• Sonuç bulunamadı

Sivil Cuntalar Ve İdeolojisi

1.BÖLÜM: 12 MART SÜRECİ

1.2. CUNTA FAALİYETLERİ

1.2.1. Sivil Cuntalar Ve İdeolojisi

22 Şubat ve 21 Mayıs girişimlerinden sonra durulduğu sanılan orduda, küçük de olsa bazı örgütlenmelerin varlığını sürdürdüğü görülmektedir. İçişleri Bakanı Sükan’ın çağırdığı Talat Turhan’ın ismiyle anılan, 1962 yılında Afyon’da kurulan Genç Kemalistler Ordusu adlı grup, Nisan 1963’te yayınladıkları bir bildiri sonrası deşifre olmuş, ancak açığa çıkmamış teğmenler tarafından örgütlenme sürdürülmüş ve 1965 yılına varıldığında ismi devrimci

çevrelerde daha fazla duyulmaya başlanmıştı359.

1965 yılını yeni dönem faaliyetlerinin başlangıcı olarak almak mümkündür. Bu dönem faaliyetlerinde, 1940’lar ve 1950’lerden farklı olarak sivil cuntalar da devreye girmiştir. 27 Mayısı yapan kadro arasındaki bölünme ve çekişmeler sırasında ön planda bulunmuş bazı isimlerle, Aydemir hareketi vesilesiyle değindiğimiz ve daha çok Yön dergisinde somutlanan sol aydın kesimin etkin konumlarıyla sahnedeki yerlerini aldığı görülmektedir. Bir yandan askerlerin kendi içinde yürüttüğü faaliyetler, diğer yandan sivil kanadın çabaları zaman zaman iç içe geçerek, bazen de ayrı olarak 12 Mart’a giden Türkiye’nin cunta haritasını teşkil etmiştir.

Sivil Cuntacı kesimde 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeleri Cemal Madanoğlu, Osman Köksal ile Yön ve o kapatıldıktan sonra Devrim dergisinin başındaki Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği bir kanat, MBK’dan tasfiye edilen 14’lerden Orhan Kabibay, Numan Esin, İrfan Solmazer’in ön planda olduğu bir diğer kanat ve yine MBK üyelerinden Mucip Ataklı, Ekrem Acuner gibi isimler göze çarpmaktaydı. MBK üyelerinin yoğunluğu dikkat çekicidir. Bu durum aslında 27 Mayıs’ın, bizzat yürütücülerini tatmin

358Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, İstanbul 1995, s.34-35 T.Turhan, Cemal Tural emekliye sevkedilirken, İçişleri Bakanı Faruk Sükan tarafından kendisinin çağrıldığını ve emeklilik işleminin orduda yaratabileceği tepkileri merak eder tarzda sorular sorduğunu, kendisinin bir değişiklik olmayacağını, ancak plan ve listeler nedeniyle emeklilikten sonra Tural hakkında mahkeme sürecinin işlemesi gereğini vurguladığını söylemektedir.; Bir başka kaynak, 18 ay boyunca özel protokol hizmetlerini yürüten ve o sırada Kurmay Albay rütbesindeki Ömer Lütfi Erol, Tural için uzaktan yakından bir ihtilalci tavır ve hareketine, yakınlarından hiçbir

general ve subayın ihtilal fikri ile dolu olduklarına şahit olmadığını belirtmektedir. (Ömer Lütfi Erol, Asker Devrim Darbe, 2 Cilt, İstanbul 2003, s.519)

359 L.Erol, a.g.e., s.315,, Erol, GKO’nun Turhan tarafından kurulduğunu ve cezaevinden çıktıktan sonra başvurular üzerine liderliğini sürdürdüğünü belirtirken ; Talat Turhan, Genç Kemalistler Ordusu, İstanbul 2004, s.40-41,64’de, genç subayların çalışmayı kendisinden bağımsız başlattıklarını, haber verdiklerinde ise

çalışmalarını onayladığını, hapis ve yargılanma sürecinde deşifre olduktan sonra ilişkisini kestiğini, açığa çıkmayanlara Beni ölü kabul edin ve davanıza inanıyorsanız yolunuza devam edin nasihatında bulunduğunu dile getirmektedir.

etmemiş bir yönü bulunduğunu gösterdiği gibi söz konusu kimselerin bir sefer başarmış olmanın güveniyle de hareket ettiklerini düşündürtmektedir. İrfan Solmazer ile birlikte CHP’ye katılan ve 1965 seçimlerinde milletvekili seçilen Orhan Kabibay’ın iktidar hedefinden hiç vazgeçmediği, CHP’ye girerken dahi bu niyeti koruduğuna dair işareti,

politika yapacaksak en güçlü örgüt CHP’dir. Ayrıca İnönü tarihsel kişiliği olsa da gücünü yitirmiş bir lider ve CHP’de bir lider boşluğu var diyerek göstermişti360. Kabibay CHP içinde Ecevit’in liderliğindeki ortanın solu hareketine karşı çıkanların safında mücadeleye girerken aynı zamanda cunta faaliyetlerinin başta gelen liderlerindendi.

Sivil kanadın farklı bir kanalında Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi Marksistler de bulunuyordu. Bu iki ismin Harbiyeliler arasında bir taraftar kitlesine sahip oldukları, M.Bellicilerin daha 1965 yılında Madanoğlu grubu ile temasta bulunduğu361 hatırlanırsa, sivil kanattaki arayışların 1965 yılı öncesine kadar uzandığı anlaşılacaktır.

Yön çizgisinin bu süreçteki rolü sahip olduğu niceliksel gücün ötesindedir. Çıkış bildirisi ve henüz ilk sayılarından itibaren, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a uzanan dönemin siyasal ideolojik çerçevesini çizen bir nitelik göstermiştir362. 1967’de Yön’ün kapatılması üzerine bir süre Türk Solu dergisi ile devam eden çizgi, 1969’da Devrim dergisinin çıkarılmasıyla yeni bir aşamaya girmiştir363.

Avcıoğlu grubunda yer almış Hasan Cemal, Yön ve Devrim çizgisi bir yerde

Baasçılıktı. Marksizm’den etkilenmiş devletçi, milliyetçi bir hareketti tanımlamasını

yapmaktadır. Cemal’in belirttiği gibi, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı ‘Milli

Demokratik Devrim’, sonra da ‘kapitalist olmayan yol’dan ‘milli sosyalizm’ kurulacaktı. Ve bu işler, Irak’taki ve Suriye’deki gibi tek parti yönetimleriyle, ya da Avcıoğlu’nun deyimiyle ‘kadife eldiven içinde demir yumruklu’ disipline dayalı bir diktayla yapılacaktı. Çünkü seçim sandığı her seferinde ‘gerici güçleri’, yani ‘emperyalizmin işbirlikçileri’ni iktidara taşıyordu364.

Konumuz açısından önemli olan, Yön-Devrim çizgisinin çözüm olarak sunduğu milli

sosyalizmin içeriği değil, amaca ulaşmak için benimsenen yöntemdir. Yöntemin

360M.Hekimoğlu, a.g.e., s.17. Hekimoğlu, CHP’de yönetimi ele geçirecek gibi bir hayale kapılmış izlenimini

verdiler bana ifadesini kullanmaktadır.

361 L.Erol, a.g.e., s.642.

362 Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul 1999, s.111.

363 H.Cemal, a.g.e., s.204’te Doğan Avcıoğlu’nun, 1960’larda Yön’le Türkiye’nin yönünü belirledik. Şimdi o

yöne gitmek için Devrim’le Devrim’i yapacağız dediğini belirtmektedir.

belirlenmesinde halka duyulan güvensizlik baş roldedir. Çok partili hayatın başlamasıyla DP’nin iktidara gelmesi, 27 Mayıs’ın hemen ardında yapılan seçimde, aynı gelenekten gelen partilerin umulmadık başarısı ve 1965 seçimlerinde salt çoğunlukla iktidarın AP’ye geçmesi, seçimlerle iktidarı elde etmenin pek mümkün olmadığı düşüncesini yerleştirmiştir. Sonuçlar halkın cahilliğine bağlanmış, söz konusu cehalet ortadan kaldırılmadan durumun değişmeyeceği düşüncesi, üstten dayatmacı yöntemlere yönelimi beslemiştir.

Demokrasi’de biçim değil öz esastır düşüncesini savunan Doğan Avcıoğlu, Türkiye’de aracın amaç haline geldiğini, Atatürk’ün devrimlere ve toprak reformu yapmaya

yönelmiş tek parti rejimi ... daha otoriterdir, fakat daha demokratiktir, Demirel rejimi liberaldir ama daha az demokratiktir türü söylemlerle sandıktan çıkmanın değil uygulanacak

politikaların demokratlığın ölçütü olabileceğini savunmuştur. Avcıoğlu, sandıktan sürekli

tutucu iktidarlar çıkmasını, bazı köylerdeki değişimi örnekleyerek sonuna kadar sürecek bir

durum olarak görmese de, tutucular koalisyonu, aracı, tefeci, ağa ve küçük burjuvazinin öteki

muhafazakar unsurlarıyla yurt düzeyine yayılmış kesimlerin köylü üzerindeki büyük etkisi

yok edilmeden tutucu iktidarları önleme ihtimalinin zayıfladığını, dolayısıyla önceliğin bu kesimlerin gücünü yok edecek adımlara vermek gerektiğini, ancak ondan sonra halkın gerçek iradesinin sandığa yansıyacağını ileri sürmüştür365.

Avcıoğlu’nun demokrasiye öz-biçim açısından yaklaşımı aslında olayın nirengi noktasıdır. Demokrasi ile ilericiliği366 özdeşleştiren bir sonuç yaratmakta ve ilerici olmayan kesimleri, örneğin AP’yi, demokrasi paydası dışına itmektedir. Özle tanımlanan demokrasi modeli, niceliği yani halkı, en azından ikinci plana düşürdüğünden aydın, ordu faktörü devreye girmektedir. Ordunun 19.yüzyılın son çeyreğinden itibaren oynadığı rol öz bakımından ilerici, dolayısıyla demokrat sınıfına sokulmaktadır. Milliyetçilik bayrağını ordu

yükseltiyor sözü Avcıoğlu’na ait ve Osmanlının son dönem gelişmeleri bağlamında

söylenmiştir. Orduya biçilen, özellikle 27 Mayıs – 12 Mart dönemlerinde yaygın biçimde sahiplenilen, ilericilik misyonunun başlangıcına işaret etmektedir. 1876’da Meşrutiyet kapısını açan fiili kuvvet ordu olduğu gibi, Abdülhamit’e karşı mücadele eden ve 1908’i yaratan da ordudur. Hürriyet sözünü bol bol kullanmalarına rağmen, onları harekete getiren

asıl neden, meşruti bir idare kurma anlamına hürriyetler de değil Vatanın kurtulması, nasıl

yaşatılacağı ve bununla bağlantılı olarak Batı’nın ulaştığı düzeyi aşma hedefiydi. Yeni

365 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni Dün Bugün Yarın, Ankara 1971, 2 Cilt, s.718-724.

366 İlericilik kavramının tartışmaya açık olduğunun farkındayız. Neyin neye göre ne kadar ilerici olarak vasıflandırılacağı tartışılmaya muhtaçtır. Biz ise, 1960’larda bir kesim, örneğin Avcıoğlu tarafından anlamlandırılan şekliyle kullanmış oluyoruz.

Osmanlılar ve Jön Türkler, sonra İttihat ve Terakki ve nihayet Kurtuluş Savaşı kadrosu, bu soruların cevabını araştırmış ve bir takım reformları gerçekleştirmeye çalışmıştır. Fakat bütün bu çabalara, özellikle Kurtuluş Savaşı’ndan sonra girişilen büyük hamlelere rağmen, çağdaş uygarlığa hala erişilememiştir367. Avcıoğlu’nun bu görüşleriyle ilgili vurgulanması gereken yalnızca orduya biçilen ilericilik misyonu değildir. Asıl amacın hürriyet olmadığı vurgusu, demokrasiye öz – biçim denkleminden bakmak olduğu gibi, aynı zamanda hürriyeti dolayısıyla demokrasiyi ve dolayısıyla çok partili sistemin zeminini zayıflatan, ordu müdahalelerini kolaylaştıran bir bilinç yaratmaktadır.

Avcıoğlu sadece çarpıcı bir proto-tip durumundadır. Ve hiç kuşkusuz yalnız değildir, dönemin güçlü bir eğilimini yansıtmaktadır. 12 Mart’ın Başbakanı Nihat Erim’in, ileri

atılımlar daima ordudan gelmiştir368, Türkiye medeniyetçiliğe ordusu ile yönelmiştir369 şeklindeki sözleri sanırız bu hususta bir fikir verecektir. 1961 Anayasasının yapılması çalışmalarında bulunan Ord.Prof.Sıddık Sami Onar’ın, Osmanlıdan 1960’lara kadar gelen tüm ihtilalleri azınlık fakat aktif güçlerle, pasif kitlenin çatışmasının ürünü sayması ve toplumun gerçek kudretini teşkil eden azınlığın ve bu kapsamda ordunun rolü değerlendirmesi anlatılmak isteneni çarpıcı bir şekilde vermektedir. Onar şöyle diyor; ...I inci Hamid’den ve

hatta III üncü Ahmed devrinden son cumhuriyet devirlerine, 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar ihtilallerin çoğu ... aktif kuvvetlerle pasif kitlenin çatışmasından çıkmış, tekamül ve reformlar ancak azınlıkta kalan ve fakat toplumun gerçek kuvvetini teşkil eden ... dinamik kuvvetler ve müesseselerle sağlanmıştır. ... Bizde sosyal müesseselerin çoğu muhafazakar bir eğilimde değil aksine ilerici ve reform taraflısıdır, ordu(vurgulama Akgüner’e ait), üniversiteler, hakimler idare, barolar, hekimler, mühendis ve mimarlar, öğretmenler çoğunlukla dinamik ve reform taraflısıdır; sendikalar da bunun yanında yer almaktadır...370. Onar’ın toplum çoğunluğu ile ilericilik atfettiği kurumların, sendikalar dışta tutulursa,(ki 1950’lere varıncaya değin zaten ortada kayda değer bir sendikal örgütün bulunmadığı, sendikaların asıl etkinliklerini 1960’larda ortaya koyduğu hatırlandığında,) tümüyle aydın – bürokratik, Kongar’ın deyimiyle seçkinci – elit geleneği işaret ettiği görülüyor. Böyle bir bakış açısı ister doğru ister yanlış kabul edilsin, mutlaka aydın – bürokrat geleneğe yönelimi doğuracak, ilerlemenin öznesi orada aranacaktır.

367 D.Avcıoğlu, a.g.e., s.153-155.

368 “Erim Ne Dedi”, Yankı, Sayı:8, (19-25 Nisan 1971), s.6-7.

369 “Başbakan Erim, ‘Türkiye Medeniyetçiliğe Ordusu ile Yönelmiştir’ Dedi”, Ekonomi ve Politika, Sayı:281 (24 Haziran 1971), s.9.

370 Sıdık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, c.1, İstanbul, 1966, s.175-176’dan akt.T.Akgüner,

Dikkat edilecek husus, ordunun tarihteki rolünü tespitle, orduya değişmez bir misyon biçme arasındaki farktır. Ele aldığımız ve alacaklarımızda geçmişte tespit edilen bir olguyu geleceğe taşıma çabası görülmektedir. Geçmişten çıkarılan ilericilik, cuntacılığın başat ideolojik argümanı halini almıştır.

Söz konusu bakış açısı milli irade kavramına uzak durmaktadır. ‘Milli İrade’yi

sadece bir sayı çoğunluğu sanarak onu ‘mana’lıktan çıkarıp, ‘madde’leştirenlere şaşmak gerekir, diyen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Atatürk’ün çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne

çıkmak, laiklik, pozitif bilim gibi hedefler koymak suretiyle olaya yalnızca sayısal çoğunluk olarak bakmadığını ve yeni dönemde milli iradenin aslında sınırlandırılmış, yönlendirilmiş olduğunu savunmakta ve evet milli irade sandıktan çıkar, fakat bugünkü düzenin sandığından

ve bugünkü yöntemlerle değil ifadelerini kullanmaktadır371. Tarık Zafer Tunaya, 12 Mart Muhtırası üzerine İnönü’nün yaptığı açıklamayı eleştirirken demokrasinin amaç değil araç olduğunu Batı’yı da örnek göstererek savunmaktadır372. Bu tarz yaklaşımlar, CHP’li Vedat Dolakay’ın oylamada sömürülenler daima yenik çıkıyor, CHP ordunun yanında yer almalı373 ifadesinden de görüleceği üzere, doğal olarak ordu seçeneğine yönelmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un,dar dünyalı çoğunluğun oyları ile oluşan parlamentonun icraatları

esas kamuoyunu teşkil eden dünyanın her tarafından varlığı kabul edilen elit sınıfın başlıca üzüntüsünü teşkil etmektedir374 şeklindeki sözleri, asker cephesinde de sandıksal demokrasi türü kavramların kabul gördüğüne bir örnektir. Parlamenter sisteme sahip çıkması nedeniyle, cuntacılarla yıldızı barışmamış olan Bülent Ecevit’in söylemiyle, aydınların istediği can

yelekli demokrasinin ve can yeleği orduydu375.

Demirel, seçilmiş ve müdahaleyle uzaklaştırılmış bir kişi olması hasebiyle, doğal olarak cahil oy çoğunluğu, sandıksal demokrasi gibi kavramlarla yola çıkanları eleştirmiştir376. İlginçtir kendi partisinden de, eleştirdiği yaklaşıma yakın duran isimlerin çıktığı görülmektedir. 12 Mart’tan sonra Turizm ve Tanıtma Bakanlığına getirilen AP’li Erol Akçal, Türkiye gibi az gelişme safhasındaki ülkelerde iktidar için sadece oy yeterli değildir şeklinde konuşmaktadır377. Akçal, Demirel’e muhalif partililerden olsa da, söz konusu

371 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, 12 Mart Faşizmin Felsefesi, İstanbul, Tarihsiz, s.31,40. 372 Tarık Zafer Tunaya, İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa, İstanbul 1988, s.22.

373 “CHP İçin İçin Kaynıyor”, Ortam, Sayı:19, (4-11 Ekim 1971), s.14-15. 374 M.Batur, a.g.e., s.195.

375 “Ecevit ve Rejim”, Yankı, Sayı:10, (3-9 Mayıs 1971), s.9-10 376 Süleyman Demirel, 1971 Buhranı ve...., s.89,112.

düşüncenin bir iktidar mensubu tarafından dile getirilmesi, eğilimin yalnızca sol kesimdeki aydın ve askerlerle sınırlı kalmadığını göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Şevket Süreyya Aydemir şunları yazıyor; ... yakın tarihimizde bütün siyasi

müdahaleler ordudan gelmiştir. 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden beri bu gelenek, prensip gücünde bir şekle dayanmaktadır. Bu prensip, Türkiye’de Ordunun, siyaset dışı olduğu ve buna her iktidarın ehemmiyetle dikkat etmesi esasıdır. İkinci nedeni teşkil eden şekil meselesine gelince? Bu da yukarıda belirtilen prensibin, kamu efkarında ve basında, orduya karşı daima yürürlükte bulunan bir nevi dokunulmazlık duygusudur. Yani, ordunun siyasete karışmaması hali nasıl bir Anayasa ve Devlet prensibi ise, ordu hakkında yazmaktan, eleştiriden ve konuşmaktan kaçınılması da, bizde kendiliğinden yerleşmiş milli bir gelenektir378.

Siyaset dışı duruş söylemiyle ilgili, Cumhuriyet’in ilk yıllarını ele alırken ordunun siyasetten kopuşu hakkında aktardıklarımızı hatırlatmak isteriz. Dokunulmazlık noktası ise tarihsel sürecin beslediği bir toplumsal kabul görmüşlüğün ifadesi olması bakımından önem arzetmektedir. I.Meşrutiyet sürecinden başlayarak, II.Meşrutiyet, Kurtuluş Savaşı hattında ortaya konulanlar orduya biçilen misyonun tanımlanması için veri sunmuştur. Bu misyon, askerin siyasete müdahalesi yönünde uygun zemin yarattığı gibi söz konusu aydın kesiminde halktan uzaklık olgusu devreye girdikçe, orduya sığınma sonucu yaratmıştır. Sığınmanın bir yönü ordunun eliyle kullanılacak zor ise, diğeri meşruluk sorununun giderilmesine ilişkindir. Bu anlayışla şekillenen aydın kesimi, asker siyaset bağlantısını kışkırtan bir rol oynamıştır. 1960’larda gün yüzüne çıkan sol tandanslı harekete ve orduya yaklaşımına bu noktadan bakmak mümkündür. Kurtuluş Kayalı’nın ifadesiyle bu sol düşünceler askeri müdahalenin

toplumsal ve ekonomik muhteva da kazanması için etkide bulunmak amacı eksenindeki

konumlarıyla göze çarpmaktadır379.