• Sonuç bulunamadı

ÂĢık Dâimî‟nin Mensubu Bulunduğu Edebi-Kültürel Muhit

2. ÂġIK DÂĠMÎ‟NĠN ÂġIKLIK GELENEĞĠ ĠÇĠNDEKĠ YERĠ

2.1. ÂĢık Dâimî‟nin Mensubu Bulunduğu Edebi-Kültürel Muhit

Edebi muhit dendiğinde ilk olarak algılanması gereken Ģey elbette ki sanatkârın yetiĢtiği çevredir. Her türlü sanat faaliyetlerinin olduğu bu çevre hüner sahibi kiĢilerin kendilerini ispat edip halka mal ettiği ortamlar, sanatkârın kültürel muhitini bize verir. Çünkü sanatkâr, entelektüel birikimlerini kendilerini adadığı halka mal eder ve halkın bilincinde kültürel kimlik unsuru olarak yer edinirler. Bu anlamda ÂĢık Dâimî‟nin içinde bulunduğu edebi çevre dönemin âĢıklık geleneğinin zirvede olduğu bir çevredir.

ÂĢık Dâimî, 20. yy âĢıklarından ÂĢık ġeref TaĢlıova, ÂĢık Müdâmi, ÂĢık Ġlhami, Murat Çobanoğlu, ÂĢık Veysel ġatıroğlu, ÂĢık Dursun Cevlanî, ÂĢık Davut Sularî, ÂĢık Beyhanî, Ali Ekber Çiçek, ÂĢık Mahzûnî gibi zirve âĢıkların yüzyılına tanıklık etmiĢ, adı geçen âĢıklarların bir kısmıyla ülke dıĢına turnelere gitmiĢ, bayramlara katılmıĢ, dostluklar kurmuĢtur. Dolayısıyla edebi kültür muhiti bağlamında zengin bir çevreye sahip olan Dâimî Baba, bu çevre vasıtasıyla medeni ve ilmi birikimini gerçekleĢtirmiĢ bir sanatkâr olarak dar alanda Erzincan, Tercan,

Çayırlı yörelerinde geniĢ alanda ise Türkiye ve Avrupa‟daki gurbetçiler arasında adından söz ettirmiĢtir.

ÂĢık Dâimî çocukluk yıllarında âĢıklık geleneğinin canlı olarak yaĢadığı aile çevresinde büyümesi, onun henüz tohum çağında yetiĢtiği edebi kültürün kıymetini gösterir. Dedeleri Musa ve Mustafa Dede‟nin bağlamaya, sanata, sanatçıya ve geleneğe olan ilgileri torunu için paha biçilemez bir fırsat idi. Bu fırsatı iyi kullanan Dâimî, yetiĢkinlik yıllarında da âĢıklık geleneğine mensup zirve isimlerle dostluk kurması hiç Ģüphesiz birikiminin en parlak yıllarını yaĢamasına vesile olacaktır. Edebi muhit içerisinde bahsedilmesi gereken ilk isim Dâimî‟nin yetiĢmesinde büyük payı olan Çayırlı BâĢköylü Hasan Efendi hazretleridir. Tercan ve Çayırlı yörelerinde hemen hemen herkesin döneminde saygı duyduğu, dergâhına varıp Ģifâ aranan, Ģöhreti çevre illere kadar giden bu zât, Dâimî Baba‟nın tasavvufi kimliğe adım atıĢının rehberlerinden olacaktır. BâĢköylü Hasan Efendi daha 24 yaĢından itibaren bu fenâ mülkünün zevki sefasından el etek çekerek kendini Hakk‟a adamıĢtır. Hakk‟ı kendine yâr etmiĢ gönüllere sultân olup Dersim, Erzincan, Elazığ, Erzurum ve Sivas illerinde namu niĢân bırakmıĢtır. Binlerce gönüllere taht kurmuĢ gittiği her yerde “evliyâullah” olarak saygı görmüĢ kendisine gönül verenler önünde tazim ile eğilmiĢlerdir. Dâimî, BâĢköylü Hasan Efendi‟nin dergâhına sık sık giden onunla birlikte cemlere katılıp saz çalan, onun öğretisini, dini-felsefi inancını kendi edebi fikriyatında çözümlemiĢ ve özümsemiĢ bir ozandır. BâĢköylü Hasan Efendi, sanatkârımızın daha çok dini-tasavvufi yönüne temas etmiĢtir.

ÂĢık Dâimî‟nin edebi geliĢimine katkıda bulunan, kültürel muhitinin temel taĢlarını görmemizi sağlayan bir diğer ozan ise hiç Ģüphesiz ÂĢık Davut Sularî‟dir.

Baba Veli ile Cezayir Ana‟nın beĢ çocuğundan biri olan Davut Ağbaba, 1925 yılında Erzincan‟ın Çayırlı Ġlçesi‟nde doğmuĢtur. Sularî mahlasını soyadı olarak kullanıĢı ilk gençlik yıllarına rastlar. Bir ara “Kemâli” ve “Serhat ÂĢık” mahlaslarını da kullanmıĢtır. Soyadı kanunu çıkınca önce “Sümmani”, sonra “Selâmi” ve en son “Sularî” soyadlarını almıĢtır. Sularî‟nin dedesi Pîr Kaltuk tüm aĢiretiyle birlikte Tunceli‟ye bağlı Nazimiye ilçesinin KureyĢanlılar köyünden, Erzincan‟ın Tercan ilçesine gelerek buranın Çayırlı bucağına yerleĢmiĢtir. Ġlkokulu üçüncü sınıfa kadar okuyan Davut Sularî asıl eğitimini “dedeler” ve “pîrler” dergâhında almıĢtır. Ġlk eğitimine dedesi Mehmet Kaltık Ağa‟nın yanında baĢlayan Davut, saz çalmayı da

onun teĢvikiyle öğrenmiĢtir. 1938 yılında GülĢah Hanım‟la evlenen Sularî‟nin bu evlilikten çocuğu olmamıĢtır. Daha sonra Zafer Hanım‟la bir evlilik yapmıĢ ve bu evliliklerinden 5 çocuğu olmuĢtur. Davut Sularî, 17 yaĢında pîr elinden dolu içer ve “bâdeli âĢıklar” kervanına katılır. 22 yâĢinâ geldiğinde babası Veli, dört oğlunu toplar ve soydan gelen “dedelik” görevini Davut Sularî‟ye verir. Bu olayın ardından Sularî, artık atına binecek ve ölümüne kadar pek çok köy, Ģehir ve ülkeyi dolaĢacaktır. Davut Sularî, yaĢamı boyunca baĢlı bâĢinâ bir iĢ yapmamıĢ; geçimini konserlerden, plaklardan, özel gecelerden kazandığı paralarla temin etmiĢtir. 1948 yılında Ankara Radyosu‟na “mahalli sanatçı” olarak kabul edilmiĢ, 1949‟da ise Ġstanbul Radyosu‟nda “Yurttan Sesler Korosu”nun “konuk mahalli sanatçıları” arasında yer almıĢtır. Muzaffer Sarısözen, Halil Bedi Yönetken, Adnan Saygun, Nidâ Tüfekçi gibi müzisyenlerle tanıĢması onun meslek yaĢamında etkili olmuĢtur. 1955 yılından itibaren Konya‟ya gelen Davut Sularî, burada özel programlar sunmuĢtur (Arvas, 2015; 201-202).

ÂĢık Dâimî ve ÂĢık Davut Sularî‟nin beslendikleri kaynaktan tutun da, yetiĢtikleri kültürel muhit, irticalen dile getirdikleri deyiĢleri, sanatlarını icra ettikleri ortam, dini-tasavvufi öğretileri, âĢık edebiyatına katkıları, Alevi dedeleri olmaları, gezginlikleri bakımından birçok yönden ortaklıkları bulunan ozanlardır. Her ikisinin de Tercan, Çayırlı muhitlerinde yetiĢmeleri elbette ki âĢıkların edebi geliĢimlerini etkilediklerine kanıt oluĢturur. Saz ve söz yetenekleri bakımından birbirlerini etkiledikleri kesin olan bu iki ozan yukarı da ifade edilen BâĢköylü Hasan Efendi dergâhında bulunmuĢ, Hasan Efendi ile cem törenlerine iĢtirak etmiĢlerdir. ÂĢık Dâimî, hiç Ģüphesiz yüzyılın ozanlarından olan Sularî‟den etkilenmiĢ ancak âĢıklar arasında hoca-öğrenci iliĢkisi, türlü yayınların ifade ettiğinin aksine olmamıĢtır. YetiĢtikleri ortamdan ötürü Alevi-BektaĢi kültürünü özümsemiĢ, müritlerine bu kültürü aktarmıĢ, Alevi terminolojisiyle “Dedelik”, tasavvufi terminoloji ile “MürĢitlik” vasıflarını bünyelerinde taĢımıĢ, insanları hak dinine ve yoluna yönlendirmeye çalıĢmıĢ iki halk ozanıdır.

ÂĢık Dâimî‟nin “âĢıklık” kimliğinin yanında dedeliği, “âĢıklık” kimliği altında bulunduğu coğrafyada, Alevi-BektaĢi irĢat hadisesini ortaya koyduğu anlaĢılmaktadır. Eserlerinde de bu öğreti ile tasavvuf düĢüncesini harmanlayıp insanları doğru yola, hakikate çağırdığı görülmektedir.

ÂĢık Dâimî Ģiirleri ve “Alevî dedesi” kimliğini kullanarak mistik, tasavvufî Müslümanlığı yaymaya çalıĢan XX. asır Türk âĢık edebiyatının önemli bir ozanıdır. ġiirlerinde geçen “on iki imam”, “erenler”, “kırklar”, “pîrler”, “yol, erkân”, “âĢk”, “saki” gibi Alevi öğretisinin temel taĢları bulunmakta ve bu anahtar sözler onun tasavvufî düĢüncesini ortaya koymaktadır.

ÂĢık Dâimî‟nin yaĢadığı çağda gerek Tercan gerekse Erzincan ve çevresinde âĢıklık ve dedelik kimliği ile irĢat hadisesini gerçekleĢtirdiği örgütlenmeleri vardı. Bu Alevi örgütlenmesinin adı “Ocak”tır. Ocak Alevi inancının kültürel kodlarını yaĢayan ve yaĢatan sosyal, kültürel, inançsal, ekonomik, hukuksal bir yapı olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Ocak, mürĢit, pîr(dede), ana, rehber, tâlip topluluğunu içeren sosyal yapıdır. “Ocak sistemi” tamamen sivil, toplumsal bir örgütlenmedir. Ocağın kendi içinde eğitim kurumu da vardır. Ocağın, bugünkü “Örgün eğitim/ Okul” kurumu dergâh ve tekkeler, yaygın eğitim Alevi örgütlenmesinde ocak sistemi ve egemenlerin tavrı kurumu ise toplumsal, inançsal, ahlâki iliĢkileri örgütleyen Alevi yaĢamı ve cemlerdir. Cem ocağın iradesini inançsal, kültürel, hukuksal olarak yürütme yetkisine sahip pîrlerin tâliplerle direkt iliĢkiye geçtiği sosyal, kültürel, inançsal ortamdır. ÂĢık Dâimî‟de bulunduğu muhitte dedelik kimliğini ortaya koyarken yaygın eğitim kurumları olan cemlerde insanları doğruluğa irĢat eder, örgün eğitim kurumları olan tekkesinde ise tâliplerine öğretilerde bulunurdu.

ÂĢık Dâimî‟nin yetiĢtiği kültürel muhitini derinlemesine incelediğimizde çok sevdiğini anladığımız, edebi geliĢimine katkı sağladığı ÂĢık Beyhanî ismine rastlıyoruz. Gerek Dâimî‟den gerekse Sularî‟den etkilenen ozanımız Erzincan Tercan ilçesinin âĢıklarından biri olarak karĢımıza çıkmaktadır. Öyle ki ÂĢık Beyhanî‟nin ÂĢık Davut Sularî‟nin çıraklarından biri olduğunu Mehmet Yardımcı hocamızın eserinden çıkarıyoruz (Yardımcı, 1986; 105).

ÂĢık Dâimî‟nin yöre itibariyle birçok âĢığa tanıklık etmiĢ bir coğrafyanın türküsünü dile getirdiği görülür. Ġçinde gurbetin, doğanın, barıĢın, kardeĢliğin, özlemin, âĢkın ve en önemlisi tasavvufi derinliğin türküsünü, coğrafi çember içindeki her âĢıkta bunu görmek mümkündür. ÂĢık Dâimî, “Ararsan aybı gel nefsinde ara” diyen mistik duruĢu ile topluma ruh veren Vehbi Hayyati (Terzi Baba) kudretini

özümsemiĢ, tasavvufi anlayıĢı iliklerine kadar hissetmiĢ ġemsi Hayâli‟nin, Ahmed Cemil‟in Salih Baba‟nın mutasavvuf deryâsını görmüĢ bir coğrafyadan alır varlığını.

ÂĢık Ayvazoğlu‟nun garip edebiyatını okumuĢ, ÂĢık Seyfi‟nin bir güzel kızın hayâliyle döktüğü dizelerin ağırlığını ölçmüĢ, kahramanlık Ģiirlerinin Erzincan diliyle feryâd figân eden Seyfi Fındık‟ın epik dizelerini haykırmıĢ, derviĢlerin ehl-i muhabbetini dile getiren Kemahlı Tahir‟in sesini duymuĢtur.

Alevi-BektaĢi deyiĢlerinin icracısı ÂĢık Davut Sularî‟nin cemine-tezenesine ortak olmuĢ, ÂĢık Müslüm Akbaba‟nın Çayırlı sevdasına âĢık olmuĢ, “On Dört Bin Yıl Gezdim” efsanesiyle sınırlarını aĢan Ali Ekber Çiçek‟e yoldaĢlık etmiĢ ve tüm bu birikimleri arkasına yaslamıĢ olan kültür deryâsının bir ozanıdır ÂĢık Dâimî. ĠĢte ozanın yetiĢtiği edebi deryâ da bu birikimin toplamıdır.