• Sonuç bulunamadı

ÂĢık Dâimî‟nin Kültürel Yönü

3. ÂġIK DÂĠMÎ‟NĠN SANATI

3.2. ÂĢık Dâimî‟nin Kültürel Yönü

3.2.1. ÂĢık Dâimî’nin Kültürel Profili

Kültürün etimolojik açıdan kökenine inilirse, Latince‟de tarım anlamına gelen Cultura kelimesinden geldiği görülmektedir. Batı dillerinde daha sonra Culture olarak kullanılan bu kelimenin zamanımıza kadar gelen Osmanlıca karĢılığı hars kelimesidir (Çeçen, 1984:9).

Ġbrahim Kafesoğlu ise kültürü Ģöyle tanımlar: “Bir insan topluluğunun kendi tarihi tekâmülü hususunda sahip olduğu Ģuur demektir; o surette ki, bu insan topluluğu bu tarihi tekâmül Ģuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve geliĢmesini sağlar.” (Köseoğlu, 1992: 147).

Kültür, insanın insan tarafından tesis edilmiĢ ve yaratılmıĢ olan çevresini ifade eder. Maddi ve manevi olmak üzere iki vechesi vardır. Bazı sosyologların aynı zamanda medeniyet ismini verdikleri maddi kültür, yapılarımız, tekniklerimiz, yollarımız, istihsal ve ulaĢtırma vasıtalarımız gibi gözle görülür maddi unsurlardan ibaret ve kendi eserimiz olan çevre Ģartlarımızdır. Buna karĢılık manevi kültür, bir milleti millet yapan ve onun öz Ģahsiyetini belirleyen moral unsurlardan (yani örfler, âdetler, kolektif davranıĢlar ve tutumlardan) meydana gelen kültür bütünüdür (Bilgiseven, 1995: 15).

Gökalp ise kültüre hars der ve medeniyet ile kültür arasındaki benzerlikler ve farklılıkları Ģöyle açıklar. Hars ile medeniyet hem iĢtirak hem de ayrılık noktaları vardır. Hars ile medeniyet arasındaki iĢtirak noktası, ikisinin de bütün içtimai hayatlarının cami olmasıdır. Ġçtimai hayatlar Ģunlardır: dini hayat, ahlâki hayat, hukuki hayat, muakalevi hayat, bedii hayat, iktisadi hayat, lisâni hayat, fenni hayat. Bu sekiz türlü içtimai hayatların mecmuuna “hars” adı verildiği gibi “medeniyet” de denir. ĠĢte, hars ile medeniyet arasında iĢtirak ve müĢabehet noktası budur. ġimdi de hars ile medeniyet arasındaki ayrılıkları arayalım: Evvela, “hars” milli olduğu halde, “medeniyet” beynelmilel‟dir. Hars, yalnız bir milletin dini, ahlâki, hukuki, muakelevi, bedii, iktisadi ve fenni hayatlarının ahenktar bir mecmuasıdır. Medeniyetse, aynı “mamûre”ye dâhil birçok milletin içtimai hayatlarının müĢterek bir mecmudur. Mesela Avrupa ve Amerikan mamûresinde bütün Avrupalı milletler arasında müĢterek bir “Garp medeniyeti” vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden ayrı ve müstakil olmak üzere bir Ġngiliz harsı, bir Fransız harsı, bir Alman harsı ilh. mevcuttur (Gökalp, 2006: 29).

Yukarıda verilmiĢ olan kültürün tanımından hareketle ÂĢık Dâimî‟nin kültürel profili izah edilcektir. ÂĢık Dâimî, daha çocukluğundan itibaren kendi öz kültürünün icra edildiği ortam olan “Dedelik” kurumunun tam merkezinde kendisini bulur. Kendisi de bir “Dede” olan ÂĢık Dâimî Alevi BektaĢi kültürünün içinde yetiĢmiĢ, bu kültürün ögeleri ile donanıp zamanla kendine özgü damarıyla bu kültüre en üst kanaldan bağlanacaktır.

Doğduğu, büyüdüğü ve gençliğinin bir döneminin geçtiği Erzincan Tercan bölgesi özellikle Alevi BektaĢi kesimlerin meskûn oldukları bölge olarak bilinir. Dâimî bu yörenin insanlarına has sevgi, âĢk, saygı, insanlık tohumları ile hayat

bulmuĢ, kiĢiliğinde daima yer edineceği kimlik özelliklerini yöre insanından ve bu çevreden almıĢtır.

Dâimî, bir Alevi dedesidir. Yörede Ali Babaoğulları diye bilinen aĢiret kendilerini Ġmam Rıza kanalıyla Hz. Ali‟ye bağlar. Dolayısıyla seyitlik mertebesinden gelen ozan, bu kültürün devamını sağlayacak yegâne kiĢilerden olarak görülmüĢ, çevre illerden tâlipler bulmuĢ, mürĢit kabul edilmiĢtir.

ÂĢık Dâimî, halk Ģiiri geleneğinin önemli temsilcilerinden biridir. Her ne kadar usta-çırak iliĢkisini uygulamada pek yaĢamasa da yetiĢtiği ortam ve onun bu kültürel bağlamda ilerlemesini sağlayan kiĢiler, Dâimî‟nin Türk halk Ģiir geleneğinin önemli ustalarından biri haline getirmiĢtir. Dâimî, seyitlik ve dedelik kurumunun içinde teneffüs ettiği Alevi BektaĢi erkânı tasavvufi geleneği ile saz ile söz ustası olmuĢ bir kültür adamıdır. Diğer yandan çevresindeki âĢıklardan ve âĢıklık geleneğinden etkilenip kendini bu kültürün bir temsilcisi olarak tanıtacaktır. Malatya Arguvan, Sivas Emrek ve Tercan-Erzican‟ın âĢıklık geleneği kültürel birikimini kendi dimağında özümseyip icra etmesi onu çağının büyük ozanları arasında algılanmasını sağlamıĢtır.

ġiirlerinin birçoğunda ifade bulan Hakk-Muhammet-Ali üçlemesi, Kerbelâ vakasına duyduğu derin mâtem, Hz. Hüseyin‟e olan samimi sevgisi, Hacı BektaĢ Veli‟den kaynaklı öğretilerden dem vurması, Ģiirlerinin kültürel kodlarını oluĢturan unsurdan biri olan Pîr Sultân Abdal onun Ģiir geleneğinin ve kültürünün hangi çizgi üzerinden geldiğini göstermiĢtir. Dâimî, Alevi BektaĢi edebiyatının yedi ulu ozanı çizgisinde Ģiirler yazmıĢtır. Ancak ÂĢık Dâimî‟deki Alevi BektaĢi tasavvufi birikim özgün bir hal alır.

Dâimî‟nin kültürüne olan sevgisi onu saldırgan bir kültürel kimlik olarak tarikat propagandacısı yapmamıĢtır. O, inancını sevmiĢ, savunmuĢ ama kuru bir yol davacısı olmamıĢtır. Dâimî, kimliği gereği “Dedelik” makamını hiçbir zaman kötüye kullanmamıĢ ve bu makamdan nemalanmamıĢtır. Aleviliğin, insanlığın birlik ve beraberliğideki rolünü, her inanç ve düĢünceye olan sevgi ve saygısını, iletisini her fırsatta yinelemiĢ; bilime, akla, felsefeye olan hoĢgörüsüne değinmiĢtir.

Dâimî‟nin halk tarafından sevilmesinde belki de en önemli kilit noktalardan biri de kullandığı “dil” olmuĢtur. Ġnsanları hor görmeyen aksine yücelten, aĢağılayan değil samimi bir sevgiyle kucaklayan, sade, yalın, duru, öz Türkçe kelimelerin kullanıldığı dil sebebiyle sevilmiĢ ve saygı görülmüĢtür. Özellikle Alevi kesimlerce kullanılan kelimeleri dikkatle seçip kullanması halkın, Dâimî‟ye içlerinden biriymiĢ gibi olumlu bir tavır sergilenmesine zemin hazırlamıĢtır.

3.2.2. ÂĢık Dâimî’nin Kültürel Aktarıcılık Yönü

ÂĢık Dâimî, kültürünün öz kaynaklarından doğmuĢ bir kültür koruyucusudur. Ailesinden ve geleneğinden aldığı kültürel kodları geleceğe taĢıyan, bu yolda hizmet veren bir Alevi ozanıdır. Kimliğini ve kültürünü koruyucu bir tavırla saklayan, onu gözeten ve temsil ettiği gelenekleri gelecek nesillere aktaran sözlü kültürün temsilcisi, kültür aktarıcısıdır.

ÂĢık Dâimî‟nin içinde yaĢadığı dönem sıkıntılı bir dönemdir. Bu sıkıntıların ilki hiç Ģüphesiz 1939-1945 yılları arasında cereyan etmiĢ Ġkinci Dünya SavaĢı‟dır. Bütün Dünya büyük bir hızla var olan bu oluĢumların içinde yer almıĢ ve bir kaosa sürüklenmiĢtir. SavaĢın soğuk yüzü kendini her alanda gösterir. En çok da ekonomik olarak yoksulluk, ülkenin kapısını çalar ve kentten köye herkes bu durumdan etkilenir. ĠĢte bu kaos ortamında ÂĢık Dâimî tıpkı 13. yüzyılın değiĢilmez zevklerinden Yunus Emre‟nin yaptığı gibi kendine sanatının gölgesinde bir yer açmıĢ ve deyim yerindeyse dönemin sıkıntısından kurtulmak adına sığınacak bir lîmân bulmuĢtur. Tabi ki Dâimî‟nin bu dönemde kültürüne sahip çıkması, onu yaĢaması ve saklayıp ileriki yıllara taĢıması gönlündeki duygu, aklındaki zihin terbiyesi ile mümkün olacaktır. Nitekim Dâimî daha 7 yaĢında iken dedesi Dursun Bey‟den almıĢ olduğu bağlama eğitimi ve terbiye bu bilgileri doğrular niteliktedir.

ÂĢık Dâimî‟nin yaĢadığı dönem itibariyle yüzleĢtiği bir diğer sıkıntı ise göç olgusu ve bunun halkın kültürü üzerinde yarattığı kültürel asimilasyon, yozlaĢmadır. Türkiye‟de göç, 1950‟li yıllarda sanayileĢmenin etkisiyle ve kentleĢmenin ortaya çıkmasıyla hız kazanmıĢ ve yıldan yıla artmıĢtır. Kaybolmaya ve yozlaĢmaya yüz tutan Anadolu halk kültürünün korunması ve bu değerlerin yok olmaması için göstermiĢ olduğu sağlam bilinç, Dâimî‟nin kendi geleneksel yapısının ne kadar güçlü temeller üzerine kurulu olduğunu gösterir. Dâimî‟deki sözlü kültür geleneğinin güçlü

belleği, Anadolu insanının yarattığı bu ürünlerin kaybolmamasına, değiĢime ayak uydurup kendini güncelleyip halkın zihninde tekrardan yer edinmesini sağlamıĢtır.

ÂĢık Dâimî Ġstanbul‟a göç ettiği tarih olan 1963 yılına kadar Erzincan, Tunceli, GümüĢhane bölgesini gezmiĢ, bir âĢığın zorlu Anadolu yıllarında ne yapması gerekiyorsa onu yapmıĢtır. Türküleriyle derin ezgili yüreklere seslenmiĢ, halka moral motivasyon yüklemiĢtir. Diyâr diyâr gezdiği Anadolu köyleri Dâimî‟nin uğrak yerleri olmuĢ, icra ettiği geleneği ile bu zor yıllarda halkınca sayılmıĢ, sevilmiĢ bir âĢık olmuĢtur. Erzincan‟ın merkezine bağlı kuzey köyleri olan Ağılözü, Koçyatağı, Ahmetli; merkeze bağlı Ulalar, Heybeli, Hacıali Palangası, Ekinci, Göyne, Tandırlı; güneyinde bulunan BeĢsaray, Söğütözü, Pekmezli, Cevizli, Yağca, Ġncedere gibi birçok köyü gezmiĢtir. Yine GümüĢhane ġiran‟a bağlı Ġnözü, Kelkit‟e bağlı Kömür, Aydoğdu, Çimenli, Akdağ gibi köylerde bağlama geceleri düzenleyip bu bölgedeki kültürel mirasın korunup aktarılmasını sağlamıĢtır.

Adı geçen köylerde Ģu an hayat süren köyün yaĢlı insanları hala Dâimî türküleri okur, hâtıralarıyla Dâimî‟yi yâd ederler. Buralarda türküler, ağıtlar yakan ÂĢık Dâimî coğrafya insanın hafızasındaki halk edebiyatı ürünlerini de derleme fırsatı bulmuĢtur. Özellikle yedi ulu ozanın bilinmeyen, ġah Ġsmail‟in unutulmaya yüz tutmuĢ birçok deyiĢi halkın kültürel hafızasından derleme ve bu eserleri icra etme misyonunu üstlenmiĢtir.

1970 ve 1980‟li yıllara gelindiğinde yaĢanan siyasi-toplumsal hareketler karmaĢık bir durum ortaya çıkarmıĢtır. Kent yaĢamına yeni yeni ayak uydurmaya çalıĢan Anadolu insanı bu karıĢık ortamda kendi kültürüne dair karar verme aĢamasına gelecektir. Anadolu insanı ya kültürünü tamamen terk edecek dönemin popüler müziği arabesk müzik kültürü içinde kaybolup gidecek ya da kendi zihin repartuvarındaki halk kültürü ve geleneği ile kaynaĢmıĢ “türkü” kimliğini ön plana çıkarıp, dönemin kaosuna kendini kapalı tutacaktır. Bu sıkıntılı dönemde ÂĢık Dâimî kültürel kodlar gereği, kendi kültürü ile biçimlendirilmiĢ halk müziği ile ön plana çıkar; bu geleneğin temsilcisi, aktarıcısı, taĢıyıcısı olur. Gerek bağlama kursu verdiği müzik evinde gerekse de plak satımının yapıldığı dükkânı aracılığıyla bu geleneksel halk müziğinin devamını sağlama noktasında önemli çalıĢmalar yapmıĢ ve döneminde dinlenen, sevilen bir halk ozanı olmuĢtur.