• Sonuç bulunamadı

Üzeyir kimdir?

15. MÜRCİE FIRKASININ REDDİ

4676/81. Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Îmânın yetmiş kadar dalı vardır. En yukarıdaki dal ‘lâilâhe illallah’

demek, en aşağıdaki dal ise yola atılan kemiği oradan kaldırmaktır.

Utanma duygusu da îmânın dallarından biridir.”[244]

Bu hadis 4678. hadisle birlikte açıklanacaktır.

4677/82. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Bahreyn’de yaşayan Abdülkaysoğulları heyeti Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzûruna geldikleri zaman, Allah’ın Elçisi onlara Allah’a îmân etmelerini emretti ve kendilerine:

“Allah’a îmân etmek ne demektir, biliyor musunuz?” diye sordu.

Onlar da:

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’a îmân etmek, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muham‐

med’in Allah’ın resûlü olduğuna şahâdet etmek, namazı kılmak, ze kâ tı vermek, ramazan orucunu tutmak ve ganîmetin beşte birini ver‐

mektir.”[245]

Bu hadis bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

4678/83. Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümâdan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kul ile küfür arasında namazı terk etmek vardır.”[246]

Konuya Giriş

Ebû Dâvûd bu bahiste, Ehl-i Sünnet dışı fırkalardan biri olan Mürcie fırkasının görüşlerini çürütecek hadisleri zikretmiştir. Önce bu fırka hakkında kısa bilgi verelim.

Mürcie fırkası, Havâric ve Mu’tezile fırkalarının “büyük günah” işleyen kimse hakkındaki görüşlerine karşı çıkmıştır.

Hâricîler’e ve Mu’tezile’ye göre büyük günah işleyen kimse (mürtekib-i kebîre) dinden çıkar, kâfir olur.

Mürcie’ye göre ise îmânı sağlam olanlara işledikleri günahlar zarar vermez. Bu sebeple büyük günah işleyen kimse hakkında hemen hüküm vermemeli, onun durumunu Allah’a bırakmalıdır.

Bu fırka, büyük günah işleyenlere ümit verdiği ve onların durumunu âhirete tehir ettiği için kendilerine tehir edenler, ümit verenler anlamında Mürcie denmiştir.

Mürcie aşırı olanlar ve olmayanlar diye başlıca iki gruba ayrılır.

Aşırı olanlara göre:

Kâfire yaptığı hayırlar ve ibadetler nasıl fayda vermezse, mü’minin işlediği günahlar da onun îmânına zarar vermez. Çünkü önemli olan îmândır.

Müttakì bir mü’minin îmânı ile günahkâr bir mü’minin îmânı arasında fark yoktur; yani günahkârın îmânı da tam ve mükemmeldir.

İmâm Ebû Dâvûd, yukarıda okuduğumuz hadisleri işte bu görüşü reddetmek için bu bahse almıştır. Çünkü Ehl-i Sünnet’e göre;

Îmân, hayır ve ibadetlerle artar, günahlarla azalır.

Îmânı çok olan da mü’mindir az olan da mü’mindir.

Îmânın kemâle ermesi için amel şarttır.

Farz olan amellerden birini yapmayan kimse kâfir olmaz ama ona ilâhî emirlere itaat etmeyen kimse anlamında fâsık denir.

Kalbinde zerre kadar îmân olan kimse, günahının cezasını çektikten sonra cennete girecektir.

Mürcie fırkasının aşırı olmayanlarına gelince, onlar, hatalı görüşleri bulunmakla beraber Ehl-i Sünnet’in içinde kabul edilmişlerdir.

Mürcie hakkındaki bu kısa ve öz bilgilerden sonra, musannifimiz Ebû Dâvûd’un, Mürcie fırkasının görüşlerini reddetmek için bu bahse aldığı üç hadisin açıklamasına geçelim.

Açıklamalar

Birinci hadis

Peygamber Efendimiz îmânın yetmiş kadar dalı bulunduğunu söylemiştir.

Bu hadîs-i şerîfi inceleyen âlimlerimiz, bu dalların bir kısmının kalple, bir kısmının dille, bir kısmının da bedenle yapılan görevler olduğunu tesbit etmişlerdir.[247]

Bu altmış veya yetmiş görev, önem sırasına göre derecelere ayrılır. Bu derecelendirmenin en üst sırasında “lâilâhe illallah” yani kelime-i tevhîd yer alır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerîfinde kelime-i tevhîdin önemini şöyle ifâde buyurmuştur:

“Yedi kat gök ve yedi kat yer terâzinin bir gözüne konsa, ‘lâilâhe illallah’

kelime-i tevhîdi de diğer gözüne konsaydı, kelime-i tevhîd hepsinden ağır gelirdi.”[248]

Allah’ın Resûlü îmân ağacının en üst dalının kelime-i tevhîd olduğunu, en aşağı derecesinin de yola atılan bir kemiğin, bir taşın, bir cam kırığının oradan kaldırılması olduğunu söylemiştir.

Bu arada hayâ, yani utanma duygusunun da îmânın bir dalı olduğunu belirtmiştir; çünkü hayâ kalbin îmânıdır. Dolayısıyla utanma duygusundan yoksun birinin îmânında bir sıkıntı bulunduğu açıktır.

İşte îmânın muhtelif dereceleri bulunduğu gibi, mü’minlerin îmânları da sağlamlık ve zayıflık açısından birbirinden farklıdır.

Ameller ister kalple ister dille isterse bedenle yapılsın, bu ibadetler îmânın bir parçasıdır.

Şâyet mü’min, yapması gereken ibadetleri yapmaz veya ihmâl ederse bu durum onun îmânına zarar verir.

İkinci hadis

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, huzûruna gelen Bahreynli Ab dül‐

kaysoğulları’na: “Allah’a îmân etmek ne demektir, biliyor musunuz?”

diye sordu, sonra da onlara îmânı şöyle açıkladı:

“Allah’a îmân etmek; Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muham‐

med’in Allah’ın resûlü olduğuna şahâdet etmek, namazı kılmak, ze kâ tı vermek, ramazan orucunu tutmak ve ganîmetin beşte birini vermek‐

tir.”

Allah’ın Resûlü, ganimetin beşte birinin beytülmâle verilmesini, tıpkı İslâm’ın beş şartı gibi îmân esasları arasında saymıştır. Diğer bir söyleyişle, Peygamber Efendimiz mü’min olabilmek için ganimetin beşte birini beytülmâle vermek gerektiğini ifâde buyurmuştur.

Fahr-i Kâinât Efendimiz kendisine İslâm’ın ne olduğunu soranlara, öncelikle namazın kılınması, ramazan orucunun tutulması ve zekâtın verilmesi gerektiğini söylemiştir.[249] Her mü’minin yapması gereken bu görevler îmânı ayakta tutan birer sütundur. Kelime-i tevhîd nasıl vazgeçilmez bir îmân esası ise sayılan bu ibadetler de vazgeçilmez birer îmân esası, şiârı ve alâmetidir.

Kendisi için sevdiğini ve istediğini Müslüman kardeşi veya komşusu için istemek de Peygamber aleyhisselâmı herkesten çok sevmek de[250] birer îmân esasıdır.

Gördüğü bir kötülüğü eliyle ve diliyle düzeltmek, bunları yapamıyorsa o kötülükten nefret etmek de bir îmân esasıdır.[251]

Yapmadığı bir şeyi yaptığını söyleyen, yapılması emredilmeyen şeyleri yapan kimselerle eliyle ve diliyle mücâdele etmek, bunları yapamıyorsa o kimselerden iğrenmek, tiksinmek de bir îmân meselesidir.[252]

Bir şeyi Allah rızâsı için vermek veya vermemek, birini Allah rızâsı için sevmek veya sevmemek de îmânı mükemmelleştiren davranışlardır.[253]

Bütün bu hadisler, Allah’a îmân ettim demekle mü’min olunamayacağını, ahlâk konularının bile îmân ile ilgili olduğunu göstermektedir.

Üçüncü hadis

Bu hadiste Server-i Enbiyâ Efendimizin: “Kul ile küfür arasında namazı terk etmek vardır” buyurduğunu okuduk.

Bu hadîs-i şerîf de îmân ile amel arasındaki kopmaz bağı çarpıcı bir ifâde ile ortaya koymaktadır. Namazı terk edenin inanç esaslarını da kolayca terk edebileceğini, namaz kılmayan kimseyle inkâr batağı arasında bir engel kalmayacağını göstermektedir. Bu demektir ki Müslüman’ı inkâr çukuruna düşmekten namaz alıkoymaktadır.

Bu hadiste namazı terk etme ifâdesiyle ne kastedilmektedir? Elbette burada, tembelliği dolayısıyla veya önemsemediği için namazı kılmayan kimse kastedilmektedir. Şâyet bir kimse namazı inkâr ediyor, namaz diye bir şey olmadığını söylüyorsa zaten onun din ile hiçbir ilgisinin kalmayacağında şüphe yoktur. Bütün İslâm âlimleri bu görüştedir.

Âlimlerimizin büyük çoğunluğu, namazın farz olduğunu inkâr etmeyen ama tembelliği yüzünden namaz kılmayanların kâfir sayılmayacağını belirtmiştir.

Bazı ünlü âlimler ise “Kul ile küfür arasında namazı terk etmek vardır” hadisi ve benzeri hadislere bakarak, namazı kasten terk edenlerin kâfir olduğunu söylemişlerdir. Her biri ünlü birer muhaddis ve fakih olan İbrâhim en-Nehaî (v. 96/717), Abdullah ibni’l-Mübârek (v. 181/797), İshâk ibni Râhûye (v. 238/853) ve Ahmed ibni Hanbel (v. 241/855) gibi âlimler bu görüştedir. Onlara göre hiçbir özrü bulunmadan, vakit çıkıncaya kadar namazı kasten terk eden kimse kâfir olur.

Ahmed İbni Hanbel şöyle demektedir:

“Namazı terk eden kimse dışında hiçbir Müslüman’ı, yaptığı bir günah yüzünden kâfir saymayız.”

Şâfiî mezhebinin imâmı ünlü müctehid İmâm Şâfiî’ye (v. 204/820) göre namazı terk eden kimse öldürülür. Bununla beraber o kimse İslâm ümmetinden büsbütün çıkarılmaz yani Müslümanlar’ın kabristanına defnedilir ve ona ailesi mirasçı olur.

Bazı Şâfiî âlimleri daha ileri giderek namazı terk eden kimsenin cenaze namazının da kılınmayacağını söylemişlerdir.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe ve Hanefîler ise yukarıdaki hadisin namaz kılmayanları tehdit etmek için söylendiğini, bu sebeple namazı terk edenin kâfir sayılmayacağını ve öldürülmeyeceğini belirtmişler; bununla beraber onun namaz kılıncaya kadar hapsedilip dövüleceğini yani namaz kılmasının sağlanacağını söylemişlerdir.[254]

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunun (cumhûr) görüşüne göre bu konuda ölçü şu âyet-i kerîme olmalıdır:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını aslâ bağışlamaz; onun dışındaki günahları dilediği kimse için bağışlar.”[255]

Bu âyet-i kerîmeye göre namaz kılmayan kimse dinden çıkmaz.

Konuyu şöyle tamamlayalım:

Yukarıda okuduğumuz üç hadis, “önemli olan îmândır; mü’min olduktan sonra yapılacak günahlar kişinin îmânına zarar vermez” diyen Mürcie’nin görüşlerini reddetmekte, îmânla ameli birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını göstermektedir.

Resûl-i Ekrem’in “lâ yü’minü” (mü’min olmaz) diye başlayan hadisleri ile İslâm’ı ve Müslüman’ı tarif eden hadîs-i şerîfler dikkate alındığı zaman, ahlâk ve ibadet ile îmânın birbirinden ayrı şeyler olmadığı görülür.

Bu hadisler, îmânın birtakım kısımları olduğunu, en yüksek ve en aşağı dereceleri bulunduğunu gösterir. Zira bir sonraki bahiste açıkça göreceğimiz üzere îmân, artan veya eksilen bir şeydir. Namaz da hayâ duygusu da yoldan halka eziyet veren bir şeyi kaldırmak da îmânın birer parçasıdır.

Mürcie konusunda geniş bilgi edinmek için Ebü’l-Hasenât el-Lekne vî’nin Abdülfettâh Ebû Gudde tarafından yayımlanan er-Ref‘u ve’t-tekmîl fi’l-cerhi ve’t-ta‘dîl adlı eseri okunabilir (s. 352-388).

Hadislerden Öğrendiklerimiz

1. Îmânın yetmiş kadar dalı vardır. Bu dalların en yükseği kelime-i tevhîd, en aşağısı halka sıkıntı veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.

2. Namaz, zekât, oruç, ganîmetin beşte birini beytülmâle vermek de