• Sonuç bulunamadı

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.7. Çadır (Otağ, Çetr, Hayme, Hargâh)

Hayme, çadır anlamına gelirken (Kanar, 2003:503) çetr; çadır, gölgelik ve şemsiye (Kanar, 2003:232) anlamlarına gelir. Hayme ve çetr olarak bilinen çadırlar daha çok halkın barınağı iken; büyük çadır anlamına gelen hargâh (Kanar, 2003:479) ve büyük, aynı zamanda süslü çadır anlamına gelen otağ (Akalın vd., 2011:1821), hükümdar ve diğer devlet büyüklerinin barındığı çadır anlamına gelir. Çadır, klasik şiirde, barınma ve korunmanın sağlandığı inşâî mekân olmanın yanı sıra, askerî ve idarî işlerin görüldüğü yer olarak da bilinir. Orta Asya’da göçebe olarak yaşayan Türklerin tarihî ve kültürel hayatının önemli mekânlarından biri çadırdır. Osmanlılar döneminde farklı amaçlar için de kullanılan çadır; türbe ve kümbet mimarisinin gelişmesinde de ana kaynak olarak değerlendirilmiştir (Vardar, 2002; 94).

Klasik şiirde gerek biçimsel gerekse işlevsel açıdan birçok tasavvura konu edilen çadır, Bâkî Divanı’nda hava kabarcığı, ağaç, âşığın gözü, gökyüzü, devlet ve memdûh övgüsüyle ilgili hususlarda teşbih ve tasavvurlara konu edilirken; Fuzûlî Divanı’nda hava kabarcığı, çiçek ve gonca gibi hususlarda teşbih ve tasavvurlara konu edilir.

Osmanlılar döneminde açık mekânlarda panayır veya eğlenceler düzenlendiğinde, devlet büyükleri için çadırlar kurulur ve bu çadırlarda eğlence meclisleri tertip edilirdi. Bâkî, eğlence meclisinde kadehin üzerinde oluşan hava kabarcıklarını çadıra benzeterek hava kabarcığıyla eğlence için kurulan çadırlar arasında benzerlik ilişkisi oluşturur. Fuzûlî ise sevgilinin/memdûhun aşkı uğruna âşığın döktüğü gözyaşlarından oluşan hava kabarcıklarını, sefer hâlinde olan askerlerin kurdukları çadırlara benzetir. Hava kabarcığının çadır olarak tasavvur edilmesinin temelinde, her iki unsurun içinde havanın bulunması, hava kabarcıklarının kısa bir sürede yok olmasıyla çadırların kısa bir sürede kurulup kaldırılması düşüncesi vardır. Bu teşbih ilişkisi, hava kabarcığıyla çadır arasında biçimsel benzerliğin de nazara alındığını gösterir:

Haymeler kurdugı dem kanı habâbun ayşa

Râh-ı aşkında sirişküm gösterir her dem habâb

Azm-ı râh etdikde leşker resmdir nasb-ı hıyâm (Fuzûlî, K.14/3)

Hükümdar, devleti başarılı bir biçimde idare ettiği için takdire şayan görülür. Fuzûlî’ye göre hükümdar sayesinde, bahar mevsiminde bahçeler, yeşillik ve canlılıklarıyla müreffeh bir mekâna dönüşüp eğlence meclisi konumuna erşir. Fuzûlî, yaşanan dönüşümden duyduğu memnuniyeti anlatırken, bahçe unsurlarından çiçeği, çadır; goncayı, hükümdar çadırı olarak tasavvur eder. Klasik şiirde gonca mahrûtî (koni) çadırın benzetileni olarak görülür (Tarlan, 2009:360). Otağ ile gonca arasında kurulan teşbihin nedeni, biçimsel benzerlik ve değer noktasında goncaya yüklenen anlamdır:

Dikip şikûfe vü gonca çemende çetr ü otağ

Makâm-ı bezm-i sürûr oldu arsa-i bûstân (Fuzûlî, K.29/3)

Özellikle bahar aylarında, çiçek ve ağaçların açılmasıyla oluşan estetik görünüm, şairin hayâl âleminde bir ordugâh manzarası oluşturur. Bâkî, sanavber, -hükümdar gibi- çiçek ordugâhına tuğunu dikince, ağaçların çadırlarını çimenliğe kurduğunu ifade eder. Ağaç ile çadır arasında kurulan ilgi, hem biçimsel benzerlik hem de Osmanlılar döneminde özellikle askerî seferler için kurulan ordugâhlarda, hükümdar çadırıyla asker çadırının aldığı görünümün ağaçlık ile benzerlik noktasında ilişkilendirilmesinden kaynaklandığı düşünülür:

Dikdi leşkergeh-i ezhâra sanavber tûgın

Haymeler kurdı yine sahn-ı çemende eşcâr (Bâkî, K.18/7)

Âşıklar, sevgiliyi şah olarak hayâl ederler. Böylece kirpiklerin ip olarak düşünüldüğü göz çadırını sevgiliye layık bir mekân olarak tasavvur ederler. Çadır ile göz arasında kurulan benzerlik ilişkisinin temelinde, gözün kirpiklerle birlikte kurulu bir çadırı anımsatması ve maiyetindeki varlığı muhafaza edip dirliğini sağlaması düşüncesi vardır. Klasik şiirin aşk telakkisinde, sevgiliyle maddî anlamda vuslat veya yakınlık söz konusu olmadığı için sevgili, hayâlî olarak âşığın gözünde ağırlanır. Göz, değerli bir uzuv olduğu kadar, değerli varlıkların muhafazasıyla ilgili tasavvurlara da konu edilir. “Gözden sakındırmak” veya “gözü gibi bakmak” deyimlerinin de bu hususla alakalı olduğu düşünülür:

Haymedür gözlerüm tınâb müjem

N’ola ger konsa ana şâh-ı hayâl (Bâkî, G.314/4)

Çadır ile gökyüzü arasında benzerlik ilişkisi oluşturulur. Gerek çerçeve gerekse atfedilen yücelik nedeniyle “gökkubbe kurulu bir çadır olarak” (Özarslan, 2010:25)

hayâl edilir. Âşığın çektiği sıkıntıların gökyüzüne yansıtılması, klasik şiirin yaygın imgelerinden biridir. Gam gecesinde âşığın gönlünde aşk şevki oluştuğunda, lacivert çadırın âşığın ahıyla dolduğuna dair düşünce bu bağlamda değerlendirilebilir. Lacivert, göğün rengi olduğu için “lacivert çadır” terkibiyle gökyüzü kastedilmiştir. Çadır ile gökyüzü arasında ayrıca biçimsel açıdan da benzerlik vardır. Çadırın ah ışığıyla aydınlanması, şimşeklerin çaktığı gök manzarasını anımsatır ve aşk acısının büyüklüğünü gösterir:

Şâm-ı gamda hâsıl olsa gönlüme nâ-gâh şevk

Şu‘le-i âhumla tolar nîl-gûn hargâh şevk (Bâkî, G.237/1)

Bâkî, memdûhu överken çadır unsurunu muhtelif tasavvurlarla ilişkilendirerek kullanır. Sırma ve işlemeli büyük bir çadırın dünyaya gölgesini salmasıyla (Bâkî, G.530/10) memdûhun gerçekleştirmek istediği cihan hâkimiyeti arasında benzerlik ilişkisi oluşturur. Böylece devletin payidarlığını, direklerle ayakta tutulan çadır imgesiyle açıklar. Ayrıca devlet çadırının diriliği ve payidarlığı için dua talebinde bulunur:

El aç du‘â-yı kıyâm-ı hıyâm-ı devletine

Yiter uzandı bu denlü tınâb-ı kâl u mekâl (Bâkî, K.20/45)

Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazılan mersiyenin, “Sultân

Süleymân’ın nâmını haşre dek yaşatan âb-ı hayat” (Beyatlı, 2015:53), mâtemini

sonsuza kadar hissetirecek (Beyatlı, 2015:154) olan manzume olduğu düşünülür. Bu manzume, Sultan’ı birçok yönüyle yüceltir. Aynı yücelik, gökyüzü kadar büyük ve geniş bir mekân olarak tasavvur edilen (Bâkî, Ms.1-V/1) Sultan’ın çadırına da atfedilir. Böylece Sultan’ın büyüklüğü, mekâna yansıtılarak kişi-mekân özdeşliği sağlanır. Bâkî ayrıca padişah çadırının Firdevs cennetinin bahçesine konduğunu söyleyerek hem Zigetvar Seferi sırasında vefat eden Sultan’ın naaşının bir süreliğine içerisinde tutulduğu çadıra telmihte bulunur hem de Sultan’dan aldığı değer nedeniyle çadırı cennet bahçesine layık bir mekân olarak düşünür:

Kondı sahn-ı çemene ravza-i firdevs içre

Sâyebânlar kurılup çetr-i hümâyûnlar ile (Bâkî, Ms.2-IV/6)