• Sonuç bulunamadı

Sanat Adamı ÂĢık Dâimî

3. ÂġIK DÂĠMÎ‟NĠN SANATI

3.3. ÂĢık Dâimî‟nin Sanatsal Yönü

3.3.1. Sanat Adamı ÂĢık Dâimî

Anadolu coğrafyasının kültürel kentlerinden biri olan Tercan, Dâimî‟nin sanatının nefes aldığı ilk heyecan mekânı olmuĢtur. Sahip olduğu kültürel donanım, ait olduğu manevi olgu, seyyidlik kanalı ile kendisine gelen uhrevi kimlikli dünyevi makam onun sanatsal profilini oluĢturan unsurların baĢında gelir. O, Pîr‟i Hacı BektaĢ Veli‟den edindiği öğretileri vasıtasıyla insanlara âĢk-sevgi iletisi ile yaklaĢan, sadece ve sadece insan temelli hayat algısı ve dünya görüĢü ile herkesi kucaklayan, herkesi eĢit gören bir inancın icracısıdır. O, kültüründe irĢat eden, doğru yolu gösteren bir rehberdir. MürĢittir, Dede‟dir. Sanatının derin anlamı Ģu dizelerde de gözlemlenebilir:

“Kâinatın aynasıyım Mademki ben bir insanım Hakk‟ın varlık deryâsıyım

Mademki ben bir insanım” (Orhan, 1999: 129)

Dâimî, sanatının kaynağını insandan, insanlıktan alır. Kendisini Pîr olarak gördüğü Hacı BektaĢ Veli‟nin insanlık âlemine ıĢık tutan sözleri akla gelmektedir.

“Hararet nardadır, sac'da değildir, Keramet baĢtadır, tac'da değildir, Her ne arar isen, kendinde ara,

Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.”

diyen Hacı BektaĢ Veli, her Ģeyi insanda arayan, Hakk‟ı kendi özünde arayan ve kendi özünü de Hakk‟ta bulan bir anlayıĢın öncüsüdür. Sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıĢ, doktrinlerinin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamıĢtır. Alevi- BektaĢi öğretisinin temelini oluĢturan Tanrı-Ġnsan-Doğa sevgisine dayanan, insanı temel alan hümanist yaĢam felsefesi Dâimî‟yi de etkilemiĢtir. Hacı BektaĢ Veli‟nin dini algılayıĢ biçimi Tanrı korkusuna değil, Tanrı sevgisine dayanır. Bu felsefe tümüyle Dâimî‟ye nüfuz etmiĢtir.

“Benim Kâbe‟m insandır” öğretisinden hareketle en büyük sevginin, âĢkın, insanın gönlünde olduğunu ve en büyük Kâbe‟nin de yine insan olduğuna vurgu yapmaktadır. Elbetteki Ģiirlerinin birçoğunda doğayı, geleneksel örgüyü, dini- tasavvufi içeriği görmemiz mümkündür. Ancak yazmıĢ olduğu Ģiirlerinin özünü, sanatının kaynağını, yaĢam felsefesi aĢağıdaki dörtlüklerden anlaĢılabilir:

“Tevrat‟ı yazâbilirim Ġncil‟i dizebilirim Kuran‟ım sezebilirim

Mademki ben bir insanım” (Orhan, 1999: 129)

Mensubu bulunduğu inancın en temel öğretisi olan sevgi boyutlu inanç düĢüncesi etrafında kendinden geçen turna misâli semah dönen ve bu dönüĢ ile ibâdetini bitiren Ģair yaĢadığı evreninde özünü bulur. Doğa ile meĢk halinde olan ozan vahdet-i vücud felsefesiyle aradaki ayrılıkları kaldırır ve bu düĢünce ile hemhal olurlar. Hümanizmin doruk noktasına ulaĢılan bu dörtlükte Dâimî ağzından düĢürmediği “Hakk” ifadesiyle Tanrı-Ġnsan birlikteliğine dikkati çeker, gönüllere sevgiyi ikamet eder.

“Ġnsan hakta hak insanda Arıyorsan bak insanda Hiç eksiklik yok insanda

Mademki ben bir insanım” (Orhan, 1999: 129)

Dâimî‟nin sanatının bir diğer unsuru ise onun müziğe olan sevdasıdır. Dâimî, tekkelerindeki ibâdeti, müzik eksenli icra eden, ritüellerin müzikle ahengini sağlayan, kısacası müzikle ibâdet eden bir kiĢidir. Telli Kur‟ân felsefesinden gelen bir inancın tohumu ile müziğe büyük bir hürmet gösterir, saza mukaddes bir vasıf atfeder. Ancak o müziğini ve müziğinin kaynağını oluĢturan sevgisini paylaĢmak arzusundadır. ÂĢıklık geleneği bağlamında daima yönünü halka dönen, halktan yana cephe alan, halkı kucaklayan ve nihayet müziğini de halktan yana seçen (Halk Müziği) bir sanatçıdır. Çünkü sahip olduğu düĢünceleri, duyguyu ve inancını ancak bu müzik vasıtasıyla halka aktarabilirdi. KarĢısında mest olduğu Anadolu coğrafyasının tüm seslerini sevgi dolu yüreğinden geçirip halka sunmuĢ bir ozandır.

Dâimî‟nin sanatının bir diğer yönü de gelenekçi sanat anlayıĢıdır. O, geleneğine tutkun bir ozandır. YaĢamı boyunca edindiği tüm bilgileri kiĢiliğinin âĢk ve sevgi süzgecinden geçirip, bir cevher misâli kaynak bildiği kendi kültürel özünden geçirerek yeni ufuklara yol almıĢtır. Yenilikçi tavrındaki duruĢ, öze bağlı kalıp yabancılaĢmayan gelenekçi yönünün tezahûrüdür. Bu duruĢunu sanatı boyunca muhafaza etmiĢ, sanatının vazgeçilmezleri arasına koymuĢtur. Hem gelenekçi yapısı hem de çağa ayak uydurmak adına yeniliği takip etmesi onun büyük bir ozan olduğunun da göstergesidir.

“Dâimî‟yim küllüklerde tozanlar Kötü örnek olur edep bozanlar Çağın kültürünü alan ozanlar

Bilim ıĢığını saçanı söyler” (Orhan, 1999: 441)

ÂĢık Dâimî‟nin sanat yönünü gösteren bir diğer unsur da Alevi BektaĢi tasavvvufi boyutudur. Tasavvufun sabır, tövbe, himmet, âĢk, sevgi, ölüm- ölümsüzlük, vahdet-i vücut, fenâfillah-bekabillah gibi önemli karamlarından hemen hemen hepsiyle ilgili Ģiirler yazan Dâimî, Ģiirlerinin birçoğuna Alevi BektaĢi yolu ile ilgili tasavvufu iliĢtirmiĢtir. AĢağıdaki Ģiirde Dâimî‟nin tasavvufun âĢk yönüne değindiği Ģiirlerden birine örnek verilmiĢtir:

“Mecnûn‟a mekândır Leylâ‟nın dağı Ârif olan seçer karayı ağı

Bağbansan bekleme Ģol kuru bağı

Ağaç meyva vermez dal olmayınca” (Orhan, 1999: 14)

ġiirde tasavvufi anlamda âĢkın yüceliğine değinen ozan, âĢkın gerçekliğinin ancak Tanrı-Evren-Ġnsan iliĢkisini anlamaktan geçtiğini belirtir.

Dâimî‟nin sanat yönünün bu denli yoğun olmasına etki eden bir diğer unsur da hiç kuĢkusuz divân Ģiirine gösterdiği ilgidir. Türklerin Ġslam dini ve kültürünü benimsedikten sonra Arap ve Fars edebiyatlarını örnek alarak oluĢturdukları yazılı edebiyata divân edebiyatı denmiĢtir. Daha çok medrese eğitimi almıĢ Ģairlerin ve yazarların Ģiirlerini Divân adı verdikleri kitaplarda topladıkları için söz konusu edebiyata divân edebiyatı denir.

Dâimî‟nin klasik Türk Ģiiri tarzında yazmıĢ olduğu on iki Ģiiri bulunmaktadır. Fakat bu Ģiirlerin temel özelliği olan arûz ölçüsü bulunmamaktadır. Sadece Ģiirin biçim özelliklerinden kafiye, birim ve kullanılan kelimelerin anlamındaki derin imgeler Dâimî‟nin Ģiirlerinin, Divân Ģiirinin bazı özelliklerini taĢıdığını ifade edebiliriz. Dâimî‟nin ileri bir teknik ve usta bir söyleyiĢ gerektiren bu tarz Ģiirler yazması, hangi tarz olursa olsun Ģiir yazma kabiliyetini gösterir. Dâimî‟nin Divân Ģiiri tarzında yazmıĢ olduğu Ģiirlerden biri aĢağıdaki Ģekildedir:

“Dinle beni beĢer dinle biz müptelayız rindâne ÂĢk ile sermest olmuĢuz Ģavk-ı cilayız rindâne

ÇeĢmi siyah tığı ebrû mestü layekil eyledi Hûnîmizi babına sürmüĢüz belâyız rindâne

Çün zemin Asuman müpteladır âĢku nurumuza Varsın kendi mecnûn olsun ki, biz Leylâyız rindâne

Dalma tevekküle gel bak bizim hoĢ âlemimize Eseriz zülfü teline badı sabayız rindâne

Cem olurlar hep bir yere dem ile devrân eylerler NuĢ ederler destimizden cam-i sekpayız rindâne

Gerçi Dâimî ne kadar olsa payesine azim

Bir kere çeĢmini süzse kuluz gedâyız rindâne” (Orhan, 1999: 397)

ġiirin biçim özellikleri tıpkı divân Ģiiri nazım Ģekillerinden gazel türünü andırmaktadır. Gazel kelimesi Arapça‟da “kadınlarla sevgi üzerine konuĢmak, söyleĢmek” demektir. Sevgiden, sevgilinin âĢkından söz eden gazeller Arap edebiyatında önceleri kasideler içinde bir bölüm olarak görülürken VII. yüzyıldan sonra bu adla ayrı bir Ģekil olarak kullanılmağa baĢlanmıĢtır (Ġpekten, 2005: 17).

Nazım terimi olarak gazel, kafiye örgüsü aa ba ca vb. olan bir nazım Ģeklinin adıdır. Murassa, yani iki mısra‟ı birbirine kafiyeli olan ilk beytine matla‟, matladan sonra gelen ikinci beytine de Hüsn-i Matla‟ denir. Gazelin son beytine Makta‟ ve

makta‟dan önceki beyte de Hüsn-i Makta‟ adı verilir. Hüsn-i Matla‟nın matla‟dan ve Hüsn-i makta‟nın makta‟dan güzel olmasına dikkat edilir. Gazelin en güzel beytine de ġah-Beyt ya da Beyt‟ül-gazel denir. ġair gazelin makta‟ beytinde adını söyler. Bu, Ģairin sonradan aldığı ikinci adı, mahlasıdır (Ġpekten, 2005: 17).

Dâimî‟nin “Rindâne” kafiyeli Ģiiri de esasen Ģekil olarak bir gazeli andırmaktadır. Her ne kadar arûz ölçüsüyle yazılmasa da aa ba ca vb. Ģeklinde devam eden kafiye örgüsü, birim olarak ikili mısra düzeni (beyit), kullanılan imge derinliği, Ģiirdeki hayâl gücü divân Ģiiri tarzında Ģiir yazâbileceğini ifĢa ettirmektedir. Buradan hareketle Dâimî‟nin Türk edebiyatının bir dönemi olan divân edebiyatını önemsediğini ve bu Ģiir tarzıyla Ģiirler vücuda getirdiğini söyleyebiliriz.

ÂĢık Dâimî‟nin sanatının temel taĢlarından biri de ondaki icra yeteneğidir. Onun Ģiirlerini turnelerde, anma törenlerinde, konserlerde icra ettiğindeki hal ve tavır, Dâimî‟nin hislerinin en açık Ģekilde ortaya çıktığı anlardır. Büyük bir âĢkla ve Ģevkle sarıldığı bağlamasını kendine özgü tezene ile icra ettiği sanatı, yeteneğinin en üst seviyedeki halini gözler önüne serer. Çok iyi bir saz ustası olmasının yanında çok iyi deyiĢ okuyan biridir. Katıldığı ayin-i cemlerde sazı ile dile getirdiği deyiĢler bölge insanının zihnine kazınmıĢ, günümüze değin söylenegelmiĢtir.

Âyin, tören, görenek, yol, yöntem anlamına gelen bir kelimedir. Tarikatlarda özel bir müzik eĢliğinde yapılan zikir ve raks anlamında kullanılır ve bir çeĢit ibâdet sayılır. Âyin-i Cem zümre-tarikat edebiyatının kaynağı durumundadır. KıĢ mevsiminde ve cuma geceleri yapılan âyin-i cemlerde On Ġki Ġmam‟ın adının geçtiği üç nefesin, Miracnâme‟nin, Kerbelâ olayıyla ilgili mersiyelerin okunmasının törenin gereklerinden olması, bu edebiyatın geliĢmesine yol açmıĢtır (Özkırımlı, 1993: 256).

Cem, Anadolu Aleviliğinin en önemli kurumlarındandır. Sünni ibâdet biçiminin dıĢlanması, Cem sayesindedir. Asya‟da Ahmet Yesevi döneminde bile kadınlı erkekli dinsel toplantılar yapılmıĢtır ama bu toplantıların ilkeli bir biçimde uygulanması ve geliĢtirilmesi Anadolu‟da mümkün olmuĢtur (Zelyurt, 1998: 181).

Kaynak bu Ģekilde açıklanabilirse de Mehmet Erol Cem ayini ile Eski Türk inançları arasında birçok benzerliğin olduğunu, Türklerin Ġslâmiyet‟i kabul edince eski dinlerinin uygulamalarını yeni dinlerine de adapte ettiklerini belirtmektedir:

“Mev-i BektaĢi âyin-i cemleri hep gece yapılır. ġamanlık ayinleri de hep geceleyin olur. Her iki inanıĢta da dini liderlerin kıyafetleri, davranıĢları, hizmetleri, ayinlerde çalınan sazlar, müzik, oyunlar, duâlar bakımından büyük benzerlikler vardır. Türkiye‟deki dede ve babalar gibi Yakut Ģamanı da post üzerinde oturur. Ağzına aldığı birkaç yudum suyu etrafa püskürtür. Böylece ayin baĢlamıĢ olur.” (ġahin, 2004: 106).

Dâimî‟nin cem törenlerine katılma durumu elbetteki sahip olduğu “Dede” kimliğinden kaynaklıdır. BaĢta Erzincan olmak üzere çevre illerdeki tâliplerinin köylerini gezip, cem törenlerine katılıp, bu törenlere dedelik yapmıĢtır. Ayin-i Cem‟lerdeki saz ve söz ustalığı onun, sahip olduğu kültürün icra noktasındaki önemini ortaya çıkarır. Sanatını daha çok bu törenlerde icra eden Dâimî, özellikle deyiĢmeleri ile kendi kültürünün rehberi olma özelliğini taĢımıĢtır.

Dâimî‟nin sanatının bir diğer önemli noktası da sahip olduğu saz çalma yeteneğidir. Hitabet ve diksiyonundaki doğru artıĢ ve azalmalar ondaki hem ses hem de söz kabiliyetini gösterir. Daha 7 yaĢında iken dedesi Dursun Bey‟den aldığı bu kaynağı, doğru üslupla kullanmıĢ kendi çağında bir ekol olup çığır açmıĢtır. Bütün sanatını Hak yoluna adamıĢ Dâimî, insanlığa hizmet etmiĢ ve bu yolda âĢk ile vurduğu sazıyla bir gönül adamı olmuĢtur. Kendine özgü tezenesi ile yarattığı ezgileri, onun saz çalmadaki ustalığını gösterir. Saz çalmadaki ustalığı ve heybeti söz söylemedeki kudreti ile birleĢince ayrı bir teknik ortaya çıkaran Dâimî kendine özgü bir tını ve stil yaratmıĢtır.