• Sonuç bulunamadı

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.3. Sığınma Yeri (Penâh, Melâz, Me‘âz Me’vâ, Melce’)

Penâh, melâz ve me‘âz sözcükleri, sığınma yeri (Devellioğlu, 1996:566) anlamına gelirken aynı anlamı taşıyan sözcüklerden melce’, iltica edecek yer (Devellioğlu, 1996:608); me’vâ ise yurt, mesken, makam (Devellioğlu, 1996:633) anlamlarına da gelir. Divanlar incelendiğinde bu sözcüklerin sığınma ve sığınma yeri anlamlarına gelecek şekilde kullanıldığı görülür. Bundan dolayı sözcüklerin tek başlık altında değerlendirilmeleri uygun görülmüştür.

Bâkî Divanı’nda cennet, memdûhun sarayı, dergâh-ı İlahî, sevgilinin eşiği ve mahallesi sığınma yeri olarak tasavvur edilirken; Fuzûlî Divanı’nda cennet, bahçe, meyhane, Hz. Nuh’un gemisi, memdûhun binası, beden, cevşen ve diken gibi sözcükler sığınma yeri olarak tasavvur edilmiştir.

Cennet, Müslümanların ahiret yurdundaki sığınağı olduğu için me’vâ (sığınak) olarak görülür. Cennetin bir vasfı olan me’va, “Cennetü’l-Me’vâ” terkibinde görüldüğü üzere cennetin ismi hâline gelmiştir. Bâkî, memdûhun hükmettiği yerlerin havasını Cennetü’l-Me’vânın havasına benzetir. Bu durum ilgili mekâna olan teveccühün

fazlalığını göstermenin yanında, bu mekânın kutsal mekân mesabesinde telakki edildiğini gösterir:

Zülâlinden ‘ibâretdür nesîminden kinâyetdür

Safâ-yı çeşme-i Kevser hevâ-yı Cennetü’l-me’vâ (Bâkî, K.27/12)

Fuzûlî, doğru yoldan ayrılmayan birçok insanın Cennetü’l-Me’vâ’da makam elde ettiğini düşünür. Cennet, emniyetin mutlak anlamda sağlandığı, huzurun elde edildiği mekândır. Bu mekâna girmenin veya burada makam elde etmenin yolu, doğru yoldan ayrılmamak yani Allah’ın rızasına uygun bir biçimde yaşamaktan geçer:

Ri‘âyet-i turûk-ı müstakîmden nice kim

Olur husûl-i makâmât-i cennetü’l-me’vâ (Fuzûlî, K.1/24)

Sığınılacak makam denildiğinde, mutlak gücü temsil ettiği için ilk önce Allah düşünülür. Sınırlı bir güce sahip olan insan, herhangi bir haksızlığa uğradığında Allah’a sığınır, ondan yardım bekler. Bâkî, gönlün; zulüm güneşinin aydınlığından kaçarak Allah’ın gölgesini sığınak olarak seçtiğini ifade eder. Böylece sevgiliyi zulmünü açık bir biçimde işleyen zalim, âşığın gönlünü ise çaresizlikten Allah’ın gölgesine sığınmış kul olarak tasavvur eder. Bu yaklaşımla yakıcı olması nedeniyle insanın güneşin ışıklarından gölgelik yerlere geçme durumuna da işaret edilmiştir:

Kaçup dil tâb-ı hürşîd-i sitemden

Penâh-ı sâye-i Yezdâne geldi (Bâkî, G.500/2)

Devlet, otoriteyi temsil eden yönetim organı olup belirli yönleriyle binayla ilişkilendirilir. Bu bina, halk ve seçkinlerin sığınağı olarak düşünülür (Fuzûlî, G.235/3). Bunun yanında büyük iltifatlara mazhar olduğu düşünülen memdûh, üstün meziyetlere sahip olduğu için küçük ve büyüklerin (Fuzûlî, K.6/34); aldığı güzel tedbirler nedeniyle millet ve memleketin (Fuzûlî, K.19/21); adaletli idare edilme anlayışı nedeniyle âlemin sığınağı olarak tasavvur edilir (Fuzûlî, K.31/24). Memdûhun bu şekilde yüceltilmesinin ve sığınak olarak tasavvur edilmesinin temelinde, gerek memleketin gerekse âlemin huzuru için verdiği mücadeleye değer atfetme düşüncesi vardır. Memdûhun bütün belâları ortadan kaldırması, kaygıları gidermesi ve dertlere derman olması, verdiği mücadelenin bir kısmını teşkil eder:

Melâz-i memleket memdûh-i millet mazhâr-i rahmet

Her âfet ref‘i her gam çâresi her derd dermânı (Fuzûlî, Trk.12-III/4)

Osmanlı toplumunda Mutlak Varlık’tan sonra sığınak olarak görülen merci, siyasî otoritedir. Siyasi otorite (sultan/şah), kerem sahibi olarak düşünüldüğü için şairin

(Bâkî, K.16/6), dinin yardımcısı olarak görüldüğü için millet ve memleketin (Bâkî, K.4/1), yaratıcının yeryüzündeki gölgesi olarak tasavvur edildiği için din ve devletin (Bâkî, Trc.3-V/8), bütün kâinatın sığınağı olarak düşünüldüğü için de felek güneşinin melce’i olarak tasavvur edilmiştir:

Halk-ı cihâna melce’ olaldan penâhına

Hûrşîd-i çarh sâye gibi eyler ilticâ (Bâkî, G.4/4)

Büyük Tufan’dan dolayı Hz. Nuh, insanlığın ikinci babası olarak bilinir. Hz. Nuh’un gemisi, tufan sürecinde sığınak olarak kullanılmıştır. Fuzûlî’nin, gerek söz konusu olaya telmihte bulunmak gerekse Nuh Tufanı gibi olayların tekerrür etme ihtimaline ve alınması gereken tedbirlerin önemine dikkatleri çekmek için söz konusu imgeyi kullandığı düşünülür. Bu imge, memdûh övgüsü bağlamında ele alındığı için insanlığın Hz. Nuh’un gemisi gibi bir sığınağa her zaman muhtaç olduğu ve memdûhun bu vazifeyi üstlenebileceği düşünülür:

Nûh sandığına keştî tek aparmışdır penâh

İhtiyât eyler ki nâ-geh bir dahi Tûfân olur (Fuzûlî, K.7/21)

Meyhane, klasik şiirde aşk sarhoşluğunun yaşandığı yer olarak tasavvur edildiği için daima yüceltilir. Meyhane köşesi, karanlık ve dar olsa bile âşık burada mutludur. Bu bağlamda Fuzûlî, meyhane köşesine sığınmanın gam sebebi olarak görülmemesi gerektiğini ifade ederek mekânların inşâî özelliklerinden ziyade algılanma biçimlerinin, tasavvuftaki sembolik karşılığının önemli olduğunu düşünür:

Gerçi gam maksûdu katl-i bî-günâhımdır benim

Gam değil çün künc-i mey-hâne penâhımdır benim (Fuzûlî, Trc.I-VII/3)

Sevgilinin eşiği (Bâkî, G.363/5) ve mahallesi, âşıkların sığınağı olarak görülür. Bâkî, sevgilinin eşiği veya mahallesinde gönlün sığınacak bir yer bulması hâlinde, insanın Firdevs ve Huld (ebedî) cennetlerinin bahçelerine meyletmeyeceğini ifade eder. Böylece sevgilinin yaşadığı veya sevgiliyle özdeşleşen mekânları cennetten üstün görür:

Gülşen-i kûyında me’vâ bulsa ol hûrîveşün

İhtiyâr eyler mi bâg-ı huldi âdem ey gönül (Bâkî, G.300/4)

Bir bahçe olan sevgilinin kapısına ait toprak, cennet bağının gülüne benzetilir. Böylece sevgilinin kûy’u cennete varmak isteyenlerin sığınağı olarak düşünülür. Sevgilinin bahçesi, âşığın madde âlemindeki cenneti olarak tasavvur edilir. Âşığın madde âlemindeki mutluluğunun kaynağı olarak telakki edildiği için bir sığınak olarak huzur ve emniyeti sağlama konusunda cennetle irtibatlandırılır:

Ravza-i hâk-i derin bâğ-i gül-i cennetdir

Kim ki cennet diler ol ravzada me’vâ eyler (Fuzûlî, K.42/38)

Sığınak, emniyeti sağlama konusunda beden ve zırh ile ilişkilendirilir. Beden bir sığınak olarak canı korurken zırh, savaşlarda hem bedeni hem de canı korur. Fuzûlî bedenin, canı sevgilinin yan bakış oklarından koruma konusundaki yetersizliğini, zırhın İlahî güç karşısındaki yetersizliğiyle ilişkilendirir. Bu yaklaşımıyla sevgilinin yan bakışını İlahî kaza, beden ve zırhı ise -emniyeti mutlak anlamda sağlamasa bile- sığınak olarak tasavvur eder:

Câna cismim ol hadeng-i gamzeden olmaz penâh

Hîç cevşen kimseyi tîr-i kazâdan saklamaz (Fuzûlî, G.110/3)

Gülün dikeni sığınak olarak seçmesi, insan hayatındaki karşıtlıkların uyumunun anlaşılması konusunda önemlidir. Gül, ideal güzelliği temsil eder. Kesret veya nakıs yönleri olan bir varlığın (diken) bu güzelliklerle birlikte tecelli etmesi, yaratılaşa hikmetle bakmayı gerekli kılar. Vahdetin kesret içindeki tezahürü olarak görülen bu durum, aynı zamanda âşığın çektiği sıkıntıların emaresi olarak da değerlendirilebilir:

Lâ‘lveş taş içindedir vatanım

Gül kimi hârı kılmışım me’vâ (Fuzûlî, K.21/16)