• Sonuç bulunamadı

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.1. Ev (Beyt, Hâne, Hân-mân, Âşiyân, Yuva, Külbe)

2.1.1.6. Köşe (Gûşe/Kûşe, Künc, Bucak)

Köşe, “biribirini kesen iki çizginin, iki düzlemin oluşturduğu açı, zaviye; bir

duvarın birleştiği girintili ve çıkıntılı yer” (Akalın vd., 2011:1505) anlamlarına gelirken

künc sözcüğü “köşe” (Kanar, 2003:774), bucak sözcüğü ise “kenar, köşe, yer” (Akalın vd., 2011:402) anlamlarına gelir.

Çerçeve açısından dar bir mekân olan köşe, edebî eserlerde genellikle algısal açıdan da kapalı mekân olarak görülür. “Köşe veya bucak, kapalı ve sıkıntı verici

mekânlardır; bu mekânların gamla, kederle birlikte anılması boşuna değildir. Yalnızlık duygusu ve sıkıntılı ruh hâli içindeki insanın kaçacağı mekân, doğal olarak köşe, bucak gibi izbe, loş, kasvetli yerlerdir. Bu, bir nevi oraya kaçan insanın iç dünyasının yansıması gibidir. Bu hâletteki insanların, sıkıntılarının çözüm yeri olmamasına rağmen buraları tercih etmeleri, dış dünyadan daha çok kaçma isteği duymalarındandır.”

(Yıldırım, 2012:2708). Köşeleri sığınak olarak telakki etmek, sıkıntı ve sorunların tamamıyla aşılmasına katkı sağlamasa bile, mekânın tenhalığında yaşanan murakâbe nedeniyle bir nebze de olsa rahatlama elde edilir.

Kişilerin psikolojik hâllerinin mekâna yansıtılması konusunda köşe ve bucağın önemli bir mekân veya mekânsal unsur olduğu düşünülür. Klasik şiirde köşe sözcüğü,

birçok teşbih ve tasavvur ile ilişkilendirilerek kullanılır. Bu tasavvurların başında aşk ve bazı tasavvufî hâlleri karşılayan kavramlar gelir. Bâkî Divanı’nda gül bahçesi, külhân, virane, meyhane, medrese, mihrap gibi mekânların köşeleri muhtelif imgelere konu edilir, ayrıca köşe sözcüğü; zulmet, belâ, fakr, uzlet, vuslat, gam, şairlik yeteneği ve memdûh övgüsü gibi kavram ve konularla ilişkilendirilerek tasvir edilir. Fuzûlî Divanı’nda ise külhân, meyhane, mihrap, âşığın evi gibi mekânların köşeleri muhtelif imgelere konu edilir ve köşe sözcüğü, mihnet, uzlet ve memdûh övgüsüyle ilgili kavram ve konularla ilişkilendirilerek anlatılır.

İnsanın madde âlemindeki sığınağı olarak bilinen ev ve evin cüzü olan köşeleri, öneminden dolayı bazı tasavvurlara kapı aralar. Âşığın ah şimşeğinin etkisiyle evinin her köşesinde yarıkların açıldığını düşünen Fuzûlî, çekilen acının büyüklüğünü anlatmaya çalışmıştır. Evin köşeleri, aynı zamanda bu acının şahitleri veya acıyı yaşayan gönül/beden olarak tasavvur edilmiştir:

Berk-i âhımdan evim her gûşe bulmuş rahneler

Gel gör ey gül kim giriftâr-ı kafesdir andelîb (Fuzûlî, G.35/5)

Türk kültüründe odanın başköşesi, ihtiram gereği büyüklere tahsis edilir. Sevgilinin yüzünü gül bahçesine benzeten Bâkî, “Bana sevgilinin kaşını, bülbüle ise gül bahçesinin köşesini mekân olarak tahsis edin.” diyerek kendisini bülbüle, sevgilinin kaşını ise gül bahçenin köşesine benzetir. Sevgilinin güzellik unsurlarından kaşı, yakınlaşmanın sembolü olarak görüldüğü için Bâkî’nin/âşığın bu mekâna yerleşmek istediği ve bu vesileyle kendisini yücelttiği düşünülür:

Bana ebrû-yı rûy-ı cânânî

Bülbüle gûşe-i gülistânî (Bâkî, G.488/1)

Harabe, külhan gibi yerler, âşıkların barınma ve sığınma mekânı olarak görüldükleri için fakr hâlini en iyi yansıtan yerlerdir. Fuzûlî, külhan köşesinde rahat ettiği için saltanat döşeğinin/tahtının yanmasını ister. Külhan, hamamdaki suyun ısıtıldığı yerdir. Sıcak olduğu için yoksul ve sahipsiz insanların sığınağı olarak düşünülür ve yüceltilir. Saltanat döşeği; zenginliğin, maddî ferahlığın sembolü iken külhan; fakirliğin ve mahrumiyetin sembolüdür. Külhanın saltanat minderinden yüce görülmesinin nedeni, âşıkların bu mekânda sevgiliyi daha iyi zikredip huzuru elde etmesidir:

Ey Fuzûlî odlara yansın bisât-ı saltanat

Külhan, aşk padişahının tahtı olarak telakki edilir. Taht, maddî rahatlığın sembolüdür. Aşkta esas olan maddî rahatlık ve vuslat değil, sevgilinin düşünülmesi ve intizarla beklenilmesidir. Külhan, köz ve ateşle dolu olduğu için gönlün aşk ateşiyle yanma hâlini çağrıştırır. Bâkî, bu yaklaşımıyla aşk sultanlığının tahtla değil, külhan köşesinde beklemekle elde edileceğini düşünür:

Pâdişâh-ı ‘aşka besdür gûşe-i külhan serîr

Bister-i sincâb ise maksûd hâkister yiter (Bâkî, G.49/4)

Şarap küpleri, meyhane köşelerine istiflenir. Fuzûlî, -insanın- şarap küpü gibi meyhane köşesinde bekletildiği takdirde, hakikat sırlarını keşfedeceğini düşünür. Böylece şarap küplerini, meyhane müdavimleri veya çalışanlarına benzetir. Köşeyi tenhalığı nedeniyle insanın rahat bir biçimde tefekkür ameliyesini gerçekleştirebildiği ve Allah’ın tecellilerine mazhar olabildiği yer olarak tasavvur eder. Tasavvufî anlayışa göre meyhane, tekkeyi; şarap, İlahî aşkı; şarap küpü ise İlahî aşkın tahassüs yeri olan gönlü karşılar. Beyitte şarap küpü, kemâle erme sürecini tamamlamaya çalışan sâlik olarak görülmüştür:

Ey Fuzûlî özüni gûşe-nişîn et hum-ı mey tek

Ola tâ kim olasın kâşif-i esrâr-ı hakâyık (Fuzûlî, G.151/7)

Fuzûlî, ayrıca gam tuzağının esiri olan âşığın zahidin aykırı nasihatleri yerine meyhane köşesini mekân tutması gerektiğini savunur. Bu düşüncesiyle meyhane köşesini, zahitle özdeşleşen medrese ve mescit gibi mekânlardan üstün görür:

Ey esîr-i dâm-ı gam bir gûşe-i mey-hâne tut

Tutma zühhâdın muhâlif pendini peymâne tut (Fuzûlî, G.43/1)

Meyhane köşesi, kıymetini ağırladığı veya barındırdığı unsurlardan alır. Bu bağlamda Bâkî, meyhane köşesinde lale yanaklı sâkî ve gül renkli şarap bulunduğu takdirde, söz konusu mekânın huzur ve mutluluğu sağlama hususunda gül bahçesinin köşesiyle aynı mesabede görüleceğini düşünür:

Künc-i mey-hâne ile gûşe-i gülşen birdür

Sâkî-i lâle-‘izâr u mey-i gülfâm olsa (Bâkî, G.435/4)

İlim yuvası olarak bilinen medrese köşeleri, öğrencilerin; meyhane köşeleri ise rint meşrepli âşıkların sığınağı olarak tasavvur edilir. Bâkî, ilim öğrenmek için medrese köşelerinde uzun yıllar yatıp sıkıntı çektiğini düşünür. Böylece medrese köşelerinde ilim öğrenme ve tekâmülü sağlamanın zorluğuna işaret eder:

Bu tarîkun nice yıl künc-i medârisde yatup

Elemin çekmiş iken her birümüz nice zamân (Bâkî, K.2/43)

Camiye ait bir unsur olan mihrap, Müslümanların namaz kılmak için döndükleri yerdir. Klasik şiirde sevgilinin kaşlarının benzetileni olarak görülür. Ayrıca sevgilinin kaşlarıyla değer bakımından karşılaştırılır. Bu bağlamda Fuzûlî, yanlış düşüncelere sahip olan zahidin, sevgilinin kaşının kıvrımını gördükten sonra, mihrap köşesine secde etmekten vazgeçtiğini söyleyerek sevgilinin kaşının kıvrımını, manevî değer ve teveccüh edilme konularında mihrap köşesinden üstün görür. Kaşlar, tasavvufta kabe kavseyn makamı olarak düşünülür. Buna göre sevgilinin kaşının köşesi manevî yakınlığın, mihrap köşesi ise maddî yakınlığın vesilesi olarak görülür:

Ham-ı ebrû-yı müşgînin görürse zâhid-i kec-bîn

Dahi kâmet sücûd-ı gûşe-i mihrâba ham kılmaz (Fuzûlî, G.111/2)

Aynı tasavvuru Bâkî de işlemiştir. Bâkî, sevgilinin kaşlarına secde edenlerin ibadet mihrabının köşesine secde etmediğini düşünür. Böylece, güzellik unsuru olan sevgilinin kaşlarını, Cemalullah’ın tecelli yeri olarak bilinen mekâna (sevgilinin yüzü) yakınlığı sağlaması nedeniyle över:

Baş egmez oldı gûşe-i mihrâb-ı tâ‘ate

Ebrûlarına secde kılan dil-rübâlarun (Bâkî, G.262/3)

Virane köşeleri, tenha olduğu için bu mekânlara hazineler gömülür. Bu bağlamda Bâkî, aşk sırrını gönlünde saklayan âşığın, aslında virane köşelerinde çokça hazine sakladığını düşünür. Böylece aşk sırrını hazineye, gönlünü ise hazinelerin gömüldüğü virane köşesine benzetir. Virane köşesi (gönül), çerçeve açısından tenha, dar ve kapalı olsa bile taşıdığı cevher (aşk) nedeniyle algısal açıdan açık mekân olarak görülmüştür:

Dilde şol ‘âşık ki sırr-ı ‘aşkun itmişdür nihân

Gûşe-i vîrânede genc-i firâvân gizlemiş (Bâkî, G.214/2)

Meyhane ve tekke ehlinin attığı naraların temelinde, vuslat köşesine sığınma yani vuslatı gerçekleştirme düşüncesi vardır. Vuslat sağlandığı takdirde, toplumda görülen bağrışma ve çağrışmaların biteceği, arzu edilen sükûnet ve huzurun sağlanacağı düşünülür:

Hây u hûy-ı hânkâh u na‘re-i mestâneden

Ayrıca Bâkî, sevgilinin kaşlarının köşesini hayâl eden kişinin gül bahçesinin köşesini göreceğini dile getirir. Sevgilinin yüzünü, doğal güzelliklerin temerküz yeri olan gül bahçesine; kaşlarının köşesini ise yüceliği ve güzelliği nedeniyle gül bahçesinin en güzel yeri olan köşesine benzetir:

Künc-i ebrûsın hayâl it gûşe-i gülzârı gör

Halka-i zülfin kıyâs it tabla-i ‘attârı gör (Bâkî, G.71/1)

Âşığın gam köşesinde ağlamayı hakkettiğini düşünen (Bâkî, G.282/5) Bâkî, köşeyi, cezalandırma mekânı olarak tasavvur eder. Ayrıca gönlün; zincire vurulmuş erkek aslan gibi gam köşesinde sevgilinin saçlarının belâlı bağıyla bağlandığını düşünür. Bu yaklaşım köşenin; sınırlandırılan, engellenen âşığın dertleriyle, gamıyla özdeşleşmiş bir mekân olarak tasavvur edildiğini gösterir:

Bend-i belâ-yı zülfün ile künc-i gamda dil

Zencîrlerle baglu yatur şîr-i ner gibi (Bâkî, G.503/2)

Köşe anlamına gelen “kûçe” sözcüğü, Fuzûlî Divanı’nda bir kez kullanılmış ve mihnet sözcüğüyle ilişkilendirilmiştir. Fuzûlî, aşk delisinin şifâhâneye, mihnet köşesine bağımlı olan kişinin ise gül bahçesine çıktığını düşünür. Böylece, gül bahçesiyle şifâhâneyi aşk delilerinin tedavi yeri olarak görür. Mihnetin köşeyle ilişkilendirilmesinin nedeni, âşıkların ayrılık derdinden toplumdan uzaklaşarak harabe, köşe gibi tenha mekânlarda acılarıyla başbaşa kalmalarıdır:

Yine dîvâne aşk eyledi dârü’ş-şifâ meyli

Yine gülzâre çıkdı kûşe-i mihnet giriftârı (Fuzûlî, K.18/3)

Çerçeve açısından dar bir mekân olan köşe, sevgili ve toplum tarafından ötekileştirilen âşığın sığınağı olarak tasavvur edilir. Bâkî, gam gecesinde âşığın meskeninin karanlık bir köşe olduğunu, ahının kıvılcımıyla doğunun mumunu (güneş) yaktığını düşünür. Vuslat konusunda âşıkların herhangi bir umudu olmadığı için duygu ve düşünce dünyaları, koyu/karanlık renklerle tavsif edilir. Âşığa, gecenin gam, ahın kıvılcım, köşenin karanlık ve sığınak olarak görülmesinin temelinde bu bakış açısının olduğu düşünülür:

Şâm-ı gamda meskenüm bir künc-i zulmetdür velî

Şû‘le-i âhum yakar her subh şem‘-i hâveri (Bâkî, G.515/3)

Âşıkların başından belâ eksilmediği için sığındıkları köşeler belâyla özdeşleştirilir. “Dertli gönlüm gibi bir sırdaşım olsaydı çektiğim sıkıntıları belâ köşesinde onunla paylaşırdım.” diyen Bâkî, köşeyi dert ve sırların konuşulduğu yer

olarak tasavvur eder. Böylece köşelerin tenhalığına ve zor günlerde sığınak işlevi görmesine göndermede bulunur:

Dil-i dermânde-i Bâkî gibi hem-râzum olsaydı

Belâ küncinde bir bir çekdügüm derdüm ana dirdüm (Bâkî, G.344/6)

Âşıkların/dervişlerin en önemli meziyetlerinden biri, “Fakirlik övüncümdür ve onunla övünürüm.” (Aliyyü’l-Kârî, 1994:128) hadisini şiar edinmeleri ve hadisin gereği olarak dünyevî nimetlere gönülden meyletmemeleridir. Bâkî, fakr köşesine yerleşen kişinin kanaatkârlığı talim etmesi nedeniyle aydınlatma aracı olarak güneşi, yerleşme/korunma mekânı olarak da köşk kubbelerini istemediğini söyler. Böylece fakirlikle yetinmenin insan ruhunu ve nefsini huzura kavuşturduğunu; gönül huzuru elde edildiği takdirde köşe gibi dar, karanlık ve tenha mekânların bile huzur ile yaşanabilecek yerlere dönüşeceğini savunur:

Fakr küncin ihtiyâr itdi şu kim kâni‘ olur

Şem‘ası şems olsa bakmaz tâk-ı eyvân istemez (Bâkî, G.206/2)

Uzlet, toplumla alakayı kesip tenha mekânlara çekilmek, sevgiliyi/Mutlak Varlık’ı tefekkür ederek yaşamaktır. Âşıklar, akla mugayir davranışları nedeniyle toplum tarafından dışlanırlar. Düçar kaldıkları ötekileşme nedeniyle hayâl âleminde de olsa zamanlarını sevgiliyle geçirmek için köşelere sığınırlar. Bâkî, uzlet köşesinde sevgilinin la‘l dudakları hayâl edildiğinde, hem mücevherin kaynağı hem de kaynağın mücevheri olduğunu söyleyerek uzlet köşesini, sevgiliyle hayâl âleminde de olsa vuslatın gerçekleştiği mekân olarak tasavvur eder. Böylece uzlet köşesinde gerçekleşen bu ameliye (sevgiliyi düşünmek) sayesinde, âşığın maddî/manevî mertebesinin yükseldiği düşünülür. Uzlete çekilmenin temelinde, arınma çabası vardır. Arınma, tenha mekânlarda masivadan yüz çevrilerek gerçekleştiği için âşığın gönlü mücevhere, uzlet köşesi ise mücevherlerin saklandığı yere (harabe) benzetilir. Nitekim “Gevher,

mücevherdir ki harabelerde bulunur. Harabeler ise uzlettedir. Kişinin değerli bir cevher olabilmesi için özünü mahvetmesi nefsini köreltmesi gerekir. Nefis terbiyesi neticesinde o öz cevhere dönüşür.” (Pekyürek, 2007:130):

Leb-i la‘lin hayâl it gûşe-i ‘uzletde pinhân ol

Dilâ hem kân-ı gevher kıl özün hem gevher-i kân ol (Bâkî, K.11/1)

Fuzûlî kendisini uzlet köşesinde, fakr içinde yaşayan kimsesiz bir varlık olarak tasavvur eder. Böylece uzlet köşesini, manevî anlamda paye elde etme yerinden ziyade, maddî sıkıntılardan kaynaklanan sahipsizliğin tanığı olarak görür:

Kalıpdır gûşe-i uzletde sormaz hîç kim hâlin

Ne ola bir fakîrin hâli kim olmaya bir yârı (Fuzûlî, K.18/40)

Bâkî, 16. yüzyıl şairlerinden Edirneli Emrî’nin (Saraç, 1997:316) benzersiz/mükemmel divanının artık eskidiğini ve köşede kaldığını ileri sürerek kendi şiirlerini yüceltir ve Emrî’nin şiirlerinin zamanın acımasızlığı karşısında kaybolan değerine işaret eder. “Köşede kalmak” veya “köşeye atılmak”, bir şeyin kıymetini yitirmesi, yeni ve özgün olanın karşısında değersizleşmesi demektir. Buna göre Bâkî’nin Divanı’nın tamamlanmasıyla Emrî’nin Divan’ının eskidiği düşünülür:

Kaldı bucakda eskidi dîvânun Emriyâ

Söz yok egerçi bî-bedel ü bî-nazîrdür (Bâkî, Kt.15/1)

Memdûh övgüsünün yapıldığı şiirlerde kâinat, hükmedilen yer olarak düşünülür. Güneşin, Hz. Süleyman’ın mührü gibi ufukta belirince ışığıyla her köşeyi aydınlattığını söyleyen Bâkî, güneş ile Hz. Süleyman’ın mührü arasında benzerlik ilişkisi oluşturur. Mühür, hükümranlığın sembolüdür. Güneş, kâinatın her köşesini aydınlattığı için bu imgeyle memdûhun Hz. Süleyman gibi kâinata hükmettiği düşünülür. Aynı zamanda güneş yuvarlak oluşu itibariyle de mühürle ilişkilendirilebilir:

Etrâfa saldı şa’şa’asın gûşe gûşe mihr

Oldı ufukda mühr-i Süleymân gibi ‘ayân (Bâkî, K.1/10)

Fuzûlî, yakılan binlerce adalet kandiliyle -memleketin- her köşesinin aydınlandığını düşünür. Aydınlatma aracı olan kandilin adaletle ilişkilendirilmesinin temelinde, sergilenen adil yönetim sayesinde memlekette haksız uygulamaların sona ermesi ve herhangi bir olayın karanlıkta kalmaması düşüncesi vardır. Beyitte geçen “bin” sayısı, nicelikten ziyade çokluğa delalet etmektedir. “Her köşe” terkibiyle de memleketin tamamı kastedilmiştir:

Rûşen etdi adlden her gûşesinde bin çerâğ

Câri etdi feyzden her mülküne bin cûybâr (Fuzûlî, K.11/26)