reform, temel hak ve özgürlükler konularını gereğince ele alabilmesi de oldukça zordur. Ayrıca Örgüt’te etkin durumdaki üyelerin farklı gündemlere ve ulusal çıkar önceliklerine sahip olması İİT ülkelerinin ortak bir gün-

6

Yirminci yüzyılın devasa eseri “Şarkiyatçılık”ta Edward W. Said, Batı’nın Doğu’ya bakışını büyük bir entelektüel birikimle sorgular. Said, Şark/Doğu’nun, kurulmuş bir şey olduğunu ileri sürer. Coğrafi uzamların, bu uzamlara özgü olan kültür, din veya ırksal özlere dayanarak tanımlanabilecek yerli ve kökten farklı sakinleri olduğu düşüncesinin tartışmalı olduğunu ifade ederken, “bizi en iyi biz biliriz, düşüncesine de pek katılmaz. Ayrıca, O’na göre Şark, Şarkiyatçılığın bize sunduğu bütün ırksal, ideolojik ve emperyalist klişelerle birlikte, bir yana bırakılmalıdır (Said, 2004).

dem etrafında bir araya gelmesini zorlaştırmaktadır (Ataman ve Gökşen, 2014: 11– 12).

Sorunlarını çözememiş bir İİT, hak ettiği ve kendisinden beklenen şekilde Müslüman dünyanın ve halkların dünyaya mesajlarını ulaştıramayacaktır. İİT için gerçekleştirilmesi beklenen, biran önce İİT’de güçlü reformlar gerçekleştirmek, Ör- güt’ü yeniden canlandırmak ve yapısal sorunlarını çözüme kavuşturmaktır. İİT, bir yandan ulus–devletlerin yol açtığı krizler, diğer yandan da seküler modernizm ve küreselleşmenin neden olduğu bunalımlarla meydana gelen zihni ve ruhsal bunalma- nın üstesinden gelmede yapıcı bir rol oynayabilir (Kalın, 2006: 36).

Sonuç olarak, günümüzde yeterince etkin olmamakla sıklıkla eleştirilen İİT, gerekli yapısal ve kurumsal sorunlarını çözmede bir reforma gidemezse Müslüman dünyayı “göstermelik” olarak temsil eden bir uluslararası örgüt olmaya devam ede- cektir. Bu noktada, Türkiye ile İran’ın öncülüğünde tesisi önerilen işbirliği düşünce- si, ayakları daha sağlam bir şekilde yere basarak, Türkiye ve İran’ın ortaklaşa üyesi oldukları İİT’nin düştüğü hatalara düşmeyecek bir model olabilmelidir. Zira bugün kendi içindeki sorunları aşmakta zorluk çeken İİT, yaşanan uluslararası ve bölgesel sorunlar karşısında “kurtuluş reçeteleri” sunamamaktadır. Üye ülkelerin hedefleri, amaçları, gündemleri ve ilkeleri açık değildir. Ulus-devletle rekabet edecek siyasal, finansal ve diplomatik güçten yoksundur. Bir meşruiyet sorunu yaşamaktadır. Teşki- lat’ın çalışanlarının sayısı ve bütçesi, bir küresel uluslararası örgüte nazaran yetersiz- dir. Mali yönden büyük sıkıntılar çekmektedir. Zira üyelerinin çoğu zengin olmayan ülkelerden oluşmaktadır.

2.5. Diplomatik Gerekçeler

Son yıllarda Türk–İran diplomatik ilişkilerinin gelişiminin arkasındaki itici güç ticaret ve ekonomi olurken, meydana gelen birçok gelişme iki ülkeyi birbirine daha da yaklaştırmıştır. 2003 yılında Türkiye’nin Irak işgalini desteklemeyi reddetmesi ve mevcut iktidarın Türk–İsrail ilişkilerinin kötüye gidişini toleransla karşılaması İran tarafından hoş karşılanan gelişmeler olmuştur. İran ve Türkiye, aynı zamanda Irak Kürt bölgesi konusunda ve her iki ülkedeki Kürt ayrılıkçı hareketleri meselesinde ortak amaçlara sahip olmuşlardır. Irak’ın parçalanması durumunda bağımsız bir Kürt devletinin doğuşunu engellemek adına birlikte çalışma ve işbirliği yapmaya yönelik

her iki ülke de karşılıklı müzakereler yürütmüşler; ayrılıkçı hareketlerle mücadele ve sınırları boyunca meydana gelebilecek terörist hareketler konusunda karşılıklı uzlaşı içinde olmuşlardır. Zaman zaman meydana gelen (Türkiye’nin çok yönlü/Batı yanlısı dış politikası, Suriye meselesi, nükleer kriz gibi) gerilimlere ve anlaşmazlıklara rağ- men Türkiye ve İran tarafı genellikle ikili ilişkilerini sürdürme ve geliştirme iradesi göstermişlerdir. Bu bağlamda 1994 Temmuz’undan 2012 Ocağına kadar Türkiye ile İran tarafının üst düzeyde karşılıklı resmi diplomatik ziyaretlerinin sayısı 15 olarak gerçekleşmiştir (Habibi, 2012: 2–3). Bunlara, son iki yılda iki tarafından gerek devlet başkanlığı gerekse de başbakanlık ve dışişleri bakanlığı düzeyindeki çok sayıda ziya- ret eklenebilir.

Türkiye ve İran tarihsel olarak Sâd–Âbad Paktı, Bağdat Paktı, CENTO, ECO ve D–8’ler gibi bazı işbirliği projelerini ortaklaşa hayata geçirmişlerdir. Bunlardan ilki, kuruluşuna Türkiye’nin önayak olduğu bir siyasi işbirliği denemesi olan Sâd– Âbad7 Paktı’dır. Pakt, modern Orta Doğu’nun ilk bölgesel ittifak girişimi olarak, bölgede bağımsızlıklarını yeni almış Türkiye, İran, Irak ve Afganistan tarafından kurulan” (Palabıyık, 2010: 1), revizyonizm ve yayılmacılık gibi dış tehditlere ve Pak- ta üye ülkelerin kendilerine özgü risk ve tehdit algılamalarına karşı bir güvenlik me- kanizması olarak tasarlanmıştır. Bağımsız dış politika takip etme, rejimlerini güçlen- dirme ve bölgesel liderliğe ulaşma arayışı olarak tasarlanmasına rağmen çok fazla aktif olamayan Pakt, önemli bir bölgesel ittifak olmasına rağmen akademik ve siyasi çevrelerden de beklenen ilgiyi çok fazla bulamamıştır.

5 yıl geçerli olmak şartıyla imzalanan ve gerek görülürse bir beş yıl daha uzatı- lacağı öngörülen Pakt Anlaşması, 8 Temmuz 1937’de Tahran’da katılımcı dört ülke- nin dışişleri bakanları tarafından imzalanmış; 14 Ocak 1938’de TBMM tarafından onaylanmıştır (Soysal, 1983: 582–583/Cilt I; Turan, 2011). Antlaşma ile “Ülkelerin birbirlerinin içişlerine karışmayacağı, ikinci maddesinde ortak sınırlarda tecavüz hareketlerinin olmayacağı, üçüncü maddede dört devletin ortak menfaatlerini etkile- yecek uluslararası anlaşmazlıklarda istişare edileceği, dördüncü maddede harp ilan edilmeksizin işgal ve taarruz hareketlerinden kaçınılacağı” (Turan ve Tüylü Turan, 2011: 1758) vurgulanmıştır.

7

Sâd–Âbad, Tahran’da İran Şahı’nın yazlık sarayının adıdır. Pakt burada imzalandığından bu ismi almıştır.

Konuya ittifak kuramları açısından bakıldığında, Sâd–Âbad Paktı gibi çok bü- yük bir bölgesel güvenlik örgütlenmesini analiz etmekte yetersiz kalınmaktadır. Bundan dolayı Pakt’ın kuruluşu iç ve dış faktörleri bir bütün halinde değerlendiren, sadece risk ve tehditlere değil, ortak çıkarlara da vurguda bulunan bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir (Palabıyık, 2010: 175). Sâd–Âbad Paktı, döneminde bölgesel ve uluslararası konjonktüre bağlı şartlarla ihdas edilmiş, çok boyutlu güvenlik ve işbirliği örgütü olarak tasarlanmıştır. 1941’de Türk–Alman Saldırmazlık Paktı’nı imzalayan Türkiye’nin revizyonist politikalar izleyen Almanya ile yakınlaşması, yine aynı yıl içinde İran’ın revizyonizm karşıtı blok üyesi Birleşik Krallık ve Rusya Fede- rasyonu tarafından işgali ile Pakt, fiilen hükümsüz kalmış; 1955 senesinde Bağdat Paktı’nın imzalanmasıyla da önemini tamamen kaybetmiştir (Tavukçu, 2012).

Tarihsel olarak Türk-İran işbirliğine başka diplomatik örnek, 1955 yılında Tür- kiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında kurulan Bağdat Paktı’dır. Bağ- dat Paktı, Türkiye ile Irak arasında 1955’te Bağdat’ta imzalanıp Birleşik Krallık, Pakistan ve İran’ın katılmaları ve ayrıca ABD’nin desteklemesi ile kurulan bir sa- vunma ve siyasal yardımlaşma antlaşmasıdır (Soysal, 1991: 489, 501–503). CEN- TO’ya temel oluşturan Bağdat Paktı, Irak’ın 1958’de ülkede meydana gelen devrim ve Antlaşmanın imzacılarından Kral Faysal’ın öldürülmesiyle yerini CENTO’ya bı- rakmıştır. CENTO, Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında 1955– 1958 yılları arasında faaliyet gösteren Bağdat Paktı’nın yerine, 1955 yılında SSCB’nin bölgedeki etkinliğini azaltmak için tasarlanan bölgesel işbirliği örgütüdür. Kurulduğu dönemde Arap dünyasından büyük tepkiler alan Örgüt’ün varlığı, 1979 İran Devrimi ile önce İran’ın ve ardından da Pakistan’ın ayrılışıyla son bulmuştur (Soysal, 1991: 494). Ulaştırma ve Haberleşme tesisleri olarak demiryolu ve Karayolu inşasını hedefleyen CENTO, Telekomünikasyon, Havayolu ve Sivil Havacılık alan- larında ortak işbirliğini öngörmektedir. Kalkınma yolunda taraf ülkelerin diplomatik olarak önemli adımlar atmasını amaçlayan CENTO, tarım ve hayvancılık, sağlık, bilim, madenlerin işletilmesi, kültürel işbirliği ve çok taraflı işbirlikleri fonunun sağ- lanmasını amaç edinmektedir (Şentürk, 2001: 63–79).

Bir diğer diplomatik girişim olan Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) ise 1985 yılında İran, Pakistan ve Türkiye tarafından, Üye Devletler arasında ekonomik, tek- nik ve kültürel alanlarda işbirliklerini geliştirmek maksadıyla kurulan hükümetlerara-

sı ve bölgesel bir örgüttür. 1964–1979 yılları arasında yine bu ülkeler arasında bölge- sel işbirliğini artırmayı hedefleyen Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Örgütü’nün (RCD) yerine kurulan ECO’ya günümüzde Afganistan, Azerbaycan, İran, Kazakis- tan, Kırgızistan, Pakistan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan ve Özbekistan üyedir. ECO, üye ülkelerin ortak teşebbüsleriyle ticaret imkânlarının ve bölgesel işbirlikleri- nin artırılmasına çaba gösterirken, ülkelerarasında işbirliği ve uzmanlık projeleri ge- liştirmektedir. Enerji, ticaret, taşımacılık, tarım ve uyuşturucuyla mücadele konula- rında ortak adımlar atmaktadır. Örgütte kullanılan dil İngilizcedir ve Örgüt’ün fi- nansmanı üye devletler tarafından sağlanmaktadır. Örgüt’ün genel merkezi ise Tah- ran’da bulunmaktadır (www.ecosecretariat.org).

Son bir örnek, Türkiye–İran diplomatik ilişkilerinde önemli bir yere sahip olan işbirliği konseyleridir. Türkiye 2006’dan beri 16 ayrı ülkeyle kurduğu Yüksek Dü- zeyli Stratejik İşbirliği Konseyleriyle, bölgesinde ve küresel ölçekte işbirliği meka- nizmalarını güçlendirmeye devam etmektedir. Bu kapsamda, 2014 yılında Başbakan Erdoğan’ın İran’a yaptığı resmi ziyaret kapsamında, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşmesinde Türkiye–İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) kurulmasına ilişkin ortak bir bildiri imzalanmıştır. Türkiye–İran Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ilk toplantısı 9 Haziran 2014’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani eş başkanlığında Ankara’da gerçekleştirilmiştir (www.kdk.gov.tr, 2014).

Toplantıya, Başbakan Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani başkanlık et- mişlerdir. Toplantı bitiminde yayımlanan ortak bildiride, iki ülkenin ilişkilerini ulus- lararası hukuk ve karşılıklı çıkarlara dayalı iyi komşuluk ilişkileri temelinde, ortak ilgi alanlarında güçlendirmeye hazır olduklarının altı çizilmiştir. Ayrıca toplantıda, iki ülkenin bölgelerindeki halkların refah düzeyini ileri taşıyacak ve bölgesel istikra- rın geliştirilmesine katkıda bulunacak olan ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilme- sinin önemine vurguda bulunulmuştur. Düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan, Türkiye ve İran’ın bölgenin en köklü iki devleti olduğunu ve dostluk ilişki- lerinin birçok ülkenin tarihinden daha eskiye dayandığını hatırlatmıştır. Türk–İran ilişkilerinin daha da gelişmesinin arzu edildiğini ifade eden Başbakan Erdoğan, Ter- cihli Ticaret Anlaşmasının yürürlüğe girmesine ilişkin sürecin hızlandırılmasının amaçlandığını belirtmiştir (www.mfa.gov.tr, 2014).

Türkiye ve İran, 28–29 Ocak 2014 tarihlerinde Tahran’ı ziyareti sırasında ihdas edilen Türkiye–İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) Birinci Toplantısı kapsamında, 9 Haziran 2014 tarihinde Ankara’da bir araya gelmişlerdir. Yüksek Dü- zeyli İşbirliği Konseyi (YDİK) ile iki ülkenin liderlerinin eş başkanlığında gerçekleş- tirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaş- kanı, ikili ilişkiler ile bölgelerindeki güncel gelişmeler dâhil olmak üzere bölgesel ve uluslararası gelişmelere ilişkin kapsamlı görüş alışverişinde bulunarak temel bazı hususlarda mutabakata varmışlardır.

İki ülke ilişkilerinin hukuk ve karşılıklı çıkarlar çerçevesinde geliştirilmesini, ortak ekonomik ve ticari çıkarlara öncelik verilmesini ve Suriye, Irak ve Afganistan gibi sorunlu konularda ortak siyasi çözümler bulunması gerektiğini vurgulayan İşbir- liği Konseyi, mevcut işbirliği imkânlarını geliştirilmesinin yollarının aranmasının önemine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye ile İran’ın neden aralarında bir işbirliği tesis etmek ve niçin bölgede bir işbirliğine yönelmek durumunda oldukları aşağıda belirtildiği şekilde özetlenebilir.

1. Her iki ülke de dünyayı tehdit eden uluslararası güvenlik sorunları, terörizm, silahlanma, silah/insan/uyuşturucu kaçakçılığı, sınır sorunları, enerji kaynaklarının dağılımı, sağlık ve çevre sorunları, insan hakları ihlalleri ve terörist örgütlerin devlet- lerin ve barış amaçlı kurulan hükümetlerarası örgütlerin otoritesini sarsması gibi kü- resel ölçekli sorunlara muhatap durumdadır. İki ülkenin bu sorunlarla ortaklaşa mü- cadele vermeleri durumunda sorunların üstesinden daha kolay gelebilirler.

2. Bölgede etkili olan önemli sorunların çözümü için tesis edilmiş İslam İşbir- liği Teşkilatı gibi uluslararası örgütlerin fonksiyonel olarak yaşadığı sorunlar bölge- de, çalışmada önerilen şekilde bir işbirliği ve ortak bir platform kurulması ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.

3. Bölgede her iki ülkenin farklı stratejik ve politik çıkarları nedeniyle körükle- nen çatışmalar, bölgenin istikrarına büyük ölçüde zarar vermektedir. Suriye örneğin- den yola çıkarsak Türkiye ve İran’ın bu ülke üzerindeki farklı hesapları ve çıkar iliş- kileri Suriye’de durumu gün geçtikçe daha kötü bir hale sokmaktadır. Bu durumun ortaya çıkışında, dini ve mezhebi fraksiyonların da etkisi görülmektedir.

manın eşiğine gelen iki ülke ilişkisi, karşılıklı barış ve güvenin tesis edileceği bir istikrarlı ilişkiye evirilmesi gerekmektedir. Bu durum şüphesiz ki bölgedeki insanla- rın daha güvenli bir geleceğe yürümesinde oldukça önem arz edecektir. Avrupa ör- neği hatırlanacak olursa, yüzlerce yıl birbirleriyle çekişme ve çatışma içinde olan Almanya ve Fransa, Schuman Planı’na göre 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu ihdas etmiş ve Topluluk, diğer Avrupa devletlerinin de katılımına açık hale getirilmiştir. Bugün itibariyle ise Avrupa Birliği adı altında kurulan bölgesel entegrasyonun bölgesinde 28 üyesi bulunmaktadır.

5. Önerilen işbirliği, Türkiye ve İran başta olmak üzere, bütünleşme hareketine katılacak devletlerin yönetimlerini güçlendirecek, devletlerin bölgesel ve uluslararası politikadaki etkinliklerini artıracaktır. Ekonomik ve finansal yönden katılımcı ülkele- ri daha iyi bir seviyeye yükseltecek, ortak toplumsal şuur ve duyarlık kazandıracak ve işbirliğine üye olacak ülkeler tarımdan kültüre kadar her alanda ortak politikalara kavuşacaktır.

6. Avrupa Birliği’nin de kurucu ideallerinde olduğu gibi, dengeli bir ekonomik büyüme ve istikrar üzerine temellenen sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve iç sı- nırlardan arındırılmış bir ekonomik/ticari alan inşa etmek için ortak pazar kurulması; ekonomik ve sosyal entegrasyonu konsolide etmek ve işbirliğine katılacak ülkelerin ekonomi politikalarını birbirlerine yaklaştırmak ve barış, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, eşitlik, güvenlik, istikrar, azınlık hakları, insanlar ve halklar arasında karşılıklı saygı, çoğulculuk, hoşgörü ve dayanışma gibi evrensel ilkleri gerçekleştir- mek için bir işbirliği inşa edilebilir.

7. İşbirliğine katılacak ülkelerin, bölgede ortaklaşa sahip oldukları stratejik kaynakları adil bir şekilde paylaşmak ve birbirlerinin varlığını tehlikeye sokabilecek olası savaş ve çatışma durumlarını önlemek veya devam etmekte olan savaşlara son vermek ve kalıcı bir barışı tesis etmek için işbirliği tesis edilebilir. Temelde iki ülke arasında bir savaş çıkması ihtimalini ortadan kaldırabilir.

8. Türkiye ve İran, kimlik, kültür ve tarih yönünden birbirlerinin doğal müttefi- ki durumundadır. Bölge için çalışmada önerilen şekilde bir işbirliği temelde doğal bir duruma resmi ve kurumsal bir çerçeve kazandırmak şeklinde olacaktır. Ayrıca birlik- te olmak bir güçtür. Devletlere, istikrar, barış, umut ve güvenlik imkânı sağlar.

9. Üye ülkeler arasındaki entegrasyonu sağlamak, üye ülke halklarının barışını, refahını ve geleceğini teminat altına almak, bilimsel ve teknik gelişmelere fırsatlar sağlamak, üye devletler arasında ekonomik, sosyal ve teritoryal bağı ve dayanışmayı daha ileri bir noktaya taşımak, kültürel zenginliği ve dilsel çeşitliliği korumak, kültü- rel ve toplumsal mirasın devamını sağlamak, işbirliğinin kuruluş nedenleri arasında gösterilebilir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İŞBİRLİĞİ ÇERÇEVESİ

Türkiye ile İran arasındaki işbirliği çerçevesini belirlemek üzere oluşturulan bu bölümde, öncelikle işbirliğinin teorik çerçevesi bağlamında örgütsel ve bölgesel mo- deller ele alınmış, entegrasyon teorileri ve ittifak kuramları aracılığı ile teorik çerçe- ve desteklenmiştir. İkinci olarak söz konusu işbirliğini somutlaştırmak üzere vaktiyle uygulanmış veya halen uygulanmakta olan modeller itibariyle Selçuklu/Abbasi mo- deli ve güncel olarak Avrupa Birliği modeli ele alınmıştır. Buna ilave olarak ayrıca işbirliğine yönelik bazı öneriler ve adımlar paylaşılmıştır. Bu bölümde kısaca değini- len uluslararası ilişkiler teorilerinin, çalışma boyunca ele alınan Türkiye ve İran’ın öncülüğünde kurulması düşünülen işbirliğine ve çalışmada öne sürülen temel savlara, konuyu teoriyle eklemlemek adına kuramsal bir temel oluşturacağı düşünülmektedir. Özellikle bu bölümde yer verilen entegrasyon ve ittifak teorileri, konuyla ilgili etken- leri entegre bir hale getirecek ve boşlukları gidermede bir köprü rolü vazifesi göre- rek, çalışmanın sağlam bir hale gelmesini sağlayacaktır. Uluslararası ilişkilerde dev- letler öncülüğünde birliktelikler kurularak bütünleşmeye gidilmesi konusunda birçok araştırmacı tarafından geliştirilen çözümleme yöntemleri bulunmakla birlikte, çalış- manın mantıksal akışına ve genel ruhuna uygun gözüken açıklayıcı yöntem olduğu