• Sonuç bulunamadı

D. Mekruhun Kısımları

2. Cumhura Göre Mekruh ve Kısımları

Cumhur, delillerin kat’îlik ya da zannîliğine bakmaksızın hüküm vermeleri nedeniyle farz-vacip ayrımına gitmedikleri gibi mekruhu da Hanefîler gibi tahrîmen mekruh-tenzîhen mekruh şeklinde ayırmamışlardır. Bununla birlikte onlar mendubu, müekket olan ve olmayan şeklinde tekit derecesine göre sınıflandırdıkları gibi mekruhu da bu şekilde sınıflandırmışlardır. Mütakaddimîn zamanında mekruh-hilâfü’-evlâ ayrımı olmadığı için yapılmaması hususunda hususi bir nehiy olana da olmayana da mekruh demişlerdir. Ancak nasıl ki yapılması tekit edilen menduplara sünnet-i müekkede demişlerse hakkında hususi bir nehiy sabit olan kerâhete de “şiddetli bir şekilde mekruh” demişlerdir.1059 Şimdi üç mezhebin fakihlerinin mekruhu kullandıkları yerlere bakarak bu durumu tespit etmeye çalışalım:

1. Mekruhun sünnet-i müekkedenin terki hakkında kullanılması: Mekruh sünnet-i müekkedenin terki hakkında kullanıldığı zaman kerâhette şiddeti ifade eder. Sünnet-i müekkede kısmında ele aldığımız gibi sünnet-i müekkedenin terki hakkında kullanılan “terk edilmesine ruhsat ve cevâz vermem”, “terk edilmesi

1056

Kuhistânî, II, 166. 1057

İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 429. 1058

Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Uyûnü’l-mesâil, Bağdad: el-Ehliyye, 1965, II, 488. 1059

hususunda bir izin yoktur (lâ yeseu)”, “terk edilmesi yakışık almaz (lâ yenbeğî)” “terk eden isâet etmiştir” vb. ifadeler kerâhette şiddeti ifade etmektedir.

2. “Şiddetli kerâhiyet” ifadesi: Meselâ İmam Şafiî hüsûf namazı için oluşturulan büyük cemaate katılmaya güçleri yettiği halde mahallerindeki mescitte kılanlar hakkında “bunu yapmalarını onlar için şiddetli bir şekilde mekruh

görürüm ama iade etmeleri vacip değildir.”1060 demektedir. İmam Malik, ehl-i

kitabın bayramları ve kiliseleri için kestikleri şeyleri haram kılmamakla birlikte şiddetli bir şekilde mekruh gördüğünü belirtmiştir.1061 Ahmet b. Hanbel, namazda üflemeyi şiddetli bir şekilde mekruh görmüş ama konuşma olmadığı için namazı bozduğunu söyleyemeyeceğini ifade etmiştir.1062 Şafiîler ve Malikiler, abdestsiz ezan okumanın mekruh olduğunu cünübün ezan okumasının ise kerahiyet bakımından daha şiddetli olduğunu1063, Malikiler, cünüp olarak kamet getirmesinin ise kerahiyet bakımından daha da şiddetli olduğunu söylemişlerdir.1064

3. Bir şeyin terk edilmesinin evlâ olması ise kerâhette şiddetin az olduğunu gösterir.1065 İşte müteahhirîn bu kısma hilâfü’l-evlâ demiştir. Meselâ İmam Şafiî’nin “Düğünlerde şeker ve ceviz atmanın terki bana daha sevimlidir.” ifadesi kerâhete değil hilâfü’l-evlâya delalet eder.1066

Bu mezheplere göre mekruhun hükmü şudur: Mekruh bir fiili işleyene muhalefet eden (muhalif), kötü bir davranışta bulunan (müsî’) ve emre uymayan (gayr-i mümtesil) denilir.1067 Şafiîler’e göre mekruh bir fiili işleyen kimse fazileti terk etmekle birlikte günaha girmez.1068 Malikiler’e göre mekruhu işleyen kimse cezayı hak etmese de kınanır.1069 Hanbelîler’e göre ise kınanmaz ve mezhepte sahih olan görüşe göre günah işlemiş olmaz.1070

1060

Şafiî, el-Üm, I, 501. 1061

Sahnun, II, 67. Ayrıca bkz. age., I, 58, 59; IV, 165. 1062

Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Mervezî rivayeti, II, 475. 1063 Begavî, II, 38; İbn Şâs, I, 120. 1064 İbn Şâs, I, 120. 1065 Nevevî, el-Mecmû’, I, 255, 257. 1066

Gazzâlî, el-Vasît, V, 280-281. Ayrıca bkz. Mâlik, el-Muvatta’, Zekât, 50; Sahnûn, I, 149; Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 124, II, 93; İbn Şâs, III, 527.

1067

İbnü’n-Neccâr, I, 420. 1068

Şafiî, el-Üm, II, 67; Mâverdî, II, 23. 1069

Menûfî, Kifâyetü’t-tâlibi’r-rabbânî, Kahire: Matbaatü'l-medenî, 1987, I, 51. 1070

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUBAH

Mubahın türediği kelime olan ibâha, sözlükte “açık olmak, açığa çıkmak, geniş olmak”1071 anlamlarına gelen “bevh” kökünden türemiş olup “açığa çıkarmak, açıklamak; serbest bırakmak, izin vermek, helal kılmak, câiz kılmak; genişlik sağlamak” anlamlarına gelmektedir. Nitekim bir kimse bir kimseye malını kullanmasına izin verdiği ve ona helal kıldığı zaman “ebâharracülü mâleh” denir. Mubah ise “serbest bırakılmış, helal, câiz ve izin verilmiş” anlamlarına gelir.1072 Dinî bir terim olan ibâha, mükellefe bir şeyi yapma ya da terk etme arasında izin verme, serbest bırakma ve terk etme hususunda bir genişlik sağlama anlamı taşımasından dolayı bu adı almıştır.1073 Dinî terminolojide helal daha çok haramın mukabilinde kullanılırken mubah daha çok mahzûrun mukabilinde kullanılır.1074

İbâha mütekaddimîn tarafından “sıkıntının kaldırılması” şeklinde tanımlanırken müteahhirîn, “yapılması ve terk edilmesi eşit olan”1075 şey şeklinde tanımlamıştır. Usulcüler mubahı çeşitli şekillerde tarif etmişlerdir: “Mubah, yapılması ve terk edilmesi eşit olan şeydir.” şeklinde tanımlanmıştır. Ancak bu tanım hem çocuk, deli ve hayvanların hem de Allah’ın fiillerini de mubah kapsamına dâhil ettiği için batıldır. Nitekim Allah Teâlâ’nın birçok fiili bizim açımızdan terk etmesiyle eşit olduğu halde, bir şeyi yapma ve terk etme Allah hakkında kesinlikle eşittir. Ayrıca dinin gelmesinden önceki bütün yapma ve terk etmeler eşit olduğu halde bunların hiçbirisi mubah olarak nitelendirilemez.1076 Bu itirazı dikkate alan Abdülvehhab el-Bağdâdî, “mükelleften sadır olan yapması ve terk etmesi eşit olan her fiil olup yapılmasında sevap terk edilmesinde ceza

yoktur.”1077 şeklinde tanımlamıştır. Mubah “yapılmasıyla övgünün terk edilmesiyle

kınamanın hak edilmediği şey”1078 ve “yapılmasında sevap terk edilmesinde ceza

1071 İbn Manzûr, “bvh” md.;İbn Fâris, “bvh” md. 1072 Zebîdî, “bvh” md. 1073

Mâzerî, Îzâhü’l-mahsûl min Bürhâni’l-usûl, 245. 1074

Askerî, 219-220. 1075

Karâfî, Şerhu Tenkîhi’l-fusûl, 71; Nefâisü’l-usûl, I, 238-240. 1076

Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 214. 1077

Bağdâdî, el-Maûne, 171. 1078

olmayan şey”1079 diye de tanımlanmıştır. Ancak bu tanımlar da mubah olmadıkları halde hayvanların ve delilerin fiillerini de kapsaması nedeniyle batıldır.1080 Cessâs, son tanıma mükellef kaydını ekleyerek “mükellefin yapmasıyla sevabı terk

etmesiyle de cezayı hak etmediği şey”1081 şeklinde tanımlamıştır. Bu tanım haram

ve mekruhları da kapsadığı için isabetli değildir. Çünkü bir kimse haram veya mekruhu işlemekle sevap kazanmaz. Terk etmekle ise cezayı hak etmez. Hatta dinin emrine uymak amacıyla yaparsa sevap kazanır. Mubah “kişinin şer’an yapma ve terk etme arasında muhayyer bırakıldığı şey” şeklinde de tanımlanmıştır. Ancak bu tanım muhayyer ve müvessa’ vacipleri de kapsadığı için yeterli değildir.1082 Bu tanıma, “alternatif olmaksızın” kaydı eklenirse doğru bir tanım olur.1083 Cüveynî, “talep (iktizâ) ve men (zecr) olmaksızın şâriin yapma ve terk etme arasında

muhayyer bıraktığı şey”1084 şeklinde tarif etmiştir. Bakıllânî ve Gazzâlî iki farklı

mubah tanımı yapmışlardır: 1. “Mubah; yapan veya terk eden için herhangi bir övgü ya da yergi söz konusu edilmeksizin yapılması ve terk edilmesi hususunda Allah’ın izin verdiği şeydir.” 2. “Mubah; dinin terk etmesi veya yapmaması durumunda, sırf yapması ya da sırf yapmaması yüzünden kişiye zarar ve yarar

olmadığını bildirdiği şeydir.”1085 Birinci tanımda geçen “Allah’ın izin verdiği

şeydir” sözüyle haklarında bir izin söz konusu olmadığı için hem Allah’ın fiilleri hem de delilerin ve çocukların fiilleri yanında mükelleflerin vacip ve mendup olan fiilleri de tanım dışı kalmıştır. İkinci tanımda ise haklarında bir bildiri olmadığı için Allah’ın fiilleri ile çocukların, delilerin ve hayvanların fiilleri tanım dışı bırakılmak istenmiştir. Dinin bildirdiğinin ifade edilmesi ile mükellefin akıl yoluyla, terk edilmesinde fayda ve zarar olmadığını bildiği şeylerin mubah olmadıkları ifade edilmek amaçlanmıştır. “Sırf yapmaması” sözü ile de mubah olan bir fiili haram bir fiil işlemek için terk edenin durumu tanım dışı bırakılmak istenmişir. Çünkü bir kimse mubahı terk eder de haram bir fiili işlerse cezalandırılır ve zarar görür.

1079

Şîrâzî, el-Lüma’ fî usûli’l-fıkh, 34. 1080

Alâeddin es-Semerkandî, I, 149; Mâzerî, Îzâhü’l-mahsûl min Bürhâni’l-usûl, 246. 1081

Cessâs, el-Fusûl fi’-usûl, III, 247. 1082 Âmidî, I, 114-115. 1083 Hindî, II, 624. 1084 Cüveynî, el-Burhân, I, 313. 1085 Bâkıllânî, I, 288-289; Gazzâlî, el-Mustasfâ, I, 214; trc. I, 107.

Ancak bu kimse mubahı terk ettiği için değil haram işlediği için cezalandırılır ve zarar görür.1086

Râzî, “failine yapılmasında veya terk edilmesinde bir zarar olmadığı ve

ahirette hiçbir faydası olmadığı bildirilen veya gösterilen şeydir”1087 şeklinde

tanımlamıştır. Urmevî “yapılmasında veya terk edilmesinde her hangi bir övgü ya

da yergi olmaksızın yapılmasına ve terk edilmesine şer’an izin verilen şeydir”1088

demiştir.

Âlimler ibâhanın şer’î hükümlerden olduğu hususunda ittifak etmekle birlikte Mutezile mezhebinden buna itiraz edenler olmuştur. Bu görüşün gerekçesi şudur: Mubahın bir şeyin yapılmasından veya terk edilmesinden sıkıntının kaldırılması dışında hiçbir manası yoktur. Bu durum ise dinin gelmesinden önce sabit olduğu gibi dinin gelmesinden sonra da devam etmektedir. Bu durumda ibâha şer’î bir hüküm olmamaktadır. Ancak bu görüşe karşı çıkan usulcüler bir şeyin yapılmasından ve terk edilmesinden sıkıntının kaldırılmasının şer’î bir ibâha olmadığını inkâr etmemektedirler. Zira şer’î ibâha, şâriin bir şeyin yapılmasını muhayyer bıraktığına dair hitabıdır ki bu ise dinin gelmesinden önce sabit değildir. İkisi arasındaki fark ise ortadadır. Bu durumda bu kimse şer’î ibâha olarak belirttiğimiz şeyi nefyetmemiştir. Onun nefyettiği ibâha, şer’î ibâha değildir.1089 Görüldüğü gibi bu ihtilaf esasa ilişkin değil lafzî bir ihtilaftır. Çünkü ibâha ile şâriin mükellefi bir şeyi yapma ve terk etme arasında muhayyer bırakma şeklindeki hitabı kastedilirse şer’î hüküm, mükelleften sıkıntının kaldırılması kastedilirse şer’î değil aklî bir hüküm olmaktadır.1090

Mubahın emir kapsamına girip girmediği de tartışılmıştır. Emrin bir şeyin yapılmasından dolayı meydana gelecek sıkıntının kaldırılmasında veya ibâhada hakikat olduğunu söyleyenlere göre mubah emir kapsamına girerken emrin vücûb, nedb veya ikisi arasında müşterek bir miktarda hakikat olduğunu veya ikisi arasında müşterek bir emir olduğunu söyleyenlere göre ise emir kapsamına 1086 Bâkıllânî, I, 288-289. 1087 Râzî, el-Mahsûl, I, 102. 1088 Urmevî, I, 239. 1089 Âmidî, I, 115. 1090 Hindî, II, 626-627.

girmez.1091 Mutezile’den Ka’bî (ö. 319/931) mubahın vacip olduğunu söylemiştir. O bu iddiasını şöyle temellendirmektedir: Her mubah bir haramın terkidir. Haramın terki ise vaciptir. Vacibin kendisiyle tamam olduğu şey de vaciptir. Bu durumda da mubah vacip olur.1092

Mubah şer’iliğinin tekit edilmesinden ve kulların ortadan kaldırmaya haklarının olmamasından dolayı Hanefîler’e göre azimet kapsamına girmektedir.1093