• Sonuç bulunamadı

2. ÂġIK DÂĠMÎ‟NĠN ÂġIKLIK GELENEĞĠ ĠÇĠNDEKĠ YERĠ

2.3. Mahlas AlıĢı

2.3.2. Dâimî Dede

Oğuzca kökenli olan dede sözcüğü, Orta Asya‟da yaĢayan Türk toplulukları arasında halka yol gösteren, tecrübeli ve bilgili kiĢiler için kullanılan “ata” ve “baba” sözcükleriyle aynı anlama gelmekte olup, ilk kullanımına 12. yüzyılda yaĢamıĢ olan KaĢgarlı Mahmud‟un Divânü Lügati‟t-Türk isimli eserinde rastlamaktayız (KaĢgarlı, 1985: c.3, 220).

Dedelik, Anadolu Aleviliğinin yüzyıllar boyunca ayakta kalıp kuĢaktan kuĢağa aktarılmasını sağlayan en önemli kurumu olduğu gibi, bu geleneğin sosyal ve dini yapılanmasında da temel bir öneme sahiptir. A. Y. Ocak‟ın ifadesiyle, “Nasıl ki Ali kültü, inanç yapılanması bakımından Aleviliğin temelini teĢkil ediyorsa, dedelik kurumu da cemaat yapılanması bakımından Aleviliğin temelini oluĢturur.” Dolayısıyla, Anadolu Aleviliğinin yapısının sağlıklı bir tarzda anlaĢılabilmesi için bu kurumun doğru bir Ģekilde ortaya konulup analiz edilmesi gerekmektedir. Dedelerin Alevi topluluklar üzerindeki rolü göz ardı edildiğinde Aleviliği tanımak zorlaĢır, hatta imkânsız hale gelebilir (Yıldız, 2004: 321).

Alevi/KızılbaĢ topluluklarında ise, tarih boyunca Peygâmber soyundan geldiğine inanılan dini/manevi önderlere dede denmektedir. Dedeler ve dedelik kurumu, Anadolu Aleviliğinin belkemiğini oluĢturmaktadır. Alevi toplumunun dini önderleri olan dedeler, yüzyıllar boyunca dini ve toplumsal hayata ciddi bir Ģekilde yön vermiĢlerdir. Kurumsal anlamda Aleviliğin merkezinde yer alan dedeler, her Ģeyden önce Alevi inanıĢ ve geleneklerinin yeni kuĢaklara aktarılması misyonunu üstlenmiĢ olup, bu inanıĢın yüzyıllar boyunca yaĢamasını sağlamıĢlardır. Alevi inanıĢına göre dedeler, Hz. Ali dolayısıyla ehl-i beyt soyundan gelmekte olup toplum için “seyyid” olarak tanınırlar. Bu yüzden de toplum, yüzyıllar boyunca dedelere saygı ve hürmetle bağlanmıĢtır. Burada, hemen “Türk soyundan gelen dedeler, nasıl ve ne Ģekilde seyyid oluyorlar?” sorusu gündeme gelmektedir. Bunu da Alevi geleneği kendi içinde Ģöyle açıklamaktadır:

Emeviler ve Abbasiler devirlerinde çok baskı ve Ģiddet gören Ali evlatları, yurtlarını bırakarak canlarını kurtarma çabası içine girmiĢlerdir. Bu nedenle Arap yarımadasından kaçarak Orta Asya‟ya Türk boylarının yaĢadığı bölgelere göç etmiĢler, Türkler tarafından da saygı görüp korunmuĢlar ve burada Türklerle kurdukları akrabalık iliĢkileri sonucunda da soyları onlarla karıĢmıĢtır. Bununla birlikte seyyidlik, genel olarak Hz. Ali soyundan gelenlere verilen bir isim olup bu soydan gelmek, Alevi geleneği içerisinde çok önemli görülmektedir; zira bu olgu, dedelerin toplum içinde meĢruiyet ve etkinliklerini devam ettirmeleriyle yakından ilgili olan bir Ģey olup, bunun dinin temel kaynakları olan Kuran-ı Kerim ve hadislere dayandığına inanılır. Bu çerçevede geleneksel olarak Kırklar Meclisi de yine önemli bir role sahiptir. Bu bağlamda, Kırklar Meclisi‟nde Hz. Ali‟nin postunu Hz. Muhammed‟e verdiğine ve mürĢidlik ile dedeliğin buradan geldiğine inanılmaktadır. Ayrıca dedelerin, Horosan erenlerinden nasip aldıkları da kabul edilmektedir (Yıldız, 2004: 322).

Dedelik kurumu, yapısı gereği geleneksel olarak soy güden, soya tabi olan bir kurumdur. Buna göre dede öldüğünde yerine oğlu geçmektedir. Bu olgu, Alevi geleneğinde “ocak” Ģeklinde adlandırılır, bu anlamda her dedenin bir ocağı vardır ve ocaklar da soyu itibari ile Peygâmber ve On iki Ġmam‟a uzanmakta olduğuna inanılan ailenin dini anlamda meĢruiyetini ifade etmektedir. Alevi ocakları, Sarı Saltuk, Battal Gazi, Baba Mansur, Hubyar Sultân ve Kara Donlu Can Baba gibi Alevi geleneğinin evlad-ı resul olarak gördüğü ve kutsal kabul ettiği din büyüklerinin adlarını taĢımaktadır; bu yüzden de bu soylardan gelen dedelere, ocakzade (ocakoğlu) denmektedir. Ayrıca Alevi Ocaklarının 13. yüzyıl Anadolu‟suna göçlerle gelip burada muhtelif yerlere yerleĢmiĢ olan Dede Garkın, Seyyid Mahmud Hayrâni, Hacı BektaĢ Veli, Sarı Saltık gibi Türkmen babalarının soyundan geldiğine inanılmaktadır. Bu ocaklardan gelen dedelerin ellerinde kutsal saydıkları bu ocaklara ait icâzet ve Ģecereler mevcuttur. Ocaklar, zaman içerisinde bu kutsal derviĢlerin soylarından gelenlerce kurumsal hale getirilmiĢ ve dedelik görevinin bunlar tarafından getirilmesi bir gelenek halini almıĢtır (Yıldız, 2004: 323).

Dedeler mürĢittirler, Alevi kitleleri aydınlatır, eğitirler. Dinsel uygulamaları yürütürler. DeğiĢik ocaklardan gelmelerine karĢın soylarını Hz. Ali‟ye dayandırırlar. Dedeler çıkıĢ kaynaklarına göre 3 gruba ayrılırlar:

1. Çelebiler: Hacı BektaĢ Veli‟nin soyundan gelenler (bel evlatları). 2. Ocakzâde: Soyları On Ġki Ġmamlara çıkan ocaklardan gelen dedeler. 3. Hacı BektaĢ‟ın manevi evlatları olan dede baba grubu.

Dedelerin en önemli özellikleri seyit olmalarıdır. Dedelik sadece Hz. Ali soyundan gelmekle olmaz. Hz. Fatma‟nın çocukları olmak gerekir. Burada amaç Muhammet Ali nurunun ortaklığını paylaĢmaktır. Çelebiler ve Ocakzâdeler seyittirler (Zelyurt, 1998: 319).

Dedelik kurumunun ve ocak sisteminin günümüzde bilinen Ģeklini ise, ġah Ġsmail ve Safeviler devrinde kazandığı, artık bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. Zira ġah Ġsmail, Aleviliği organize ederken kökleri, Orta Asya Türk kültürüne kadar uzanan ve ġamanist bir takım ögeler de taĢıyan bu kurumu bir tarikat Ģeyhinin yetki ve hüviyetiyle donatmıĢ, ayrıca onları seyyidlik kurumuyla birleĢtirerek Ali soyuna nisbet etmiĢti. Bunu yaparken de dedelerin ellerine birer siyâdetname (seyyidlik belgesi) verip hepsini kendine bağlamıĢtı. Yine o dönemlerde düzenlenmiĢ olan bir takım irĢat Ģecereleri, zamanla soy kütükleri haline dönüĢmüĢtü. Böylece daha önce hem kabile Ģefi hem de dini reis olan Türkmen babaları, Safevi propagandası sonrasında yeni kimlikleriyle dede olmuĢlar ve halk tarafından da evladı resul olduklarına yani ehl-i beyt soyundan geldiklerine inanılmıĢtır. Öyle görünmektedir ki Safeviler, daha önce siyasal yararlar sağlamak üzere kullandıkları seyyidlik konusunu, Anadolu‟daki KızılbaĢ/Aleviler üzerinde nüfuzlarını sağlamlaĢtırmak ve bunu sürekli kılmak için kullanmıĢlardır. Burada Ali Yaman‟ın ifade ettiği gibi, Anadolu‟ya 15. yüzyıl sonlarından itibaren giren Hz. Ali, On iki Ġmam ve Kerbelâ mâtemi gibi kültlerin de, daha önce var olan soy konusunun ön plana çıkmasını sağlayıcı bir rol oynadığı söylenebilir. Bu durum haliyle dedelik kurumunu kutsal bir yapıya kavuĢturmuĢtu. Dedelerin mensup olduğu soylar da, zamanla ocak denilen kutsal dede/seyyid ailelerini oluĢturmuĢ ve Alevi zümrelerinin her biri, baĢlarında aynı zamanda, Alevi yolunun mürĢidi olan dedelerin bulunduğu ocaklara bağlanmıĢtı. Bu nedenle bu ocakların her biri, tasavvufi tarikatlar örneğinde yapılandıklarından dolayı -A. YaĢar Ocak‟ın da ifade ettiği gibi- Alevilik bünyesinde bir tarikat sayılabilir. Böylece tarihsel süreç içinde bildiğimiz dedelik kurumu, teĢekkül etmiĢ oldu (Yıldız, 2004: 324).

ÂĢık Dâimî, Alevi dedesidir. Kendisini manevi olarak on iki imam üzerinden seyyidlik unvanıyla Hz. Peygâmeber‟e bağlamaktadır. Mensubu bulunduğu Alevi toplumunun dedesi olarak sözlü bir kültürün temsilcisi olduğu düĢünülürse, bu toplumun kültürel hafızasını oluĢturmuĢtur. Kendisi baba ve dedelerinden aldığı bu öğretinin, en iyi icracılarından biri olmuĢtur. Erzincan ve çevre köyleri, GümüĢhane, Sivas gibi yerleri gezip yılın belli zamanlarında tâliplerinin yanlarına gider ve cem törenlerine katılırdı. Üstlendiği misyonu, değerlerine sâdık bir Ģekilde yerine getirmiĢ ve dedelik yaĢayıĢ biçiminin en saf örneğini kendi varlığında göstermiĢtir.