• Sonuç bulunamadı

ROMANTİZM, TARİHİ ŞİİR, FELSEFİ ŞİİR

LAMİA HANIM’A MEKTUPLAR

ROMANTİZM, TARİHİ ŞİİR, FELSEFİ ŞİİR

Genç Hugo kuruculuğuna özendiği mektebi, edebiyatta liberalizm olarak tarif eder. İhtiyar Hugo için romantizm, edebiyatta sosyalizmdir. İhtilal Avrupa’yı tek kıta haline getirir. Napolyon cenkleri, İskender’in fetihleri gibi ırkları ve kültürleri birbirine katar. Elbette ki, yakın çağların en büyük duyuş ve düşünüş devrimlerinden biri olan romantizm, bir günde heybetli bir ırmak olup çıkmaz. “Voltairele bir dünya biter, Rousseau ile bir dünya başlar” diyenler haklıdırlar.

Rousseau, şuur altının isyanıdır. Şuur altının, ezilenlerin, yaşamayanların. Akla karşı hissin zaferi. Mağlupların intikamı.

Ama Rousseau romantizm ırmağına dökülen mini mini bir dere. Fransız romantizmi, Almanya’dan gelen kolla kabarır.

Schlegel olmasa, Madam dö Stael olmazdı. “Almanya’ya Dair” genç romantiklerin İncil’idir. Fransız romantizmi, Britanya’dan gelen kolla kabarır. Chateaubriand bir parça İngiltere’dir.

Avrupa romantizminin doğuşunda Asya’nın büyük payını

“Batı ve Hint’te belirttim. Batı, Sanskrit edebiyatını evvela bir Fransızdan öğrenir: Anquetil Duperron. Sonra İngilizlerden:

William Jones, Colebrook v.s.

İngiltere’de de bir isyan bayrağıdır romantizm. Marazi bir hassasiyet. Yaşayan müesseselere karşı bir ayaklanış. Southey önceleri Socin’ci ve jakobendir, ilk şiirlerinden biri eski ayaklanışları kutsallaştırır (Wat Tyler). Coleridge, Amerika’da kralsız ve rahipsiz bir komünist kolonisi kurmağa kalkışır, sonra mistisizme geçer. Wordsworth bile başlangıçta krallara ateş püskürür: “asalarıyla, ihtilalin dalgalarını durdurmağa çalışan topraktan yaratıklar, hürriyetin coşkun meddü cezri hepsini süpürecek, hepsini yutacak”. Fakat bu öfke uzun sürmez. Romantizmin bu üç eknumu, çok geçmeden devletin ve kilisenin muti birer bendesi* olurlar. Birisi Pitt’in gazetecisidir, öteki hükümetten maaş alır, üçüncüsü insafsız bir muhafazakâr kesilir. Ama kalıplar ve zevkler dünyasında sonuna kadar devrimcidirler. Gelenekle göbek bağını koparmışlardır. Klasik kültüre arkalarını dönerek Ortaçağ’a ve Rönesans’a yönelmişlerdir. İçlerinden biri, Charles Lamb, Sainte-Beuve gibi, XVI. asrın kâşifidir. Marlowe’a hayrandırlar. Eski baladlar, primitif şiir, millî ve milletlerarası folklor başlıca ilham kaynaklarıdır. Hitabet üslubunu kırmak, saray geleneğine karşı koymak başlıca dertleri. Şiire konuşma dilini getirmek, orta sınıfın, hatta aşağı sınıfların kelimeleriyle yeni bir edebiyat yaratmak. Stans, sone, balad en çok

kullanılan kalıplar. Araştırma, bocalama, kekeleme ve yepyeni ahenklerin fethi. Büyük zaferler, büyük başarısızlıklar. Bulanık bir edebiyat. Bu her-cümerç içerisinde iki büyük düşüncenin billurlaştığını görüyoruz. Birinci düşünce tarihî şiiri yaratıyor, ikincisi felsefî şiiri. Tarihî şiirin örneklerini Southey’de, Walter Scott’da, felsefî şiirin örneklerini Schelley ile Wordsworth’de buluyoruz. Her iki düşünce de, Avrupaşümul. Fransa’da temsilcileri Hugo, La-martine, Musset. Ama asıl ihtişamlarına, asıl ihtişamlı tecellilerine Almanya’da kavuşuyorlar: Goethe, Schiller, Ruckert, Heine. Tarihî şiirin insan düşüncesine verdiği ders çok önemli. Bir çağın ideali, idealin kendisi değildir, herhangi bir idealdir. Başka idealler de var. Her çağın, her milletin kendine göre bir güzel anlayışı var. Barbarın, derebeyinin, Ortaçağ şövalyesinin, Türkün, Arabın, Hintlinin.. Bütün bu güzellikleri tatmağa çalışalım. Genişletelim ufkumuzu. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak. Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek. Damlayken denizleşmek.

Ve ân’a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak. Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek. Sanat, en yüce sanat, bir “communion” değil midir? Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür.

Romantizmin bütün ülkeleri aynı sevgiyle bağrına bastığı, millî egoizmlerden kurtulduğu, bütün acılara tercüman olduğu, bütün isyanları dile getirdiği söylenemez. Ama insan, sevgileriyle, tecessüsleriyle bir dünya vatandaşıdır artık.

Klasik edebiyat, bir sarayda görülen rüya, bir saray rüyası, bir saraylının rüyası. Elbette sıhhatli, sıhhatli çünkü bahtiyar, bahtiyar çünkü milyonlarca bedbahtın toprak köleliği ettiği bir cemiyet düzeninde bir avuç bahtiyarın eğlence vasıtası.

Romantizm kalabalığın sesi. Romantizm, hem iktidara geçen burjuvazi, hem zincirlerini kıran proletarya. Romantizm hem şuur, hem şuuraltı. Olduğu gibi insan, kaba, çirkin, rezil ve muhteşem. Romantizm, kapılarını dünyaya açan Avrupa düşüncesi. Tarih, şiirden gündelik hayata taşar, Avrupa seyyahlaşır, arkeologlaşır. Bu çağın en büyük temsilcisi Goethe. Bütün tecessüsleri ile yaşayan bir Olemp’li, gerçek bir Faust, İranlı, Hintli, barbar, Yunan, İtalyan.. Bütün milletlerin vatandaşı ve bütün çağların insanı. Zamanın ve mekânın dilediği bölümünde yaşar. Dünya has bahçesidir.

Dünya ve tarih. Ama bu ihtiras, bu fetih ihtiyacı çabucak realitenin Çin seddine çarpar. Taşmak, binlerce asır ötesine veya binlerce kilometre ötesine. Nereye taşıyoruz. Karımızı, çocuğumuzu, kendimizi anlayabiliyor muyuz ki? Ayrı dünyaların insanını nasıl tanıyacağız? Acılarımızı başkalarında görmek. Her okyanusun aynasında kendimizi seyretmiyor muyuz? Her bakışta gördüğümüz kendi bakışlarımız. Çağlar kendi gölgemizi seyrettiğimiz paslı bir ayna. Ayrı sahnelerde oynayan aynı aktör, değişen: dekor, komedya aynı. Başkasını anlamak, başkasıyla kaynaşmak, başkasında yaşamak. Bunun için Tanrı olmak lazım. Asırlar birbiriyle konuşabilir mi? Asırlar veya kıtalar.

Tarihî şiir bir arayış, bir uzanış, bir özleyiş, bir imreniş veya iğreniş. Bir seziş. Tarihî şiir çok defa hayalî bir vuslat.

Tarihî şiir yerine tarihî vesika geçecek. Tarihî vesika yani tenkit ve sabır. İngiliz romantizminin fırçasından çıkan dünya bir Opera dünyası. Dekorlar şahane: gotik katedraller,

minareler, Hint mabetleri. Ama içindeki insan belli bir çağın İngilizi. Hisler yapmacık. İngiliz zekâsı seyyal bir zekâ değil.

Üstelik fazla ahlakçı. İngiliz antikacı ve seyyah. Görür, fakat dışlar. Yabancının derisi içine giremez. İngiliz için aklı başında tek insan vardır: İngiliz. Kendi dininden başka din saçmadır, kendi ahlakından farklı bir görüş, hezeyan.

Anlamak için sevmek lazım. İngiliz kendinden başkasını sevmez. Tarihî şiirin kanatsız bir kümes hayvanını hatırlatışı bundan.

Scott tarihî şiirin, tarihî romanın en büyük temsilcisi.

Avrupa’yı fetheden bir şöhret, Avrupa’yı hatta dünyayı.

Edebiyatın gerçek sihirbazlarından biri. Ama ne kadar tarih, ne kadar şiir. Scott benim zaafım. İskoçya’yı o sevdirdi bana, İskoçya’yı ve İngiliz Ortaçağını. Aylarca onunla yaşadım.

Onunla yani onun kahramanlarıyla. Sözümü geri alıyorum, İngiliz tarihî romanı kanatsız bir kümes hayvanı değildir.

Saat 12.00

Evdeyim. Dışarda yağmur yağıyor. Herkes odada. Seninle başbaşa kalmak için İngiliz edebiyatına sığındım. Bu da bir sohbet. Sıkılmadın değil mi? Meşhur “Ansiklopedi Üzerine Nutuk” gibi bir şey. Zaten bugün sesini duymayacağım.

Nerede olduğunu da bilmiyorum. Gözü yaşlı bir hava. Ama ben bütün rüzgâra, bütün fırtınaya rağmen yine denize gideceğim. Yanan tenimi ancak dalgalar serinletebiliyor.

Serinletebiliyor mu acaba? Yangın tekrar başlıyor. Hem de daha yaman, daha zorlu, daha zalim. Yalnızlığın bir nevi saadet olduğunu takdir et. Yalnızlıkta yalnız değilsin, inşallah zatürree olmam. Olursam da ne çıkar? Yaşamadan ölmüş sayılmam. Sana birkaç yazı yolladım. Hepsi de seninle dolu, onun için güzel, hasretinle dolu, özleminle dolu. Türkçe

hiçbir devrinde bu kemale erişemedi. Tanrı yazsa bu kadar yazabilir. Zavallı ben. Seni tanıyıncaya kadar zavallı, seni tanıdıktan sonra zavallı. Görüyorsun ki her satır bir feryat. Bir feryat değil, bir arzu.. Mazimle de senin olmak istiyorum, her düşüncemle, her rüyamla, hatta her düşüncesizliğimle.

Yazılarımı bilmelisin. Beni bütün olarak tanıdıktan sonra bütün olarak sevebilirsin. Istıraplarımı, hayal kırıklığımı susuzluğumu ve sana olan ihtiyacımı anlayabilirsin. Şairler kaprisli olurlar, bazı taraflarıyla kadındırlar, kadındırlar çünkü bütündürler. Ve dikenlidirler, gül gibi. Gülü dikeni ile seveceksin, dikeniyle yani yazılarıyla.

19 Ekim 1966 / Saat 10.30