• Sonuç bulunamadı

B. Nedb İfade Eden Terimler ve Tarihî Gelişimleri

2. Sünnet

Sünnet sözlükte “suyu peş peşe dökmek, belirli bir istikamet üzere olmak; örnek olarak ortaya koymak; şekillendirmek, keskinleştirmek, bilemek, parlatmak; gütmek” anlamlarına gelen “senn” kökünden türemekte olup “iyi ya da kötü alışılagelmiş yol, yöntem, adet, huy, sîret, gidişat” anlamlarına gelmektedir.366 Senn kökünün zikredilen anlamları dikkatlice incelendiği zaman taşıdığı “örnek olarak ortaya koymak” anlamında bir orijinallik, diğer anlamlarında da bir süreklilik, düzenlilik ve standartlık dikkati çekmektedir.367

Kur’an-ı Kerim’de tekil ve çoğul şekilleriyle on altı yerde geçmekte368 olan sünnet kelimesi, bu ayetlerin on beşinde Allah’a nispet edilerek “Allah’ın ortaya koyduğu tarih yasaları” ve “Allah’ın tarih içindeki davranış tarzı”369, birisinde ise önceki ümmetlere nispet edilerek onların davranış tarzları anlamında kullanılmıştır.370

Sünnet kelimesi hadislerde bazen yol ve sîret şeklinde sözlük anlamında kullanılmıştır. Meselâ Hz. Peygamber bir hadiste şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse İslâm’da güzel bir sünnet (sünnet-i hasene) ortaya koyar da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye bu sünnet ile amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır. Amel edenlerin ecirlerinden de bir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir sünnet (sünnet-i seyyie) ortaya koyar da, kendinden sonra onunla amel edilirse, o kimsenin aleyhine bu sünnet ile amel edenlerin günahı kadar günah yazılır. Amel

edenlerin günahlarından da bir şey eksilmez.”371

Sünnet kelimesi, İslâm’dan önce “iyi ya da kötü alışılagelmiş yol” anlamında kullanılırken, İslâm’ın gelmesiyle birlikte hususi bir anlam kazanarak sadece Hz. Peygamber’in yol ve sîretine tahsis edilmiş ve sadece “iyi ve güzel yol” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.372 “Dinî literatürde sünnet denildiği zaman, esasında “Kur’an’ın ele almayıp da ister Kur’an’daki esasları beyan için olsun isterse

366

İbn Manzûr, “snn” md. 367

Özsoy, Ömer, Sünnetullah, Ankara: Fecr Yayınevi, 1994, 49-53. 368 M. F. Abdülbâkî, “snn” md. 369 Özsoy, 135, 184. 370 en-Nisâ, 4/26. 371

Müslim, İlim, 15; Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64. 372

olmasın sadece Hz. Peygamber’in ele aldığı, Hz. Peygamber’den Kur’an dışında nakledilen şeyler”373 kastedilir. Bununla birlikte bazen sünnet kelimesi Allah’a nispet edilir ve bununla da Allah’ın hükümleri, emir ve nehiyleri murat edilir.374 Bazen de Kur’an ve sünnette yer alsın ya da yer almasın sahabenin amel ettiklerine de sünnet denilir. Sahabenin amel ettiklerine sünnet denilmesinin nedeni iki şey olabilir: Birincisi sahabe bize ulaşmayan bir sünnet ile amel etmiş olabilir. İkincisi sahabenin tümünün veya halifelerinin üzerinde icma ettikleri bir içtihat olabilir.375 Onların ortaya koyduklarına “Kim benden sonra yaşarsa birçok ihtilaf görecektir.

Sizin üzerinize benim ve raşit halifelerin sünneti gerekir.”376 hadisinden dolayı

sünnet denilmiştir.

Sünnet, yukarıda açıkladığımız şekilde Hz. Peygamber’in yol ve sîretine tahsis edilmekle birlikte, çeşitli ilimlerin ortaya çıkmasından sonra her ilmin konusu olması yönünden değişik tarifleri yapılmış ve farklı ıstılah manaları kazanmıştır.

1. Usulcülere göre sünnet: Usulcüler sünneti şer’î bir delil olması açısından ele almışlar ve “Hz. Peygamber’den söz, fiil veya takrir olarak sadır olan

şeydir.”377 şeklinde tarif etmişlerdir.

2. Hadisçilere göre sünnet, “Hz. Peygamber’in sözleri, fiilleri, takrirleri, yaratılış özellikleri, ahlâkî sıfatları ve nübüvvetten önce ya da sonra olsun ondan

sîret olarak nakledilen şeylerdir.”378 Bu manada fıkhî terim anlamında sünneti

kapsadığı gibi farz ve vacibi de kapsar.379

3. Kelâmcılara göre sünnet, bid’atin mukabilinde kullanılır. Bu manada, bir kimse Kur’an’da yer alsın ya da almasın Hz. Peygamber’in ameline uygun davranırsa, “filan kimse sünnet üzeredir” denilir. Bunun aksine davranış gösterene de, “filan kimse bid’at üzeredir” denilir. Bu kullanımda sanki din sahibinin ameline 373 Şâtıbî, IV, 289-290. 374 İbn Manzûr, “snn” md. 375 Şâtıbî, IV, 290-293. 376

Ebû Davud, Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6. 377

Teftâzânî, II, 5; Şevkânî, İrşadü'l-fuhûl ilâ tahkîki'l-hak min ilmi'l-usûl, Beyrut: Müessesetü'l- kütübi's-sekâfiyye, 33.

378

Ebû Gudde, es-Sünnetü’n-nebeviyye ve beyânü medlûlihe’ş-şer’î, Beyrut: Mektebetü'l- matbûati'l-İslâmî, 1992, 7-8.

379

itibar edilmiştir. Bu nedenle de amel Kur’an’ın muktezasınca olsa da bu cihetten ona sünnet denilmiştir.380

4. Fakihlerin tarifi: Fakihlerin tanımı üzerinde aşağıda durulacaktır. a. Sünnetin Fıkıh Literatüründeki Anlamları

Sünnet sözlük anlamı dışında fıkıh literatüründe farklı anlamlarda kullanılmıştır. Şimdi bunlar üzerinde duralım:

aa. Dinde Takip Edilen Yol

Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn, sünneti, farz ve vacip olmaksızın yapılması istenen şeklinde fıkhî terim anlamında değil, “dinde takip edilen meşrû yol” anlamında kullanmışlardır.381 Nitekim Cemalüddîn el-Kâsımî (ö. 1332/1914) şöyle demektedir: “Şâriin ve zamanında yaşayanların ıstılahında sünnetten murat, Hz. Peygamber’in söz, fiil veya takririnin delâlet ettiği şeydir. Bu nedenle de sünnet Kur’an’a mukabil kılınmıştır. Bu itibarla da menduba denildiği gibi vacibe de

denilir.”382 Bu manada sünnet itikat, ibadet, muâmelât, ahlâk, edep vs. gibi

hususların hepsini kapsar. Bunların arasında ise farz, vacip, sünnet, müstehap ve mubah olanları bulunmaktadır.383

Fakihler sünnetin bu anlamından dolayı vaciplere de sünnet denilebileceğini, bir şeye sünnet denilmesinin o şeyin vücûbunu nefyetmeyeceğini belirtmişlerdir.384 Ancak fakihler Kur’an ile sabit olan vaciplere değil, sünnetin Hz. Peygamber’in yolu olmasından hareketle, kaynağı sünnet olan vaciplere sünnet demişlerdir.

“Sünen” isimli kitaplardaki sünnetten murat edilen de aynı şekilde dinde takip edilen meşrû yoldur. Buna göre sünen kitapları, bütün çeşitleriyle şer’î hükümlerin beyanını içermekte olup manası, “meşrû olan söz, fiil ve takrirleri beyan eden kitaplar ile meşrû olmayan sözler, fiiller ve men edilen amelleri beyan eden kitaplar” şeklinde olur.385

380 Şâtıbî, IV, 290. 381 Ebû Gudde, 17, 19. 382

Kâsımî, Kavâidü’t-tahdîs, Beyrut: Dârü'n-nefâis, 1987, 151. 383

Ebû Gudde, 9-10. 384

Ferrâ, I, 166; Mâzerî, Şerhü’t-Telkîn, Beyrut: Dârü’l-garbi’l-İslâmî, 1997, I, 125-126, 358-359; Zeynüddîn İbn Nüceym, el-Bahrü’r-râik, II, 287.

385

Şimdi Hz. Peygamber ve sahabenin bazı sözlerini naklederek bu görüşümüzü temellendirmeye çalışalım:

1. Hz. Ayşe şöyle demektedir: “Allah resûlü, Safa ve Merve arasında sa’y yapmayı sünnet kılmıştır. Binâenaleyh onların arasındaki sa’yi terk etmek kimsenin

hakkı değildir.”386 İbn Hacer’in (ö. 852/1449) de belirttiği gibi burada Hz.

Peygamber’in sünnet kılmasının manası, “sünnet ile farz kıldı” şeklinde olmalıdır. Yoksa Hz. Ayşe’nin muradı, Safa ve Merve arasında sa’y yapmanın farz olmadığını beyan etmek değildir.387 Nitekim Buhârî bu hadisi Hac Kitabı’nda “Safa ve Merve’nin vücûbu”, Müslim ise Hac Kitabı’nda “Safa ve Merve arasında say etmek rükün olup, o olmadan hac sahih olmaz babı”nda zikrederek bu hadisi sa’y etmenin vücûbuna delil getirmişlerdir.

2. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Emanet, salih kimselerin gönüllerinin derinliğine iner. Sonra o kullar Kur’an’dan bilgi alırlar, daha sonra sünnetten

öğrenirler.”388 İbn Hacer, burada geçen sünnetten muradın, vacip ya da mendup

olsun Hz. Peygamber’den aldıkları şey olduğunu söylemiştir.389

3. Ebû Saîd el-Hudrî dedi ki: “İki adam bir yolculuğa çıktı. Seferde iken namaz vakti geldi ve yanlarında da su yoktu. Bunun üzerine temiz topraktan teyemmüm yaptılar. Sonra da namazın vakti içinde su buldular. Birisi yeniden abdest aldı ve namaz kıldı. Diğeri ise bunları yapmadı. Sonra Hz. Peygamber’e geldiler ve bu durumu ona zikrettiler. Hz. Peygamber abdest ve namazı iade etmeyene dedi ki: Sen sünneti yerine getirdin, namazın yeterlidir. Abdest alıp da

namazı yeniden kılana dedi ki: Senin için iki ecir vardır.”390 Burada geçen sünnet

“Allah katında meşrû olan hüküm” anlamına gelmektedir.

4. Ebu Hureyre, Hubeyb b. Adiyy el-Ensârî’nin müşrikler tarafından esir alınıp bağlanarak öldürülmeden önce iki rekât namaz kılmasıyla alakalı olarak şöyle demektedir: “Hubeyb, bağlanarak öldürülen her müslümanın, ölümü

386

Buhârî, Hacc, 79; Müslim, Hacc, 262. 387

İbn Hacer, Fethü’l-bârî, Beyrut: Dârü’l-ma’rife, t.y., III, 501. 388

Buhârî, Fiten, 13. 389

İbn Hacer, XIII, 39. 390

sırasında iki rekât namaz kılmasını sünnet olarak ortaya koyan kimse oldu.”391 Kastallânî’nin (ö. 923/1517) söylediği gibi Hubeyb’in fiilinin sünnet olmasının nedeni, bunu Hz. Peygamber zamanında yapması ve Hz. Peygamber’in de bu davranışını güzel görmesi ve ikrar etmesidir.392 Bu hadiste geçen “sünnet olarak ortaya koydu” lafzının “dinde takip edilen meşrû yol” manasında olduğu açıktır. Bu nedenle bir kimsenin hadiste geçen sünnet lafzına bakarak öldürülme esnasında iki rekât namaz kılmanın fıkhî terim manasında sünnet olduğuna delil getirmesi doğru değildir. Çünkü burada iki rekât namaza sünnet hükmünün verilmesi, “sünnet olarak ortaya koydu” lafzından değil başka bir manadan çıkarılmıştır. O da Kastallânî’ni belirttiği gibi, Hz. Peygamber’in Hubeyb’in fiilini güzel görmesi ve ikrar etmesidir.393

5. Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas şöyle demektedir: “Hz. Peygamber’in sünnet olarak ortaya koyduğu şeylerin üçü hariç hepsini öğrendim. 1. Öğle ve ikindide okuyup okumadığını bilmiyorum. 2. “ ِﺮَﺒِﻜْﻟا َﻦِﻣ ُﺖْﻐَﻠَﺑ ْﺪَﻗَو ﺎﯿِﺘِﻋ”394 ayetini “ﺎﯿِﺘِﻋ” mı yoksa “ﺎﯿﺴﻋ” mı okuduğunu bilmiyorum. 3. İbn-i Abbas’tan rivayet eden ravi Husayn b. Abdurrahman üçüncüsünü unuttuğunu

söyledi.”395 Bu hadiste geçen sünnetin farz, vacip, sünnet, mendup veya müstehabı

kapsayacak şekilde bütün meşrûları hatta haram ve mekruhları da kapsadığı gayet açıktır.396

6. Hz. Peygamber’in ibadetini soran üç kişinin durumu hakkındaki Enes b. Malik hadisi: Bunlara Hz. Peygamber’in ibadeti haber verilince sanki bunu azımsadılar… Hadisin sonunda Hz. Peygamber dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki, ben Allah’tan en çok korkanınız ve çekinenizim. Lâkin ben oruç da tutarım iftar da ederim. Namaz da kılarım, uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim

391

Buhârî, Cihad, 170; Megâzî, 10, 28. 392 Ebû Gudde, 17. 393 Ebû Gudde, 16-17. 394 Meryem, 19/8. 395 Müsned, I, 249, 259. 396 Ebû Gudde, 17.

sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.”397 İbn Hacer’in de dediği gibi, burada sünnetten murat edilen farz ve vacibin mukabili değil yoldur.398

7. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Nikâh benim sünnetimdendir. Kim

benim sünnetimle amel etmezse benden değildir.”399 Bu hadisten hareketle nikâhın

sünnet olduğunu söyleyenler olsa da, bu ifadeden murat edilen, ister mendup isterse vacip olsun bütün nikâhlardır.400

8. Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Kim benden sonra yaşarsa birçok ihtilaf görecektir. Sizin üzerinize benim ve raşit halifelerin sünneti gerekir. Ona sarılınız ve onları azı dişleriyle sımsıkı tutunuz. İşlerin muhdes olanlarından

kaçının. Şüphesiz ki her bidat dalâlettir.”401

9. Abdullah b. Avf şöyle demiştir: “İbn-i Abbas’ın arkasında cenaze namazı kıldım. Namazda Fatiha’yı okudu ve dedi ki: Onun sünnet olduğunu bilesiniz diye

(sesli okudum).”402 Abdullah b. Abbas, cenazede Fatiha okumak vacip olmasına

rağmen sünnet demektedir.403

10. Hz. Ayşe şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, yapmak istediği bazı amelleri, insanlar sünnet edinir de onlara farz olur korkusuyla terk ediyordu. Allah resûlü,

insanlara farzlardan hafif gelenleri tercih ediyordu.”404

11. Hz. Ayşe şöyle demiştir: “Allah resûlü bevletti. Bunun üzerine Ömer arkasında bir kap su ile bekledi. Hz. Peygamber bunun üzerine şöyle dedi: Bu nedir Ya Ömer? Ömer dedi ki: Bu abdest alman için sudur. Hz. Peygamber dedi ki: Her bevilden sonra abdest almak bana emredilmedi. Eğer abdest alsaydım sünnet

olurdu.”405 Bunun manası “ümmetim için vacip ve bağlayıcı bir yol olurdu”

şeklindedir.406 397 Buhârî, Nikâh, 1. 398 İbn Hacer, IX, 105. 399 İbn Mâce, Nikâh, 1. 400 Hindî, II, 637-638. 401

Ebû Dâvud, Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6. 402 Buhârî, Cenâiz, 66. 403 Ferrâ, I, 166. 404 Müsned, VI, 33-34, 86, 223. 405

Ebû Davud, Tahâret, 22. 406

12. Ammar b. Yasir, Cabir b. Abdullah’a mestler üzerine meshi sorunca Cabir şöyle demiştir: “Ey kardeşimin oğlu! Sünnettir.”407 Burada mubah olan bir şey hakkında sünnet denilmiştir.

13. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Cemaate, Allah’ın kitabını en iyi okuyan kimse imam olur. Eğer Allah’ın kitabını okuma hususunda eşit iseler sünneti en iyi bilen, eğer sünneti bilme hususunda da eşit iseler en önce hicret

eden, hicret hususunda da eşit iseler İslam’ı en önce kabul eden imam olur.”408

Burada sünnet Hz. Peygamber’in yolu anlamındadır.

Fakihler de sünnet lafzını bazen bu manada kullanmışlardır. Meselâ İmam Muhammed’in “Sünnet olan, Mecûsîler’den cizye alınmasıdır.”409 ve “Sünnet olan, farz namazın ilk iki rekâtında Fatiha ve bir sure okumandır ama son iki rekâtta

okumazsan da yeterlidir. O ikisinde tespih edersen yeterlidir.”410 sözlerinde sünnet

dinde tutulan meşrû yol manasındadır.

Sünnet, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiînin sözlerinde, zikredilen anlamda kullanılmakla birlikte farz ve vacibin mukabilinde kullanılan fıkhî terim anlamının ortaya çıkması ve yaygınlaşması hicrî ikinci asırda, tabiîn döneminden sonra olmuştur. Ancak Hz. Peygamber, sahabe ve tabiînin sözlerinde kullanılan sünnetin ne manada olduğunun tam olarak bilinmemesi, ilk dönem fakihlerinden bazılarının sonra gelen fakihlerin ise birçoğunun hadislerde geçen “sünnet” veya “sünnettendir” lafızlarına dayanarak, söz konusu fiilin fıkhî terim manasında sünnet olduğuna delil getirerek hataya düşmelerine sebep olmuştur. Az önce zikrettiğimiz gibi hadislerde, sahabe ve tabiînin sözlerinde geçen sünnet lafzı, şer’î umumi bir manada olup itikat, ibadet, muâmelât, ahlâk, âdâp vs. yi kapsar. Bunlar arasında ise sünnet olanları olduğu gibi farz, vacip, müstehap ve mubah olanları da yer

407

İbn Mâce, Tahâret, 75. 408

Müslim, Kitâbü’l-mesâcid, 290. Başka örnekler için bkz. Ebû Gudde, 10-19. 409

Şeybânî, el-Muvatta’, II, 147. 410

Şeybânî, el-Muvatta’, I, 439-441. Ayrıca bkz. a. mlf., el-Asl, I, 294; IV, 440; el-Hücce, III, 388;

el-Câmiü’s-sagîr, 117; el-Muvatta’, Cihâd, 37, Eşribe, 4; Şafiî, er-Risâle, 166, 174-175; 177,

178, 179, 210, 223; el-Üm, I, 295, 303; II, 297, 498, VIII, 44; Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Salih rivayeti, I, 319; a. mlf., Mesâil, İshâk b. Mansûr rivayeti, I, 204; II, 270-271; III, 1155; Hassâf,

el-Hiyel, 5; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-âsâr, I, 323, 501; Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Hizânetü’l-fıkh,

I, 126; Serahsî, el-Mebsût, II, 55; Kâsânî, Bedâiü’s-sanâi’, II, 306; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 189.

almaktadır. Fakihlerin sözlerinde ve fıkıh kitaplarında geçen sünnet lafzı ise, farz ve vacibin mukabili olarak tanımlanan hususi terim anlamına dayanır. Hz. Peygamber, sahabe ve tabiînin sözlerinde geçen sünnet lafzına dayanarak, bir amelin sünnet olduğuna delil getirmek apaçık bir hatadır. Fakihlerin bu hataya düşmelerinin nedeni, sünnet lafzının daha çok fıkhî terim anlamında kullanılmasıdır. Bu nedenle bazı fakihler, sünnet lafzından şer’î ıstılahta neyin murat edildiğinin bilinmemesinden dolayı daha önce gelen şer’î ıstılaha, sonradan ortaya çıkan fıkhî ıstılah ile hükmetmişlerdir.411

Meselâ Mergînânî “Hz. Peygamber’in “Göbeğin altında olmak üzere sağ eli sol elin üzerine koymak sünnettendir.” sözünden dolayı (namaz kılan) kimse göbeğinin altında sağ elini sol elinin üzerine koyar… Bunu yapması namazda

ayakta durmanın sünnetidir.”412 sözüyle bu hataya düşmektedir.413

Mâzerî’nin şu anekdotunda da aynı durum görülmektedir. Mâzerî şöyle demektedir: “Hocalarımdan birisine ashabımızdan birisinin, üzerinde necaset varken kasten namaz kılan kimsenin günaha girdiği hususunda ittifak olduğunu söylemesine rağmen “Necasetin giderilmesinin farz mı yoksa sünnet mi olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir” sözünü ve bir şeyi sünnet olarak nitelendirip terk etmesi nedeniyle günaha girdiğini söylemesinin nasıl doğru olacağını sordum. Buna cevap veremedi. Bunun üzerine başka bir hocama sordum. O şöyle dedi: “Bu sözün manası; hükmünün Hz. Peygamber tarafından beyan edilmesi manasında sünnet, Kur’an’da bir aslı bulunmaksızın da vacip olması şeklindedir. Hz. Peygamber necasetin giderilmesini vacip olarak meşrû kılmıştır. Bu nedenle vacip

olsa da “bu sünnetindendir” denilmiştir.”414

Sünnet lafzı, her ne kadar hadislerde, sahabe ve tabiînin sözlerinde zikredilen anlamda kullanılsa da bazı hadisler, sahabe ve tabiînin sözlerinde sünnetin farzın mukabilinde ve yapılması farz ve vacip olmaksızın istenen hususlarda kullanılması, sünnetin daha sonra kazandığı fıkhî ıstılâhî anlamını kazanmasına zemin teşkil etmiştir. Şimdi buna dair bazı örnekler zikredelim:

411 Ebû Gudde, 9-10. 412 Mergînânî, I, 118. 413 Ebû Gudde, 19. 414 Mâzerî, Şerhü’t-Telkîn, I, 125.

Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı, Allah’ın orucu üzerinize

yazdığı, benim de namazını sünnet kıldığım bir aydır.”415

Hz. Ali şöyle demektedir: “Vitir namazı, farz namazınız gibi kesin ve bağlayıcı bir emir (hatm) ile değildir. Lâkin Hz. Peygamber onu sünnet kıldı ve

dedi ki: Allah tektir, teki sever. Ey Kur’an ehli! Vitir namazını kılınız.”416

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim on iki rekât sünnete azim ve sabırla devam ederse Allah onun için cennette bir ev bina eder. Bu on iki rekât; öğleden önce dört, sonra iki, akşamdan sonra iki, yatsıdan sonra iki ve sabahtan önce iki

rekât namazdır.”417

Hz. Ömer şöyle demiştir: “Ey İnsanlar! Sizin için bir takım sünnetler ve bir

takım farzlar ortaya konuldu.”418

Ömer b. Abdilaziz, Adiyy b. Adiyy’e şöyle yazmıştır: “İmanın farzları, şeriatları, hadleri ve sünnetleri vardır. Kim onları ikmal ederse imanı ikmal

etmiştir. Kim de onları ikmal etmezse imanı ikmal etmemiştir.”419 Burada geçen

farzlar, farz ameller; şeriatlar, dînî akideler; hadler, yapılması men ve nehiy edilenler, sünnetler ise menduplardır.420

İbn Mâce şöyle rivayet etmektedir: Ebu Gutayf el-Hüzelî Abdullah b. Ömer’in her namazdan önce abdest aldığını görünce “Allah seni ıslah etsin! Her

namaz esnasında abdest almak farz mıdır yoksa sünnet midir?” diye sormuştur.421

Sünnetin, “dinde takip edilen yol” olduğu hususunda fakihler arasında hiçbir ihtilaf bulunmamakla birlikte, sünnet lafzının mutlak olarak kullanılması durumunda, Hz. Peygamberin sünnetine mi yoksa başkasının sünnetine mi hamledileceği ve sahabe-i kirâm “bize şunu yapmak emredildi” veya “bize şunu yapmak yasaklandı” dediği zaman emir ve yasağın kimden olduğu hususlarında ihtilaf bulunmaktadır. Bu ihtilafın sebebi, gerek hadislerde gerekse sahabe ve selefin sözlerinde sünnetin, Hz. Peygamber’in yolu yanında sahabe ve diğer

415

Nesâî, Sıyâm, 40; İbn Mâce, İkâme, 173; Müsned, I, 195. 416

Tirmizî, Vitir, 2; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl, 27. 417 Tirmizî, Salât, 189. 418 el-Muvatta’, Hudûd, 10. 419 Buhârî, İman, 1. 420

İbn Hacer I, 47; Aynî, Umdetü’l-kârî, Kahire: İdâratü’t-tıbâati’l-münîriyye, t.y., I, 114. 421

insanların yolu hakkında da kullanılmasıdır. Meselâ Hz. Peygamber “Kim güzel bir

sünnet ortaya koyarsa…”422 ve “Sizin üzerinize benim ve raşit halifelerin sünneti

gerekir.”423 sözlerinde, sünneti kendisine nispet ettiği gibi, sahabe ve diğer

insanlara da nispet etmiştir. Yine Hz. Ali, bir sözünde sahabenin bir takım sünnetler ortaya koyduğunu zikretmiştir. Selef, Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in yoluna sünnet demiştir. Mütekaddîminden olan Hanefîlerin çoğunluğu, Şafiîler, ashab-ı hadisin cumhuru ve Alâeddin es-Semerkandî’ye göre, sünnet lafzı mutlak olarak kullanıldığı zaman Hz. Peygamber’in sünnetine hamledilir. Bu görüşte olanlar görüşlerini şu şekilde delillendirmektedirler: Hz. Peygamber mutlak olarak kendisine tabi olunan bir kimse olduğu için sünnet lafzının mutlak kullanılması durumunda, Hz. Peygamber’in sünnetine hamledilmesi gerekir. Nitekim bir fiil hakkında taat denilirse, bu sadece Allah ve resûlüne nispet edilir. Sünnetin Hz. Peygamber’den başkasına nispet edilmesi ise o kimsenin zikredilen konuda Hz. Peygamber’e uymasını ifade eder, bu ise mecâzî bir kullanımdır. Mutlak olarak kullanıldığı zaman mecâzî değil hakîkî anlamına hamledilmesi gerekir. Zikredilen hadislerde sünnetin başkalarına nispet edilmesi ise bağlayıcı değildir. Çünkü sünnetin, sünnet lafzına ilave edilecek bir kayıtla Hz. Peygamber’in yolu dışındakiler için de kullanılması câizdir. Zira lafız mutlak olup delilsiz takyit edilmesi câiz değildir. Ya Hz. Peygamber’in yoluyla ya da başkasının yoluyla takyit edilmesi gerekir. Ama evla olan ile takyit edilmesi evladır. Bu nedenle delil yoksa Hz. Peygamber’in sünnetine hamledilir. Kerhî, Debûsî, Şafiîler’den Sayrefî, Pezdevî ve Serahsî gibi âlimlere göre ise sünnet lafzının mutlak kullanılması durumunda Hz. Peygamber’in sünnetine hamledilebilmesi için mutlaka bir delil gereklidir.424

ab. Farz ve Vacip Olmaksızın Dinde Takip Edilen Yol

Fakihlerin ıstılahında sünnet denildiği zaman murat edilen, “farz ve vacip