• Sonuç bulunamadı

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.4. Menzil

Menzil; “yollardaki konak yeri (durak), ev, konak” (Devellioğlu, 1996:617), yer, varılmak istenen mekân anlamlarına gelir. Tasavvufun devir nazariyesine göre sayısı 360 olan menzilin tekâmül yoculuğunda aşılması gerekir (Pala, 1995:367). Divanlarda ev, konak ve durak anlamlarının yanında mekân ve mahal anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır.

Menzil, varılmak istenen yer ve durak anlamlarına geldiği için mahiyeti itibariyle klasik şiirde farklı teşbih ve tasavvurlara konu olabilecek bir yapıya sahiptir. Bâkî Divanı’nda menzil; sevgilinin mahallesi ve saçları, âşığın canı, İrem bağı, dünya, mezar, Beytü’l-ahzân ve memdûhun konağı; Fuzûlî Divanı’nda ise âşığın gönlü, aşk, sevgilinin yanağı, çöl, çeşme başı, şehir, su kabarcığı, dünya, bahçe, cennet, şeriat ile ilgili hususlarda teşbih ve tasavvurlara konu edilmiştir.

Bir mekân olarak menzilin aşk ile ilişkilendirilmesinin nedeni, her iki unsura ulaşma konusunda büyük bir istek ve çabanın gerekli olmasıdır. Fuzûlî, aşk duygusunu

bütün istek menzillerinin rehberi olarak görür. Bu durumun, aşkın etkileyip dönüştürme konusunda bütün duyguların merkezinde görülmesinden kaynaklandığı düşünülür:

Ser-menzil-i her murâda reh-berdir aşk Keyfiyyet-i her kemâle mazhardır aşk Gencîne-i kâ’inâta gevherdir aşk

Tahkîkde hem zât-i mutahherdir aşk (Fuzûlî, R.53)

Fuzûlî, âşığın gönül mülkünü; aşk gamı (Fuzûlî, G.153/1), sevgilinin dağınık saçları (Fuzûlî, G.136/1) ve gamzesine (yan bakış) benzeyen düşüncelerine menzil olarak görür. Âşığın sevgilinin yan bakışını hayâl ettiğinde, gönlünün ateşe atılan bir zalim gibi yandığını düşünür. Bir varlık tahayyül veya tasavvur edildiğinde gönül yangını hissediliyorsa, bu durum düçar kalınan zulmün büyüklüğünü gösterir:

N’ola gamzen fikri düşdüyse dil-i sûzânıma

Zâlimin ger olsa âteş menzili olmaz aceb (Fuzûlî, G.33/3)

Can; ruh, gönül anlamlarına gelir. Klasik şairler, âşıkların canını sevgilinin yolunda ölmeye hazır bir emir eri olarak tasavvur ederler. Bâkî, “Sevgilinin -bakış- okunun yeri, toprak ve âşığın bedeni değil, canıdır.” diyerek sevgilinin bakışına, toprak ve beden gibi geçici varlıkların yerine can veya ruh gibi ebedî varlıkları mekân olarak tasavvur eder. Böylece sevgilinin âşık üzerindeki etkisinin geçici değil, ebedî olduğunu düşünür:

Neden bu menzil-i hâkîde ârâm ihtiyâr itmek

Senün cândur yirün ey tîr-i dil-ber sen bedenden geç (Bâkî, G.30/3)

Âşıkların ulaşmak amacıyla büyük bir çaba sarf ettikleri yer olan sevgilinin mahallesi, Kâbe’ye benzetilir (Bâkî, G.477/5). Bir istek veya muradın gerçekleşmesinde çaba önemlidir. Ancak, zahidi emsal göstererek sevgilinin mahallesine çabayla ulaşılamayacağını ileri süren Bâkî, aşk ile özdeşleşen mekânlara varmada gönül ile gerçekleştirilen yolculukların daha isabetli olacağını düşünür:

Ser-menzile ‘uşşâk irişür cümleden evvel

Ol mertebeye sa‘y ile zühhâd yitişmez (Bâkî, G.201/2)

Âşıkların menzili, sevgilinin bulunduğu veya hayâl edildiği yere göre değişir. Âşık, vahşi ceylan kadar güzel gördüğü sevgiliden ayrı kaldığı için çölü (Fuzûlî, Trc.1- III/3), peri olarak hayâl ettiği sevgiliyi görme ümidiyle -perilerin çeşme başlarında yaşadığına dair bir inanışın yansıması olarak- çeşme başlarını (Fuzûlî, Mst.1/7), sevgili uğruna melâmete daha fazla uğrayıp Mecnûn ve Ferhat’tan üstün olduğunu göstermek

için de şehirleri menzil tutar. Âşıkların seçtikleri menzillerde gam ve sıkıntının en büyüğüne maruz kalındığı için bu mekânların âşığın tekâmülünü sağlayacak özelliklere sahip olduğu düşünülür:

Belâdır şehrlerde ben kimi rüsvâ-yı halk olmak

Ne hoş Ferhâd ü Mecnûn menzil etmiş kûh u sahrâyı (Fuzûlî, G.277/4)

Sevgilinin güzellik unsurlarından yanağı, gönüllerin menzili olarak görülür. Fuzûlî, “ben”in yanağı menzil olarak seçmesini, “ruhsar” (yanak) sözcüğünün Arap alfabesiyle yazılırken “خ” harfinin üstüne bırakılan noktaya bağlar (Tarlan, 2009:594). Yanakta bulunan ben, mecazî aşk bağlamında güzellik unsuru; hakikî aşk bağlamında ise kesret olarak telakki edilir. Sevgilinin yanağındaki “ben”, tasavvufî bağlamda kesretin vahdet içindeki tecellisi ve âşığın sağlamak istediği yakınlığın sembolü olarak görüldüğü için yüceltilir. Ben, hatt (tüyler) ile irtibatlı olarak ele alınırsa tasavvufta vahdetin kesrette gizlendiğine de delalet eder. Zira ben renk itibariyle kesret, tek bir nokta oluşu itibariyle de vahdeti temsil etmektedir. Şiirde geçen “ruhsar”, “hat” “hal” kelimelerinde خ harfinin yer alması da ayrıca dikkate değer:

Ruhsâre nokta olmak resm-i hat olmasaydı

Düşmezdi menzil etmek ruhsârın üzre hâle (Fuzûlî, G.247/2)

Sevgilinin güzellik unsurlarından bükülmüş saçları, ayın menzili, yakası ise güneşin doğuşu olarak tasavvur edilir. Kâinattaki güzellikleri en iyi biçimde yansıtan varlıklar, sevgilinin güzellik unsurlarıyla ilişkilendirilir. Bu bağlamda, göksel bir unsur olan ay, parlaklık ve güzelliğiyle sevgilinin saçlarına takılan bir süs aksesuarı olarak görülmüştür:

Menzil-i mâhdur ham-ı zülfi

Matla‘-ı mihrdür giribânı (Bâkî, G.488/2)

Beden binası, gözyaşları tarafından yıkıldığında âşığın su kabarcığını menzil olarak tutması gerektiği düşünülür. Gözyaşları, bedeni harap edip candan ayırdığı için çekilen büyük acının müsebbibi olarak görülür. Beyitte gözyaşlarının yıkıcı olma özelliği vurgulanmıştır. Su kabarcığı ve gözyaşı hem hammadde açısından hem de biçimsel açıdan birbirine benzer. Hammaddeleri aynı olan varlıkların birbirlerini dönüştürmeleri veya yok etmeleri imkânsız olduğu için Fuzûlî’nin su kabarcığını gözyaşından etkilenme konusunda, bedenden daha güvenli bir mekân olarak tasavvur ettiği düşünülür. Bu düşüncenin aksine su kabarcığı geçiciliği, çabucak yok oluşu sembolize ettiği için de mesken olarak tasavvur edilmiş olabilir:

Cân çıksa menzil etmeğe ev tut habâbdan

Ey göz yaşı ki kasd-ı binâ-yı ten eyledin (Fuzûlî, G.163/6)

Fuzûlî, bahçeyi bahar günlerindeki hâliyle eğlence için en uygun zemin olarak görür ve sığınılması gereken müstesna bir menzil olarak düşünür. Bahar mevsiminde bahçe, gerek görüntüsü gerekse havasıyla insanı ferahlatır, huzurlu kılar. Böyle bir mekânın ulaşılması gereken bir menzil olarak tasavvur edilmesinin temelinde, doğal güzelliklerin tezahür yeri olması ve insan hayatının olumlu yöndeki değişimini sembolize etmesi düşünceleri vardır:

Ayş için bir turfa menzildir bahâr eyyâmı bâğ

Anda tutsun gonceveş her kim ki ayş ister otağ (Fuzûlî, G.145/1)

İrem Bağı, âşığa menzil olarak verilse bile âşık, sevgilinin cennete benzeyen mahallesine sığınmak ister. Çünkü sevgilinin mahallesi, âşığın cennetidir. İrem Bağı, dünya cenneti olarak tasarlanıp inşa edilmiş ancak Ad kavminin helak edilmesiyle yerle bir olmuştur. Sevgilinin mahallesinin cennete benzetilmesi ve varılacak yer/menzil olarak tasavvur edilmesinin temelinde, âşığın varlığına inanılan bir mekânı (cenneti) eğreti bir mekândan (İrem Bağı) üstün görme düşüncesi vardır:

Menzilin bâg-ı İrem kılsalar itmez ârâm

Ehl-i dil cennet-i kûyûn gibi me’vâ gözedür (Bâkî, G.67/2)

Cennet, ahret inancı olan her insanın varmak istediği menzildir. Fuzûlî, Hz. Âdem/âşık, Mutlak Varlık’ın/sevgilinin dergâhına/eşiğine kabul edildiğinde, ona cennetin menzil, şarabın Kevser, hurilerin ise dost olduğunu söyler. Böylece dergâh-ı İlahî’yi, âşığın kaderini dönüştürme konusunda, otorite olarak tasavvur eder. Bu yaklaşımıyla ayrıca Hz. Âdem’in cennetten çıkarılması olayına telmih yapan Fuzûlî, cennet veya cehennemin menzil olarak tahsis edilmesinin Allah’ın takdirine bağlı olduğunu düşünür:

Âdem idim kurb-ı dergâhından bulmuşdum kabûl

Menzilim cennet meyim Kevser enîsim hûr idi (Fuzûlî, G.281/5)

Dünya, geçicilik düşüncesi bağlamında menzil ile ilişkilendirilir. Bâkî, “Karun kadar zengin olsan bile asıl menzilin toprağın altıdır.” (Bâkî, G.275/3) diyerek geçici mekânlarda sürdürülen hükmün anlamsızlığına işaret eder. Ayrıca dünyaya dair düşünce ve beklentilerin gönülden silinmesi gerektiğini, zira geçici menzillerin gönülden bağlanılacak kadar değerli olmadığını düşünür. Bu yaklaşımıyla, mutasavvıf şairleri

anımsatan Bâkî, geçici varlıklar yerine ebedî olana rağbet etmenin daha isabetli olacağını düşünür:

Bâkî gider endîşe-i dünyâyı gönülden

Degmez bu kadar ragbete bu menzil-i fânî (Bâkî, G.545/5)

Dünya, insanın ruhlar âleminden başlayıp cennet veya cehennemde sonlanacak olan yolcuğunun geçici menzillerinden biridir. Bir menzil olarak dünya yokluk çölü, insan ise tuzağa düşmüş bir av olarak düşünülür. Dünya, hakikî varlık olarak kabul edilme konusunda ahirete göre yok hükmünde olduğu için, yokluk çölüne benzetilir. Çöl, mahrumiyet ve sıkıntının yaşandığı yerdir. Her iki mekânın düşürülmüş tuzaklar olarak tasavvur edilmesinin temelinde, âşıkların bu mekânlara kendi istek ve iradeleriyle varma noktasında tercihte bulunamama düşüncesi vardır:

Dâme düşmüş bir şikârem ki adem sahrâsına

Menzilimden her taraf açmış ecel bin pencere (Fuzûlî, G.255/2)

Hz. Yakup, Hz. Yusuf’a kavuşma arzusu içinde olduğu için “Ya‘kûb-ı emel” teşbihinin yapıldığı düşünülür. Bu bağlamda Bâkî, emel Yakup’unun gözleri açıldığında Beytü’l-ahzân’ın sarhoşlar menziline dönüşme zamanının geldiğini düşünür. Hz. Yusuf’un yaşadığına dair haberin gelmesiyle Hz. Yakup’un, kulübesinde yaşanan duygu değişimine işaret eder. İnsan, cezbeye geldiğinde veya duyguları coşkulu bir biçimde yaşadığında sarhoşlar gibi hareket eder. Hüzünler kulübesini sarhoş muhitine benzeten Bâkî, Hz. Yakup’u “emel” kavramıyla tavsif ederek gerçekleşmesini murad ettiği emel ve arzularına göndermede bulunduğu düşünülür:

Rûşen oldı açılup dîde-i Ya‘kûb-ı emel

Demidür menzil-i ‘işret ola Beytü’l-ahzân (Bâkî, K.2/3)

Varılmak istenen yer ve gerçekleştirilmek istenen arzu anlamlarına gelen “menzil-i maksûd”, Fuzûlî Divanı’nda on defa kullanılmıştır. Her insanın zor da olsa gerçekleştirmek istediği bazı amaç ve istekleri vardır. Fuzûlî, insanın güzel tavırlar (amel) sergilemek (Fuzûlî, G.286/11) ve Hz. Muhammed’in şeriatını benimsemekle muradına ereceğini düşünür. Bu durumda “menzil-i maksûd” ile kastedilen Allah’ın rızasıdır. Fuzûlî’ye göre Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, Hz. Muhammed’i rehber olarak kabul edip sünnetini uygulamaktır:

Fuzûlî deme yetmek menzil-i maksûda müşkildir

Klasik şiirde memdûh yüceltildiği için memdûhun içinde bulunduğu veya varmak istediği menzil de yüceltilir. Memdûhun menzilini nur saçan güneşten üstün gören şair, (Bâkî, Th.5-I/1-2-3) cihan şahının, Zühal Yıldızı’nın köşkünü memdûha menzil olarak tahsis ettiğini söyler. Memdûhun menzilinin kozmik mekânlarla aynı değerde veya onlardan üstün görülmesi, yeryüzünün halifesi olarak düşünülen varlığın (memdûh) kozmik âleme de hükmeden bir güç mesabesinde görülmesi nedeniyledir:

Anlar itdi hâkden eflâke gerçi ser-fırâz

Menzilin şâh-ı cihân eyvân-ı Keyvân eyledi (Bâkî, K.7/25)

Memdûhun şehir binası, hayır ehline (Fuzûlî, K.19/5), temiz toprağı ise fazilet sahiplerine menzil olarak düşünülür (Fuzûlî, K.19/7). Bu durum, otoritenin yüceliğiyle birlikte hükmettiği mekânların yüceliğini de gösterir. Fuzûlî’nin Evliya Burcu olarak tavsif ettiği ve menzil olarak gördüğü şehir, Bağdat’tır. Bağdat’ta birçok ilmin verildiğini ve dolayısıyla Bağdat’ın âlimlerin menzili hâline geldiğini düşünür. Bu yaklaşımıyla kendisini emsal göstererek ilim ve irfan yuvasına dönüşen mekânlara olan rağbetin fazlalığını anlatmaya çalışır:

Revâdır Evliyâ Burcu demek ol buk‘a-i pâke

Ki her allâmeye menzilgeh ü her ilme mazhardır (Fuzûlî, K.19/6)