• Sonuç bulunamadı

Kerâhet İfade Eden Terimleşmemiş Kelime ve İfadeleler

Kerâhet hakkındaki bu genel bilgiden sonra kerâhet ifade edip de daha sonra kerâhet kapsamında ele alınan kelime ve ifadeleri zikretmek uygun olacaktır.

1. İsâet kelimesi: İsâet, sözlükte “kötü ve çirkin olmak; kötüleşmek ve çirkinleşmek” anlamına gelen sev’ (sû’, sevâ’, sevâe) kökünden türemekte olup ihsân etmenin zıddı olarak “kötülük yapmak, kötü ve çirkin bir davranışta bulunmak, bir şeyi güzel yapmamak” anlamlarına gelir. Kötü ve çirkin olan her şeye “sû’”, kötü ve çirkin olan davranışa ise hasenenin zıddı olarak “seyyie” denilir.960 Seyyie kelimesi, Kurân-ı Kerim’de genel olarak haram fiiller hakkında kullanılmakla birlikte961 “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız,

sizin küçük günahlarınızı (seyyiât) örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.”962

ayetinde küçük günahları ifade etmek üzere kullanılmıştır.

İsâet kelimesi, farz ve vacibin terk edilmesi hakkında da kullanılmakla963 birlikte fakihler, bu kelimeyi genellikle mekruh ile eş anlamda olmak üzere sünnet-

959

Şafiî, el-Üm, I, 13-14; Müzenî, 7; Nevevî, el-Mecmû’, I, 18-19; Mahallî, Tavzîhü’l-müşkilât min

kitâbil’l-Varakât, 90; Bedrüddîn ez-Zerkeşî, el-Bahrü’l-muhît, I, 298.

960

İbn Manzûr, “sve” md; Isfahânî, “sve” md. 961

M. F. Abdülbâkî, “sve” md. 962

en-Nisâ, 4/31. 963

Ebû Hanîfe, e-Âlim ve’l-Müteallim, 26; Risâletü Ebî Hanîfe, 83; Şeybânî, el-Asl, III, 16;

Kitâbü’l-âsâr, I, 8-9; Şafiî, el-Üm, I, 271, 444, 453; II, 30; Tahâvî, el-Muhtasar, 28; Mâverdî,

III, 494; Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, II, 150-151; Kâsânî, I, 688, II, 8; Ali el-Kârî, Fethü

i müekkedenin terk edilmesi hakkında kullanmışlardır.964 Bu nedenle daha önce zikrettiğimiz gibi bir şeyin terk edilmesi durumunda bu kelimenin kullanılması söz konusu şeyin sünnet-i müekkede olduğuna delalet eder. Bu kelimeyi sünnet-i müekkedenin terk edilmesi hakkında ilk kez Hz. Peygamber kullanmış ve fakihler de bu kullanımdan hareketle sünnet-i müekkedenin terk edilmesi hakkında bu kelimeyi kullanmayı adet haline getirmişlerdir.

Ebu Dâvud şöyle rivayet etmektedir: “Bir adam Hz. Peygamber’e gelmiş ve ona abdestin nasıl olduğunu sormuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir kap istedi ellerini üç kere, sonra yüzünü üç kere, sonra kollarını üç kere yıkadı sonra da başını meshetti. Sonra kulaklarını meshetti. Sonra da ayaklarını üç kere yıkadı ve dedi ki: Abdest bu şekildedir. Kim bundan daha fazlasını ya da azını yaparsa isâet

etmiştir ve zulmetmiştir veya zulmetmiştir ve isâet etmiştir.”965 Nesâî ise şu şekilde

rivayet etmiştir: “Hz. Peygamber’e bir bedevî gelmiş ve ona abdesti sormuştu. Hz. Peygamber ona abdest uzuvlarını üçer kez yıkayarak abdesti gösterdi ve sonra dedi ki: Abdest böyledir. Kim bundan daha fazlasını yaparsa isâet etmiştir, haddi

aşmıştır ve zulmetmiştir.”966 Bu kelime hadislerde rükû ve secdenin sünnete uygun

bir şekilde yerine getirilmemesi hakkında da kullanılmıştır.967

Hanefîler’e göre isâet, derece bakımından tahrîmen mekruh ile tenzîhen mekruh arasında bir yerde kalmaktadır. Hanefî usulcülerinin, sünnet-i müekkedeyi terk eden kimsenin dalâlete düştüğüne hükmetmeleri, kınanacağını, azarlanacağını ve günaha girdiğini söylemeleri bu görüşümüzü desteklemektedir.968 Sünnet-i müekkedenin terk edilmesini tahrîmen mekruh gören Hanefîler’e göre ise isâet, tahrîmen mekruh ile eş anlamda olmaktadır.

2. “Lâ uhibbü, lâ estahibbü =istemiyorum/sevmiyorum” ve “lâ estahsinü=güzel bulmuyorum” ifadeleri: “Lâ uhibbü=sevmem/ istemem” ifadesinin kerâhet ifade etmek üzere hadislerde kullanımları yer almaktadır: Eslemî şöyle

964

Sahnun, I, 411, 414, 416, 418; Şafiî, el-Üm, I, 100, 272, 466; Serahsî, el-Mebsût, I, 133; IV, 188; Nevevî, el-Mecmû’, II, 158; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, IV, 35-36; Zekeriyyâ el-Ensârî, I, 203; İbnü’n-Neccâr, I, 420.

965

Ebû Davud, Tahâret, 52. 966

Nesâî, Tahâret, 104. 967

Müsned, V, 455. 968

Abdülazîz el-Buhârî, II, 563; İbnü’l-Hümâm, et-Tahrîr, 259; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 170.

etmektedir: “Hz. Peygamber yatsıdan önce uyumayı ve yatsıdan sonra konuşmayı

sevmezdi (lâ yuhibbü).”969 Bu hadisin başka rivayetlerinde Hz. Peygamber’in

bunları mekruh gördüğü belirtilmektedir.970

Hz. Ömer şöyle demiştir: “Biz neden remele devam ediyoruz? Vaktiyle biz onunla müşriklere karşı kuvvetli görünmek isterdik. Allah ise onları helak etmiştir. Bundan sonra Hz. Ömer şöyle demiştir: O Hz. Peygamberin yaptığı bir şeydir. Bu

nedenle onu terk etmeyi sevmeyiz (felâ nühıbbü).”971 Burada “sevmeyiz” ifadesi

sünnetin terki hakkında kullanılmakta ve kerâhet ifade etmektedir.

Fakihler de bu lafızları kerâhet ifade etmek üzere kullanmışlardır: İmam Muhammed şöyle demektedir: “Adamın iki elbiseden daha azı ile kefenlenmesini istemiyorum/sevmiyorum. (lâ ühıbbü)” Eğer böyle yaparlarsa isâet etmekle birlikte yeterlidir.”972

İbnü’l-Kâsım’a, Malik’in veda tavafını vacip görüp görmediği sorulunca İbnü’l-Kâsım şöyle demiştir: “Vacip görmüyordu ama terk edilmesini istemiyordu

(lâ yestahibbü terkuhu).”973

İmam Malik’e mescide serinlemek için serinletici getirenler sorulunca dedi ki: “Bunu sevmiyorum (lâ uhibbü) ve hasen görmüyorum.”974 Müteahhirîn de nadiren olsa da bu ifadeleri kerahet ifade etmek üzere kullanmıştır.975

3. “Lâ yu’cibünî (ﻲﻨﺒﺠﻌﯾ ﻻ)=hoşuma gitmiyor” ifadesi: Katâde’nin (ö. 118/736), temettu haccı hakkında söylediği “Temettu haccı yapmak hoşuma

gitmiyor. Ben onu ne emrederim ne de nehiy ederim.”976 sözündeki “hoşuma

gitmiyor” lafzı kerâhet ifade eder.

Bu ifade Hanefîler tarafından hem tahrîmen hem de tenzîhen mekruha delalet edecek bir manada kullanılmıştır. İmam Muhammed’in, “Kadının imamlık yapması 969 Buhârî, Ezan, 104. 970 Buhârî, Mevâkît, 23, 24. 971 Buhârî, Hacc, 57. 972

Şeybânî, el-Asl, I, 391. Ayrıca bkz. age., I, 273; a. mlf., el-Muvatta’, II, 620-621; Sahnûn, I, 110, 402; Şafiî, el-Üm, I, 295-296; 368, 515; II, 69; III, 149, 459-460.

973

Sahnûn, I, 402. Ayrıca bkz. Şeybânî, el-Hücce, I, 381. 974

İbn Rüşd el-Cedd, el-Beyân ve’t-tahsîl, Beyrut: Dârü'l-garbi'l-İslâmî, 1984, I, 401. 975

Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 149; Kudûrî, et-Tecrîd, II, 668; Ebu Muhammed el- Cüveynî, et-Tebsıra, Kahire: Müessesetu Kurtuba, 1993, 264; Alâeddin es-Semerkandî,

Tuhfetü’l-fukahâ, I, 374; Merdâvî, el-İnsâf, I, 117.

976

hoşumuza gitmiyor. Yaparsa safın ortasında durur.”977 sözünde tahrîmen mekruha; “Zaruret olmaksızın kefenin iki elbiseden az olması hoşumuza gitmiyor.”978 sözünde ise tenzîhen mekruha delalet etmektedir.

el-Müdevvene’de İmam Malik’in imamın sütresinin kırbaç vb. olmasını mekruh gördüğü çünkü onun “bu benim hoşuma gitmiyor.”979 dediği, Abdullah rivayetinde, Ahmed b. Hanbel’in de, “hoşuma gitmiyor” deyip mekruh gördüğü belirtilmektedir.980 İmam Malik’in “hoşuma gitmiyor ama haram kılmıyorum.”981 şeklinde sözleri de vardır.982

4. “Lâ yesürrunî (ﻲﻧﺮﺴﯾ ﻻ)=beni memnun etmez, sevindirmez” ifadesi: İbrahim en-Nehaî şöyle demektedir: “Güneş kızardığı zaman namaz kılmak beni memnun etmiyor.” Bu görüşü benimseyen İmam Muhammed şöyle demektedir: “Bu vakitte namaz kılması mekruh görülür. Ancak o günün ikindi namazını kaçırırsa bu vakitte kılsın. Farz ve tatavvu namazlara gelince bunları kılması

yakışık almaz (lâ yenbeğî).”983

5. Bir şeyin yapılmasına cevâz veya ruhsat verilmemesi: Bu ifadeler terk edilmesi mekruh olan fiiller yanında haram kısmında ele aldığımız gibi terk edilmesi haram olan fiiller hakkında da kullanılır. Bu ifadeler kerâhet ifade etmek üzere kullanıldıkları zaman sünnet-i müekkede kısmında da görüleceği üzere kerâhette bir şiddeti ifade eder. Hanefîler bu ifadeleri tenzîhen mekruha delalet edecek bir biçimde kullandıkları gibi tahrîmen mekruha delalet edecek bir biçimde de kullanmışlardır. Onların bu ifadeleri sünnetin terki hakkında kullanmaları tenzîhen mekruha delalet etmektedir. Şu sözlerde ise tahrîmen mekruha delalet eder: İmam Muhammed şöyle demektedir: “Kadınların güneş tutulması namazına gitmelerine ruhsat verilir mi? Dedi ki: Yaşlı ve aciz olanları hariç kadınların hiçbir namaza gitmelerine ruhsat verilmez. Yaşlı ve aciz kadınların bayram namazlarına, sabah ve yatsı namazlarına çıkmalarına ruhsat veririm. Ebu Yusuf: Ben aciz olan

977

Şeybânî, el-Âsâr, I, 604. 978

Şeybânî, el-Muvatta’, II, 104-105. 979

Sahnûn, I, 113. 980

Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Abdullah rivayeti, 212. 981

Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 80. 982

Sahnûn, I, 145, 380; Şeybânî, el-Muvatta’, II, 372-373; Ahmed b. Hanbel, Mesâil, Abdullah rivayeti, 119, 185; a. mlf., Mesâil, Mervezî rivayeti, II, 500.

983

kadınların bütün vakit namazlarına, güneş tutulması namazına ve yağmur duasına çıkmalarına ruhsat veririm. Bütün bu namazlara çıkmalarında hiçbir beis yoktur.

Genç kadınların çıkmalarını ise mekruh görürüm.”984

6. “Lâ yenbeğî=yakışık almaz” ifadesi: “Bu ifade, mütekaddimîn tarafından haram ve kerâhetin her iki çeşidi hakkında kullanılmakla birlikte müteahhirîn genellikle tenzîhen mekruh hakkında kullanmıştır.985 Sünnet-i müekkede kısmında ele aldığımız gibi sünnet-i müekkedenin terki hakkında kullanılan “lâ yenbeğî” ifadesi kerâhet-i tenzihe delalet eder.986 Hanefîler bu ifadeyi tahrîmen mekruh olan hususlarda da kullanmışlardır: Ebu Hanife, kadınların bayram namazlarına çıkmaları hususunda şöyle demiştir: “Önceden çıkmalarına ruhsat veriliyordu. Bugün ise yaşlı ve aciz kadınların dışındakilerin çıkması yakışık almaz. Onların

çıkmasında hiçbir beis yoktur.”987 İmam Muhammed şöyle demektedir: “Müslüman

bir erkeğin ipek, ipek brokar ve altın giymesi yakışmaz. Bunların hepsi küçük olsun

büyük olsun bütün erkekler için mekruhtur.”988 Tahâvî şöyle demektedir: “Satıcı

satmaya meylettiği zaman bir adamın kardeşinin alış-verişi üzerine alış-veriş

teklifinde bulunması yakışık almaz (la yenbeğî).”989

7. Nehyin kesin ve bağlayıcı olmadığını belirten ifadeler: Nehyin, nehy-i tahrîm değil de nehy-i tenzîh990, nehy-i ihtiyâr991, nehy-i edep992 ve nehy-i irşât993 olması kerâhete delalet eder. Meselâ İmam Şafiî, Hz. Peygamber’in kadınları dövmeyi önce nehyedip sonra da izin vermesi ve Hz. Peygamber’in “Sizin en

hayırlılarınız vurmayacaktır.”994 sözü hakkında şöyle demiştir: “Bundan nehyi,

984

Şeybânî, el-Asl, I, 397-398. Ayrıca bkz. age., I, 343-344. 985

İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, VI, 212. Ayrıca bkz., Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, II, 79; Alâaddîn es-Semerkandî, Tuhfetü’l-fukahâ, I, 54, 202,267; Haddâd ez-Zebîdî, I, 267; Mevsılî, IV, 444; Meydânî, el-Lübâb fî şerhi'l-Kitâb, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-arabî, I-III, 1994, I, 117.

986

Şeybânî, el-Hücce I, 182-186; Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, I, 339. 987

Şeybânî, el-Hücce, I, 306. el-Asl’da bunun mekruh olduğu geçmektedir. (I, 343 ). 988

Şeybânî, el-Muvatta’, III, 375. 989

Tahâvî, el-Muhtasar, 84. 990

Şeybânî, el-Hücce, II, 150-154; Şafiî, el-Üm, VI, 425; Müzenî, 376. 991

Şafiî, er-Risâle, 211; a. mlf., Kitâbü ihtilâfi’l-hadîs, X, 252; Sıfetü nehyi’n-nebî, Beyrut: Dârü'l- kütübi'l-ilmiyye, 1984, 91.

992

Şafiî, el-Üm, VI, 425; a. mlf., Sıfetü nehyi’n-nebî, 91. 993

Şafiî, el-Üm, VI, 427. 994

nehy-i ihtiyâra benziyor. Onlara hak olan hususlarda mubah olması şeklinde izin

vermiştir. Onlar için vurmamalarını tercih (ihtiyâr) etmiştir.”995

8. Bir şeyin kabih olarak nitelendirilmesi: Kubh kökünden türeyen kabih, sözlükte hüsnün zıddı olarak “çirkin” anlamına gelip göze çirkin gelen eşya, davranış ve durumların hepsi hakkında kullanılır.996 Kur’an-ı Kerim’de bu kökten türeyen sadece bir kelime yer almakta997 ve davranışları kınananlar hakkında kullanılmaktadır.998 Hadislerde göze çirkin gelen şeyler hakkında kullanıldığı gibi dinin haram gördüğü davranışlar hakkında da kullanılmıştır.999 Meselâ, bir hadiste cahiliye döneminde yapılan ameller kabih olarak nitelendirilmektedir.1000 Hanefîler kabîhi; haram, mekruh, yapılmaması evla olan ve yapılmasında hiçbir beis olmayan şeklinde dörde ayırmışlardır. Bir şeyin kabîh olmasının delili içtihada kapalı ise haram adını vermişlerdir. Ölü eti yemek ve şarap içmek gibi. Bir şeyin kabih olmasının delili içtihâdî ise mekruh (tahrîmen mekruh) adını vermişlerdir. Yırtıcıların artıkları gibi. Yapılmaması evla olan (tenzîhen mekruh) ise Ebu Hanife’ye göre kedinin artığıdır. Kendisinde hiçbir beis olmayan ise eti yenenlerin çoğunluğunun artığı gibi en az şüphe taşıyanlardır.1001 İmam Muhammed’in, ramazan ayında seferî olması nedeniyle oruç tutmayıp da daha sonra yaşadığı şehre giren kimsenin yemesi ve içmesinin hükmünü açıklarken söylediği “Ramazan ayında insanlar oruçlu ve o yaşadığı şehirde mukim iken yemesini ve içmesini

kabîh görürüm (estakbihuhu).”1002 sözünde kabîh görme kerâhet ifade etmektedir.

9. “Bana sorarsanız ben yapmam” ifadesi: “Bana gelince ben yapmam” sözü de kerâhete delalet eder.1003 Fakihler bu ifadeyi hadislerden almışlardır: Tirmizî’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bana gelince

995

Şafiî, el-Üm, VI, 545-546. 996 İbn Manzûr, “kbh” md.; İsfahânî, “kbh” md. 997 el-Kasas 28/42. 998 İsfahânî, “kbh” md. 999 Wensinck, “kbh” md. 1000 Müsned, II, 503. 1001 Ebü’l-Hüseyin el-Basrî, I, 364. 1002

Şeybânî, el-Asl, II, 171. 1003

İbn Kayyim, Bedâiü’l-fevâid, IV, 6; Bedrüddîn ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân, Kahire: Dâru ihyâi'l-kütübi'l-Arabiyye, 1958, I, 12.

ben yaslanarak yemem.”1004 Bu ifade, Hz. Peygamber’in yaslanarak yemeyi mekruh gördüğüne delalet etmektedir. Ebû Hanîfe’nin el-Asl’da “Bazı âlimler at etine ruhsat vermiştir. Bana gelince yenilmesi hoşuma gitmiyor.” sözü at etinin yenilmesinin kerâhetinin, tenzîhî olduğuna delalet eder.1005

10. “Lâ hayra=hayır yoktur” ifadesi: Bu ifade genelde hürmete delalet etmekle birlikte bazen kerâhete delalet ettiği de olmuştur. Meselâ İmam Malik’e namazda “ıhımm ıhımm” demek sorulunca “bu münkerdir, bunda hayır yoktur.” demesi bunu mekruh gördüğüne delalet etmektedir.1006

11. “Lâ erâ=uygun görmüyorum” ifadesi: İmam Muhammed şöyle demektedir: “Bir kimsenin hiçbir şekilde ikindiden sonra nafile namaz kılmasını

uygun görmüyoruz (lâ nerâ).”1007

12. Bir şeyin yapılması veya terk edilmesinin kınanması ve ayıplanması: Hz. Ayşe’nin Sa’d’ın cenazesini mescitten geçirince sahabenin ayıplaması1008, Hz. Ayşe’nin bu davranışını mekruh gördüklerini ifade etmektedir.1009 Bunun yanında sahabe-i kirâm sünneti terk edenleri kınamıştır.1010 el-Müdevvene’de, İmam Malik’in ezanda manayı değiştirecek şekilde nağme yapmayı (tatrîb) şiddetle kınadığı sonra da şiddetli bir şekilde mekruh gördüğü1011 rivayetinde kınamanın kerâhete delaleti açıktır. İmam Şafiî, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in şükür secdesi yapmayı kınadıklarını ve mekruh gördüklerini belirtmiştir.1012 Bu durumda mekruha yapılması kınanan manasında “münker” de denilir. Meselâ İmam Malik’e namazda “ıhımm ıhımm” demek sorulunca “bu münkerdir, bunda hayır yoktur.” sözünde geçen münker, mekruh manasındadır.1013

1004

Tirmizî, Et’ime, 28. Hadisin başka rivayetleri için bkz. Buhârî, Et’ime, 13; Ebû Davud, Et’ime, 16; Dârimi, Et’ime, 31.

1005

Serahsî, el-Mebsût, XI, 233. 1006

İbn Rüşd el-Cedd, el-Beyân ve’t-tahsîl, I, 337. 1007

Şeybânî, el-Âsâr, I, 404. 1008

Müslim, Cenâiz, 100. 1009

Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Muhtelefü’r-rivâye, Riyad: Mektebetü’r-rüşd, 2005, I, 494-495. 1010

Ebû Abdullah ez-Zerkeşî, II, 206. 1011

Sahnun, I, 58-59. Ayrıca bkz. age., I, 71, 107; Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 186. 1012

Şafiî, İhtilâfü Alî ve Abdullah b. Mes’ûd, IX, 157. 1013