• Sonuç bulunamadı

2.3. İÇ BORÇLANMA YÖNTEMLERİ

2.3.1. İhale Yöntemiyle Borçlanma

2.3.1.2. Çoklu Fiyat İhale Yöntemi

Çoklu fiyat ihale yöntemi; alıcıların tekliflerinin en yüksek fiyattan en düşük fiyata (en düşük faizden en yüksek faize) doğru sıralanıp, belirlenen fiyatın üzerinde fiyat verenlerin teklif ettikleri fiyattan satım işleminin yapıldığı sistemdir (Gürler, 1998: 64). Çoklu fiyat yöntemiyle ihalede, alıcılar farklı fiyat teklifleri verirken ihaleyi kazandıkları takdirde teklif ettikleri fiyattan ödeme yapmaktadırlar.

Günümüzde birçok ülkede uygulanan ihale sistemi çoklu fiyat ihale sistemidir. Bu sistemde, fiyat teklifinde bulunanlar ödemeye razı oldukları fiyatı ya da kabul etmeye razı oldukları getiriyi bildirmektedirler. Bu sistemde,

hem miktar hem de fiyat teklifleri alıcıların kararına bırakılmıştır. Satış miktarları, gelen tekliflere ve nakit ihtiyacına göre borç yönetimi tarafından belirlenmektedir. İhalede oluşan faiz kabul edilen fiyatların ya da getirilerin ağırlıklı ortalaması alınarak bulunmaktadır. İhaleyi kazananlara teklif ettikleri fiyattan ödeme yapılmaktadır (Gürler, 1998: 64). Çoklu fiyat ihale yönteminde teklifler belirlenirken diğer teklifler daha az öneme sahiptir. Teklif veren taraf daha önceden piyasa araştırması yapmakta, teklifini buna göre belirlemektedir.

Çoklu fiyat yöntemiyle ihale üç ayrı şekilde uygulanabilir. Bu yöntemler:

1. Hazine’ nin borçlanma vadesi ve borçlanmak istediği miktarı ilan edip, faizin oluşumunu ihaleye bırakmasıdır. Buna göre; Hazine borçlanacağı miktar ve vadeyi belirleyerek ihaleyi açar ve daha önce belirlemiş olduğu en üst seviyeye kadar yapılan teklifleri kabul eder. Bu yöntemde ihaleye katılan taraflar farklı faizlerle tahvil alım teklifi verme olanağına sahip olduklarından aynı cins tahvillerin değişik fiyatlardan satılması söz konusu olabilmekte ve bu durum ihalede birden fazla fiyat oluşumuna neden olmaktadır (Eğilmez, 1996:

66).

2. Hazine’ nin borçlanma vadesi ve ödemeyi planladığı faizi belirleyip borçlanacağı miktarı ihaleye bırakmasıdır. Bu yöntemde; hangi vade ile ne kadar faiz ödeneceği belirlenerek, borçlanmak istenilen miktar ihaleye bırakılmaktadır (Ulusoy, 2001: 86).

3. Hazine’ nin borçlanma vadesini belirleyip borçlanacağı miktar ve faizi ihaleye bırakmasıdır. Bu yöntemde; Hazine yalnız borçlanma vadesini belirlemekte, belirlenen vade doğrultusunda ihaleye gidilmektedir (Ulusoy, 2001: 86).

2.3.2. İhale Dışı Sürekli Satış (TAP) Yöntemiyle Borçlanma

1988 yılının Ekim ayından itibaren, borçlanma vadesini uzatmak ve faiz ödemelerinde rahatlık sağlamak amacıyla sürekli satış (TAP) yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Bu yöntemde; Hazine’ce uzun vadeli değişken faizli tahviller ihale dışında ve Merkez Bankası aracılığıyla sürekli satışa sunulmuştur. Hazine, yatırımcıların istedikleri zaman satın alabilecekleri uzun vadeli değişken faizli tahvilleri Merkez Bankası’ nda depolar. Bu senetlerin mülkiyeti yatırımcılar tarafından satın alınıncaya kadar Hazine’ye ait olup, Merkez Bankası sadece aracı görevi görmektedir. Tahvillerin iskonto oranı, ihraç tarihi, ihraç miktarı ve satış koşulları Hazine tarafından belirlenir. İsteyen herkes bu tahvilleri, Hazine’ce satışına izin verildiği sürece Merkez Bankası’ndan satın alabilmektedir (Demir, 2004 : 29 ).

Sürekli satış yöntemi; ihale dönemine ve ilan edilen vadeye bağlı olmadan sürekli olarak ve çeşitli vadelerde borçlanma imkanı sağladığından, ihale gününü beklemeden her an tahvil satın alınmasını kolaylaştırmaktadır.

Dolayısıyla ihale yöntemi ile satılamayan 1 yıldan uzun vadeli tahvillerin satışı TAP yöntemiyle gerçekleştirilebilmektedir.

İhale dışı sürekli satış (TAP) yöntemi, genellikle piyasada el değiştiremeyen borçlanma araçlarının satışında kullanılan bir yöntemdir.

Bununla birlikte piyasada el değiştirilebilir orta ve uzun vadeli araçların satışında kullanılabildiği gibi, bazen diğer satış teknikleriyle birleştirilerek de kullanılmaktadır. Bu yöntemde Hazine’ nin elinde sürekli olarak satışa arz edilebilecek tahvil bulunmaktadır. İhale yöntemine göre sürekli satış yönteminin avantajlı tarafı ise, çeşitli vadelerle sürekli borçlanmayı mümkün kılabilmesi ve daha uzun vadeli borçlanma imkanı sağlamasıdır. Bu yöntemde borca uygulanacak faizi Hazine belirlemektedir (Erdem, 2006: 113).

Bu yöntem ile ihraç edilen menkul kıymetler genellikle küçük yatırımcı için ihraç edilmektedir. Diğerlerinden farklı olarak, menkul kıymetlerin satışı uzun tutulmakta, yatırımcının talebi halinde menkul kıymetler kendisine

satılmaktadır. Bu nedenle; menkul kıymetlerin satışı ikincil piyasalarda veya bankalar aracılığıyla yapılmaktadır (Bağcı, 2001: 193). Türkiye’de bu sistem, istek halinde TCMB’nin yatırımcılara menkul kıymet satması şeklinde uygulanmaktadır. Bu yöntemle satılan menkul kıymetler uzun vadeli dövize endeksli menkul kıymetlerdir.

Yüksek ve belirsiz faiz oranlarının olduğu piyasa koşullarında devlet büyük miktarlarda orta ve uzun vadeli senet satmak durumundaysa, sürekli satış yöntemi tercih edilmektedir. İhale dışı sürekli satış yönteminde devlet piyasa koşullarını kendi yararına kullanma, olumsuz koşullara karşı kendini koruma imkanına sahiptir. Örneğin; faiz oranlarındaki artış önlenmek isteniyorsa, satışlar bir süre için geçici olarak durdurulabilir.

2.3.3. Halka Arz Yöntemiyle Borçlanma

Hazine’nin iç borçlanmasında kullandığı yöntemlerden biri olan halka arz yönteminde, sabit faizli tahvillerin doğrudan doğruya halka satılması söz konusudur. Hazine DİBS’ leri bankalar ve Merkez Bankası aracılığıyla doğrudan halka satabilir. Bu yöntemde tahvil ve bono miktarı, vadesi ve faizi doğrudan Hazine tarafından belirlenmektedir. Doğrudan halka satış işleminde birkaç banka veya aracı kurum seçilmekte ve küçük nominal değerdeki menkul kıymetler bu kurumlar vasıtasıyla halka satılmaktadır.

Halka arz yöntemi özellikle enflasyonist baskıların yaşandığı dönemlerde toplam talebin kısılması, satınalma gücü fazlalığının piyasadan çekilmesi ve ihalelerde oluşan yüksek faizin dengelenmesi amacıyla uygulanmaktadır. Bu yöntemde Hazine; bankalara sattığı miktarın satış hasılatı üzerinden belli bir komisyon öderken, bankalar da satamadıkları miktarları Hazine’ye iade edebilme imkanına sahiptir (Ulusoy, 2001: 89-90).

Halka arz yöntemi uzun vadeli senetlerin satışında uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, ülkemizde 1985 öncesinde uygulanmış, bu tarihten

sonra yerini ihaleli satış yöntemine bırakmıştır. 1992 yılında alıcı tabanını genişletmek ve küçük yatırımcıların tasarruflarını burada değerlendirmelerini sağlamak amacıyla halka arz yöntemi yeniden uygulamaya konulmuştur.

Özellikle 1994 yılında halka arz yoluyla kısa vadeli ve yüksek faizli senetlerin satışına yoğun olarak başvurulmuştur. Daha sonraki yıllarda, bu yöntemle satış önemini kaybetmiştir.

2.4. İÇ BORÇLANMANIN EKONOMİK ETKİLERİ

Günümüzde devlet kaynakları arasında borçlanma önemli bir yer tutmaktadır. Her ülke içinde bulunduğu konjonktüre göre iç borçlanmaya başvurmaktadır. Makroekonomik açıdan önemli olan borçlanmanın hangi amaca yönelik olduğu, nasıl finanse edildiği ve ülkenin bu borçları ödeme kapasitesinin olup olmadığıdır.

Borçlanma başlangıç itibariyle kamu maliyesine bir rahatlık sağlamakla birlikte zaman içinde istenmeyen ekonomik sonuçlar da doğurmaktadır. Kamu açıklarının finansmanında iç borçlanmanın önem kazanması ekonomi üzerinde pek çok olumsuz etki meydana getirmektedir.

Bu etkiler; dışlama etkisi ve borcun geri ödenmesi sırasında meydana gelen olumsuz gelişmelerdir (Gök, 2003: 135). Bununla birlikte yüksek düzeylerdeki kamu iç borçlanması gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde başta faiz, enflasyon ve GSMH olmak üzere birçok makroekonomik değişkeni olumsuz yönde etkilemiştir.

İç borçlar temin edildikleri kaynağa, kullanım alanlarına ve vade yapılarına göre farklı etkiler ortaya çıkarabilmektedir.

Genel olarak iç borçlanmanın;

a) Fiyatlar genel seviyesine, b) Faiz oranlarına,

c) Tüketime, d) Tasarruflara, e) Gelir dağılımına,

f) Ekonomik kalkınma ve büyümeye etkileri vardır.

2.4.1. İç Borçlanmanın Fiyatlar Üzerine Etkisi

Ekonomide fiyat istikrarını etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. İç borçlanmanın fiyatlara etkisi konusunda iki görüş vardır. Birinci görüşe göre;

devletin borçlanması ya da borçlanmayı mali araç olarak kullanması ekonomide enflasyonist etki yaratır. İkinci görüşe göre ise, devletin borçlanması ekonomide daraltıcı rol oynayarak deflasyonist etki yaratır (Rolph, 1957: 305).

2.4.1.1. İç Borçlanmanın Enflasyonist Etkisi

İç borçların enflasyon üzerine etkisi büyük ölçüde borçlanmanın yapıldığı kaynağa göre değişmektedir.

Merkez Bankası veya ticari bankalardan yapılan borçlanma para yaratılması ile sonuçlanmaktadır. Kamunun bankalardan borçlanması, kaydi para sürecini harekete geçirir. Bu sürecin uygun maliye ve para politikalarıyla giderilememesi, fiyatlarda artışla beraber enflasyonun yükselmesine neden olmaktadır (Eker ve Meriç,1999: 237).Kamu açıklarının Merkez Bankası’ ndan karşılanması durumunda, para hacmi ile parasal taban arasında doğrudan

ilişki kurulabilir. Bu durumda borçlanma ile para hacmi arasında enflasyonist bir ilişki vardır. Bütçe açıkları para basılarak finanse ediliyorsa ve para arzındaki artış hızı nominal milli gelir artış hızından fazla ise, bu durum enflasyonist baskıyı arttırır. Diğer taraftan para basmak, ekonomide genişletici etki yaratarak, tüketimi ve yatırımları canlandırıcı rol oynar. Tüketim artışı üretimle karşılanmadığı zaman fiyatların yükselmesine neden olur (Demir vd.,2005: 253). Devletin Merkez Bankasın’ dan borçlanması sonucu yaratılan ilave kaynaklar toplam harcama düzeyini arttırırken, yatırım ve üretim miktarındaki artışlarla dengelenmediği için enflasyonist baskıyı ortaya çıkarmaktadır.

İç borçlanma bankalardan ziyade kişilere, firmalara ve finansman kuruluşlarına tahvil ve bono ihracı ile sağlanabilir. İç borçlanmanın bankalardan çok hanehalkı, şirketler ve finansman kuruluşlarına DIBS ihracı ile sağlanması durumunda, kaynaklar özel kesimden kamuya transfer edildiği için para arzı üzerine etkisi olmaz ancak iç borçlanmanın parasal etkileri kısa dönemde değilse bile, borçların anapara ve faizlerinin ödendiği uzun dönemde ortaya çıkmaktadır (Kesbiç vd., 2004: 29). Kişi ve firmalardan yapılan iç borçlanma, kişi ve firmaların harcamalarını azalttığından borçlanmanın temel etkisi yatırımlar üzerinde görülmektedir. Hanehalkının tasarruflarıyla devlet kağıtlarını satın alması, ekonomide özel sektörün kullanabileceği ödünç verebilir fonların azalmasına neden olmaktadır.

Hükümetin iç borçlanmaya hem enflasyonla mücadele (Keynesyen maliye politikası) hem de dış borçlanmaya bir alternatif olarak başvurmasına rağmen, aslında iç borçlanma kendisiyle mücadele edilen enflasyon başta olmak üzere bazı tehlikeleri beraberinde getirmektedir (Güngör, 1999: 7).

Yüksek iç borç düzeyi fiyat istikrarını bozarak, ekonomik büyümeyi engellemekte ve uzun dönemli makroekonomik politikaların uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

Devletin piyasaya yeni borç sürmesinin enflasyon yaratacağı hakkındaki görüşler genel olarak devletin aldığı borcu nerede harcadığına

bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Devlet borçlanmasının enflasyona sebep olabilmesi için, borçlanma suretiyle elde edilen gelirin kullanılması gerekir.

Devlet, borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri mal ve hizmet alımında kullanıyorsa deflasyonist etkiden söz etmek mümkün olmaz. Devletin tahvil ihracı karşılığında elde ettiği fonları kullanması, enflasyonist etki meydana getirir (Bulutoğlu, 2003: 434).

İç borçlanmanın fiyatlar üzerindeki etkileri, kısa dönemde değilse bile, borçların anapara ve faizlerinin ödendiği uzun dönemde kesinlikle ortaya çıkmaktadır (Kesbiç vd., 2004: 29). Uzun süre devam eden açıkların gittikçe artan bir borç stoku oluşturması nedeniyle; anapara ve faiz ödemelerini vergilerle veya daha fazla borçlanmayla finanse etmek güçleşmektedir.

Bu durum; kamu kesimi ödemelerini karşılamak için emisyon artışıyla para arzının büyümesine katkıda bulunup, sonuçta enflasyona neden olmaktadır.

İç borçlanma fiyatları iki yoldan etkileyebilir:

1. Kamu borçlanması faiz oranlarını arttırırken üretim maliyetlerini de arttırır. Üretim maliyetlerindeki artış ise, enflasyona yol açar. Borçlanma sonucu ortaya çıkan enflasyon, faiz oranlarının yükselmesine ve yüksek faizle borçlanılmasına neden olur.

2. İç borçlanma para arzını artırır. Para arzı artışı da fiyatları artırır. İç borçlanmanın enflasyonist etkisinin olup olmadığı borçlanılan kaynağa göre değişmektedir. Eğer borçlanma Merkez Bankası veya ticari bankalardan yapılıyorsa kamu açıklarının finansmanı ile parasal taban arasında ilişki kurulur. Kamu açıklarının finansmanı bankacılık kesimi dışından sağlanırsa para arzının artmasına yol açmaz.

2.4.1.2. İç Borçlanmanın Deflasyonist Etkisi

Devletin borçlanma yoluyla elde ettiği fonları harcamaması bireylerin harcamalarını azaltacağından ekonomide daraltıcı (deflasyonist) etki yapacaktır (Açba, 1996: 149). Bu nedenle; devletin bireylerden borçlanma-sının özel harcamaları azaltıcı etkisi vardır. Çünkü; kişiler devlet borçlanma senetlerini tüketimlerini veya tasarruflarını kısarak almaktadır. Tüketim harcamalarını kısarak tahvil ve bono satın aldıklarında tüketim harcamaları azalırken, tasarruflarını kısarak devlet borç senedi aldıklarında özel kesim yatırım harcamaları azalacaktır. Bu nedenle; bireylerden borçlanmanın ilk etkisi özel sektör faaliyetlerinin daralması olmaktadır. Bu durum ekonomide deflasyonist etki meydana getirmektedir.

Borç artışlarının daraltıcı etki yarattığını ileri süren görüşe göre;

devletin piyasadan borçlanması ve piyasadaki likiditeyi azaltması, halkı tüketim veya yatırım için para harcamamaya ikna ederek, harcamadığı parayla devlet tahvili almasını sağladığından, ekonomide deflasyonist etki meydana getirir (Çataloluk, 2009: 249).

Devlet borçlanmasının ekonomide deflasyonist etki oluşturacağını savunanların başında Earl A.Rolph gelmektedir. Ona göre; devlet borçlanması bireysel tüketim harcamalarını azaltacaktır. Piyasada meydana gelen para azalışı deflasyonist etkiye neden olacaktır. Yine devletin borçlanmayı arttırarak piyasaya yeni devlet borçlanma belgelerini sürmesi eski borç belgelerinin fiyatını etkileyecek, yeni borçlanma belgelerinin piyasaya çıkarılması ile eski borç belgelerinin fiyatı düşecektir. Kamu kesimi borçlarıyla başlayan deflasyonist etki bir süre sonra ekonominin tümünü kapsayacaktır (Rolph, 1957: 305- 307).

Genel olarak deflasyonist etki piyasadaki cari talebi iki şekilde etkilemektedir:

1. Borç senedi sahiplerinin tüketim harcamalarını kısmalarına yol açarak dolaysız etki meydana getirir. İç borçlanmanın deflasyonist etkiye neden olması, toplam talebi azaltmakta; toplam talepteki azalma ise ekonomide durgunluğa neden olmaktadır. Ekonominin durgunluk içine girmesi üretim miktarını azaltarak üretim faktörlerinin tam kullanılmasını engellemektedir.

2. Yeni kamu borçlanma senetleri piyasadaki özel borçları da etkilediğinden, dolaylı olarak özel harcamaların kısılması sonucunu doğurur.

(Eker ve Meriç, 1999: 238). Buna göre; piyasaya yeni bir borç senedi ihraç edildiğinde daha önce elinde tahvil bulunduran kişilerin servetlerinde bir azalma meydana gelmekte ve daha az harcama yapmaktadır. Bu durum özel borç talebini etkilediğinden, özel harcamaların kısılmasına neden olacaktır. Böyle bir durumda özel yatırımlar azalarak, toplam talep üzerinde daraltıcı etkide bulunacaktır. Sonuç olarak devlet borçlanmasının artışı, özel harcamaların ve dolayısıyla toplam harcamaların azalmasına ve ekonomide deflasyonist eğilimlerin artmasına neden olmaktadır.

2.4.2. İç Borçlanmanın Faiz Üzerine Etkisi

Kamu açıklarının faiz oranı üzerindeki olumsuz etkisi, açıkların iç borçlanma yoluyla finansmanı söz konusu olduğunda belirginleşmektedir. İç borçlanma ile finanse edilen kamu açıklarının ilk makroekonomik etkisi; faiz oranlarındaki artıştır. İç borçlanma, tasarrufların yetersiz olduğu ekonomilerde kamu açıklarının finansmanında kullanıldığı ölçüde faiz oranları üzerinde olumsuz etkilere sahip olmaktadır. Tasarrufların yatırımlardan az olduğu durumda, yeni borç bulmanın yolu faizleri arttırmaktır (Demir ve Sever, 2008:

180). Bu açıdan bakıldığında yüksek reel faizler kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını daha da artırarak, borç-faiz kısır döngüsünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Kamu açıklarının sürekli artması sonucu kamu kesiminin borçlanma gereği artış hızı faiz hadlerinde yukarıya doğru bir baskı oluşmaktadır. Bu baskıyı kuvvetlendiren bir diğer etken ise, kamunun iç borç stokunun mali sistem içindeki payının yükselmesi ile kamu kesimi borçlanma araçlarını tutmanın, yatırımcılar gözünde riskliliğinin artmasıdır (Özatay vd.,1996: 30).

Kamu açıklarının artması sonucu yatırımcılar daha fazla risk pirimi talep etmektedir. Sonuçta iç borç faizleri artmaktadır.

Borç faizleri dolayısıyla, sürekli olarak açık vermek, mali yapıyı bozucu etkiler doğurmaktadır. Hazine’nin iç borçlanmasındaki vadelerin kısalığı ve reel faizlerin yüksekliği buna eklendiğinde, yıllık borç faizi ödemeleri kamu gelirleri ile karşılanamaz duruma gelmekte, borç kısır döngüsü ortaya çıkmaktadır (DPT, 2001a : 27 ).

Bütçenin en büyük harcama kalemi olan faiz ödemeleri, borçlanma ihtiyacının azalması, reel faizlerin düşmesi ve bunlara bağlı olarak vadelerin uzaması durumunda önemli miktarda azalabilir. Açıkların, dolayısıyla borçlanma gereğinin azalması, faizlerin düşmesine neden olacağından kamu ve özel sektör yatırımlarını arttırarak, uzun vadede tasarrufların yatırıma dönüşme eğilimini hızlandıracaktır (DPT, 2001a: 27- 28 ).

Kamu borçlarına ödenen yüksek faizlerin değişik nedenleri olabilir.

Bunlar; borçların milli gelire oranı, enflasyon, büyüme, siyasal istikrarsızlık, kamu harcamalarının kontrol edilememesi, birincil ve ikincil piyasaların yapısı, vergi, uluslararası şoklar, özelleştirme, konsolidasyondur. Borçlanmada maliyete etki eden önemli bir unsur da belirsizlik ortamıdır. Belirsizlik ile reel faiz oranları arasında pozitif bir ilişki vardır (Çelen ve Bali , 2003: 188).

Genel olarak belirsizliğin yüksek olması, risk piriminin yüksek olmasına dolayısıyla faizlerin yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle reel faiz oranlarının ekonomik büyüme hızının üzerinde gerçekleşmesi maliye politikasının sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır.

Kamu borçlanmasının faiz üzerindeki etkisini; mali piyasaların derinliği ve sermaye hareketliliği de etkilemektedir. Finansal derinlik kavramı finansal sistemin büyüklüğüne bağlı olmakla birlikte finansal derinleşmenin sağlanmasında yurtiçi mali piyasaların yurt dışı mali piyasalar ile entegrasyonu önemli bir etkendir. Bu nedenle; finansal derinliğin artmasının iç borçlanma faizleri üzerinde olumlu etki meydana getirmesi beklenebilir. Bu durumda finansal derinlik ile reel faizler arasında negatif bir ilişkinin varlığı ortaya konulabilir.

Finansal derinliğin artması finansal serbestleşme ile gerçekleşeceğin- den mali piyasalarda belirli bir derinliğin olduğu ekonomik yapıda kamu borçlanması yabancı sermaye akışlarını hızlandırarak faiz oranları üzerindeki baskıyı hafifletebilmektedir. Ancak finansal serbestleşme sürecinde gerekli olan kurumsal alt yapının tam olarak sağlanamaması finansal piyasalardaki kırılganlığı arttırarak ekonomiyi yurtdışından gelen spekülatif sermaye hareketlerine karşı savunmasız hale getirmektedir. Mali piyasaların derinleştirilememesi borçlanmayı zorlaştırarak faizlerin yükselmesine neden olurken, bütçe açıklarının iç borçlanma yöntemiyle kapatılmasının maliyetini artırıp, faiz oranlarını yükseltmektedir.

2.4.3. İç Borçlanmanın Tüketime Etkisi

Borçlanmanın en önemli etkilerinden biri de, tüketim düzeyi üzerindeki etkileridir. Bu etki ekonomideki talep miktarının değişmesiyle ilgilidir. Devletin vergi yerine borçlanmaya başvurması, bireylerin harcamalarını artırmakta ve ekonomide tüketim eğiliminin yükselmesine neden olmaktadır (İnce, 2001:

355). Devlet borçlanmak yerine vergi yoluna gittiğinde; bireylerin daha az geliri olur. Borçlanma ise, bireylerin gelirlerini arttırarak tüketimlerini artırmaktadır (Eker ve Meriç, 1999: 232).

Devlet borçlanmasının tüketim düzeyi üzerindeki etkileri daraltıcı ve genişletici yönde olabilir. Ekonominin içinde bulunduğu şartlara göre devlet tarafından borç olarak çekilen fonlar, ekonominin çeşitli kesimlerinde daraltıcı yönde etkide bulunabilir. Diğer taraftan devlete borç veren kişilerin bu paraları ileride faizi ile birlikte geri alacaklarını düşünüp, mevcut harcama düzeylerini yükseltmeleri ekonomide genişletici etki yaratmaktadır.

Borçlanmanın tüketime etkisi; borçlanılan kaynağa göre farklılık göstermektedir. Bireylerden borçlanmada; bireyler ya tüketimlerini ya da tasarruflarını kısarak borç senedi alırlar. Borçlanma ile elde edilen fonlar, eğer harcanmazsa tüketim azalacaktır. Dolayısıyla devletin bireylerden borçlanma yoluyla sağladığı gelirleri kullanış şekline göre ekonomiye yaptığı etkiler de değişecektir. Devletin borçlanma yoluyla bireylerden topladığı kaynakları hiç kullanmaması, tüketim harcamaları üzerinde daraltıcı etki meydana getirir.

Bireylerin gelirlerinde daralma ise, tüketimin kısılmasına yol açar. Kişilerin ellerindeki paralarla harcama yapıp, tüketimlerini artırmaları ise ekonomide genişletici etki meydana getirir.

Kamu açıklarının tüketim düzeyi üzerindeki etkisi, bu açıkların büyüklüğüne bağlıdır. Kamu açıklarının kontrol edilebilir düzeyde olması durumunda bireyler, tüketimlerini kısmaz. Kamu borçlarının yüksek düzeylere ulaştığı dönemlerde ise vergi artışlarının olacağı beklentisi toplam tüketim miktarında bir azalmaya neden olabilir (Demir vd., 2005: 252).

2.4.4. İç Borçlanmanın Tasarruflar Üzerine Etkisi

Bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanının milli tasarrufları azaltıcı etkisi bulunmaktadır. Milli tasarruf, özel tasarruf (hane halkının vergi sonrası harcama yerine tasarruf ettiği miktar) ile kamu tasarrufunun (kamunun harcama yerine tuttuğu vergi gelirleri) toplamına eşittir. Kamuda bütçe açığı

oluştuğu zaman, kamu tasarrufu negatif olur. Bu da milli tasarrufun özel tasarrufun altına inmesine neden olur (Ball ve Mankiw, 1995: 3).

Keynes sonrası dönemde, sermaye birikimi açısından kişisel ve toplam tasarruflar önem kazanmıştır. Çünkü; yatırımların finansmanı için gereken ve milli gelirin bir kısmı olarak tanımlanan toplam tasarruf miktarının artması ve bunların devlet tarafından borç olarak alınması, ekonomiyi etkilemektedir.

Devlet birikmiş tasarrufları, yatırımlara yönlendirdiği sürece ekonomik gelişme bundan olumlu yönde etkilenecektir. Milli gelir arttıkça kişisel gelir de artacak ve buna bağlı olarak kişisel tasarruf eğilimi artacaktır.

Toplam tasarruf düzeyinin düşük olması iktisadi gelişmenin önündeki engellerden biridir. Ekonomide gerekli olan yatırımların kaynağını tasarruflar oluşturmaktadır. Ülkelerin tasarruflarını artırmaları ve tasarruflarını verimli yatırım alanlarına dönüştürmeleri gerekmektedir. Bu nedenle tasarruf açıkları borçlanma ile karşılanmaktadır. Ancak borçların geri ödenmesi tasarrufları olumsuz yönde etkilemektedir.

2.4.5. İç Borçlanmanın Gelir Dağılımına Etkisi

Devlet borçlarının önemli etkilerinden biri de gelir dağılımı üzerindedir.

Devlet borçlarının gelir dağılımı üzerindeki etkileri faiz ve anapara ödemeleri sırasında ortaya çıkmaktadır. Borç anapara ve faizlerinin ödenmesi

Devlet borçlarının gelir dağılımı üzerindeki etkileri faiz ve anapara ödemeleri sırasında ortaya çıkmaktadır. Borç anapara ve faizlerinin ödenmesi