• Sonuç bulunamadı

Barınma Mekânlarıyla İlgili Sözcüklerin Sayı, Oran ve İçerik

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.11. Barınma Mekânlarıyla İlgili Sözcüklerin Sayı, Oran ve İçerik

Barınma mekânlarıyla ilgili sözcüklerin divanlarda kullanım sayısını Tablo 8, kullanım oranını Grafik 8 vermektedir. Buna göre barınma mekânlarıyla ilgili sözcüklerin toplam kullanım sayısı, Bâkî Divanı’nda 463, Fuzûlî Divanı’nda 402 olarak tespit edilmiştir. Bu sayıların toplamı, Bâkî Divanı’nda %54’e, Fuzûlî Divanı’nda %46’ya tekabül eder. Bâkî Divanı’ndaki toplam kullanım sayısı ve oranının Fuzûlî Divanı’ndan fazla olmasının nedeni, belli bir barınma mekânını veya barınma mekânının cüzüyle ilgili sözcüklerden “şeh-nişîn”, “künc”, “bucak”, “südde” “tahtgâh”, “konak”, “kaşâne” “kâh”, “gurfe”, “hargâh”, “harâb-abâd” ve “köhne-serâ” sözcüklerinin Fuzûlî Divanı’nda kullanılmamış olmasıdır. “Şebistân”, “matbâh”, “nihân-hâne”, “me‘âz”, “merhâle” ve “bünye” sözcükleri, yalnızca Fuzûlî Divanı’nda kullanılmasına rağmen bu sözcüklerin toplam kullanım sayısı az olduğu için iki divan arasındaki toplam kullanım farkınının azalmadığı görülür.

Barınma mekânlarının mahiyetleri arasında farklılıklar söz konusu olduğu için her bir mekân içerik ve sayı/oran bakımından ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Dünya tasavvuru, Bâkî’ye göre karamsar olan Fuzûlî’nin çerçevesel açıdan kapalı mekânlara daha fazla yer vermesi beklenirken Bâkî’nin daha fazla yer verdiği görülür. Bu durum, şairlerin hayatlarına dair gerçekliklerle bağdaşmasa bile şairlerin barınma mekânlarıyla alakalı tasavvurlarına bakıldığında, söz konusu mekânları kendi gerçekliklerine uygun olarak ele aldıkları görülür.

Tablo 8: Barınma mekânlarıyla iligili sözcüklerin divanlarda kullanım sayısı

Sözcükler Bâkî Divanı Fuzûlî Divanı

Âsitân 29 17 Âşiyân/Âşyân 5 10 Bârgâh 13 5 Beyt 5 4 Binâ 5 29 Bucak 3 - Bünyâd 10 7 Bünye - 1 Çetr 2 1 Dergâh 26 48 Eşig 38 2 Ev 6 27 Gurfe 1 - Gûşe 26 17 Hâbgâh 2 1 Hâne 19 11 Hânmân/Hân ü mân 5 4 Harâb-abâd 1 - Harâbe - 1 Harem 12 5 Hargâh 1 - Harîm 15 9 Hayme /Hiyâm 8 1 Kâh 3 - Kasr 15 2 Kaşâne 3 - Konak 2 - Köhne-serâ 1 - Kûy/Kû 94 80 Külbe 1 6 Künc 23 - Mahzen 2 5 Matbâh - 2 Me‘âz - 1 Me’vâ 4 6 Melâz 1 2 Melce’ 2 1

Menzil/Menzilgeh/ Menzilet/ Menâzil 28 49

Merhâle - 1 Mesken 7 13 Neşîmen/Nişîmen 2 2 Nihân-hâne - 1 Penâh 11 15 Sarây 17 3 Südde 5 - Şebistân - 2 Şeh-nişîn 1 - Tahtgâh 3 - Otağ 1 2 Virâne 2 5 Yuva 3 5 Toplam 463 402

Grafik 8: Barınma mekânlarıyla iligili sözcüklerin divanlarda kullanım oranı

Ev, insan hayatının en önemli mekânıdır. Evin barınak veya mahremiyet alanı

olması, önemini daha fazla arttırmıştır. İnsan hayatının büyük çoğunluğu evde geçtiği için ev, şiir metinlerinde kişiyle aynileştirilerek tasvir edilir. Barınma mekânlarından ev ve eş anlamlıları olan beyt, hâne, hân-mân, âşiyân, yuva ve külbe sözcükleri toplamda, Bâkî Divanı’nda 44, Fuzûlî Divanı’nda ise 67 kez kullanılmıştır. Her iki divanda ev, genellikle aynı veya benzer tasavvurlarla ilişkilendirilse bile Fuzûlî Divanı’nda evin daha çok kapalı mekân algısıyla değerlendirildiği görülür. Bu mekânlar, doğal özelliklerinden ziyade gönül, can, hüzün gibi soyut kavramlarla ilişkilendirilerek kişinin/şairin ruh hâlini yansıtacak şekilde tavsif edilmiştir.

Hayata bağlılığın sembolü olan ev, koruyup muhafaza etme konusunda kabuk mesabesinde görüldüğü için evsiz kalma durumu, kimsesizlik, sahipsizlik, ortada kalma ve yaşama sevincini kaybetme olarak düşünülebilir. Yaşama sevinçlerini kaybeden insanların en belirgin özelliklerinden biri, ev ve sosyal ortamlarını terk edip haricî mekânlara sığınmalarıdır. Bu imge, klasik şiirde yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Fuzûlî, kötü bahtını sorgulayan âşığı, kimsesiz, çaresiz ve evsiz olarak tavsif eder. Evsizliğin, kimsesizlik ve çaresizlik sözcükleriyle birlikte kullanılması, evin kişiyi hayata bağlayan ve kişinin sosyal bir varlık olduğunu gösteren önemli göstergelerden biri olduğunu ortaya koymaktadır:

Ben kimim bir bî-kes ü bî-çâre vü bî-hânmân

Tâli‘im âşüfte ikbâlim nigûn bahtım yaman (Fuzûlî, Trc.1-I/1)

%54

%46 Bâkî Divanı

Bâkî ve Fuzûlî divanlarında dikkat çeken hususlardan biri ev sözcüğünün beden ile benzerlik noktasında ilişkilendirilmesidir. “Vücût hanesi” ve “ten evi” terkipleriyle âşığın bedeni kastedilir. Beden, varlığın maddî yönünü temsil ettiği için tasavvufî anlayışa göre tekâmül yolculuğunda aşılması gereken bir engel olarak düşünülür. Bâkî, âşığın sele benzeyen gözyaşlarının varlık evini yok ettiğini, Fuzûlî ise gözyaşı katarının âşığın ten evine gam ve sıkıntı taşıdığını ileri sürerek maddî varlığın emaresi, ruhun kabuğu olan beden ile bedenin kabuğu olan ev arasında mâî (suyla ilgili) varlıklardan etkilenme konusunda benzerlik ilişkisi oluşturur. Yaşanan yıkım veya yok oluş, her iki divanda da olumsuz bir bakış açısıyla değerlendirilmiştir:

Vücûdum hânesin seyle virür Bâkî gözüm yaşı

Fenâ-yı dâr-ı bî-bünyâduma bu âb olur bâ’is (Bâkî, G.29/5) Katre-i eşkim katarı çâk-i sînemden girip

Ten evine taşradan bâr-ı gam u mihnet çeker (Fuzûlî, G.78/7)

Uyku odası (hâbgâh, şebistân), Bâkî Divanı’nda 2, Fuzûlî Divanı’nda 3 kez

kullanılmıştır. Fuzûlî Divanı’nda dinlenme yeri (Fuzûlî, K.18/19) ve sevgilinin intizar ile beklendiği yer olarak tasavvur edilmiştir. Sevgilinin uyku odasına teşrif etmesi durumunda âşığın mum gibi erimek suretiyle dökeceği gözyaşı incilerini, sevgilinin ayaklarına saçacağı düşünülür. Bu yaklaşımla uyku odası, âşığın sabır ve tahammül ile beklediği, sevgilinin teşrifi hâlinde ise belli bir kurbiyetin sağlanacağı mekân olarak tasavvur edilmiştir. Aynı zamanda uyku odasının mum ile aydınlatılma durumuna işaret edilmiştir:

Kıl şebistânı müşerref kim nisârın kılmağa

Rişteden dürler çekip cem‘ eylemiş dâmâne şem‘ (Fuzûlî, G.144/6)

Bâkî Divanı’nda ise “hâbgeh”in benzetildiği mekânlardan biri mezardır. Dinlenme yeri olarak düşünülen memdûhun mezarının cennet köşküne layık olduğu düşünülür. Bu yaklaşımla mezar ile uyku odası, huzur içinde dinlenme noktasında aynı mesabede görülmüştür:

Cism-i pâkin götürüp hâkden aldı Rıdvân

Döşedi hâbgehin gurfe-i gufrân üzre (Bâkî, Ms.2-II/6)

Harem ve harîm sözcükleri, Bâkî Divanı’nda 27, Fuzûlî Divanı’nda 14 kez

kullanılmıştır. Bâkî Divanı’nda daha zengin bir bağlam içinde ele alınan harem, her iki divanda da “vuslat” kavramıyla tavsif edilip, sevgili ve otoriteye ait mekânların cüzü olarak ele alınmıştır. Sevgilinin barınma mekânlarının cüzü olan harem, divanlarda

cennet (Bâkî, G.113/1; Fuzûlî, G.176/4) ve Kâbe (Bâkî, G.65/2; Fuzûlî, K.16/17) gibi kutsal mekânlarla benzerlik noktasında ilişkilendirilerek teveccüh edilen yer, varılmak istenen menzil olarak görülmüştür (Bâkî, G.422/7; Fuzûlî, G.176/4). Bunun yanı sıra haremin, her iki divanda kapalı mekân algısıyla da ele alındığı tespit edilmiştir. Bâkî, âşıkların sevgilinin mahallesinde teselli bulamadıkları için mutsuz olduklarını; Fuzûlî ise vuslat haremine alınmadıkları için Mecnûn gibi gamlı olduklarını ifade eder. Bu yaklaşımlarıyla her iki şair de haremi, âşıkların dert ve kederlerinin müsebbibi olarak tasavvur eder:

Erbâb-ı ‘aşka sabr u tesellî tarîki yok

Varan harîm-i kûyuna nâ-şâd olup gider (Bâkî, G.141/4) Şimdi Mecnûndan gam-ı ‘aşk içre sanman kem beni

Yâr hod kılmaz harîm-i vaslına mahrem beni (Fuzûlî, Trc.1-II/4)

Mutfak (matbah), Bâkî Divanı’nda kullanılmazken, Fuzûlî Divanı’nda 2 kez

kullanılmıştır. Mutfak, yemek hazırlama ve ikram etme yeri olduğu için kişinin cömertliğinin anlaşılmasında mutfağın doluluğu ve hareketliliği önemli bir ölçüttür. Fuzûlî Divanı’nda memdûhun ihsan ve ikramının fazlalığı tasvir edilirken mufak, cömertlik sözcüğüyle tavsif edilir. Böylece evin bir cüzü olan mutfak memdûh ile özdeşleştirilerek kişi-mekân aynileşmesi sağlanır:

Matbah-ı cûduna kim dûduna sünbüldür gulâm

Hâr-keşlik san‘atın tutmuş değil bî-kâr gül (Fuzûlî, K.9/47)

Balkon (şeh-nişîn), Fuzûlî Divanı’nda kullanılmazken, Bâkî Divanı’nda 1 kez

kullanılmıştır. Evin bir cüzünü teşkil eden balkon, kozmik mekânlardan feleğe benzetilmiştir. Böylece gökyüzü, sevgilinin yüceliği bağlamında sevgiliye şayeste bir mekân olarak tasavvur edilmiştir:

Sana kûyun içre olana karîn

Melek hem-nişîn ü felek şeh-nişîn (Bâkî, G.368/1)

Mahzen (Nihânhâne), Bâkî Divanı’nda 2, Fuzûlî Divanı’nda 6 kez

kullanılmıştır. Fuzûlî Divanı’nda bu mekânın Bâkî Divanı’na göre fazla kullanılması ve kapalı mekân olarak algılanması, Fuzûlî’nin kişiliğini söz konusu mekâna yansıttığını gösterir. Mahzen, evin kapalı ve karanlık yerlerinde (bodrum) yapılır. Fuzûlî, mahzeni feleğe benzeterek âşığın ahının çıktığı yer olarak tasavvur eder. Bu yaklaşım, mahzenin cezalandırma mekânlarından zindan ve hapishane mesabesinde görüldüğüne delalet eder:

Sun‘ mi‘mârı yapan sâ‘atde gerdûn mahzenin

Dûd-ı âhım çıkmağa açmış kevâkib revzenin (Fuzûlî, G.227/1)

Açık mekânlara daha fazla yer veren Bâkî, şarap atıklarının döküldüğü kabı abdalın sır mahzeni olarak görür. Rind meşrep bir şair olan Bâkî’nin meyhane unsurlarından cür‘adanı sır mahzeni olarak tasavvur etmesinin temelinde, hem söz konusu unsurun dert ve sıkıntıların konuşulduğu mekânın (meyhane) maddî unsuru olması hem de mahzeni şairlik meşrebine (rindlik) uygun kelimeler ile ilişkilendirme konusundaki hassasiyeti vardır:

Cür‘adân abdâla gerçi mahzenü’l-esrârdur

Rind-i dürd-âşâma sâgar matla‘u’l-envârdur (Bâkî, G.58/1)

Köşe (gûşe, kûşe, künc, bucak), çerçeve açısından dar bir mekân olduğu için

klasik şiirde ruh hâli karamsarlık ile özdeşleşen âşığın sığınağı olarak tasavvur edilir. Köşe anlamına gelen “gûşe/kûşe”, “künc” ve “bucak” sözcükleri, Bâkî Divanı’nda 52, Fuzûlî Divanı’nda 17 kez kullanılmıştır. Dış/doğal mekânlara daha fazla yer veren Bâkî’nin kapalı ve dar bir mekân olan köşeye Fuzûlî’den daha fazla yer vermesi, şairlerin kişiliklerini şiire yansıtma konusunda özel bir çaba içinde olmadıklarını gösterir.

Bâkî ve Fuzûlî Divanı’nda köşenin daha çok kapalı mekân algısıyla ele alındığı tespit edilmiştir. Bâkî, köşeyi zulmet (Bâkî, G.515/3), belâ (Bâkî, G.344/6) ve gam sözcükleriyle tavsif ederek âşığın karamsar ruh hâlini anlatmaya çalışır. Gönlün gam köşesinde, belânın kaynağı olarak görülen sevgilinin saçlarıyla bağlı oluşu, çekilen sıkıntının büyüklüğünü gösterir. Mekânın kapalılığı ve darlığının yanında gönlün saç bendiyle bağlanmış olarak hayâl edilmesi, köşenin cezalandırma mekânı olarak algılandığını gösterir:

Bend-i belâ-yı zülfün ile künc-i gamda dil

Zencîrlerle baglu yatur şîr-i ner gibi (Bâkî, G.503/2)

Fuzûlî ise köşeyi mihnet (Fuzûlî, K.18/5) sözcüğüyle tavsif eder ve ahından evinin her köşesinin çatladığını belitir. Böylece çektiği acıyı mekânları etkileyecek düzeyde görür. Bu yaklaşımıyla kişi-mekân özdeşliğini sağlamanın yanında tenha ve dar mekânları çekilen acının şahitleri olarak da tasavvur eder:

Berk-i âhımdan evim her gûşe bulmuş rahneler

Tasavvufî kavramlardan uzletin, Bâkî ve Fuzûlî divanlarında köşeyle ilişkilendirildiği görülür. Bâkî, uzlet köşesinde sevgilinin la‘l dudakları hayâl edildiği takdirde âşığın özünün mücevher madenine dönüşeceğini ifade eder. Bu yaklaşımıyla uzlet köşesini, irfânî derinliği sağlama ve tekâmülü gerçekleştirme mekânı olarak tasavvur eder:

Leb-i la‘lin hayâl it gûşe-i ‘uzletde pinhân ol

Dilâ hem kân-ı gevher kıl özün hem gevher-i kân ol (Bâkî, K.11/1)

Fuzûlî ise uzlet köşesinde kimsesiz bir biçimde kaldığını söyleyerek köşenin darlığı ve tenhalığına kendi yalnızlığını yansıtarak mutlak bir yalnızlık, kimsesizlik imgesi oluşturur:

Kalıpdır gûşe-i uzletde sormaz hîç kim hâlin

Ne ola bir fakîrin hâli kim olmaya bir yârı (Fuzûlî, K.18/40)

Eşik (âsitân, dergâh, südde) sözcüğü, Bâkî Divanı’nda 98, Fuzûlî Divanı’nda 67

kez kullanılmıştır. Eşik, barınma ve korunma mekânlarının en küçük mimarî yapılarından biridir. Mekânlar arasında geçiş sağlanırken eşik, geçilecek yer özelliği taşıdığı için farklı hususlarda teşbih ve tasavvurlara konu edilir.

Sevgilinin eşiğine kutsallığı atfedildiği için eşik, cennet (Bâkî, 363/5), Mescid-i Aksâ (Bâkî, 116/3) ve Kâbe gibi kutsal mekânlara benzetilir. Kâbe, zaman ve mekândan münnezeh olan Allah’ın madde âlemindeki evini temsil eder. Müslümanların kıblesi olan bu mekâna büyük bir saygı gösterilir. Eşik, Bâkî Divanı’nda doğrudan, Fuzûlî Divanı’nda ise dolaylı bir biçimde Kâbe olarak tasavvur edilmiştir. Bâkî, sevgilinin eşiğini, Kâbe eşiğine benzettiği için ona yüz sürdüğünü söylerken; Fuzûlî, -sevgilinin- eşiğinin tavaf edildiğini (Fuzûlî, K.26/8) ifade ederek eşik ile Kâbe arasında benzerlik ilişkisi oluşturur. Kutsal mekânlara yüz sürmek âşığın mahviyetkârlığını, sevgilinin eşiğinin yüceliğini gösterir. Eşik, kapı girişlerine yapıldığı için barınma mekânlarının en değersiz yeridir. Ancak eşiğin geçilmesi veya aşılması, âşık ile sevgili arasında kurbiyete, manevî anlamda feyizlenmeye vesile olduğu için eşiğin manevî değeri büyüktür:

Bilürsin yüz sürerler âsitân-ı Ka‘beye ben de

İşigüne yüzüm sürsem n’ola a Ka‘bem a kıblem (Bâkî, G.333/6)

Mevcut şartların muhafazası veya tekâmülün gerçekleşmesi konusunda bir kader çizgisi olarak eşik büyük bir öneme sahiptir. “Eşik ulu bir zatın ya da bir yüce mekânın

dışarıya… Orası hem içeri hem de dışarıdır…” (Şenödeyici, 2014:223). Bu bağlamda

eşik aşıldığında kaderler değişip dönüşür. Sevgilinin eşiği aşıldığında, vuslata erme; devlet yöneticilerinin eşikleri aşıldığında, maddî anlamda huzur elde etme; Mutlak Varlık’ı temsil eden mekânların eşikleri aşıldığında ise cemalullaha mazhar olma durumları gerçekleşir. Yani kaderlerde, olumlu bir dönüşüm gerçekleşir. Söz konusu eşikler aşılmasa bile bu yolun yolcusu olunmakla manevî anlamda değer elde edilmiş olur. Tekâmül yolculuğunda sevgilinin/padişahın/Allah’ın eşiğine talip olmak sultanlık olarak değerlendirilir:

İşigün üftâdesi kemter gedâ mihr-i münîr Pençe-i hûrşîd-i ‘âlem-tâba hüsnün dest-gîr

Her gedâ-yı âsitânun bir şeh-i sâhib-serîr (Bâkî, Th.5-II/1-2-3) Ey vücûd-ı kâmilin âyîne-dâr-ı feyz-i Hak

Âsitânın kıble-i hâcât-ı erbâb-ı yakîn (Fuzûlî, Mk.33/1)

Eşik toprağı, her iki divanda sürmeyle ilgili tasavvurlara konu edilmiştir. Bâkî, sevgilinin eşiğinin toprağını göze aydınlık sağlama konusunda sürmeden üstün görürken (Bâkî, G.271/5); Fuzûlî, göz aydınlığını koruyan, dolayısıyla kişinin dünyasını aydınlatan araç (sürme) olarak tasavvur eder. Eşik toprağının sürme olarak görülmesi, sağlanmak istenen kurbiyeti ve âşığın mahviyyetkarlığını gösterir:

Hâk-i dergâhın nazardan sürme ey seylâb-i eşk

Kılma zâyi‘ sürme-i çeşm-i cihân-bînim benim (Fuzûlî, G.206/3)

Mesken ve neşîmen, barınma mekânlarından evi veya belirsiz bir yeri karşılar.

Bu sözcükler, Bâkî Divanı’nda 9, Fuzûlî Divanı’nda 15 kez kullanılmış, Fuzûlî Divanı’nda hem daha fazla hem de daha farklı teşbih ve tasavvura konu edilmiştir. Mesken ve neşîmen sözcükleri, divanlarda âşık ve sevgilinin yaşadığı veya layık görüldüğü yer anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır. Âşığın gözü (Fuzûlî, G.117/3) ve gönül tahtı, sevgiliye mesken olarak düşünülür; çünkü değerli varlıklar, değer atfedilen mekânlarda ağırlanır. Göz, bazı özellikleriyle sevilen kişilerin (gözümün nuru, göz aydınlığım) benzetileni olarak tasavvur edilir ve sakındırılacak kadar değerli görülür. Gönül ise tecelligâhtır, yalnızca muhabbet duyulan varlığın telezzüzüyle meşguldur. Gönlün tahta benzetilmesi, sevgilinin sultan olarak tasavvur edildiğini gösterir:

Mesken şeh-i mahabbetüne tahtgâh-ı dil

Bülbüle (âşık) mesken olarak kafes ve diken layık görülür. Bu durum her iki varlığa atfedilen değerle açıklanabilir. Klasik şiirin aşk anlayışına göre âşığın yazgısında sıkıntı çekme, tahammül ve sabır gösterme; sevgilinin yazgısında ise zulmetme ve umursamaz davranma edimleri yazılıdır. Bu anlayış nedeniyle âşığın meskeni, çerçeve açısından dar; algısal açıdan kapalıdır:

Her geh ki bahâr kıldı ârâyiş-i bâğ Nevmîdilik urdu lâleveş bağrına dâğ Zîrâ diken üzre tutdu bülbül mesken

Gül bâd güzergehinde yandırdı çerâğ (Fuzûlî, R.48)

Sığınma yeri anlamına gelen penâh, melâz, me‘âz, me’vâ ve melce’ sözcükleri,

Bâkî Divanı’nda 18, Fuzûlî Divanı’nda 25 kez kullanılmıştır. Bu mekânlar, kendisini emniyete almak ve güvende hissetmek isteyen insanların sığınağıdır. Klasik şiirde en çok işlenen konu aşk olduğu için “sığınma yeri” denildiğinde, hatırlanan en önemli mekânlar sevgiliyi temsil eden mahalle ve eşik gibi mekânlardır. Fuzûlî, bu mekânı cennet ile aynı mesabede görürken (Fuzûlî, K.42/38) Bâkî cennetten üstün görür. Bâkî’ye göre âşık bu mekânlara ulaşabildiği takdirde, cennet bahçelerine meyletmez. Cennet, emniyet ve huzurun mutlak manada sağlandığı mekândır. Bu yaklaşım, âşığın sevgiliye yakın olmayı cennet bahçelerine nail olmaktan daha değerli gördüğünü ortaya koyar:

Gülşen-i kûyında me’vâ bulsa ol hûrîveşün

İhtiyâr eyler mi bâg-ı huldi âdem ey gönül (Bâkî, G.300/4)

Klasik şairler, otoriteyi temsil eden saray, konak, payitaht gibi mekânları sığınma yeri olarak tasavvur eder. Taşrada yetişen şairlerin en önemli amaçlarından biri, merkeze varıp padişahın himayesine girebilmektir. Zira otorite veya otoriteyi temsil eden mekânlar sayesinde belâların ortadan kalktığı, sıkıntılara çarenin, dertlere dermanın bulunduğu, yani bir sığınağın kişiye sağladığı huzur ve emniyet ortamının bu mekânlar sayesinde elde edildiği düşünülür:

Melâz-i memleket memdûh-i millet mazhâr-i rahmet

Her âfet ref‘i her gam çâresi her derd dermânı (Fuzûlî, Trk.12-III/4) Bâkî ne gam penâhun ola rûzgârda

Sultân Mehemmed ol şeh-i sâhib-kerem gibi (Bâkî, K.16/6)

Menzil sözcüğü, Bâkî Divanı’nda 28, Fuzûlî Divanı’nda 49 kez kullanılmıştır.

daha zengin bir bağlam içinde ele alındığı görülür. Sevgiliye ve memdûha ait mekânlar, her iki divanda varılmak istenen menzil olarak tasavvur edilmiştir.

Klasik şiirin aşk telakkisine göre âşıkların asıl menzili, sevgilinin içinde bulunduğu mekânlardır. Bu mekânlara vasıl olma durumu, muhal olmasına rağmen âşığın bütün gayreti, bu mekânlara varma noktasındadır. “Ser-menzil” sözcüğüyle sevgilinin mahallesi kastedilir. Vuslatın imkânsızlığı nedeniyle bu mekân, hayâlî mekân mesabesinde görülür. Bâkî, böyle mekânlara/menzillere çabayla varılamayacağını ifade ederek aklın yetersizliğine, aşkın yüceliğine işaret eder ve âşıkların vuslat yolculuklarını gönül aracılığıyla gerçekleştirdiklerini düşünür:

Ser-menzile ‘uşşâk irişür cümleden evvel

Ol mertebeye sa‘y ile zühhâd yitişmez (Bâkî, G.201/2)

Fuzûlî de sevgilinin yaşadığı mekânı menzil olarak tasavvur eder. Söz konusu mekânda yaşamanın gerçek âşığa bedeller ödettiğini düşünür. Sevgilinin menzili olan şehirde yaşadığı için melâmete uğramak suretiyle büyük belâlara düçar olduğunu ifade eder. Bu ifadesiyle sevgilinin menziline yakın mekânlarda yaşamanın çöl ve dağ gibi tenha mekânlarda yaşamaktan daha zor olduğunu savunur. Sevgilinin mahallesinin/menzilinin “bela” sözcüğüyle tavsif edilmesinin nedeni, âşığın karşı karşıya kaldığı meşakkatlerdir. Bu mekânlarda âşık, dışlanmak suretiyle ötekileştirildiği için sevgilinin yaşadığı yerler, olgusal açıdan kapalı mekân olarak tasavvur edilmiştir:

Belâdır şehrlerde ben kimi rüsvâ-yı halk olmak

Ne hoş Ferhâd ü Mecnûn menzil etmiş kûh u sahrâyı (Fuzûlî, G.277/4)

Devir nazariyesine göre elest bezminden ayrılan ruhların bir süreliğine içinde kaldıkları menzillerden biri dünyadır. Dünya, ruhlar âlemiyle berzâh âlemi arasındaki geçiş mekânlarından biridir. Geçici bir süre içerisinde kalındığı için “durak” mesabesindedir. Bâkî dünyanın geçici oluşunu nazara sunarak bu mekâna bağlanmanın gereksizliğini vurgular. Fuzûlî ise aynı mekânı ecel pencereleriyle dolu yokluk çölü olarak tasavvur eder. Fuzûlînin, bu mekânı yaşadığı coğrafyayla bağlantılı kılarak çöl imgesine yer vermesi de ayriyeten dikkate değerdir. Her iki şairin bu yaklaşımları, içinde geçici kalınan mekânlara iltifat etmenin yanlış olduğunu gösterir:

Bâkî gider endîşe-i dünyâyı gönülden

Degmez bu kadar ragbete bu menzil-i fânî (Bâkî, G.545/5) Dâme düşmüş bir şikârem ki adem sahrâsına

Saray, otoritenin icra mekânı olduğu için makam elde etmek veya devlet

imkânlarından yararlanmak isteyenlerin teveccüh ettikleri mekânların başında gelir. Bu gerçekliğin bilincinde olan Osmanlı şairi/aydını, sarayı bürokratik engellerle karşılaşılsa bile mutlak manada varılması gereken bir menzil olarak tasavvur eder. “Kişi ömrünü

otoritenin fiziksel yerinden uzakta geçiremez, çünkü ilişkinin kişisel olduğu yerde, mesafe, olası kazanımları tehlikeye sokar ve “kul”, hükümdarın kontrolü dışında olabilecek, kendisine ait hiçbir şeye sahip değildir: Ne iktidara, ne itibara, hatta ne de servete veya geçim imkânına.” (Andrews, 2009:119).

Saray, bargâh, tahtgâh sözcükleri, Bâkî Divanı’nda 33, Fuzûlî Divanı’nda ise 8 kez kullanılmıştır. Bu durumun, Bâkî’nin “saray şairi” oluşu ve içinde bulunduğu muhit ve mekânları yansıtma konusundaki gerçekçi yaklaşımından kaynaklandığı düşünülür. Bâkî, Kanuni Sultan Süleyman gibi bir padişahın himayesine girip iltifatına mazhar olduğu için hem şair hem de devlet adamı olarak saygı görmüştür. Böylece çağının gerçekliğini, şatafatını yer yer şiirlerine yansıtmıştır. Tanpınarın “Bâkî, renkliyi,