• Sonuç bulunamadı

D. Mendup ve Kısımları

2. Maliki Mezhebi’nde Mendup ve Kısımları

Bağdat Malikileri dışındaki Malikiler mendubu, Hz. Peygamber’in devamlı yapıp yapmaması, rekât sayısını belirleyip belirlememesi ve topluluk içinde yapıp yapmaması açısından sünnet-fazilet-nafile şeklinde üçe ayırmışlardır. Bağdat Malikileri ise sünneti farzın mukabilinde kullanarak sayılan hususları dikkate almamışlar ve din tarafından yapılması istenen bütün ibadetlerin Hz. Peygamber tarafından yapılmasından hareketle hepsine birden sünnet demişlerdir.686

Malikiler mendubu üçe ayırırken yapıldıkları zaman elde edilecek ecrin miktarını dikkate almışlardır. Zira menduba dâhil olan sünnet, fazilet ve nafile terk edildikleri zaman günah ve cezanın (ıkâb) olmaması hususunda ortaktırlar. Bu nedenle Malikiler mendup olan emirlerin ecirlerindeki farklılıkları hissettirecek bir takım hükümler ortaya koymuşlardır. Buna göre ecir hususunda rütbesi yüksek olan ve Hz. Peygamber’in teşvik etme hususunda mübalağa ettiğine sünnet, ondan derece bakımından aşağıda olan fazilet ve murağğab fîh, sevabı en az olana da

682

İbn Âbidîn, Minhatü’l-hâlik, II, 57-58. 683

Zeynüddîn İbn Nüceym, el-Bahrü’r-râik, II, 57. 684

İbn Âbidîn, Minhatü’l-hâlik, II, 57. 685

İbn Âbidîn, Minhatü’l-hâlik, II, 57-58. 686

nafile demişlerdir.687 Ancak Malikiler, bu terimlerin konulduğu manada kullanılmasına Hanefîler kadar riayet etmemişler, çoğu zaman bu terimleri birbirlerinin yerine kullanmışlardır.688

Mâlikîler, mendubu tanımlarken mendubun her üç kısmının da tanıma dâhil olması için kınama yerine ceza (ıkâb) lafzını kullanmayı tercih etmişlerdir. Çünkü onlar sünneti terk eden kimsenin günaha girmese de kınanacağını belirtmişlerdir. Kadı Abdülvehhâb el-Bağdâdî (ö. 422/1031) ve Hattâb er-Ruaynî (ö. 954/1547), mendubu “yapılmasında sevap olan ve terk edilmesinde ceza olmayan” şey şeklinde tanımlamıştır. “Yapılmasında sevap olan” kaydıyla haram, mekruh ve mubah, “terk edilmesinde ceza olmayan” kaydıyla ise vacip tanım dışı bırakılmaya çalışılmıştır.689 Bâcî (ö. 474/1081), “yapılmasında sevap olan, her hangi bir şekilde sırf terk edilmesinde ceza (ıkâb) olmayan emredilmiş şey” şeklinde tanımlamıştır. “Emredilmiş şey” kaydıyla mendubun emir kapsamına girdiğini belirtmek istemiştir.690 Mâzerî (ö. 536/1141), “yapılmasında sevap olan, sırf terk edilmesinde ceza hak edilmeyen şey” şeklinde tanımlamıştır. Her iki tanımda da “sırf terk edilmesinde” kaydı ile mendubun haram işlemek suretiyle terk edilmesi tanım dışı bırakılmaya çalışılmıştır. Çünkü bir kimse mendubu haram bir fiil işlemek için terk edebilir bu nedenle de cezalandırılır ama cezanın nedeni mendubu terk etmesi değil mendubu terk ederek haram işlemesidir.691 İbn Rüşd el-Hafîd (ö. 595/1198) ise “terki nedeniyle ceza tehdidi olmaksızın yapılması tercih edilen”692 şeklinde tarif etmiştir.

a. Maliki Mezhebi’nin Teşekkül Döneminde Mendup ve Kısımları

Maliki mezhebinin teşekkül dönemi eserlerinde sünnet-müstehap-nafile ayrımına gittikleri dikkatimizi çekmektedir. Aşağıdaki cümlelerde bu durum açıkça görülmektedir: İmam Malik akikanın hükmü hususunda şöyle demektedir: “Akika

687

Mâzerî, Îzâhü’l-mahsûl min Bürhâni’l-usûl, 241. 688

Sahnun, I, 414; Kayrevânî, er-Risâle, 241, 260, 277; Bağdâdî, el-Maûne, I, 126-127, 312; et-

Telkîn, I, 182; İbn Abdilberr, Kitâbü’l-kâfî, I, 425; Karâfî, ez-Zehîra, I, 348; İbn Şâs, I, 418.

689

Bağdâdî, et-Telkîn, 177; Hattâb, Gurratü’l-ayn, 101. 690

Bâcî, 55. 691

Mâzerî, Îzâhü’l-mahsûl min Bürhâni’l-usûl, 242. 692

müstehap olup müslümanların amelinden olagelmiştir. Vacip ve lâzım bir sünnet

değildir ama onunla amel etmek müstehaptır (yüstehabbü).”693

İbn Vehb şöyle demektedir: “Malik’e abdestli kimsenin zekerine dokunması durumunda abdestinin ne olacağı sorulunca o şöyle demiştir: “Hasendir, sünnet değildir.” Başka bir defa da “abdest alması bana daha sevimli gelmektedir” dedi.”694

İmam Malik şöyle demektedir: “Sabah namazının farzından önce iki rekât namaz kılmak müstehaptır. Eşheb ise şöyle demektedir: Sabah namazının farzından önce iki rekât namaz kılmak sünnettir. Ama vitir namazı gibi değildir. İmam Malik: Sünnet değildir. Müslümanlar bu şekilde amel etmişlerdir. Terk edilmeleri yakışık

almaz.”695

İbn Habîb’in, el-Vâzıha isimli eserinde de sünnet-müstehap ayrımı yer almaktadır.696

Sünnet-müstehap-nafile ayrımı ile ilgili olarak el-Müdevvene’de, İmam Malik’in öğleden önce, sonra, ikindiden önce, akşamdan sonra ve yatsıdan sonra kılınan nafileler için bir rekât sınırlandırmasında bulunmadığı bunu Iraklılar’ın yaptığı yer almaktadır.697

b. Sünnet

Nafilelere sahip oldukları hangi sıfatlar neticesinde sünnet denildiği hususundaki ihtilaf ve özellikle sabah namazının farzından önce kılınan nafile namazın sünnet mi yoksa rağîbe mi olduğu hususundaki tartışmalar, Malikiler’de iki farklı sünnet tanımının ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir:

1. “Sünnet, Hz. Peygamber’in topluluk içinde ve devamlı olarak yaptığı

şeydir.”698 Bu tanıma göre sabah namazından önce kılınan iki rekât nafile namaz,

Hz. Peygamber’in topluluk içinde kılmaması nedeniyle sünnet değildir. Bu tanım sünnet ile ragîbe arasını ayıranların tanımına uygundur. Zira “topluluk içinde yaptığı” kaydıyla ragîbe ve nafile tanım dışı kalmaktadır. Sünnet ile rağîbe arasını

693

Sahnûn, II, 9, Kahire: el-Matbaatü’l-hayriyye, 1324. 694

Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 54-55. 695

Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, I, 493-494. 696

İbn Habîb, 161-162. 697

Sahnûn I, 97-98. 698

ayırmayanlar ile sabah namazının farzından önce kılınan nafile namazın sünnet olduğunu söyleyenler, “topluluk içinde yaptığı” sözünü zikretmezler. Hâsılı sabah namazının rağîbe olduğunu söyleyen kimse, sünneti tanımlarken bu kayda itibar ederken, sünnet olduğunu söyleyen kimse bu kayda itibar etmez.699 Esbağ ve İbn Abdilhakem sünneti bu şekilde anladıkları için ikisine göre de sabah namazının farzından önce kılınan iki rekâtlık nafile namaz, sünnet değil rağîbedir.700 Bu tanıma göre bayram namazları, yağmur duası ve küsuf namazı ise Hz. Peygamber’in topluluk içinde yapması nedeniyle sünnet olmaktadır.701 Bu tanımda geçen “devamlılık” kaydıyla da teravih namazı gibi Hz. Peygamber’in topluluk içinde yaptığı ama devamlı yapmadıkları da tanım dışı kalmaktadır.702

2. “Sünnet, Hz. Peygamber’in farz olmaksızın devamlı olarak yaptığı veya

devam ettiği anlaşılandır.”703 Bu tanıma göre sabah namazının farzından önce

kılınan iki rekâtlık nafile namaz, Hz. Peygamber topluluk içinde kılmasa da devamlı kıldığı için Eşheb’in görüşüne uygun olarak rağîbe değil sünnet olmaktadır.704

Kadı Abdülvehhâb el-Bağdâdî ise bu manada sünneti “nafilelerden tekit edilen, vakti ve miktarı belirlenmiş olan ve yerine getiren kimsenin tercihine bırakılmayandır.” şeklinde tarif etmiştir. Her iki tanım da Eşheb’in sabah namazının farzından önce kılınan nafile namazı sünnet olarak görmesine uygundur. Çünkü Eşheb’e göre sabah namazının farzından önce kılınan nafile namazın vakti ve ziyade ve noksana muhtemel olmayacak şekilde miktarı belirlenmiş olduğu için sünnet olmaktadır.705

Malikiler’e göre sünnetin hükmü şudur: Sünneti yerine getiren kimse sevap kazanır, sahih olan görüşe göre terk eden kimse ise günah kazanmaz.706 Ama sünnetleri devamlı terk edenler ile önemsemeyerek terk edenler fâsık olur. Bir 699 İbn Mühennâ, I, 25. 700 Bağdâdî, el-Maûne, I, 248. 701 Bâcî, 57. 702

Adevî, Hâşiyetü’l-Adevî alâ Kifâyeti’t-tâlibi’r-rabbânî, Beyrut: Dârü'l-Fikr, t.y., I, 51-52. 703 İbn Mühennâ, I, 25. 704 İbn Mühennâ, I, 25. 705 Bağdâdî, el-Maûne, I, 248; Bâcî, 57. 706

Kayrevânî, en-Nevâdir ve’-ziyâdât, IV, 309-310; İbn Rüşd el-Cedd, el-Mukaddimâtü’l-

belde halkı sünnetleri terk ederse onlara savaş açılır.707 Abdestin sünnetlerinden birisini unutarak terk eden kimsenin yeniden abdest almaksızın yerine getirmesi gerekir.708 Namazda sünnet-i müekkede olan bir şeyin sehven terki durumunda sehiv secdesi gerekir.709 Hacda sünneti terk eden kimsenin eğer dönmemişse sünneti yerine getirmesi gerekir, eğer yapmadan dönerse kurban kesmesi gerekir.710

İbn Rüşd el-Cedd (ö. 520/1126), Hattab er-Ruayni ve Kişnâvî’nin ifadelerinden sünnet-i gayr-i müekkedeyi müstehaptan daha tekitli gördükleri anlaşılmaktadır.711 Ancak faziletlerinin tekit edilmesi dışında sünnet-i gayr-i müekkedelerle müstehaplar arasında hiçbir fark görmemişlerdir.712 Sünnet-i gayr-i müekkedeye “sünnet-i hafife” denildiği de olmuştur.713

c. Fazilet (Rağîbe)

Malikiler’e göre hasen, müstehap, rağîbe (merğûb fîh/murağğab fîh), mendup ileyh, fazilet ve edep eş anlamlı lafızlardır.714 Ancak usulcülere göre mendup; sünnet, müstehap ve nafileye şamil olsa da fakihler mendubu daha çok müstahap ile eş anlamda kullanmışlardır.715 Müstehaba bazen “sünnet-i müstehabbe” de demişlerdir.716 Bu kısma daha çok reğâib demişlerdir.

“Reğâib; Hz. Peygamber’in yapılmasını teşvik ettiği, miktarını belirlediği

ama kendisinin topluluk içinde yapmadıklarıdır.”717 şeklinde tanımlanmıştır.

“Topluluk içinde yapmadıkları” sözüyle sünnet, “miktarını belirlediği” kaydıyla öğleden önce ve sonra kılınan dört rekât namaz tanım dışı kalmıştır. Çünkü şeriat koyucu bu namazların kılınmasına teşvik etmiş ama miktarlarını belirlememiştir.718

707 Mâzerî, Şerhü’t-Telkîn, I, 362. 708 İbn Habîb, 161-167. 709 İbn Rüşd el-Cedd, el-Mukaddimâtü’l-mümehhedât, I, 163-164. 710 Bağdâdî, el-Maûne, I, 573. 711

İbn Rüşd el-Cedd, el-Mukaddimâtü’l-mümehhedât, I, 163-164; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, II, 287; Kişnâvî, Eshelü’l-medârik, Beyrut: Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye, 1995, I, 167, 175.

712

İbn Rüşd el-Cedd, el-Mukaddimâtü’l-mümehhedât, I, 163-164. 713

Kişnâvî, I, 167. 714

İbn Habîb, 167, 208, 212, 215; İbn Abdilberr, Kitâbü’l-kâfî, I, 171; Âli Mübârek, I, 194. 715

Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, I, 54. 716

Kayrevânî, er-Risâle, 187; İbn Abdilberr, Kitâbü’l-kâfî, I, 250. 717

İbn Mühennâ I, 25. 718

Reğâibin hükmü şudur: Yapan kimse sevap kazanır, terk eden kimse ise kınanmaz ve günah işlemiş olmaz.719

d. Nafile

“Nafile; Hz. Peygamber’in yaptığı, teşvik ettiği devam etsin ya da etmesin bir miktar belirlemediğidir.” Öğleden önce ve sonra, ikindiden önce, akşam ve yatsıdan sonra dörder rekât namaz, kuşluk namazı, gece namazı ve mutlak nafileler gibi.720

Nafile ile rağîbe arasındaki fark şudur: Hz. Peygamber nafilenin hilafına rağîbeye devam etmiş ve bir miktar belirlemiştir. Çünkü nafile, Hz. Peygamber’in yaptığı ama devam etmediği veya devam edip de bir miktar belirlemediği ve yahut da miktar belirleyip de topluluk içinde yapmadığıdır. Hz. Peygamber’in öğleden önce ve sonra dört ve de ikindiden önce dört rekât namaz kıldığı sabit olsa da Hz. Peygamber’in bu vakitlerde dört rekât namaz kılması dörde hasrettiğini göstermez. Bu nedenle de nafile rağîbeden ayrılır. Çünkü bir kimse öğleden önce devamlı olarak yüz rekât namaz kılsa Hz. Peygamber’in dört rekâta devam etmesine uygun bir şekilde kılmış olur. Eğer Hz. Peygamber’in bu vakitlerde dört rekâttan fazla kılmadığını kabul edersek bu durumda Hz. Peygamber’in rağîbeyi mutlak nafileden daha fazla yapması ve rağîbeye daha fazla teşvik etmesi nedeniyle nafile rağîbeden ayrılır.721

İbn Rüşd el-Cedd “nafile; Hz. Peygamber’in emretmeksizin veya teşvik etmeksizin ve yahut da yapılmasına devam etmeksizin dinin yapılmasında sevap

olduğunu takrir ettiği şeydir.”722 şeklinde tarif etmiştir.

Nafilenin hükmü şudur: Nafilelere devam etmek müstehaptır ama terk eden kimse günah girmez.723