• Sonuç bulunamadı

Tebük Seferi Nasıl Sonuçlandı?

6. SÜNNET’E SARILMAK

4604/9. Mikdâm ibni Ma‘dîkerib radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şunu iyi bilin ki bana Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte onun bir benzeri daha verilmiştir. Evet, şunu iyi bilin ki pek yakında koltuğuna kurulmuş, karnı tok bir adam ortaya çıkacak ve şöyle diyecek:

‘Şu Kur’ân’a sarılın; onda helâl olarak bulduğunuz şeyleri helâl, haram olarak bulduğunuz şeyleri de haram bilin!’

Şunu iyi bilin ki ehlî eşek eti, yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanların eti, önemsiz olan yitikler dışında, zimmîlerin (İslâm devletinin gayr-i müslim vatandaşları) kaybettiği şeyler size helâl değildir.

Bir topluluk, kendisine misâfir olan kimseyi ağırlamakla yükümlüdür. Şâyet onu ağırlamazlarsa, kendisine harcamaları gereken

miktarı onlardan almak misâfirin hakkıdır.”[68]

Bu hadis bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

4605/10. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin âzatlı kölesi Ebû Râfi‘

radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Herhangi birinizi rahat koltuğuna yaslanıp da kendisine benim emrettiğim veya yasakladığım bir şey geldiği zaman: ‘Biz Kur’ân’dan başka bir şey bilmeyiz. Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız’

derken kesinlikle bulmayayım.” [69]

Açıklamalar

Her iki hadîs-i şerîf de sahîh senedlerle rivâyet edilmiştir.

Sünen-i Ebî Davûd’un ilk şârihi Hattâbî’ye (v. 388/998) göre, birinci hadîs-i şerîfte Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Bana Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte onun bir benzeri daha verilmiştir” buyururken, “Kur’ân’ın bir benzeri” sözüyle iki şey kastetmiş olabilir:

• Bana zâhirî ilim vahyedildiği gibi bâtınî ilim de vahyedildi.

• Bana Kur’ân vahyedildiği gibi onu te’vil etmek yani açıklamak ve Kur’ân-ı Kerîm’de yer almayan hükümleri ortaya koymak da vahyedildi.[70]

Âlimlerin büyük çoğunluğu tarafından benimsenen ikinci mânâya göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, Kur’ân’da temas edilmeyen konulardaki ilâhî hükümleri ortaya koyma yetkisi verilmiştir.[71] Bu

durumda Peygamber aleyhisselâmın hükmünü açıkladığı konuları aynen benimsemek ve uygulamak bütün Müslümanlar’a farzdır.

“Dikkat ediniz” diye başlayan bir uyarı cümlesinin ardından Resûlul lah Efendimiz’in yine aynı şekilde “pek yakında koltuğuna kurulmuş, karnı tok bir adam ortaya çıkacak” diye başlayan ikinci uyarı cümlesinde, sünnete uymayan ve hadisle amel etmeyi önemsemeyen kimselere ağır bir tenkit vardır.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, hadis ve sünnet karşıtlarını koltuğuna kurulmuş, karnı tok adam diye nitelemekle hadis karşıtlığının onlarda doğurduğu olumsuzluğa işaret buyurmaktadır. Zira aşırı karın tokluğu insanın ahmaklaşmasına ve anlayışının iyice azalmasına sebep olur.

Koltuğuna kurulmak ifâdesi, nimetlerin baştan çıkardığı kibirli ve şımarık adamların hâlini göstermektedir. Demek oluyor ki Allah’ın Resûlü sadece Kur’ân’a sarılmayı ve ondaki helâl ve haramdan başka helâl ve haram tanımamayı tavsiye eden kimseleri ahmak, anlayışı kıt, kendini beğenmiş, şımarık, yemek içmekten, yatıp uyumaktan başka bir şey düşünmeyen kimseler olarak görmektedir. Dolayısıyla kendini âlim zanneden kimselerin görüşlerinin hiçbir anlam taşımayacağını belirtmektedir.

Bu hadîs-i şerîf, Resûlullah Efendimiz’in haram kıldığı şeylerin tıpkı Allah Teâlâ tarafından haram kılınmış gibi olduğunu göstermektedir. Buna misâl olmak üzere de Kur’ân’da haram kılınmadığı hâlde, kendisinin haram kıldığı bazı şeyleri zikretmektedir. Buna göre:

Ehlî eşek eti, aslan, kurt gibi dişleriyle (veya kartal, akbaba gibi tırnaklarıyla) parçalayan hayvanların eti haramdır.[72]

İslâm devletinin gayr-i müslim vatandaşına zimmî denir. Zimmîler çoğunlukla yahudi ve hıristiyandır. Onların kaybettiği kıymetli şeyleri alıp kullanmak da haramdır. Ama kaybedenin aramaya kalkmayacağı önemsiz şeyleri alıp kullanmakta bir sakınca yoktur.

Gayr-i müslimin önemli bir yitiğini kullanmak haram kılındığına göre, Müslüman’ın kaybettiği değerli bir eşyayı alıp kullanmanın öncelikle haram olacağı ortadadır.

İşte hadîs-i şerîfte zikredilen bu haramlar Kur’ân-ı Kerîm’de yoktur.

Onları Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem haram kılmıştır.

Dolayısıyla her iki şerîat koyucunun (şâri’in) haram kıldığı şeyler aynı derecede önemlidir. Zira bu gibi şeyleri Peygamber aleyhisselâm

kendiliğinden haram kılmaz. Ya o hükmün bir benzeri daha önce âyetle haram kılınmış, Peygamber de o konuda kıyas yapmış, ictihadda bulunmuştur veya o husus kendisine Kur’ân-ı Kerîm dışındaki bir vahiyle bildirilmiştir.

Ebû Dâvûd’un rivâyetinde bulunmamakla beraber, hadisin Sünen-i Tirmizî[73] ve Sünen-i İbni Mâce’deki[74] rivâyetlerinde Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin “Şüphesiz Resûlullah’ın haram kıldığı bir şey, Allah tarafından haram kılınmış gibidir” ifâdesi bulunmaktadır.

Hadisimizdeki şu bilgi de konumuz açısından oldukça önemlidir:

“Bir topluluk kendilerine misafir olan kimseyi ağırlamakla yükümlüdür. Eğer onu ağırlamazlarsa, kendisine harcamaları gereken miktarı onlardan almak misâfirin hakkıdır.”

Burada Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şunu ifâde buyurmaktadır: Bir yolcu karnını doyurmak için yiyecek bir şey bulamaz, bu yüzden de hayâtî bir tehlikeye düşerse, onun, kendisine yiyecek bir şey vermeyen o cimri insanların malından, onlar görmeden alma ve böylece onları cezalandırma hakkı vardır.

Bazı âlimler, hadisteki bu hükmün, İslâmiyet’in ilk dönemleriyle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Bu açıklamaya göre, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir zamanlar bazı sahâbîleri, herhangi bir görevle uzak yerlere gönderirdi. Bu sahâbîlerin azıkları tükenir, bir yerden de yiyecek satın alma imkânları bulunmazdı. İşte Fahr-i Âlem Efendimiz o vakitler bu insanların karnını doyurmanın, onların yolu üzerindeki kabilelere farz olduğunu söylemişti. Fakat daha sonraları Müslümanlar’ın durumu iyileşince bu hadisin hükmü ortadan kalktı ve bu konudaki emir artık farz değil müstehap sayıldı.

“Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır”[75] şeklindeki hadisler konuya açıklık kazandırdı.

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Resûl-i Ekrem’e Kur’ân-ı Kerîm vahyedildiği gibi, onu açıklaması ve uygulaması da vahyedilmiştir.

2. Kur’ân’da temas edilmeyen konularda Peygamber aleyhisselâmın hüküm koyma yetkisi vardır. Onun hükmünü açıkladığı konuları aynen benimsemek ve uygulamak bütün Müslümanlar’a farzdır.

3. Hadislerin Kur’ân-ı Kerîm’e arz edilmesine gerek yoktur. Çünkü Resûlullah’ın kendiliğinden haram veya helâl kıldığı şeyler, Allah

tarafından haram veya helâl kılınmış gibidir.

4. “Size bir hadis rivâyet edilirse onu Kur’ân’a arz ediniz. Eğer Kur’ân’a uygun düşerse o hadisi kabul ediniz; Kur’ân’a ters düşerse onu atınız” sözü hadis değildir.[76]

4606/11. Âişe radıyallahu anhâdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bizim şu dinimizde bulunmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilemez.”[77]

Ebû Dâvûd’un hocası Muhammed ibni Îsâ’nın söylediğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Her kim bizim yapmadığımız bir işi yaparsa, o şey kabul edilemez.”

Bu hadis, bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

4607/12. Tâbiîn muhaddislerinden Abdurrahman ibni Amr es-Sülemî ve Hucr ibni Hucr şöyle dediler:

Ashâb-ı kirâmdan İrbâz ibni Sâriye radıyallahu anhı ziyârete gittik. O, haklarında şu âyet-i kerîme nâzil olan sahâbîlerden biridir:

“Kendilerine binek temin etmen için sana geldiklerinde, sen onlara

“Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman maddî imkân bulamadıkları için üzüntülerinden gözyaşları dökerek dönüp gidenlere de herhangi bir sorumluluk yoktur.”[78]

Yanına varınca İrbâz ibni Sâriye’ye selâm verdik ve:

“Seni ziyâret etmek, sana geçmiş olsun demek ve senin ilminden faydalanmak için geldik” dedik. Bunun üzerine İrbâz ibni Sâriye şunları söyledi:

“Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize namaz kıldırdı. Sonra bize dönerek çok tesirli bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan dolayı gözler yaşardı, kalpler ürperdi. Sahâbîlerden biri:

“Yâ Resûlallah! Yaptığın bu konuşma, ayrılıp gitmek üzere olan birinin vedâ konuşmasına benziyor. Bize ne tavsiye edersin?” diye sordu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Size Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli köle bile geçse onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra sağ kalanlarınız nice ihtilâflar göreceklerdir. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnete dayalı uygulamalarına sarılmaktır. İşte bu sünnetlere sımsıkı sarılın. Sonradan ortaya çıkan bid’atlerden şiddetle kaçının! Çünkü sonradan ortaya çıkan her şey bid’at, her bid’at de doğru yoldan çıkmaktır.”[79]

Açıklamalar

Bu hadîs-i şerîfi bize nakleden Abdurrahman ibni Amr es-Sülemî (v.

110/728) ve Hucr ibni Hucr el-Kilâ‘î tâbiîn râvilerindendir. Onlar söze başlarken önce İrbâz ibni Sâriye radıyallahu anhı tanıtmışlar; onun yiyecek, giyecek ve binek bulamadıkları için Tebük seferine katılamayan yoksul sahâbîlerden olduğunu söylemişlerdir. 4600 numaralı hadîs-i şerîfin açıklamasında hem Tebük seferi hem de bu sefere katılamadıkları için çok ağlayanlar anlamında “Bekkâîn” diye anılan bu sahâbîler hakkında kısaca bilgi vermiştik. Onlar, âyet-i kerîmede de anlatıldığı üzere, belki kendilerini bu sefere gönderecek bir imkân bulur diye Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme başvurmuşlardı. Fakat Allah’ın Elçisi onlara istedikleri imkânı sağlayamadığını söylemiş, onlar da üzüntülerinden ağlayarak geri dönmüşlerdi.

Bu girişten sonra hadisimizin açıklamasına geçelim:

Bir gün İrbâz ibni Sâriye radıyallahu anh rahatsızlanmıştı. Server-i Enbiyâ Efendimizin kendilerini övdüğü tâbiîn nesline mensup bazı güzel insanlar hem onu ziyâret etmek hem de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemden duyduğu bazı hadisleri onun ağzından duyup öğrenmek istemişlerdi.

İrbâz radıyallahu anhın anlattığına göre, Fahr-i Cihân Efendimiz bir gün ashâbına namaz kıldırdıktan sonra bir konuşma yaptı. Muhtemelen bu konuşmada dünyanın âkıbetinden, ölümden ve kıyâmet ahvâlinden söz etti.

Anlaşılan ashâb-ı güzîn efendilerimiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu içli ve kapsamlı konuşmasından ve tavsiyelerinden onun yakında vefât edeceği sonucunu çıkardılar, bu sebeple son derece duygulanıp ağladılar.

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bu konuşmasında onlara takvâyı, yani Allah Teâlâ’ya saygılı olmayı tavsiye buyurdu. Bir de devlet

başkanı tarafından yönetici olarak tâyin edilen “idarecilere itaat etmeyi”

öğütledi.

Ardından da Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bildirdiği bazı gayb olaylarından söz etti. Kendisinin vefâtından kısa bir süre sonra çeşitli ihtilâfların, anlaşmazlıkların ve fitnelerin çıkacağını haber verdi.

Elbette bu haber, Fahr-i Kâinât Efendimizin mûcizelerinden biriydi. Bu bilgileri ona Allah Teâlâ bildirmişti.

Hadisimizde görüldüğü üzere, İki Cihân Güneşi Efendimiz ileride meydana gelecek olaylardan söz ederken, bu olayların ne zaman ve nerede meydana geleceğini söylememiştir. Hattâ ileride olacak bazı hâdiseleri herkese değil, Huzeyfe bin Yemân ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ gibi bazı özellikli sahâbîlerine söylemiştir. Onlar da kendilerine bildirilen bu özel bilgileri, durumun müsaade ettiği ölçüde başkalarına nakletmişlerdir.

Bu tür rivâyetler hadis kitaplarımızın “fiten” bölümlerinde yer almıştır.

Ümmetin içinde fitneler ve ihtilâflar çoğalınca, tabiî olarak görüş ayrılıkları da artar. Peki, o zaman insanlar hangi fikrin yanında olacak ve nasıl hareket edeceklerdir? İşte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun hal çaresini de göstermiş, o zaman tek çıkar yolun, kendisinin sünnetine ve râşid halîfelerin sünnete uygun uygulamalarına sımsıkı sarılmak olduğunu söylemiştir.

Hadîs-i şerîfte, ortaya çıkacağı belirtilen ihtilâflar, muhtemelen İslâm ümmeti arasında çıkan bid’at fırkaları arasındaki çeşitli görüş ayrılıklarıdır.

İhtilâflar insanı dinden çıkarmaz. Fakat ümmet arasında meydana ge len bu ihtilâflar, özellikle itikàdî açıdan ciddi boyutlara varınca, Müs lümanlar’ı fitnelere ve büyük günahlara yöneltir. Hattâ o zaman insan, farkında bile olmadan kendini dinin sınırları dışında bulabilir. Nitekim öyle de olmuştur.

Resûl-i Ekrem’in vefâtından kısa bir süre sonra Hz. Osman ve Hz. Ali radıyallahu anhümâ zamanında ortaya çıkan ihtilâflar, daha sonra fitneye dönüştü ve pek çok sahâbî henüz hayattayken ümmet ağır bir imtihandan geçti. Dört halîfeden sonra fitne ve ihtilâflar artarak devam etti; bunlar da İslâm ümmetinin bölünüp parçalanmasına sebep oldu.

İslâm ümmeti içindeki ihtilâfların sonucunda doğan grupçuluk ve hizipçilik bizi bölüp parçaladı ve ümmet olma vasfımızı tehlikeye soktu.

İslâm toplumunun fitneden kurtulabilmesi, ihtilâflara düşmemesi için müşterek bir düşünce ve hareket tarzına sahip olması gerekir. Belli bir şahsın veya grubun düşünce ve hareket tarzına tâbi olmaması icap eder.

İşte bu sebeple Peygamber Efendimiz bize izleyeceğimiz yolu göstermiş, kendi sünnetine ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine sımsıkı sarılmamızı emretmiş, böylece ortak hareket noktamızı göstermiştir.

Bilindiği gibi Hulefâ-i Râşidîn -Allah hepsinden râzı olsun- Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Fahr-i Kâinât Efendimiz ha dîs-i şerîflerdîs-inde onların hak ve doğru yol üzerdîs-inde bulunacaklarını beldîs-irtmdîs-iş, bize de onların yolunca gitmeyi emir buyurmuştur. Hak mezheplerin hepsi, Hulefâ-i Râşidîn’e uyulması gerektiği konusunda görüş birliği içindedir.

Fahr-i Âlem sallallahu aleyhi ve sellem konuşmasının ikinci kısmında, bir önceki hadiste de işaret buyurduğu konuya temas ederek bid’atlerden mutlaka sakınılması gerektiğini hatırlattı.

Bid’at nedir?

Sünnete uygun olmayan her davranış bid’attır. Bir başka ifâdeyle dinde yeri bulunmayan ve sonradan ortaya çıkarılan inanç ve ibadetler bid’attir. Kur’ân ve Sünnet’te yeri bulunmadığı ve dinin bu iki temel kaynağına aykırı olduğu için de her bid’at, dalâlet yani ana yoldan, İslâm’ın nurlu yolundan, sırât-ı müstakîm’den ayrılıp yolunu kaybetmek, çıkmaz ve karanlık patikalara sapmak diye nitelendirilmiştir.

Burada “bid’at” veya “muhdes” kelimeleriyle, bunların “sonradan ortaya çıkan şey” anlamındaki sözlük mânâları kastedilmemiştir. Kastedilen esas mânâ, Kur’ân ve Sünnet’e aykırı olarak ortaya çıkan şeydir. Çünkü sonradan yapılan bazı işler ve icatlar vardır ki, bunlar son derece önemli ve hayâtî ihtiyaçlardır. Uçağa binmeyi, otomobil kullanmayı ve benzeri şeyleri sonradan ortaya çıktı diye reddetmek mümkün değildir. Bu ihtiyaç ve zarûretlerin ana yoldan çıkmakla bir ilgisi yoktur. Bu sebepledir ki sonradan ortaya çıkan, i’tikàd, ibadet ve amelle ilgili olmayan şeyleri “bid’at” diye nitelemek doğru değildir.[80]

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Yöneticiler ve âlimler vaaz ve nasihatlerle halkı aydınlatmalıdır.