• Sonuç bulunamadı

LAMİA HANIM’A MEKTUPLAR

SAĞ, SOL, MÜNZEVÎ AYDIN

İkinci kitap hiçbir yankı uyandırmadı. Sağ, benimsemedi kitabı. “Attila İlhan”, “Kemal Tahir”, “İdeoloji”... Belli ki bir yabancı var karşısında. Bu yabancıyı bir yere oturtamamanın tedirginliği içindedir. Sağ adı verilen bu bedbaht topluluk, solun kusuntuları ile yaşar. Misafirler gittikten sonra sofra döküntülerini yalamağa gelen bedbaht bir sokak kedisi.

Kendine mahsus hiçbir fikri, daha doğrusu hiçbir fikri yoktur.

Batı dili bilmez. Osmanlıca bilmez. Ebediyen vesayet altındadır. Huysuzluğu intibaksızlığından gelmektedir.

İntibaksızlığı tembelliğinden. Sağın cilasını kazıyın, altından kıskançlık çıkar. Üzümle tilki hikâyesi.

Sol, papağandır. Öğretilenleri tekrar eder. Topaldır, koltuk değnekleri ile yürür. Hareket etmek için mutlaka bir batılıya muhtaçtır. Dost olmanız için dilini konuşmanız lazım. Dilini, yani seçtiği pirin, mürşidin dilini. Sembollere ve sloganlara mahpustur. Reçete ister.

Biz Osmanlıdan yobazlığı devraldık. Batının taarruzu karşısında yobazlık bir kaleydi. Yobazlık ananeye kaçıştı.

Deniz kızlarının şarkılarını dinlememekti. Korkuydu. Belki zaman dışına çıkmaktı. Aydınlar deniz kızlarını dinlediler ve mahvoldular. Bu yeni yobazlık, kendimize ait her mukaddese kulaklarımızı tıkayıştır. Kendimizden kaçıştır. Nereye?

Şuursuzluğa. Ananeden kaçış kavgayı kaybetmiştir. Biri kaybettiği cennetin sılası içinde, öteki yeniliğe, yani ananesizliğe mütehassır. Ama her ikisi de aynı vicdan

huzursuzluğundan mustarip. Sağ, batı düşüncesini memnu meyve sayıyor. Batılılaşırken bir günah işlediğine kani. Sol, kayıplarının muhasebesini şuurlu olarak yapmıyor. Müphem biyolojik bir arayış. Kendine yakıştıramıyor “gericiliği”.

Sağın çürümüş olduğunu biliyor. Her türlü usaresini, hayat cevherini çoktan kaybetmiş bir müstahase sağ. Sağdan hiçbir uyarıcı ve diriltici haber gelmeyeceğine inanmıştır. Sağ da solu düşman biliyor. Kaliban’ın Prospero’ya bakışı.

Bu anlaşmasına imkân olmayan iki düşman arasında, münzevi aydın, hareketini nasıl ayarlayacak? İşte bütün mesele. Bu sağa ancak merhamet duyulur, muhabbet değil.

Korkak, pısırık, kıskanç, sembollere ve sloganlara mahpus.

Kendinden kafiyen emin değil. Soldan yüz bulmadığı için sağ. Soldan, yani solun efendilerinden. Sağda rahat değilim.

Çünkü gerçekte sağ yok. Kim sağ? Kaplan mı? Kaplan zaafları olan adam. İyi Fransızca bilmiyor, tesadüfen Türkoloji ile uğraşmış, ama utanç duyuyor bundan.

Muhammet’ten fazla Marx’a yakın. Marx’a yakın, çünkü Marx batı. Bir Ziya Gökalp Osmanlıcılığı, yani Osmanlıcılığın kökten inkârı ve tahribi. Batıyı iyi bildiğim için bana hayran. Batıya düşman olduğum için bana düşman.

Yahya Kemal gibi ve Yahya Kemal kadar -hayır Yahya Kemal’den çok az- Osmanlı edebiyatına hayran. Yahya Kemal’in Yunancılığı, çevrede mâkes bulabilseydi Yunancı olurdu Yahya Kemal. Bir müsteşrik Osmanlıcılığı. Dekoratif bir Osmanlıcılık. Ama zeki bir adamın Osmanlıcılığı, rafine.

Kaplan da böyle bir rafinman yok. Onda her şey vülger.

Korkak, kaçak. Sağlığından utanan bir sağ. Dostluğu da düşmanlığı da belli değil. Masa dostluğu. Erol arayan bir çocuk. Arayan ve bulmadan bulduğunu sanan.

Etrafındakilerden daha âlim. Ama nazariyeci olmak

kabiliyetinden uzak. Zekâsını bozuk para olarak harcıyor.

Lüzumsuz düşmanlıkları, lüzumsuz taraf tutuşları var. Niçin harcıyor kendini? Daha ne kadar harcayabilir? Meçhul.

Şimdiden tükenmiş gibi. Sağın temsilcisi bir Kabaklı kalıyor.

Hangi sağın? Kabaklı’nın sağcılığı müphem bir mazi hasretinden -şairane bir hasret- ve komünizm düşmanlığından ibaret. O da sağın mevcut olmadığına inanıyor. Ötekiler büsbütün süprüntü. Ötekiler kim? Sezai Karakoç mu? Yazıları günlük kokuyor. Camiden fazla kilise. Ergun ham bir zekâ.

Yeteri kadar batılı olamamaktan mustarip. Bu adamlarla ne yapılabilir? Hiç.. Gazetede istediğimi yazamıyorum. Zaten yazdıklarım da kayboluyor. Batı ile savaşıyorum. Oysa onların nazarında tek değerim: batılı olmak.

Attila solda kalmalıydın diyor. Hangi solda? İlerici düşünceye istikamet veren son derece mürteci üç organ var:

Cumhuriyet, Varlık, Türk Dili.

Cumhuriyet, kurulduğu günden beri tefekkürü felce uğratmağa memur. Kurulu düzenin gerçek koruyucusu. Genç dikkatleri eski fetihlere çivileyen sahte bir ilericilik. 1974’te Atatürkçü. Varlık, Cumhuriyet’in aylık nüshası. Aynı fikir sefaleti, aynı namussuzluk, aynı sahtekârlık. Nadir Nadi ile Yaşar Nabi ikiz kardeştirler. Reculiyetten, samimiyetten mahrum iki harem ağası. Memlekette düşünen insanın türeyememesi bu iki düzenbazın marifetidir. Bu iki düzenbaz belli emellerin temsilcisi, yani fert değil lejyon. “Ortadoğu”

bir meçhuldür. Kötü bir meçhul. Ama meçhul.

Ortadoğucularla bir miktar yol arkadaşlığı yapılabilir.

Cumhuriyet ve Varlık kuruluşundan beri lağım. Üstelik bu lağıma girmek hürriyetine de sahip değilim. Yani alçalmağa mizacım müsait de olsa beni almazlar. Güvenemezler. Türk

Dili de malum. Ortada meşru solu, yani kurulu düzenin himayesi altındaki solu, istikbale istikamet veren solu bu üç neşir organı temsil ediyor. Ne ben kendim kalarak bunlara katılabilirim, ne onlar beni içlerine alırlar. Yani kader hükmünü vermiştir. Başka nerede yazabilirim? Solun bütün nüanslarıyla kaynaşmama mani olan büyük bir engel var:

kullandığım dil. Ondan vaz geçebilir miyim? Ondan vaz geçmek bütünden vaz geçmek değil mi? Sağ, okumuyor.

Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçıyor. Küskün.

Ötüken’in bastığı kitap okunmazmış! Peki, siz basın! Cevap yok. Bu çemberi kırmak mümkün değil. Son tahlilde hudutlu imkânlarımızı isteyene bezletmekten başka çare yok. Sol, sağın gösterdiği dostluğu göstermiyor. İhanet etmişiz! Neye ve kime?

29 Ekim 1974