• Sonuç bulunamadı

LAMİA HANIM’A MEKTUPLAR

MEKTUPLARIN BÜYÜLÜ BİR AYNA

Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu.

Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil’in. Bu aynada ikimiz vardık.

Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abelard ile Heloise’i hatırladım.

Türkçenin musikisini senin sesinde tattım. Parçam olmasan kıskanırdım seni. Kelimeler benim ülkem. Kelimeler içine gönlümü doldurduğum birer kadeh. Kelimeler benim kölemdiler. Ama onlar da kıskanç. Ben artık kelimelerde değil, sende yaşamak istiyorum. Kelimelerin dışında yaşamak. Sen kelimelerden de güzelsin. Ve kelimeler senin dudaklarında güzel. Onları da senin emrine veriyorum. İlk defa, ilk defa çırılçıplağım. Kalbim kansız bir kılıç. Bütün zırhlarımdan soyundum. İlk defa Tanrı’nın içinde kaybolan büyük mistikleri anlıyorum. Biz alevden iki ırmak gibi birbirimize karıştık.

Daha yanacağız sevgilim benim. Ruhlaşıncaya kadar yanacağız. Bu bir ceza mı, belki de. Gafletimizin cezası. Biz elest bezm*inde birbirimizindik. İlk merhabadan sonra benim olmalıydın. Kanunlardan bize ne idi. Rüsvalığı göze almayan sevmemeli. Rüsvalık yani kendine saygı. Yani tanrılaşmak.

Yani bütünüyle, kalbiyle, kafasıyla yaşamak ve milyonlarca domuza zirveden acıyarak bakmak. Eflatunun mağarasını bilirsin. İnsanlar karanlık bir mağaraya zincirli, sırtları kapıya dönük ve duvarda gölgeler. Âşk bu zinciri kıran büyü.

Mağaradakiler öylesine alışmış ki karanlığa, kurtulanları küfürleri ile kovarlar. Sen yanımda olsan fetihten fethe koşardım. Şimdi yalnız seni düşünüyorum ve dudaklarımdan tek cümle dökülüyor, ölünceye kadar bu tek cümledeyim ben:

Seni seviyorum, canım benim, kirinle, pasınla, ıstırabınla, kırk beş yaşınla seviyorum.

Auguste Comte’u küçümsemiyorum artık. Comte çağının en büyük zekâsı idi, Clotilde sokaktaki kadın. Serseri bir kocadan arta kalmış, otuz yaşında bir dişi. Comte 45’inde idi.

Seviştiler. Sert, hırçın ve bir matematik formülü kadar katı, bir matematik formülü kadar şiirsiz Gomte, Clotilde’i tanıdıktan sonra peygamberleşti. Yeni bir din kurdu. Clotilde, Comte’un bütün şakirtleri için bir tanrıçadır. Bugün Clotilde’in hatırası önünde ben de, huşu ile eğiliyorum.

Comte’u Clotilde yarattı, Clotilde’i Comte.

Clotilde’im benim. Hayır. Lamiam, ben Clotilde’in bütün mektuplarını okudum. İçinde bir zerre aşk yoktu. Yani sen yoktun. Batı tanımaz aşkı. Tristan ve İseult bir kocakarı masalı. Sevişirler. Çünkü yanlışlıkla bir aşk iksiri içmişlerdir.

Aşkın kendisinden büyük iksir olur mu? İksir birbirine kenetlenen parmaklar. İksir birbiri içinde eriyen dudaklar.

İksir ses, iksir gözyaşı. Batı aşkı bilmez. Batıda aşk kelimedir.

Duymadığı için terennüm eder. Kendini inandırmak için konuşur. Batıda aşk edebiyattır. Ben bütün bağlarımdan koptum. Kelimeler yalnız senden bahsettikleri zaman, yalnız sana hitap ettikleri zaman munis ve dilber. Dün akşam telefonda bir buçuk saat bekledim. Hat kapalı idi, daha çok beklemem gerektiğini söylediler, ayrılmış olacağını düşünerek sesini duymak saadetinden vazgeçtim. Sonra saatlerce vicdan azabı çektim. Bu sana karşı işlediğim ilk cinayetti. Verdiğim sözü tutamamıştım. Artık layık değildim sevgine. Kendimden iğrendim. Ama birden içimdeki sadist sahneye çıktı. Üzülsün biraz dedi. Daha çok sever. Daha çok sevmek mi? Daha çok sevebilir misin? Denizin sınırları var, sevginin sınırları yok. Daha çok sevebilirsin. Ve seveceksin.

Ve biz Kerem ile Aslı gibi efsaneleşeceğiz. Asırlarca sonra isimlerimiz birlikte anılacak. İnsanlığın gördüğü en muhteşem rüyalardan biri gibi anılacak. Daha erimedin sevgilim. Aşkın ateşinde bütün paslarından, bütün cürufundan arınacaksın.

Neden 42’de beni tanıyamadın? Ben Jüpiter’in kafasından silahlarıyla doğan Athena gibi o zaman da okyanuslar gibi dalgalıydım ve sınırsızdım.

Dün yine bir sürü misafir üşüştü. Harp Akademisi’nde Fransızca hocalığı yapan bir yarbay, bir yazar eskisi, bir iktisat doktoru, bir kaptan.. Hepsinin başı haşin bir rüzgâr karşısında eğilen başaklar gibi, bilgimin, cerbezemin* ve zekâmın karşısında eğiliverdi. Her zamanki gibi yalnız ben vardım odada. Ve seninle doluydum.

Sen kadınların bütününden fazla bir şeysin. Julie ile Mirabeau’yu hatırlıyorum. Mirabeau çağının en çirkin adamıydı. Bir yaban domuzuna benzeyen garip bir kafa. Fakat

Julie için yalnız Mirabeau vardı. Julie evli bir kadındı, gençti, faziletkârdı. Ve ben Julie’nin mektuplarını da bilirim. Senin bir sayfanda bütün Julie var. Benimle iftihar ederdin diyorsun.

Hiçbir kıta kâşifi, benim tattığım hazzın bir zerresini tatmamışdır. Sen, benim kalbimin bir parçası ve bütünü. Sen, benim 48 senedir gördüğüm rüya. Sen, benim kadınım. Yine şahane bir bahar ve gönlümün bahçesinde senfonilerin en güzeli ve gönlümün bahçesinde renk renk çiçekler ve gönlümün bahçesinde... Bana dört gün, dört gecede 48 yıllık zavallı bir ömrün bütün acılarını unutturan sevgilim.

Gönlümün bahçesinde senin kokun, kokuların en güzeli.

Parfümeriden alınan koku değil. Gönlümün bahçesinde boylu boyuna kendimi seyrettiğim büyülü bir kaynaksın sen, içimdesin, benimsin artık, teneffüs ettiğim havasın.

Mektuplarımı kıskandığım oluyor. Dudakların okşayacak onları. Mektuplarımı kıskandığım oluyor. Evet, onlarda ben varım. Ama bütünüm yok. Kelimeleri kıskanıyorum. Ay sonunu nasıl beklediğimi biliyorsun. Delirmeden, ölmeden beklemek. Dakikalar uzadıkça uzuyor. Yalnız senle konuşurken yaşıyorum. Sonra sahneye bir acayip, bir ukala Cemil Meriç çıkıyor. Daima senin. Daima seninle, daima senin için.

14 Ekim 1966 / Saat 9.00