• Sonuç bulunamadı

LAMİA HANIM’A MEKTUPLAR

BÜTÜNÜNLE RÜYALARIMIN KADINI

İşte yine karşındayım, canım benim. Saat dört. Başbaşa kalamamak, tam seninle konuşurken bir başkasının içeri girmesi, öldürüyor beni. Tasavvur et ki, beni senden ayırdıkları için eserlerime düşman oluyorum. Ama bir tesellim var: onları sen de okuyacaksın. Ve onlar çoğaldıkça birbirimize daha çok yaklaşacağız.

Canım benim. Bazı konular bütün olarak konuşulmadıkça vuzuha* kavuşamıyor. Anlaşmazlıkların kaynağı bu. Her zaman söylediğim gibi sen, kirinle, pasınla güzelsin.

Saklanmadığın için güzelsin. Süslenmediğin için güzelsin.

Aşkımızın büyük tarafı, ilahî tarafı oyuna tenezzül etmeyişi.

Ben bütünümle aradığın insanım, zaaflarımla, zilletlerimle;

sen bütününle rüyalarımın kadınısın: zaaflarınla, zilletlerinle.

Ama bu kaynaşma, bu muhteşem ahenk, bu ilahi beste yalanla gölgelenmemeli. Tekrar Kaya hikâyesine dönüyorum. Sen bir değil, birçok insansın. Ve her biri başlı başına bir kozmos bu insanların. Her biri bir başka güzel. Lamia beyaz başörtülü bir

Müslüman kızı. Saçlarında limon çiçekleri, gözlerinde çöl akşamlarının mavi serinliği, sonsuzluğu. Rezzan, biraz romantik, biraz Avrupalı, hem yerli, hem yabancı. Rezzan, Arnavutköy kız koleji. Özentiler içinde dilber ve kendisi, yani otantik. Yani gerçek, İngilizce konuşan o. Samuel Johnson’a ait satırlar onun. Bir özleyiş, bir kanatlanış Rezzan; Doğuyla Batı. Batıdan çok doğu olduğu için bizden. Emine parfümeride boynunu büken taşralı Türk kızı. Masum, çekingen, ama küçük kurnazlıkları var zaman zaman. Bir parça Hatibe Hanım, bir parça Ayşe. Canlı ve sansüel. Hülasa edelim: Lamia vaha, Lamia ormanda uyuyan güzel ve asıl yaşayan, yaşayacak olan kadın.

1964 senesinin arife gecesi Hint Edebiyatı’nı imzalarken Lamia’ya hitap etmiştim. Yakında iki yıl olacak. Lamia kitabımı kaybetti. Kitabımı yani o gecenin rüyasını.

Aldanıyorum, kitabımı herhangi bir eşya gibi bir köşeye fırlatan benim prensesim değil, bir yabancı: Kaya hanım. (...) Kaya bir heyula idi. Ben o heyulanın altındaki Tanrı’yı gönlümle görmüş ve beklemiştim. Lamiam benim. Yıllar pencerelerimizden kuşlar gibi uçup gidecek, biz, ölüm dudaklarımızda son şarkımızı yarıda bıraktığı gün aynı ürperti, aynı susuzluk, aynı hayranlık içinde can vereceğiz.

Rezzan hasretleri, tereddütleri ve zekâsıyla gönlümün kadını.

Sen de, sevgilimin bir parçasısın. Ben, Lamiam’da Rezzan’ımda, Eminem’de Goethe’nin ezelî kadınını buldum.

Belki Messalîna eksik ama Messalîna Roma’nın sarhoş gladyatörleri için bir hazine, katırcıların kadını. Havva, Meryem, Salome sizde hepsi var. Kâh bir Elizabeth Barrett’siniz kâh bir Sainte Therese. Santa Maria Magdalena.

Seni seviyorum. Santa Maria Magdalena, İsa’nın ayaklarını

saçlarıyla kurular. İsa’dan şüphe ediyorum. İsa, Santa Maria Magdalena’nın ayaklarını gözyaşlarıyla yıkamalıydı. (...)

Kıskanıyorum. Bütün mazini kıskanıyorum. Seni babandan, annenden, Arnavutköy kolejinden, arkadaşlarından kıskanıyorum. Eflatunu benden çok seveceksin diye korkuyorum, alçak, rezil, namussuz.

Bütün bir gece uyumadım. İyi ki yanımda yoktun, öldürebilirdim. Bu Kaya parçasına karşı beslediğin gayrı insani muhabbeti anlayamadım: Neden İstanbul’a gelince de Kaya olacaksın? Sen elbette benimsin, yalnız benimsin, yalnız benim Lamiamsan, Lamia’yı ben yarattım, ben doğurdum, o benim çocuğum. Ama benim verdiğim ismi taşımalı. Kaya bütün hatıraları, bütün tedaileri, bütün ilişkileriyle (...) hatıra olmalı. Hatıra olunca kadehimi muhabbetle şerefine kaldırırım. Hiç değilse, yani sen istiyorsan o mezbelede gelinlik entarin kirlenmesin diye, o çamurlu kaftanı bir müddet daha taşı. Gerçekten benim olduğun, Sodom’dan uzaklaştığın gün, Kaya’yla maddi, manevi, lafzi* her türlü ilgini ateş ile yakacak, kezzapla eriteceksin. İşte böyle düşündüm bu akşam. Tuhaf değil mi?

Hâlbuki sen memnun olacağımı sanıyordun. Başka dudaklardan çıkmasını istemiyordun Lamia isminin. O halde Rezzan ol, Emine ol yahut hiç bana Kaya’dan bahsetme. Bir nokta daha. Bu hayal kırıklığım senin eserin. Daha önceki mektuplarında kozasını yırtan, kirli libaslarını yakan bir ruh konuşuyordu. Kâtip imzanızı Lamia diye görünce şaşırmıştı.

Bu ismi benim için feda ediyordunuz v.s. Hatta size telefon ederken, A.lardaki kadına Lamia hanım deyince anlamamıştı.

Kafama tokmak yemiş gibi olmuştum.

Bunları sana ihanet etmemek için yazıyorum. Üç gün sustum, üç asır susabilirdim. Kızacaksan kız, şuur altımızda hiçbir yabancı cisim kalmamalı. Beni olduğum gibi sev diyorsun, seni olduğun gibi seviyorum. Kaya olarak kalsan da severim, ama bedbaht olurum.

Lüzumsuz bir korkun daha var: cehaletinden utanıyorsun, kendine güvenin yok.

1- Bilgiç kadınlardan nefret ederim.

2- Seni bütün hüviyetinle tanıyorum. Yani kültürü, kültür dünyası “no men’s land”lerle dolu bir insansın. Her büyük zekâ gibi minnacık malzemeden saraylar kuruyorsun.

Benim bilgim, ikimize de kâfi, hatta çok. Sen bilmediklerinle de güzelsin. Erkek olsan sadece bana yazdığın mektuplar için perestişkârın olurdum. Homoseksüel yapardın beni. O mektuplardan hiçbirini yazmasan yalnız dişi olarak perestişkârın olurdum, ama kendimden de utanırdım. Bir kelimeyle güzelsin, harikuladesin, olduğun gibi kal ve gururumu okşamak için, arada bir şeyler sor bana, sırf gururumu okşamak için.

Üç gün nasıl sensiz yaşayabildim. Bu bir cezaydı. Sana ve kendime. Ramazanda oruç tutacak mısın? 40 senedir tutmadım. Ama sen tutacaksan, senin hayatını yaşamak, seninle aynı saatlerde yemek yiyebilmek için ben de tutarım.

Şubat benim en çok sevdiğim ay. Seni şubatta tanıdım.

Arife gecesiydi. Latince “febriarius”ten geliyor. Tövbe ve istiğfar etmek manasına. Garip bir orijin. Sevgilerle.

6 Aralık 1966