• Sonuç bulunamadı

Ordu İçindeki Cunta Faaliyetleri

1.BÖLÜM: 12 MART SÜRECİ

1.2. CUNTA FAALİYETLERİ

1.2.2. Ordu İçindeki Cunta Faaliyetleri

Sivil cuntacı faaliyetlerin odağında olabildiğince fazla subayı kendi saflarına çekmek geliyordu. Doğal olarak ordu içerisindeki örgütlenme sürecinde bazı noktalarda etkili olmuşlardı. Ancak doğrudan askerler tarafından yürütülen faaliyete odaklanıp, söz konusu gruplara ise bu eksende, yeri geldikçe değineceğiz.

378Ş.S.Aydemir, İhtilalin Mantığı....,s.263. 379K.Kayalı, a.g.e., s.124.

Muhsin Batur’un 1966-1968 yılları arasında yürüttüğü Genel Kurmay Lojistik Başkanlığı sırasında bir araya geldiklerini belirttiği isimler, cunta faaliyetleri içinde adı geçenlerden bir çoğunun erken dönemde şu veya bu şekilde temas içinde bulunduğunu göstermektedir380. Faruk Gürler (Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı idi. Korgenerallikten Orgeneralliğe terfiden sonra Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığına geldi) ve Kemal Kayacan (Koramiral’di ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı idi, daha sonra Donanma Komutanlığına atandı.) ile bir araya gelip, öncelik askeri konular olmak üzere memleketin durumunu konuştuklarını, zaman zaman CHP milletvekili Orhan Kabibay ve Milli Birlikçilerden Ekrem Acuner ile Mucip Ataklı’nın da, kendilerine katıldığını belirtmektedir. Kabibay ile Acuner’in 27 Mayıs’ta tamamlayamadıkları misyonu yerine getirmek ister bir

hava içinde bulunduğunu ve mevcut sistemle sorunların aşılamayacağını savunduklarını ifade

eden Batur, hissettiğime göre her ikisinin de Silahlı Kuvvetler mensupları ile Acuner’in ise

Doğan Avcıoğlu, Cemal Madanoğlu ve çevresi ile irtibatları vardı demektir. Kendi duruşunu

ise, haklı bulundukları taraflar olmakla beraber, Türkiye’de bir müdahale veya yeni bir ihtilal

ortamı bulunmadığını, ayrıca bulunduğum görev bakımından Hava Kuvvetleri’nin dışında bulunduğumu, bir eylem birliğine katılmamın küskünlüğüme ve kişisel çıkarlarıma bağlanabileceğini, durumumun Faruk Paşa’ya ve Kayacan Amiral’e benzemediğini ileri sürerdim şeklinde açıklamaktadır.

Batur’un ifadeleri, yalnızca aktardığı isimler açısından değil içeriği itibariyle de önemli ipuçları barındırmaktadır. En azından Gürler, Batur, Kayacan’ın müdahale eksenli konuşmaların içinde 1966’lardan itibaren yer aldığı ve Batur’un görevi icabıyla bir eylem birliğine, Gürler ve Kayacan içinse böyle bir handikap olmadığını belirtmekterek katılmayı sakıncalı bulduğunu ifade etmesi bazı somut tekliflerin de konuşulduğunu göstermektedir. Tabii ki bu tek başına Batur, Gürler ve Kayacan’ın o anda cunta faaliyetleri içinde olduğu anlamına gelmez. Ancak gelişmeleri ve girişimleri izledikleri, yakın durdukları da ortadadır. Kurmay Albay Mehmet Tuğcu, 1967 yılında, Kurmay Albay Ömer Lütfi Erol’a söz konusu örgüte katılması için yaptığı teklif sırasında, Hava ve Deniz Kuvvetlerinde de çalışmalar yürütüldüğüne dair duyumları, liderlik için ise o dönemde MSB Müşteşarı Orgeneral Faruk Gürler ile Eskişehir Hava Üs Komutanı Muhsin Batur’un isminin geçtiğini aktarmaktadır381.

380 M.Batur, a.g.e.,s.139-140.

381 L.Erol, a.g.e.,s.469-470. Cuntanın ordu içindeki ana gövdesini teşkil edecek bu örgütlenmenin başlangıç tarihini Erol, a.g.e., s.714’te 1966 olarak vermektedir. Ancak yine a.g.e., s.467 ve 469’da Kasım 1967’de örgüte girme teklifi aldığında, Kurmay Albay Mehmet Tuğcu’nun örgütün 4-5 aylık bir geçmişi var dediğini

Demek ki somut konumları ne olursa olsun Gürler ve Batur ismi 1971’den çok önce gündemdedir.

1968 yılı başında 14’lere mensup bazı emekli subayların Genç Kemalistler Ordusu grubuyla, diğer bazı MBK üyelerinin de ayrı ayrı örgütlenme çabasına girdiğine dair haberler duyulmuştur. Ordu içerisindeki hareketlilik, Tuğcu ve arkadaşlarını örgütlenme ilkelerini tespit ederek genişleme kararına yöneltmiş ve yıl sonuna varıldığında, yeni elemanlarla daha tanımlanmış bir yapıya ulaşılmıştır. Kullanılan isim Türk Silahları Kuvvetleri Devrimci Gücü

Kara Grubu dur. Bu, ordudaki tek örgütlenme değildi ama Ankara’da merkezi noktalara

yakın konumlanmış olmaları dikkat çekiyordu382.

1968’de sahnede görülen bir kişi de 27 Mayıs’ın önde gelen isimlerinden Sadi Koçaş’dı. 1968 Ağustos’unda kendisini ziyaret eden bir Kurmay Albay ordu’da, içinde yüksek rütbelilerin de bulunduğu bir gizli örgütlenmeyle devrim için hazırlandıklarını, 27 Mayıs’taki sıkıntının yaşanmaması için sivil kadroyu şimdiden oluşturmak istediklerini belirterek Devrim Hükümeti ni kuracak kişi olarak tercih ettikleri Koçaş’a kadrosunu oluşturma teklifini yapmıştı. Teklifi kabul eden Koçaş, hükümet üyelerini belirlemeye girişmişti, ki belirlediği isimlerin 12 Mart Muhtırası ardından kurulan hükümette reformcu kanat diye nitelenenleri teşkil edeceğini şişmdilik hatırlatmakla yetiniyoruz. Emekli Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı’ya da bu durumu aktararak bakanlık önerisinde bulunmuştu. Alatlı, olumlu bakmadığı bu yönelimin yanlışlığını vurguladığını ve bir süre sonra da Koçaş’tan kendisine hak vererek tutumunu değiştirdiğine dair bir mektup aldığını ifade etmektedir383.

1969 yılında ise ne olacak bu memleketin hali sorusu artık geride kalmış, arayışlar hızlanmış, müdahalenin yöntemi ve zamanı tartışılmaya başlanmıştı384. Eylül ayında Kara, Hava385 ve Deniz Kuvvetlerinde ayrı ayrı yürüyen örgütlenmelerin birleştirilmesi yoluna girilmiştir. Hava grubundan Kurmay Albay Aydın Kirişoğlu kanalıyla gelen teklif, tam da Kara grubunun meseleyi gündemine aldığı bir zamana rastlamıştı. Yapılan görüşmeler

382 a.g.e., s. 500-502, 517-518, Erol o sırada örgütte yer alanları şöyle belirtiyor; Tuğgeneral Mehmet Ali Akar (MSB’nda görevli), Kurmay Albay Mehmet Tuğcu (KKK’nda görevli), Kurmay Albaylar Muzaffer Babacan, Ömer Lütfi Erol (Genelkurmay Protokol Şube Md.), Hami Menzilcioğlu (KKK’lığı), Zihni Balkan

(Genelkurmay, Personel Başkanlığı), Hakim Yarbay Emin Değer (MSB’lığı Adli Müşavirliği), Kurmay Yarbay Kenan Güven (KKK’lığı). Değer ve Akar’ın o sırada MSB Müsteşarı olan Orgeneral Faruk Gürlerle görev gereği ilişkide olduklarını aktarmaktadır. Gürler hakkında henüz kararlı değil ve fakat arkadaşlarımıza sempati

duyduğu söylenmekteydi ifadesini kullanıyor.

383 Rafet Ballı, “Alatlı ile Söyleşi”, Belge Ajans, 29.6.1996, Ertuğrul Alatlı 27 Mayıs sonrasında MBK üyeliği ve ardından bir süre Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği görevin yürütmüştü.

384 Vedii Bilget, Girdap, İstanbul 2002, s.28.

385 Hava Albay Mehmet Heperler, Amiral Vedii Bilget’e 1968 yılında, tüm havacıların durumdan rahatsız

neticesinde ilkeler üzerinde mutabık kalınarak birleşme sağlanmıştır. Deniz Kuvvetleriyle birlik sürecinin ise Aydın Kirişoğlu ve Lütfi Erol’la yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Söz konusu ilkeler, örgütlenme faaliyeti sırasında gözetilecek gizlilik gibi pratik bazı düzenlemelerin yanı sıra; 27 Mayıs’ta düşülen hatayı tekrarlamamak için hareket sonrasına dönük hazırlık yapılması, yalnızca fiili askerlik görevinde bulunanlarla faaliyetin örgütlenmesi, emekli subay, MBK üyeleri, sivil aydın, gazeteci, sendikacı veya başka sivil kuruluşlardan kimsenin örgüte dahil edilmemesi, Atatürk ilke ve devrimlerini esas alan,

çoğulcu bir rejim hedeflenmesi, bilimsel sosyalizm ve komünizm rejimlerine heveslenenlerle asla ilişki kurulmaması hususları etrafında şekillenmişti386.

Örgütlenmeyi ordu bünyesindeki kadrolarla sınırlandırma kararının bir nedeni örgütlenmede doğabilecek zaafları önlemekse, diğeri söz konusu kesimlerin solcu etkiden duyulan kaygıydı. Solculuk karşısındaki hassasiyet, Deniz Kuvvetlerindeki grubun temsilcisi Amiral Vedii Bilget ile görüşmeye de yansımıştır. Bilget’in sosyalizmi savunması hoş karşılanmamıştır. Bilget, görüşlerinin kişisel olarak kendisini bağladığını, bazı şeylerin zamanla da konuşularak netleşeceğini belirterek örgüte katılmıştır387. Sonraki süreç ne sivillerin ne de sakıncalı sınıfına sokulan düşüncelerin dışta tutulamadığını gösterecekti. Silahlı Kuvvetler Devrimci Gücü (SKDG)’nün, bir havacı binbaşının öncülüğünde, her kuvvetten ikişer kişinin çekirdeğini oluşturduğu ve alt kademe içerisinde ulaştığı yaygın örgütlenme düzeyiyle görmezden gelemeyerek birleştiği Devrimci Ordu Gücü (DOG), Devrim dergisi ve Madanoğlu grubuyla kurduğu ilişkilerle, sivil cuntanın örgütle bağını kuran bir kanal rolünü oynamıştır388.

30 Ağustos 1969’da gerçekleşen atamalarla, Ömer Lütfi Erol’un ifadesiyle, komuta kademesinde, devrime giden yolda önemli değişiklikler yapılmıştır. Muhsin Batur Şura üyeliğinden Hava Kuvvetleri Komutanlığına, Faruk Gürler 2.Ordu Komutanlığından Genelkurmay 2.Başkanlığına, başından itibaren faaliyet içindeki Mehmet Tuğcu Generalliğe terfi ederek Genelkurmay Genel Sekreterliğine, Celil Gürkan Tümgeneral olarak Adapazarı’ndaki 2.Tümen Komutanlığına getirilmiştir389. Cuntacıların komuta kademesine gelmelerini dört gözle beklediği Gürler, Batur, Kayacan üçlüsünden390 Batur kendi

386 L.Erol, a.g.e., s.534-554

387

L.Erol, a.g.e.,s.581.

388 L.Erol, a.g.e.,s. 566-567.; .; Türk Silahları Kuvvetleri Devrimci Gücü Kara Grubu, Hava ve Deniz Kuvvetlerindeki grupla birleşmesini müteakip Silahlı Kuvvetler Devrimci Gücü (SKDG) adıyla anılacaktı. 389L.Erol, a.g.e., s.528-529.

kuvvetinde bir numara olmuş Gürler ise daha iyi bir konuma ulaşmıştı. Cüneyt Arcayürek, Muhsin Batur’un Hava Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesini kastederek, bu atamayla 12

Mart geriye doğru saymaya başlamıştı yorumunu yapmaktadır391.

Gürler, Ekim 1969’da, o zamana değin farkında olduğu, izlediği faaliyetleri, ilk defa örgütlenmeyi yürütenlerden sormuş ve bundan sonraki gelişmeler hakkında bilgilendirilmesini isteyerek hareketle bağını bir nevi somutlaştırmıştır. Zaten örgüt mensupları da öteden beri kendilerine sempatiyle yaklaştığını hissettikleri Gürler ile böyle bir ilişkinin başlatılması için fırsat kollamaktaydı392.

Zamanla hareketin fiili lideri konumuna gelecek olan Celil Gürkan, hareketle ilişkisinin derinleşmesini bu zamanda başlatmaktadır. O zamana kadar duyarlı bir profil çizmesine, Silahlı Kuvvetlerdeki faaliyetlere katılması yönünde üstü kapalı çağrılar almasına rağmen, fiili bir örgüt bağına sahip olmadığını ve bu süreçte Orhan Kabibay’ın kendisiyle ilişkiye geçtiğini, Adapazarı’nda da ziyaretlere devam ettiğini belirtmektedir. Gürkan daha sonra Numan Esin, Talat Turhan ve Dr.Memduh Eren’in de dahil olduğu sivillerle görüşmelerini, sivillerin katılımına karşı çıktıklarını söylediği Silahlı Kuvvetler içindeki

arkadaşları(n)a çeşitli kanallardan intikal ettir(diğini) eklemektedir393. Gürkan’ın, Kabibay grubuyla teması, sivillerle birleşmeyi kesinlikle reddeden kesimle farklılığını göstermektedir ki, DOG’un yanı sıra sivil cuntacılarla ilişkinin gelişmesinde etkili olduğu söylenebilir. Gürkan’ın rolü, Ankara’ya Kara Kuvvetleri Plan ve Prensipler Daire Başkanlığına gelmesinden sonra örgütün merkezinde yer alması noktasında önem kazanmaktadır. Hiç değilse sivillere karşı keskin bir koyuş içinde olmaması, aradaki geçişkenliği arttıran bir rol oynadığı düşünülebilir.

25 Ocak 1970’te MİT’in isteği üzerine gerçekleşen bir toplantıda Batur’un söyledikleri, ordu içindeki eğilimi ve kendisinin düşüncelerini görmek bakımından çarpıcı noktalar içeriyordu. Batur, Karargahındaki generalleri toplayarak dinlediği görüşleri ve kendi cevaplarını, ardında da çıkardığı sonuçlarla, önerilerini sıralamıştı394. Buna göre generaller memlekette aşırı sol değil aşırı sağ tehlikesi olduğu fikrindeydi. Ülke meseleleri üzerine düşünce üreten aydınların büyük kısmı solda olmasına rağmen komünizme varacak bir tehlike

391 C.Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart..., s.259.; V.Bilget, a.g.e, s.30’da, Batur için Orhan Kabibay’ın Amiral Sezai Orkunt ve Milli Savunma Bakanı ile görüştüğü ve birlikte Sunay’a çıktıkları belirtiliyor. 392L.Erol, a.g.e., s.533,538, 555-556.

393Celil Gürkan, 12 Mart’a Beş Kala, İstanbul, 1986, s.123-128. 394 M.Batur, a.g.e., s.146-169.

yoktu. Komünizm, milletin karekterine aykırı düşen bir eylem olması nedeniyle ciddi bir

tehlike sayılmamak gerekir diyen generaller sağ ve sağçıları ülkenin ilerlemesi önündeki bir

engel ve yakın tehlike sınıfına koyan şu değerlendirmeyi yapmıştı; Sağcılar bir kitle

hareketinin hazırlığı içindedirler. Silahlanma başlamıştır. Teşkilatlanma tamamlandığında, tehlike büyük olacaktır. Aşırı sağın en büyük tehlikesi, çoğunluğu cahil olan milletimizin bu yol ile kolayca istismarının mümkün olacağı.... Sağ, tutucu ve problemlerin haline set çekici ve dolayısıyla Türkiye’nin ilerlemesini önleyici olarak vasıflandırılmaktadır. Hükümetin sağa taviz verdiği kanaati yaygındır. Bu kanaat dolayısıyla hükümete güvensizlik doğmaktadır.

Siyasi partilere karşı güvensizliklerini, ekonomik çöküntüyü dile getiren generallerin Anayasa konusundaki düşüncesi mükemmel bir anayasaya sahip bulunul(duğu), fakat anayasanın

devlete yüklediği görevlerin tam yapılmadığı istikametindedir. Batur bunları aktardıktan

sonra, Hava Kuvvetleri’nde her ne kadar demokratik düzen içinde istenilen gelişmenin gerçekleşebileceğine dair umutlar kaybedilmemişse de, durumun hayal kırıklığı yaratmakta..,

hükümet ve rejime itimadın sarsılmak olduğunu(n) beyan edildiğini, hükümetten vergi,

toprak, eğitim reformları, oy endişesinden uzak bir yatırım programı, Atatürk ilkelerine bağlılık, dış ticarette devleştirmeye gidilmesi, seçim kanununda değişiklik, ve devlet

otoritesini temsil eden kuvvetlere halk nezdinde saygı ve güven sağlayıcı düzenlemeler

istendiğini aktarmıştır.

Generallerle bazı noktalarda farklı düşünen, onların aksine aşırı sol’un da güncel bir tehlike olduğu görüşündeki Batur, generallerdeki sola eğilimi, basit sloganlarla doktrine edilmelerine yol açan dünyadaki fikir ve politik gelişmeleri dikkate almayan eğitim programlarına bağlamıştır. Bu yetersizlik üzerine, bilgilerinin çoğunu sol akımlı basın ve

kitaplarda sağlamaya yöneldiklerinden yanlış sonuçlara vardıklarını belirtmektedir.

Anayasanın teorik olarak mükemmelliğini kabul etmekle birlikte, bünyeye uygun olup

olmadığını tartışılabilir bulan Batur, bazı maddelerin yorumu konusundaki farklılıkları

hatırlatmakta ve Basın ve TRT baskıya değil fakat mutlak düzene alınmalı, anayasal kontrol altında tutulmak koşuluyla, hükümetler icraatta daha kuvvetli hale getirilmeli, özerkliğin

‘devlet içinde devlet’ oluşu gibi yanlış anlamlar, tashih edilmeli, seçim kanunu değişmeli,

parlamentoya daha üstün bir seviye ve itibar kazandırılmalı şeklindeki düşüncelerini generallerle paylaştığını belirtmektedir.

Böylece Hava Kuvvetleri Karargahındaki generallerle yaptığı toplantıda generaller ve kendisinin verdiği cevapları özetleyen Batur, fikirlerde sol’a kayma vardır. Sol yayınların

birleşme olanağı yarattığı görülmekte, bu halin genç kuşakta daha kuvvetli olduğu tahmin edilebilir. ... Fikirler kitlelere mal edilmeye başlanırsa örgütlenme kolaylaşır. Örgütlenme hücre çalışmasına geçince takip kontrolü güçleşir şeklinde bir sonuç çıkarmış çözümün ise,

artık ordu içinde politika ile uğraşmayalım, altımız sağlamdır, otoritemiz tamdır, istediğimizi

yaptırırız iyimserliğinden uzaklaşarak okul ve kıtalarda olması gereken tarzda fikir ve gayeler etrafında doktrine etmeği, hükümetin sosyal ve ekonomik tedbirler almasını ve devlet nizamını tesis edecek kanunları çıkarması gerektiği şeklinde tanımlamış ve Bedbin değilim, nikbin de değilim. Başarırız, yeter ki gerekli tedbirleri alalım ifadesiyle sözlerini sonlandırmıştır.

Aslında Batur’un bu konuşması, bütün bir 12 Mart sürecinin fotoğrafını verecek özelliğe sahiptir395. Başta ülkedeki sol etkiye işaret etmektedir. Aşırı sol’un değil, aşırı sağ’ın tehlike olarak nitelendirilmesi, anayasanın mükemmelliği ancak gereklerinin yerine getirilmediği gibi generaller cephesinden aktarılanlar; hükümetin sol tehlike, anayasanın sağlıklı bir idareye imkan tanımadığı şeklindeki argümanlarıyla taban tabana zıttı. Batur’un ise iki anlayış arasında bir orta yol tutturduğu görülüyor. Aşırı sol’u da tehlike sınıfına koymakta ve anayasanın değişebilirliği, icranın güçlendirilmesi, özerkliğin kontrol altına alınması gibi noktalarda, bütünüyle değilse bile, hükümet’e yakın gelecek söylemler kullanmaktadır.

Erol’un belirttiğine göre Batur’un çıkışı, Silahlı Kuvvetler Devrimci Gücü’nün ilk

uyarısı idi. Genelkurmay İkinci Başkanlığı makamında bulunduğundan kurul üyesi olmayan

Gürler’in etkisini taşıyordu. Ayrıca Batur, önceden Havacı Albay Kirişoğlu’na da bilgi vermiş ve sonuç dikkatle beklenir olmuştu396. Ne var ki basında İkaz Mektubu, Muhtıra gibi ifadelerle yer alan çıkış hükümet cephesinde beklenen etkiyi yaratmamıştır. Hükümet üyeleri, MGK’nın istişari niteliğini vurgulayan, Batur’un deyimiyle küçümseyici ifadelerle geçiştirme yolunu tercih etmişti397.

Batur’un dile getirdiği meseleler, MGK gündemlerinde bir numaralı konu haline gelmiştir398. 28 Mart 1970’teki toplantıda belki hukuk dışı noktalar bulunabilir diye başladığı konuşmasında MGK’nın anayasal açıdan tavsiyede bulunabilecek istişari bir kurum olarak

395 C.Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart.., s.261’de, Konuşma için, gelecek ‘ordu muhtırasının’ tüm öğelerini

kapsıyordu demektedir.

396 L.Erol, a.g.e., s.590-591.; V.Bilget, a.g.e., s.45-46’da, Kirişoğlu’nun Generaller toplantısının sonuçlarını kendisine aktardığını belirtmesi, Kirişoğlu’nun albay olması nedeniyle Batur’un Generallerle yaptığı toplantıda bulunamayacağı hatırlandığında, kendisine Batur kanalından bilgi verildiğini desteklemektedir.

397 M.Batur, a.g.e., s.174. 398 M.Batur, age., s.275.

tanımlandığını, ancak bu teorik bir ifadedir. Hakikat şudur ki.. sağduyusu olan her Türk, bu

kuruldan başka şey beklemektedir, önemli mevkideki kişilerin üye olması nedeniyle istişareden ziyade demokrasinin yerleşmesi sırasında aktif kararlar istendiğini ve bir bildiri

yayınlanmasını önermiştir. Kendisinin de belirttiği gibi Batur, teorik durumla fiili durum arasındaki farka işaret ederek, MGK’ya anayasada tanımlanmış çerçevenin dışında görevler yüklüyordu. Nisan ayı MGK toplantısı öncesi Genelkurmay Başkanı ile Kuvvet Komutanlarının kendi aralarında yaptıkları değerlendirmede ileri sürdüğü görüşler, Batur’un Ocak ayındaki toplantının aksine, hükümetten açıkça farklı bir tutum içine girdiğini göstermektedir. Olayların ana sebepleri ekonomik ve sosyaldir, sorunları anayasanın aşırı hürriyetçiliğe bağlanması apseli bir yaraya üstten kabuk bağlatarak iyi olduğu zannını

vermekten başka bir işe yaramaz, mevcut durumda çareyi parlamentodaki partilerden beklemek abestir diyen Batur, iki seçenek önermiştir. Birincisi Cumhurbaşkanı kanalıyla parti

liderlerinin bir araya getirilerek anlaşmalarını sağlamak suretiyle gerekli icraat ve reformları,

yol biraz anti-demokratik de olsa gerçekleştirmek; bunun gerçekleşmemesi durumunda

devreye sokulacak ikincisi ise hiyerarşik düzen içerisinde el koymak üzere ciddi, ilmi ve

mantıki bir planlama yapmak idi. Üst komuta kademesi toplantılarında ilk defa müdahale

seçeneği böylece gündeme getirilmiştir. Batur’un da ifade ettiği gibi bu kadar üst düzeyde gündeme gelebildiğine göre, Türkiye için yeni bir yolculuk başladığını anlamak zor değildir. 28 Nisan’daki MGK toplantısında Genelkurmay Başkanı Tağmaç, Silahlı Kuvvetler’i ilgilendirmediği gerekçesiyle, ekonomik ve sosyal reformlar konusunu dışta bırakarak yapacağını belirttiği konuşmada, önce birliklerin Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde olmasının ihtilal fikirleriyle bağ kurmalarını kolaylaştırdığını, Askeri Personel Yasası’nın terfiler ve erken emeklilikte yarattığı sıkıntılarla bir mağduriyet hissi beslemek suretiyle ihtilal arayışına güç verdiğini, Danıştay’ın orduda alınan kararları bozan bir kuruma dönüştüğünü, Milli Birlik Grubu’na mensup bazı Tabii Senatörlerin ihtilal teşviki içinde bulunduğunu belirtmiştir. Tağmaç, mevcut ortamda Silahlı Kuvvetler bir ihtilal yapmaz garantisinin bulunmadığını, uzun vadeli plan ve reformlarla bu işin halledilemeyeceğini, anayasa ve TRT, üniversite gibi kanunların hemen değiştirilmesini ifade ederek acil tedbirler alınması gerektiğini, üstelik olası bir hareketin 27 Mayıs’a değil, 1917 Rus ihtilaline benzeyeceğini,

sağ, bir ihtilale mani olamaz. İhtilal; sol bir ihtilal olacaktır ve genç subayın fikri buna yatkındır diyerek sözlerini tamamlamıştır399.

Tağmaç ile Batur’un ifadeleri, ordudaki hareketlilik yönünde benzer bir tabloya işaret ederken, içerik ve çözüm itibarile komuta kademesindeki farklılığı da göstermektedir. Tağmaç, hükümetle paralellik arzeden bir konumda bulunmaktadır.

1970 Haziran’ında cuntanın İstanbul kanadında büyük bir tasfiye yaşanmıştır. 1969 yılında Harb Akademileri öğretim kadrosunda yer alan çok sayıda Kurmay Albayın bir araya gelerek oluşturdukları örgütlenme, Madanoğlu grubuyla da ilişkiye girmiş ve faaliyetleri MİT tarafından Genelkurmay’a rapor edilecek derecede deşifre olmuştu. Gürler, Mayıs ayı içerisinde durumun kontrol altına alınması için Ankara’dakileri uyarmış, ancak faaliyetin açığa çıkmış olması Ankara’daki Merkez örgütün girişimlerini de sonuçsuz bırakmış, Haziran ayında 30 civarındaki Kurmay Albay’ın değişik yerlere tayiniyle örgütlenmenin İstanbul kanadı dağıtılmıştır400. İstanbul kanadının deşifresinde Madanoğlu grubuyla ilişki etkiliydi. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan MİT elemanı Mahir Kaynak, Madanoğlu grubunun merkezinde yer alıyordu ve gelişmelerle ilgili bilgileri ilgili mercilere aksatmadan ulaştırıyordu401.

30 Ağustos 1970 atamalarıyla cuntacılar yeni kilit mevkiler elde etmiştir. Gürler Kara Kuvvetleri Komutanlığına, Gürkan Genelkurmay Başkanlığı Plan ve Prensipler Dairesi Başkanlığına getirilirken, Erol da generalliğe yükselmiştir. Böylece Hava Kuvvetlerinin yanı sıra Kara Kuvvetlerinde de en üst kademe cunta örgütlenmesinin etki alanına girmiş oluyordu. Aslında Gürler’in Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanması olağan koşulların ürünü değildi. 1.Ordu Komutanı Kemal Atalay, Cumhurbaşkanı Sunay’ın benimsediği bir isimdi.