• Sonuç bulunamadı

İSLAMİYET, SOSYALİZM, FAŞİZM {9}

LAMİA HANIM’A MEKTUPLAR

İSLAMİYET, SOSYALİZM, FAŞİZM {9}

On beş gün olmuş Konya’dan ayrılalı. Uzadıkça uzayan sırnaşık, fetihsiz on beş gün. Zaman bir tünele benziyor, sonu görünmeyen bir tünele. Ve bir rüyadaymışım gibi yürüyorum.

Berke askerden döndü. Bütün pırıltısını kaybetmiş.

Derisine zincirli, kanatsız, heyecansız, bir zindan mahkûmu.

İnsan hayretle duralıyor. (...) İnanmayan insanın, sevemeyen insanın, acıyamayan, kızamayan insanın köpek leşinden farkı yok.

Ali bey doçentlik teziyle meşgul. Bu adamlar benim günahlarım. Kullarından utanan Tanrı gibi hicap içindeyim.

Bir nehrin yatağını değiştirircesine kaderlerini değiştirdim.

(...)

Server yeni makamının masum gururu içinde... Ve bitmeyen günler. Çarşamba akşamı eski bir şakirdimle beraberdik. Senden ayrıldım ayrılalı ilk defa gülümseyebildim. Karşımda bir parça sen vardın. Sen yani Anadolu insanı. Dürüst, imanlı, toprak kokan, ağaç kokan bir insan: Ahmet Kabaklı, on üç yıldır görüşmemiştik. Günah onun. Ben kapısı her çalana açık bir mabet gibiyim. Gerçek dostlarım gelmediler. Ve mabet katır sinekleriyle doldu. Bu hepinizin büyük günahı. Beni yalnızlıktan beter bir yalnızlığa, kalabalık bir yalnızlığa siz mahkûm ettiniz. Aşktım, dostluktum, ışıktım. Ve boş bir odada yanan lamba. Ve hiçbir

susuzluğu gidermeden akan başıboş bir ırmak. Düşünüyorum.

Kerpiçle Süleymaniye kurulmaz. Tesadüflerin önüme fırlattığı malzeme, kerpiçten daha soysuz, daha salabetsiz* ve sevimsiz.

Bu ülkenin bütün ırklarını tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik değil, moral bir vahdet. Yani vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. Aynı şeylere inanmak. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Lazı, Kürdü, Arnavudu düğüne koşar gibi ölüme koşturan bir inanç bu. 600 yıl aynı potada erimek ve kainata meydan okumak, zaferden zafere koşmak, beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra çözülüş, çürüyüş, kokuş. Ve bir mezarlık haline gelen memleket. Tarihin dışına çıkan Anadolu. Tarihin ve hayatın. Ve Avrupa kapitalizminin uyuz köpeği intelijansiya. Bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı yok.

Şiirsiz, şikayetsiz, bir frengi salgınının kemirdiği bedbaht uzviyetlerin çirkinliği var. Ve intelijensiya, efendilerinin fırlattığı kemikleri yalamakla meşgul. Havlamasını bile unutmuş. Dişsiz, kuyruksuz. İnsan, inançlarını kaybedince çomarlaşıyor. Dinsizlik irticaların en affedilmezi. En yiğit orduyu en miskin sürü haline getiren veba.

Sosyalizm iktisadî bir düzen olarak tartışılabilir belki.

Fakat bugünkü talepleri, bugünkü ifadesi, bugünkü kopukluğu içinde bir ihanet-i vataniyedir. Yani sen haklısın.

Kurtuluşumuzu ancak kendimiz yaratabiliriz. Doğu da düşman, Batı da. İkisinin de sırtında kamçımızın izleri var.

Avrupa da eski kölemiz, Rusya da. Ve biz kölelerimizin çizmesini yalamaktan garip bir şehvet duyuyoruz. Faşizm, yani tehlikeli bir hayat, yani bir avuç insanın bütün kalabalığı uçurumdan zirveye kanatlandırması, yani bu uyuşuk, bu pelteleşmiş, bu erkekliğini kaybetmiş insanları kan ve ateş

içinde eritip yeniden granitleştirmek. Kafayı yerine oturtmak.

Sosyalizmin en rezil tarafı, zaten kindar, zaten yırtıcı olan Türk insanını Türk insanına düşman etmesi. Yok edilmesi gereken bir avuç satılmış var, yok edilmesi, yani sahneden kovulması. Bütün bu ülke mazlum insanların, iftiraya uğrayan insanların vatanı. Onları hayata kavuşturmak, bütün bir husumet dünyasıyla karşı karşıya olduğunu anlatmak ve ondan fedakârlık istemek: yapılacak iş bu. Ama önce kendimiz ne kadar fedakârız?

Geçen cuma yine Rönesans’ı anlattım. Rönesans Avrupa’sını hülasa eden iki insan var: Machiavel ile Bacon.

Biri, politikayı ilimleştirmiş, fert olarak büyük bir mağlup.

Öteki, yeni bir metot kurucusu: politivizmin, adeta pragmatizmin temellerini atmış ve Machiavel’in ilk tatbikçisi.

Yeni bir İngiltere yaratmak için politikayı felsefeye tercih etmiş ve başvekil olmuş. Sonra? Sonra hakaretle kovulmuş ve çağının sosyal tarihinde, imzasını taşıyan tek hadise yok.

Bacon veya Demirel. Bacon, politikanın dışında Bacon.

Nietzsche tehlikeli bir hayat yaşayın diyor. Politika tehlikeli bir hayat. Bilirsin ki Kapitol ile Tarpea yan yanadır.

Kapitol’da taç giyilir. Tarpea, ölüme, yokluğa, zillete açılan uçurum. Düne kadar kelimelerden korktuğumu anlıyorum.

Faşizm, ölüm gibi bir kelimeydi benim için. Gözünün içine bakamadığım kelimelerden biri, cinayetti, günahtı, intihardı.

Bu peşin hükümden de sıyrıldım. Ama ben, yaşamak istiyorum önce, sonra dövüşmek. Hristiyanlıkla Hint düşüncesini kaynaştıran bir dostum vardı: Lanza Del Vasto, o, önce yaşayın, diyor, yani sevin, sevilin sonra manastır veya kavga.

Dün akşam, bir alay misafirim vardı. Celal Sılay’ı tanır mısın? Celal Sılay, Bizans’tır, Bizans’ın maskara tarafı.

Kitapları görmüş, burada kim oturur diye merak etmiş, karısıyla geldi. Hayâsız, gurursuz bir palyaçodur, Celal, birinci sınıf bir aktördür. Seçtiği rol, delilik. Daima dört ayak üzerine düşer, zengin bir lise hocasıyla evlenmiş. Kadın denen mahluktan iğreniyorum. İnsan Celalle evleneceğine ...

Senede bir kitap çıkarıyormuş Celal, bir de kocaman dergisi varmış: Yeni İnsan. Bu adam, küstahtır, ama nasıl küstah?

Yalnız benim yanımda terbiyelidir. Bir parça şairdir de beraber olsak çok eğlenirdik.

Mayıs’ta Konya’ya gelmek istiyorum. Ancak senin yanında, ancak Mevlana’nın vatanında kendimi huzur içinde hissediyorum. Belki çok yakında görüşürüz. Seni ve Konya’yı ve dostlarımızı çok özledim. Bu hafta Durkheim’ı anlatacağım. Talebem bir hayli çok. Saint-Simon’la Batı ve Hint yine sabotaja uğradı. Her ikisini de kendim bastıracağım.

Belki İstanbul’da, belki Konya’da. İkisi beşbin liraya çıkıyor.

Yalnız bu sene mevsim geçti diyorlar.

Sonbahara. Kabaklı, Hisar dergisi için yazı istiyor, olur dedim, belki başka dergilerde de yazarım. Bizimkiler iyi.

Fevziye’nin selamları var, çocukların hürmeti. Seni hasretle kucaklarım canım kardeşim.

4 Aralık 1967 ATAÇ

Anadolu’ya oturak giydirten Selanik. Ve dilinden, dininden, haysiyetinden tecrit edilerek tarihin dışına itilen milyonlar... Düşüncenin sırtında Arlequin cübbesi. Bir alay

sahtekâr, müstemleke zabitlerinden daha küstah ve yılışık, intelijansiya rolüne çıkan üç beş okur yazara sofra artıkları yalatmaktan şeytanî bir zevk duymaktalar.

Ataç bir cenin-i sakit, Hammer mütercimi ve İktitaf yazarı Ata beyin ölümü döşeğinde sahip olduğu bir ferzent (...).

Ataç, Ata beyin bütün ikbal ve refahına rağmen liseyi bitirememiş, sonra Pertevniyal’de Fransızca hocası (...), şahsiyetsiz, otoritesiz, gurursuz bir aktör. Hakkı Tarık’ın gazetesine 50 kuruş karşılığı dünyanın en yavan yazılarını karaladığı devirde tanıdım onu. Yalnız gazete ve dergi okurdu. Ataç satıldı. Kant’la Descartes’in çağlarını ve düşünce dünyalarını birbirinden ayıramayacak kadar ümmî idi. Her değere düşmandı. Tırnaklarını kemirmekten ve liyakatsiz, yani tehlikesiz birtakım oğlanlara dalkavukluk yapmaktan başka marifeti yoktu. Ataç hiçbir şeye inanmazdı.

Çünkü inanmak sevmek demektir.

Sonra Ulus’a yazar oldu. Halk Partisi eşkıyalarının çoban köpeği ve İnönü’nün tercümanlığına naspedildi. Bu adam hiçbir ideolojinin içine girmemiştir, bir mezar kazıcıdır. Bu adamın adam diye sahneye çıkardığı kim varsa, kendisi gibi, haysiyetten mahrumdur. Ataç, çöken bir cemiyetin harem ağasıdır ve bir hadımlar edebiyatının akıl hocasıdır.

Atatürkçülük ve Ataç... yıkılan imparatorluğun iki büyük hastalığı, hayır iki küçük hastalığı. Adi ve mikroskobik.

Ataçla büyük, iki kutuptur, birleşemez. Ataç, Mustafa Kemal rejiminin bütün sefaletlerini edebiyata sokan şımarık, yılışık, cahil ve kabiliyetsiz bir dilekçe yazarıdır.

Türkiye, bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi, bütün tarihi imha edilen bu bedbaht ülke, bu panayır soytarısından

daha münasip bir mezarcı bulamazdı. İliksiz, usaresiz, ruhsuz bir edebiyat. Melih Cevdet ve benzerleri, Ataç gübreliğinde yetişen son mantarlar. Anadolu, başındaki oturağı tekmeleyip bu süprüntüleri temizlemedikçe, namuslu fikir adamlarının sığınacağı iki yer var: ölüm ve cinnet.

Manalı olması gereken böyle bir armağan, Madara vs gibi maskaralıklarla aynı ayarda hatta belki daha değersiz görülebilir. Hülasa, armağanın gelecek yıla terkedilmesini ve müsabıkların şimdilik teşekkürle taltif edilmelerinin kâfi olduğunu saygılarımla bildirir, hürmetlerimin kabulünü dilerim efendim.