• Sonuç bulunamadı

II. GENEL OLARAK MEKÂN

II.4. Edebî Metinlerde Mekân

II.4.3. Coşku ve Heyecana Dayalı Metinlerde (Şiir) Mekân

II.4.3.1. Klasik Şiirde Mekân Tasavvuru

2.1. Barınma Mekânları

2.1.8. Bina (Bünyâd, Bünye)

Bina, “yapı, ev; yapma, kurma” (Devellioğlu, 1996:107) anlamlarına gelirken binayla aynı anlamda kullanılan bünyâd, “yapı” anlamının dışında “asıl, esas, temel”

(Devellioğlu, 1996:117) bünye ise “yapı, yapılış, kuruluş” (Devellioğlu, 1996:118) anlamlarına gelir.

Yapısı itibariyle klasik şiirde birçok teşbih ve tasavvura konu olabilen bina, Bâkî Divanı’nda aşk, sabır, züht, baht, felek, dünya, ömür; Fuzûlî Divanı’nda ise aşk, gönül, beden, hava kabarcığı, akıl, şeriat, dünya gibi hususlarda teşbih ve tasavvurlara konu edilir. Ayrıca memdûh övgüsü bağlamında övülenin binası hem yüceltilir hem de sığınak olarak görülür.

Aşk, gönlü büyük sıkıntılarla karşı karşıya bıraktığı için âşık olmak ile zor bir işe başlamak aynı mesabede görülür. “Bünyâd etmek” bir yapıyı temelinden inşa etmek demektir. Bu ifade, aşk ile ilişkilendirildiği için âşık olma işinin bir yapıyı inşa etme şeklinde tasavvur edildiği düşünülür. Aşkın zorluğu, âşığın alınyazısı karşısındaki edilgenlik hâlinden kaynaklanırken bir yapıyı inşa etmenin zorluğu, yapının inşası sürecinde yaşanan zorluklardan kaynaklanır:

İşitmedin mi gönül aşk müşkil olduğunu

Sana bu müşkil işi kim dedi ki bünyâd et (Fuzûlî, G.41/4)

Bâkî’ye göre aşk binasının temeli, kudret mimarı (Allah) tarafından yapıldığı için bu binanın tufandan etkilenmesi düşünülemez. Tufan, yeryüzünde görülebilecek en büyük doğal felakettir. Bu felaketin/olayın aşk binasını etkilememesinin nedeni, aşkın elest meclisinde insan bünyesine (süveyda) kodlanmasıdır. Aşk ile bina arasında oluşturulan benzerlik ilişkisinin nedeni, her ikisinin temelinin sağlam olması ve olaylardan, felaketlerden etkilenmemesidir:

Binâ-yı ‘aşka tûfân-ı havâdis kâr-ger olmaz

Esâsın gûyiyâ bennâ-yı Kudret kâr-gîr itdi (Bâkî, G.523/3)

Gönül, bina olarak tasavvur edilir. Fuzûlî’ye göre gönül binasının yıkılma nedeni, heva ve heves peşine düşmektir. Gönül, İlahî aşkın tecelli yeri olduğu için kesretten arınmalıdır. Bekanın sağlanması, gönlün bu aşkı sürekli bir biçimde yaşatmasıyla gerçekleşir. Gönlün bina olarak tasavvur edilmesinin nedeni, insanın dünyasını ve ahiretini mamur eden aşkı barındırmasıdır. Zaten aşk da bir binaya benzetilmektedir. Tasavvufî anlayışa göre Allah’ın rızasını kazanma dışındaki her çabanın akim kalacağı, sağlam olarak telakkî edilen her şeyin yıkılacağı düşünülür:

Kopardı merdüm-i çeşmim gönül binâsın kim

Âşığın amacı, fenafillaha ulaşmaktır. Bu amaç, maddî araç ve yöntemlerle değil onlardan arınma ve istiğnayla gerçekleşir. “Can (beden) insanın maddî benliğini ifade

ettiği” (Kurnaz, 2011:37) için âşığın vuslat mücadelesinde engelleyici unsur olarak

görülür. Vuslat ve fenafillaha ermek için bu yapıdan arınmanın gerekliliğine inanılır. Akıtılan gözyaşlarıyla ten binasının yıkıldığına (Fuzûlî, G.163/6) dair imge, bu duruma emsal teşkil eder. Fuzûlî ayrıca, ömür duvarında binanın tuğlaları ay ve güneşten, çinisi feleklerden yapılsa bile bu yapının bekasının mümkün olamayacağını düşünür. Binanın araç ve gerecinin kozmik varlıklardan oluştuğunu düşünmek, onun yüceliğinin ve uzun ömürlü oluşunun göstergesidir. İnsan bedeni veya ömrü olarak düşünülen bu yapının geçiciliğinin vurgulanmasının temelinde, mâsivadan/kesretten arınmayla bekabillaha ulaşılacağına dair düşünce vardır:

Bekâsı mümkin olmaz olsa ger dîvâr-ı ömründe

Meh ü hurşîdden hışt-ı binâ eflâkden kâşî (Fuzûlî, G.276/5)

Habâb, hava kabarcığı demektir. Hava kabarcığıyla bina arasında biçimsel açıdan benzerlik ilişkisi oluşturulur. Fuzûlî, gözyaşı dalgasının üstünde bulunan ve hava kabarcığına benzeyen binanın dışındaki bütün yapıların gözyaşı selinin etkisiyle yıkıldığını düşünür. Hava kabarcığı/nefs hava/heva taşıdığı için yok olmama konusunda sağlam yapılmış binaya benzetilir. Bu yaklaşımla heva ve hevesin gücüyle binanın sağlam oluşu arasında ilgi oluşturulur:

Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl

Koymadı hîç imâret bu binâdan gayrı (Fuzûlî, G.273/6)

Klasik şiirde âşık; vefa, sadakat ve tahammülü temsil ederken; sevgili vefasızlık, cevr ve cefayı temsil eder. Bâkî, sevgilinin cevrine katlanma konusundaki sabırsızlığı tasvir ederken âşığın sabır binasının güzellerin vefasına benzediğini ifade eder. Sabır ile bina arasında kurulan ilginin temelinde, zamanın ve şartların acımasızlığı ve yıpratıcılığı karşısında her iki unsurun geçici bir süreye kadar dayanabilme düşüncesi vardır:

Cevre katlanmak olurdı n’idelüm ey Bâkî

‘Ahd-i hûbân gibi yok sabrumuzun bünyâdı (Bâkî, G.520/5)

Akıl, klasik şiirde aşk ile ilişkilendirildiğinde sınırlı ve engelleyici olma yönüyle tavsif edilir. Fuzûlî, tedbir nedeniyle aklın âşığı yolundan alıkoymaya çalıştığını ancak bu çabanın bir temelinin olmadığını ifade eder. Aşk âlemindeki yolculuklarda sınırlılık

yoktur. Beyitte aşk yolculuğunun olumsuz sonuçlarını düşünerek tedbir almaya çalışan aklın duruşuyla bir yapının temelsiz oluşu arasında benzerlik ilişkisi kurulur:

Ey Fuzûlî aşk men‘in kılma nâsihden kabûl

Akl tedbîridir ol sanma ki bir bünyâdı var (Fuzûlî, G.75/6)

Zahit, âşığın dünyasını sınırlandırma, âşığa bazı yasaklar getirme ve riyakâr insan tipini temsil etme özelliklerinden dolayı klasik şiirde olumsuz bir bakış açısıyla değerlendirilir. Bu bakış açısı nedeniyle zühdî yaşam biçimi de eleştirilir. Bâkî, züht binasının temelini yıkıp aşk evini sağlamlaştırmanın gerekliliğini savunur. Zühdî yaşamda şekilcilik esas alındığı için ibadetlere riya bulaşabilir. Aşkta yalnızca Mutlak Varlık’ın rızası amaç edinildiği için aşk hanesinin sağlamlaştırılması elzem görülür. Bu sürecin doğru gerçekleşmesi için züht binasının yıkılması yani zühdî yaşam biçiminin sona erdirilmesi gerektiği düşünülür:

Eyleyüp zühdün binâ-yı süst-bünyâdın harâb

Hâne-i ‘aşkun esâsın üstüvâr itsem gerek (Bâkî, G.273/4)

Şeriat, İslâm hukuku demektir. Fuzûlî, memdûhun İmâm-ı Azam’ın kıymetli düşünceleriyle şeriat binasını şekillendirdiğini ve memleket işlerini bu düşüncelerle yürüttüğünü ifade eder. Şeriat binasıyla memleket yönetiminde esas alınan İslâmî anlayış ve kıstaslar kastedilmiştir. Şiiliği mezhep olarak benimsemesine rağmen (Karahan, 1996:247) Fuzûlî’nin ehl-i sünnet âlimlerinden İmâm-ı Azam’ı yüceltmesi, onun içtihatlarını isabetli bulması, şairin mezhep görüşleri konusunda mutaassıp olmadığını gösterir. Bu yaklaşım aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nin -örfî hukukun yanında- şer‘î hukuk ile yönetilmesine işaret olarak görülebilir:

Revâc-bahş-ı tarîk-i İmâm-ı A‘zam olup

Binâ-yı şer‘ ile verdin umûr-ı mülke karâr (Fuzûlî, K.17/25)

Klasik şiirde âşığın memnuniyetsizliği, feleğe veya bahtsızlığa bağlanır. Âşık bu iki dönüştürücü gücü suçlayarak kendisini teskin etmeye çalışır. Bâkî, dünyada kalp huzurunun sağlanabilmesi için bahtı temelsiz olan âşığın sıkıntı veren isteklerden vazgeçmesi gerektiğini düşünür. Bahtın temelsiz olarak düşünülmesi, insanın inşâî bir yapıya, bahtının ise söz konusu yapının temeline benzetilmesi düşüncesinden kaynaklanmaktadır:

Baht-ı bî-bünyâd içün renc-i talebden fârig ol

Felek binasının âşığın ah rüzgârıyla yıkılacağı düşünülür. Bu düşünce, rüzgârın nesneleri/yapıları yıkması gerçeğiyle temellendirilir. Ah, çaresizliğin göstergesi olduğu için gücünü Mutlak Varlık’tan alır. Mutlak Varlık, sonsuz güç sahibi olduğu için onun gücü âşığın çaresizliğinde vücut bulur. Bâkî, binaların rüzgârın harap edici gücü karşısında ayakta kalamama durumuyla feleğin âşığın ahına karşı dayanamama durumu arasında benzerlik ilişkisi oluşturulur:

Yıkar bünyâd-ı çarhı bâd-ı âhum

Efendi nesne döymez rûzgâra (Bâkî, G.468/4)

İnşaî yapı ve bu yapıların temelleri, geçicilik bağlamında dünyayla ilişkilendirilir. Bu bağlamda Bâkî, “Dünyanın hâli gerçek anlamda anlaşılsaydı temelsiz olan bu mekânın mal ve mülkü için gam çekilmezdi.” diyerek dünyayı inşâî bir yapıyla dünyevî nimetleri ise insanı oyalaması hasebiyle bu yapıların sağlam olmayan temeliyle ilişkilendirir. Böylece dünyanın geçiciliğini anlatır:

Gam çeken mâl ü metâ‘-ı dehr-i bî-bünyâd içün

Neydügin bilse me’âl-i hâl-i dünyâ kâşkî (Bâkî, G.496/4)

Fuzûlî, Sultan’ı dünyanın bekçisi ve talihlisi olarak görür ve dünya binasının ebedî olması konusunda Allah’a dua eder. Dünya binası teşbihiyle Sultan’ın maddî varlığı kastedilmiştir. Sultan, varlığını dünya huzurunu sağlamaya adadığı için varlığının dünya binası gibi ebedî olması istenmiştir:

İlâhi tâ binâ-yı dehr bâkîdir muhalled kıl

Bu Sultân-ı cevân-bahtı bu ser-dâr-ı cihânbânı (Fuzûlî, K.26/32)

Bina, eğlence sözcüğüyle tavsif edilir. Eğlence binasının Fuzûlî’nin gözyaşı seliyle temelinden yıkılacağı düşünüldüğü için mutribin şarkılarıyla hasta Fuzûlî’yi ağlatmaması gerektiği ifade edilir. Eğlence binası terkibiyle eğlence mekânlarında tesis edilen huzur ve mutluluğun sürekliliğine işaret edilmiştir. Gözyaşı ve sel, maddî ve manevî açıdan tahrip etme özelliğine sahiptir. Bu bağlamda gözyaşının eğlenme hâlini bitirmesiyle selin binayı temelinden yıkması arasında benzerlik ilişkisi oluşturulur:

Mutrib ağlatma sürûdunla Fuzûlî hasteni

Seyl-i eşkinden sakın kopmaya bünyâd-ı tarab (Fuzûlî, G.33/7)

Memdûh övgüsünde bulunulurken bina sözcüğü, bazı tasavvurlarla ilişkilendirilir. Memdûhun vasıf binasının; yücelik, itibar, devlet ve baht özelliklerini taşıdığı (Fuzûlî, K.7/30); havas ve avamın sığınağı olduğu (Fuzûlî, G.235/3) düşünülür. Ayrıca yaratıcıdan, dünya döndükçe memdûhun mutluluk binasının ayakta kalması

istenir. Bina sözcüğü beyitte, devleti karşılamaktadır. Fuzûlî, mecaz-ı mürsel sanatını kullanmak suretiyle memdûhu ve memdûhun memleketi idare etme anlayışını yüceltmiştir:

Binâ-yı devletin tâ devr-i gerdûnvâr var olsun

Medâr etdikçe âlem devletin âlem-medâr olsun (Fuzûlî, Trk.12-VI/1)

Binada kullanılan taşların kıymetli oluşu, binanın maddî değerini arttırır, onu kıymetli kılar. Bâkî, İrem Bağı’nın memdûhun binasında kullanılan taşlardan bir tanesine bile denk gelmediğini ifade ederek memdûhun mekânını yüceltir, ayrıca binanın inşasında kullanılan malzemenin değerli oluşuna işaret eder:

İrem bâgı ana nisbet degül bir taşına kıymet

Egerçi kıymeti taş iledür bünyâdı ser-tâ-pâ (Bâkî, K.27/11)

Devlet büyükleri, velinimet olarak görüldükleri için onlar hakkında iyi dileklerde bulunulur ve onlara dua edilir. Bu bağlamda Bâkî, memdûhun huzur, izzet ve talih binasının sağlam olmasını (Bâkî, K.9/25) ve feleğin çatısı (gökyüzü) durdukça ömür binasının sütunlarının ayakta kalmasını murat eder:

Du‘âsı Bâkî-i üftâdenün ol kim kıyâm itsün

Felekler sakfı turdukça binâ-yı ‘ömrün erkânı (Bâkî, G.546/8)