• Sonuç bulunamadı

Haram, li-aynihî haram ve li-gayrihî haram olmak üzere iki kısıma ayrılır: a. Li-aynihî haram: Eğer haramlığın kaynağı ölünün yenmesi ve şarap içmenin haramlığında olduğu gibi, mahallin kendisi ise buna li-aynihî haram denir. Burada mahal fiili kabul etmekten çıkmış ve fiil mahallin yokluğundan dolayı yok olmuştur. Burada mahal asıl, fiil tabi olup hürmet mahallin fiile uygun olmadığına delalet etmesi için mahalle nispet edilir. Burada hürmetin mahalle nispeti li-gayrihî haramdaki gibi mahallin ıtlak edilip de hâlin kastedilmesi veya muzafın hazfedilmesi kabilinden değildir. “Ölü haramdır” dediğimiz zaman manası ölünün yenilmesinin haramlığının kaynağı olması demektir.871 Fakihler haram li-aynihî terimini İbn-i Abbas’ın “Şarabın azı da çoğu da aynı ile haram kılınmıştır

(hurrimet biaynihâ).”872 sözünden almışlardır. Bu çeşit harama; muharrem li-

nefsih, muharremü’l-ayn, mahzûr li-aynih de denilmiştir.873

b. Li-gayrihî haram: Eğer haramlığın kaynağı başkasının malını yemenin haramlığında olduğu gibi bu mahallin dışında ise buna li-gayrihî haram denir. Burada haramlık malın kendisinden değil başkasının malı olmasından

868

Ebû Yusuf, Kitâbü’l-harâc, Ankara: Akçağ Yayınları, 1982, 101, 106, 117. 869

Râzî, el-Mahsûl, I, 101; İbnü’n-Neccâr, I, 386-387. 870

Ferrâ, V, 1625-1626; Merdâvî, el-İnsâf, XII, 249-250. 871

Sadrüşşerîa, II, 276; Teftâzânî, II, 276. 872

Nesâî, Eşribe, 48. 873

Şafiî, el-Üm, I, 505; Tahâvî, Muhtasaru ihtilâfi’l-ulemâ, Beyrut: Dârü'l-beşâiri'l-İslâmiyye, 1995, IV, 381; Cessâs, el-Füsûl fi’l-usûl, III, 250.

kaynaklanmaktadır. Yemek haramdır ama li-aynihî haramın aksine malın sahibinin yemesi gibi mahal genel olarak yemeyi kabul edecek niteliktedir. Burada hürmet mahalle nispet edildiği zaman muzafın hazfi veya mahallin hâle ıtlakı kabilinden olur. “Başkasının ekmeği haramdır” dediğimiz zaman manası mecâzen ya da muzafın hazfi kabilinden “yenilmesi haramdır” şeklinde olur. “Köye sor.”874 ayetinde bu durum vardır. Bu ayet bazen “köy ehline sor” şeklinde muzafın hazfedilmesine bazen de mahallin hâle ıtlakı kabilinden köyün ehlinden mecâz olmasına hamledilir.875 Haram li-gayrihînin ilk kullanımlarına dördüncü asırda yazılan eserlerde karşılaşmaktayız.876

Hanefî usulcülerinden bazılarına göre her iki çeşit haramın da helal olduğuna itikat eden kimsenin küfrüne hükmedilir. Hanefîler nezdinde meşhur olan görüşe göre ise bir kimse bir şeyin li-aynihî ya da li-gayrihî haram olup olmadığını bilmediği halde söz konusu şeyin helal olduğuna itikat ederse haramın sübûtunun kat’î olması durumunda cehaleti mazur görülmez ve küfrüne hükmedilir, haramın sübutu zannî ise küfrüne hükmedilmez. Haramın hangi çeşit haram olduğunu bilip de helal olduğuna itikat eden kimse hakkındaki hüküm ise şudur: Eğer li-aynihî haram ise küfrüne hükmedilir, li-gayrihî haram ise küfrüne hükmedilmez. Bazı usulcüler ise masiyet ister büyük isterse küçük olsun helal kılanın küfrüne hükmedileceğini söylemişlerdir.877

II. MEKRUH

Sözlükte “hoşlanmamak, istememek, çirkin görmek, kötü görmek; meşakkat, sıkıntı, zorluk, şiddet” anlamlarına gelen “kerh, kürh, kerâhet ve kerâhiyyet” kökünden türeyen mekruh kelimesi “hoşlanılmayan, istenilmeyen, çirkin ve kötü görülen; meşakkatli, sıkıntılı ve zor şey” anlamına gelmektedir. Dilbilimcilerden birçoğu mekruhun türediği “kerh” ve “kürh”ün eş anlamlı olduğunu ifade etmekle birlikte “kerh”in kişinin hariçten gelen zorlama sonucunda katlanmak zorunda kaldığı meşakkat, “kürh”ün ise kişinin kendi istediğiyle katlanmak zorunda olduğu

874 Yusuf, 12/82. 875 Teftâzânî, II, 276-277. 876 Cessâs, Ahkâmü’l-kur’ân, V, 207. 877

hoşlanılmayan durum olduğunu söyleyen dilbilimciler de vardır.878 Kişinin kendi isteğiyle katlanmak zorunda olduğu hoşlanılmayan durum; tabiat itibariyle hoşlanılmayan durum, akıl ve dinin hükmü açısından hoşlanılmayan durum olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu nedenle bir kimsenin bir şey hakkında “ben onu istiyorum ama mekruh görüyorum” demesi mümkündür. Kişi böyle dediği zaman manası ya “ben onu tabiatım itibariyle istiyorum ama akıl ve dinin hükmü açısından mekruh görüyorum” ya da “akıl ve dinin hükmü açısından istiyorum ama tabiatım itibariyle mekruh görüyorum” şeklinde olur. Meselâ, “Hoşunuza gitmediği (kürhün leküm) halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz (tekrahû) mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir

şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”879 ayetinde müminlerin

savaşı mekruh görmelerinin nedeni insan tabiatının savaştan hoşlanmamasıdır. Ama Allah, savaşmanın akıl ve dinin hükmü cihetinden hayırlı olduğunu belirtmiştir.880 Mekruh ile aynı kökten gelen “kerîhe”, “savaşta şiddet”; “ikrâh” ise “bir kimseyi istemediği halde bir şeyi yapmaya zorlamak”881 anlamına gelir.

Mekruh usulcüler tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmıştır: Mekruhu, “terk

edilmesi yapılmasından evla olan”882; “yapılmaması evla olan”883, “tenzîhen nehiy

edilen”884 şeklinde tanımlayanlar olduğu gibi “terk edilmesine karşılık sevap

verilen, yapılmasına karşılık ceza (ıkâb) olmayan”885 ve “terk edeni övülen, yapanı

ise kınanmayan”886 şeklinde hükmüyle tanımlayanlar da olmuştur. Cüveynî, “şâriin

men etmekle birlikte yapılmasını kınamadığı şey”887, Gazzâlî, “yapılmasında

kınama olmaksızın nehiy edilen şey”888 şeklinde tarif etmiştir. Mekruhu,

“haramlığında ihtilaf edilen şey” ve “yapılmasına karşılık ceza olmasından korkulan şey” şeklinde tanımlayanlar da olmakla birlikte bu tanımlar eleştirilmiştir. 878 İbn Manzûr, “krh” md. 879 el-Bakara, 2/216. 880 İsfahânî, “krh” md. 881 İbn Manzûr, “krh” md. 882

Şîrâzî, el-Lüma’ fî usûli’l-fıkh, 34; İbn Kudâme, Ravzatü’n-nâzır, I, 206; İbn Firkâh, 101. 883

Alâeddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-usûl, I, 147. 884

Şîrâzî, el-Lüma’ fî usûli’l-fıkh, 35. 885

Cüveynî, el-Varakât fî usûli’l-fıkh, 8. 886 Beyzâvî, 91. 887 Cüveynî, el-Burhân, I, 313. 888 Gazzâlî, el-Menhûl, 137.

Çünkü bu tanımların her ikisinde de mekruhun haram olabileceği ifade edilmektedir ki mekruhun haram olmadığı icma ile sabittir.889 Bazıları mekruhun, mendubun terki olduğunu söylemiştir ama bu iddia batıldır. Çünkü eğer her mendubun terk edilmesi mekruh olsaydı bir kimsenin imkânı olmasına rağmen yapmadığı her nafileden dolayı mekruh bir davranışta bulunmuş olması gerekirdi ki bunun yanlışlığı ortadadır.890

Kur’an-ı Kerim’de kerh ve türevleri toplam kırk bir yerde geçmekte olup daha çok “istememek, hoş görmemek, zorlamak (ikrâh)” anlamlarında kullanılır.891 Bir ayette “mekruh” şeklinde geçmekte olup haram anlamında kullanılmıştır. Çünkü bu ayetten önceki ayetlerde Allah Teâlâ cimri ve savurgan olmayı, geçim endişesi nedeniyle çocukları öldürmeyi, zinayı, haksız yere cana kıymayı, hakkında bilgi bulunmayan şeyin peşine düşmeyi, yeryüzünde böbürlenerek yürümeyi yasaklamış ve bu ayette bütün bunları “mekruh” olarak nitelendirmiştir.892

Mekruh, hadislerde haram ile eş anlamda kullanılmasının yanı sıra ileride kazandığı terim anlamına esas teşkil edecek şekilde de kullanılmıştır: İbn Mesud’dan gelen şu rivayette geçen mekruh, hem haramı hem de tenzîhen mekruhu kapsayacak bir manada kullanılmıştır. İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s.) şu on şeyi mekruh gördü: Halûk sürünmeyi, ağaran kılları boyamayı, eteği sürümeyi, altın yüzük takınmayı, mahalli olmayan yerde zineti göstermeyi, zar atmayı, muavvizâtın dışında bir şeyle rukye yapmayı, nazar boncuğu takmayı, meniyi mahallinden başka yere akıtmayı, çocuğu fesada uğratmayı yani emzikli kadını hamile bırakmayı. Ancak sonuncusunu haram kılmadan mekruh

görmüştür.”893

Ebû Davûd şöyle rivayet etmektedir: “Bir kadın Hz. Peygamber’e, “Ben çocuğumun künyesini Ebü’l-Kâsım ismini de Muhammed koydum ama bunu mekruh gördüğünüzü söylediler.” deyince Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Benim ismimi helal kılan künyemi haram kılan nedir veya künyemi helal kılıp ismimi

889 Cüveynî, el-Burhân, I, 311-312. 890 Cüveynî, el-Burhân, I, 311. 891 M. F. Abdülbâkî, “krh” md. 892 el-İsra Suresi, 17/29-38. 893

haram kılan nedir?”894 Burada geçen mekruhun haram manasında kullanıldığı açıktır.

Muğîre b. Şu’be’nin rivayet ettiği şu hadiste yer alan mekruh, haramın mukabilinde ve daha sonra kazandığı terim anlamına uygun olarak kullanılmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah anne-babaya isyan etmenizi, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenizi, yok diyerek yardım etmemenizi ver deyip el açmanızı haram kıldı. Onun bunun dediklerini aktararak vakit geçirmeyi,

dilenmeyi ve savurganlığı da mekruh gördü.”895

Kur’an-ı Kerim ve hadislere baktığımız zaman haramın sadece yapılmaması kesin ve bağlayıcı olarak istenen hususlar hakkında kullanıldığını görürüz. Mekruhun ise haram yanında zikrettiğimiz hadislerde olduğu gibi yapılmaması kesin ve bağlayıcı olmayarak istenen hususlar hakkında da kullanıldığı görülür. Özellikle zikrettiğimiz son hadiste mekruhun haramın mukabilinde kullanılması fakihlere ilham kaynağı olmuş bu sebeple de yapılmaması kesin ve bağlayıcı olmayarak istenen şeyler hakkında mekruhu terim olarak seçmişlerdir. Hicrî ilk üç asırda yaşayan âlimlerin sözlerinde kerâhetin nadiren mekruh şeklinde ism-i mefûl formunda kullanıldığını görüyoruz.896 Bu eserlerde bir şeyin kerâheti genellikle “ekrahu=mekruh görüyorum”, “yükrahu=mekruh görülür” şeklinde fiil formunda ifade edilmiştir.897

Sahabe ve tabiîn mekruh lafzını kullanmakla birlikte onların sözlerinde mekruhun henüz terim manasını kazanmadığını görüyoruz. Aşağıda aktaracağımız rivayet bu tespitimizi doğrulamaktadır: Yusuf b. Mâhek şöyle rivayet etmektedir: “Bir kadın İbn-i Ömer’e: Ben altın süs eşyası takıyorum, dedi. İbn-i Ömer: Evet (olur) deyince kadın: Peki, ipek hakkında ne dersin? diye sordu. İbn Ömer, bu mekruh görülür diye cevap verdi. Kadın: Mekruh görülür ne demek? Bana onun helal mi yoksa haram mı olduğunu haber ver. İbn Ömer şöyle dedi: “Biz dünyada

ipek giyenin ahirette giymeyeceğini konuşuyorduk.”898

894

Ebu Davud, Edep, 68. 895

Buhârî, İstikrâz, 19; Müslim, Akdiye, 12. 896

Şeybânî, el-Hücce, II, 611. 897

Şeybânî, el-Asl, I, 33-44, 132-137. 898

Hanefî mezhebinin teşekkül dönemi dönemi eserlerinde, mekruh her ne kadar aşağıda zikredeceğimiz gibi haram ile eş anlamda kullanılsa da onun çoğunlukla haram dışında kalan, yapılmaması kesin ve bağlayıcı olmayarak terk edilmesi istenen fiiller hakkında kullanılması ve Ebu Hanîfe’nin mekruhu mutlak olarak kullandığı zaman tahrîmen mekruhu kastettiğini ifade etmesi899 mekruhun hicrî ikinci asır başlarından itibaren terim manasını kazandığını göstermektedir.900

Kerâhetin, muhabbet ve rızanın mı yoksa iradenin mi zıddı olduğu hususu tartışılmıştır. Hanefîler kerâhetin, muhabbet ve rızanın zıddı olup Allah’ın küfrü ve masiyetleri mekruh görmesinin manasının Allah’ın onlardan razı olmaması ve onlara muhabbet beslememesi olduğunu, küfrün ve masiyetlerin de Allah’ın iradesi ve dilemesiyle olduğunu söylemişlerdir. Mutezile’ye göre ise kerâhet iradenin zıddı olup, Allah’ın bir şeyi mekruh görmesi onu irade etmemesi ve dilememesi anlamına gelir.901

Mendubun zıddı olan mekruhun, nehiy edilmiş olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Nehyin sadece tahrîm için olduğu görüşünde olanlara göre mekruhun yapılması nehiy edilmemiştir. Ama nehyin, tenzîh için, mekruh ile haram arasında müşterek bir miktar için veya o ikisi arasında müşterek olduğunu söyleyenlere göre ise mekruhun yapılması nehiy edilmiştir.902

Fakihler bazen bir şeyin mekruh olmadığını ifade ederler ama Hanefî fakihleri bununla söz konusu şeyin tahrîmen mekruh olmadığını yani tenzîhen mekruh olduğunu, diğer mezhep fakihleri ise kerâhetin şiddetli olmadığını murat ederler.903